Kevin Robins, Imaj (ÖZET)

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 18 Tem 2020 0 yorum


Kevin Robins’in AYRINTI Yayınlarından çıkan IMAJ isimli eseri, tercümesinin zayıflığına rağmen okunmaya değer nitelikte.

Robins, bu eserinde  “insanın ayaklarını yerden kesen ve mutlak bir iktidar duygusu yaratan” imaj teknolojileri üzerine kurulu dünyayı sorguluyor. Ona göre, her şeyden önce ortada “yeni “olan bir şey yoktur. Olan her şey bir önceki ve daha önceki dönemlerden gelen zevklerin, hayallerin, ümitlerin yeniden ambalajlanarak, yeni imajlarla parlatılarak toplumların ayartılmasından” ibarettir. 

Robins ısrarla uyarır, “Gözlerden kaçırılmaktadır ki, üretilen ürünlerin ve bunlarla inşa edilecek toplumun Batılı mantıktan bağımsız olduğunu düşünmek bir aldanmadır. Sanal dünyanın üzerine kurulu olduğu dünya, “aydınlanma dönemi”, “ilerleme ideolojisi” ve “sömürgecilik” düşüncesinin devamıdır. Sanal ve imaj teknolojilerinin varlığı Batı kültürünün, rasyonalite ve sürekli denetim mantığı ile biçimlenmiş, askeri ve emperyalist emellerinden ortaya çıkmıştır. Akılda tutulmalıdır ki, gözetleme kültürünü besleyen ordudur...” 

Bu anlamda bize devrimciymiş gibi sunulan şey, aslında sistemin kendini onarma ve yenileme faaliyetinden başka bir şey değildir.

Kitleler, "Tanrılaşma Temayülü" üzerinden ayartılırlar. Onlara, "Ahlak ve erdem endişesinin olmadığı, hiç bir zevk veya sadistçe bir eylem için bedel ödemeyