Ağır Emanet
Biz insanı kurutulmuş
çamurdan yarattık.
Hicr 26
Sahabe, mü'minlerin göz nuru Hz Resul’e ““Ya Resulüllah, hepimizi seversin,
hepimize yanında mevki verirsin lakin Ali bir başka. Nereden gelir Ali’nin
kıymeti?” diye sorar: Hz Peygamber, “Size kötülük edene
iyilik edebilir misiniz?” der. “Evet, ya Resulüllah, ederiz!”
derler. “O size bir daha kötülük derse?” Bazı gözler ve kafalar öne
düşer. Ancak, “Yine iyilik ederiz diyenler” de vardır. Resulüllah, “Ya
o, yine kötülük ederse?” der; öne düşmemiş baş kalmaz.
Vakti zamanında muhafazakâr bir cemaat dergisi, ABD'de birilerinin Kur’an’ı
bilgisayara verip müthiş bir keşif yaptığını, Kur'an’ın matematiğe dayalı bir sistemin
üzerine oturduğunu keşfettiklerini, bu mucizevi sistem sebebiyle Kur’an’a bir harf
eklenip, çıkarılamayacağını haber yapmıştı. O devirde tüm İslamcı basın bu
haberi neredeyse manşetten girdi. Konu İslamcı çevrelerde sevinerek ve öğünerek
defalarca gündem edildi. O dönemde ne yazık ki, Müslümanların çoğunun aklına, “Kur’an’ın
bilgisayara nasıl verildiğini, matematik sistemin nasıl kurulduğunu” anlamayı talep
etmek gelmedi. Ya da “bunu bir de biz verelim bilgisayara, bakalım ne çıkacak?”
diyemediler.
Devamını Oku »
“İstanbul Sözleşmesine alternatif metni siz yazın!” diyorlar.
Böyle bir metne bizim yani Müslümanların alternatif metin yazma imkânı yok. Bu mümkün değil! Diyoruz.
Şöyle ki:
Bu yazı Hertaraf haber sitesinde (https://hertaraf.com/haber-imaj-kevin-robins-derleyen-ahmet-hakan-cakici-4852) yayınlanmıştır.
İmaj – Kevin Robins
Varsayın ki bir oyunun içindesiniz ve oyun boyunca “bir sürü insanı öldürüyor, insan, hayvan ne çıkarsa eziyor, şehirleri bombalıyor, ormanları yakıyor, milyonlarca kuş vuruyor, kumar oynuyor, girilmeyecek yerlere giriyor, cinsel oyunlar oynuyorsunuz.” Bu esnada birisi sorsa: “Neden bu insanları öldürüyorsun, Tanrıya nasıl hesap vereceksin? Senin hiç ahlakın, senin hiç vicdanın yok mu?”
Kevin
Robins’in AYRINTI Yayınlarından çıkan IMAJ isimli eseri, tercümesinin
zayıflığına rağmen okunmaya değer nitelikte.
Robins, bu eserinde “insanın ayaklarını yerden kesen ve mutlak bir iktidar duygusu yaratan” imaj teknolojileri üzerine kurulu dünyayı sorguluyor. Ona göre, her şeyden önce ortada “yeni “olan bir şey yoktur. Olan her şey bir önceki ve daha önceki dönemlerden gelen zevklerin, hayallerin, ümitlerin yeniden ambalajlanarak, yeni imajlarla parlatılarak toplumların ayartılmasından” ibarettir.
Robins, bu eserinde “insanın ayaklarını yerden kesen ve mutlak bir iktidar duygusu yaratan” imaj teknolojileri üzerine kurulu dünyayı sorguluyor. Ona göre, her şeyden önce ortada “yeni “olan bir şey yoktur. Olan her şey bir önceki ve daha önceki dönemlerden gelen zevklerin, hayallerin, ümitlerin yeniden ambalajlanarak, yeni imajlarla parlatılarak toplumların ayartılmasından” ibarettir.
İstanbul Sözleşmesine İtiraz Edenlere, İtiraz Edenlere, İtiraz -3
İYİnin düşmanı KÖTÜ değildir, İyinin düşmanı DAHA İYİdir. DAHA İYİ’nin düşmanı ise MÜKEMMELdir.
Devamını Oku »
İYİnin düşmanı KÖTÜ değildir, İyinin düşmanı DAHA İYİdir. DAHA İYİ’nin düşmanı ise MÜKEMMELdir.
Hiçbir dolandırıcı, sahtekâr “elimizdekini” alırken bize “KÖTÜ”yü vaat etmez. O
bize elimizdekinden “DAHA İYİ”sini vaat eder. Biz “DAHA İYİ”nin vaadini duyduğumuzda
elimizdeki “İYİ”ye düşman oluruz. Gelecek 100 Bin lirayı duyunca elimizdeki 10 Bin
liranın düşmanı olup, onu sahtekâra verdiğimiz gibi.
Şeytan dahi Hz Âdem’i bu yöntemle
kandırmıştır. Ona “Mükemmellik” ve “Ölümsüzlüğü” vaat ederek[1]
elindeki Cennet’i almıştır.
Hz Âdem, ölümsüzlük fikrine kapılınca CENNET’inden
olmuştur.
Bizim kanaatimize içinde bulunduğumuz sürecin 3
önemli sonucu olacak.
1- Yapay zekâ ve otomatizasyon sistemlerinin yaygınlaşmasına direnen Ulus Devletlerin direnci tamamen kırılmış gibi duruyor. Kanaatimizce bu süreç gittikçe yükselen bir ivme ile devam edecek. Bize göre bunun anlamı çok büyük kitlelerin işsizliğe ve sefalet çizgisinin altına savrulacağıdır. Özellikle büyük şehirlerin, çok da uzun olmayan bir süreç sonunda adeta mülteci kamplarına dönüşeceğini düşünüyoruz.
1- Yapay zekâ ve otomatizasyon sistemlerinin yaygınlaşmasına direnen Ulus Devletlerin direnci tamamen kırılmış gibi duruyor. Kanaatimizce bu süreç gittikçe yükselen bir ivme ile devam edecek. Bize göre bunun anlamı çok büyük kitlelerin işsizliğe ve sefalet çizgisinin altına savrulacağıdır. Özellikle büyük şehirlerin, çok da uzun olmayan bir süreç sonunda adeta mülteci kamplarına dönüşeceğini düşünüyoruz.
“Seküler sosyal ilaçlardaki sıkıntı, uygulandıkça hastayı daha da hasta etmesidir. Batı'da bugün bunu ifade etmek, yani yeni aristokrasilerin bize parlak ve özgürleştirici bir ütopya getirmek şöyle dursun sosyal hastalıklarımızı daha da kötüleştirdiğini söylemek, küfür kabul edilmektedir[2].
Conor Cruise O’Brein
İtiraz 2- Yüz elli Yıllık Masal: Batının ilmini alacağız,
ahlakını değil!
Son yüz elli yıldır Batı karşısında aldığımız ağır
yenilginin altından kalkmak ve yenilmişlik kompleksinden kurtulmak için
ürettiğimiz ancak hiçbir gerçekliğe tekabül etmediğini bugün fark ettiğimiz bir
slogandır; “Batının ilmini almak, ahlakını almamak” . Bu sloganla yol aldığımız
150 yıllık süreçte silah sanayiinde, ekonomide, tahakkümde, eğitimde, bilgi
üretiminde Batı ile aramızdaki fark kapanmak yerine gittikçe açıldı. Ve bu bizi
“ilmini alamadık, bari ahlakını” alalım şeklinde okunabilecek bir kendinden
nefrete, bir harakiriye, kendi kendini yok etme aşamasına getirip bıraktı.
İstanbul Sözleşmesine İtiraz Edenlere, İtiraz Edenlere, İtiraz -1
Sayın Zeki Bayraktar, Ali Aktaş beyefendinin sosyal paylaşımlarından aldığını iddia ettiği kelimelerle İstanbul Sözleşmesine gelen eleştirilere itiraz etmiş: Ali Bey'in Sözleşmeyi tam 3 kez okuduğunu, Sözleşmenin eşcinselliğe sadece 2 yerde atıf yaptığını, 6284 no'lu kanun iptal edilmediği sürece Sözleşmeye itiraz etmenin boş iş olduğunu, 6284 no'lu kanunun ise son derece yerinde olduğunu, toplumun içindeki yozlaşmanın Sözleşmeden bağımsız olduğunu, bu nedenle Sözleşmeyi kaldırmanın bir işe yaramayacağını, Saadet Partisinin İstanbul Sözleşmesine menfi yönde taraf olarak oyuna getirildiğini, bu işleri eleştirenlerin FONlar aldığını, sözleşmeye itirazların bir "propaganda merkezi" tarafından yönlendirildiğini söylemiş ya da ima etmiş.
Naomi Klein, "Şok Doktrini" eserinde
Kapitalizmin gücünü ve servetini, "serbest rekabet ortamında, demokrasinin
nimetlerinden faydalanarak, ticaretle kazandığı” yalanının üzerindeki örtüyü
kaldırıyor. Batı’da biriken servetin kaynağının emek ya da ticaret değil, 400 yıl süren yağmacılığın -daha sofistike yöntemlerle- devam ettirilmesi olduğunu iddia ediyor. Geçmişte olduğu
gibi bugün
de Güney
Amerika'nın,
Asya'nın,
Afrika'nın
servetlerinin kan, baskı,
şiddet, talan, soygun ve yerli ulusların yoksullaşması karşılığında Batıya aktarılması süreçlerini
inceliyor.
AbdulHakim Murat ya da şehadet getirmeden önceki ismi ile T.J. Winter'ın bu eseri, ciddi bir bilgi birikimi ve tecrübe ile verilmiş 10 konferansın derlemesi.
Modernite, Postmodernite, Posthümanizm gibi konularda da yetkin bir isim olan Abdulhakim Murad'ın Müslümanların meselelerine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek bir yeteneğinin olması, 20 sene önce derlenmiş bu eserin kalitesini -ne yazık ki- şu an Türkiye'deki tartışma kalitesinin ilerisine taşıyabiliyor.
Çok büyük bir yenilginin getirdiği hesaplaşmanın Müslümanları köşeye sıkıştırdığı, artık, "İslam, gelecek yüzyılı göremeyecek" iddialarının kolayca seslendirildiği vakitlerde İngiliz olan Abdulhakim Murad'ın yenilmişlik psikolojisi altında ezik bir ruh haline sahip olmaması, kendine güveni ve bilgi ile beslenmiş, sükunetli tarzı oldukça kıymetli. Son sözü kendisinden alıntılayalım "Eğer iddialarımıza inanmak için kendimize yeterli güvenimiz varsa, iyimser olmak için de yeterince nedenimiz var demektir."
Makaleleri özetleme lütfunu bize bağışlayan Kamil Güller'e teşekkür ediyorum.
Devamını Oku »
Modernite, Postmodernite, Posthümanizm gibi konularda da yetkin bir isim olan Abdulhakim Murad'ın Müslümanların meselelerine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek bir yeteneğinin olması, 20 sene önce derlenmiş bu eserin kalitesini -ne yazık ki- şu an Türkiye'deki tartışma kalitesinin ilerisine taşıyabiliyor.
Çok büyük bir yenilginin getirdiği hesaplaşmanın Müslümanları köşeye sıkıştırdığı, artık, "İslam, gelecek yüzyılı göremeyecek" iddialarının kolayca seslendirildiği vakitlerde İngiliz olan Abdulhakim Murad'ın yenilmişlik psikolojisi altında ezik bir ruh haline sahip olmaması, kendine güveni ve bilgi ile beslenmiş, sükunetli tarzı oldukça kıymetli. Son sözü kendisinden alıntılayalım "Eğer iddialarımıza inanmak için kendimize yeterli güvenimiz varsa, iyimser olmak için de yeterince nedenimiz var demektir."
Makaleleri özetleme lütfunu bize bağışlayan Kamil Güller'e teşekkür ediyorum.
İnsan Hakları ya da İnsan Eşitliği, en
güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta
bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden
olabiliriz.”[1]
Noah Harari
“Modern Family, Ailesiz Toplum” makalesini kaleme alırken Yapay Zeka ve otomatizasyon süreçleri ile bir Süper Diktatörlüğe doğru evrileceğimizi, çok kapsamlı insani kısıtlamaların, gözetimlerin, takiplerin, kitlesel işsizliklerin, sefaletlerin gelmekte olduğunu öngörmüştük. Ama hep aklımızda “Egemenler, kitleleri buna nasıl razı edecekler, bu geçişte kitlelerin ayaklanmasını, dünyanın alt üst olmasını nasıl engelleyecekler?” sorusu vardı.
Postmodern dönem insanlık tarihinin mirası tüm katıları (kutsalları, doğruları) eritirken, insana inanacak, güvenecek, tapınacak, savunacak, sarılacak değer bırakmıyor. Eriyen, geçirgenleşen (translaşan) sınırlar ahlaki değerleri, gelenekleri darmadağın ederken, "insan"ı da tarihten çekiyor. Kullanılan eşyaların, işlerin, konutların sürekli değiştiği "kullan-at" mekanında, uzun süreli ilişkiler (aile, dostluk, vatandaşlık vs. gibi) varlıklarını sürdüremiyorlar. Tek seferlik eşyaların dünyası tek seferlik "iş"lerin, tek seferlik "ilişki"lerin dünyasına dönüşüyor. Bu durum insanı "güvensizliğin" endişeli dünyasına gömerken; bencillik, fit vücut ve hayatta kalma çabası tedirgin insanın kutsal teslisi oluyor.
Ulus Devletlerin sonunu getiren; kitleleri, sanayi şehirlerinin istihdam fazlası atıklarına dönüştüren; çok küçük bir azınlığın menfaati için devasa kalabalıkları perişanlığa sürükleyen sürecin önünde "bireyselleşme" tuzağına yakalanmış kitleler duramıyor.
Zygmunt Bauman üstadın kıymetli eserini Kamil Güller özetlemiş. tavsiye ederim.
Zygmunt Bauman üstadın kıymetli eserini Kamil Güller özetlemiş. tavsiye ederim.
Ahmet Hakan Çakıcı
“Hayatlarını sürdürme çabasında olanların başlarına gelebilecek en kötü şey normların olmaması, ya da anomidir? Normlar engelleyici oldukları kadar mümkün kılıcıdırlar; anomi, en saf ve basit haliyle engelleyici bir duruma işaret eder. Normatif kurallar ordusu hayat dediğimiz savaş alanını terk etti mi, geriye sadece şüphe ve korku kalır.”[1]
Zygmund
Bauman
ŞİDDETİN
TOPOLOJİSİ
Koreli Byung Chul Han, Almanya’da yaşayıp Berlin Sanat Üniversitesi'nde ara sıra ders veriyor. HAn, okuduğum, bu ve diğer eserlerinden çok faydalandığım, okuyucunun zihnini tokatlayan
ve modern dünyanın eteğini kaldırıp ayıbını faş edebilen bir yazar. Modern
insanı ve ilişkilerini kıyasıya eleştirdiği bu kitabında, Modern İnsanın artık
dışardan gelen şiddetten çok, odağı, modern insanın kendi iç dünyası olan, bir şiddete
maruz kaldığını, özgürlük, başarı ve performans putları ile kendini, hiçbir köle
tacirine ya da zorbaya ihtiyaç duymadan köleleştirdiğini anlatıyor. Bu dönemde
herkes kendini sömüren bir sömürgecidir ve herkes aynı zamanda kendisi tarafından sömürülen
bir kurban. Arzu üzerinden ikna edilmiş, performans insanın bundan sonraki
durağı “doping insanıdır.” Fail ve kurbanın özdeşleştiği bu yerde çözüm de
yoktur. Çünkü “Ölemeyecek kadar canlı ve
yaşayamayacak kadar ölüleri” ne öldürebilir ne de diriltebilirsiniz.
Ahmet H. Çakıcı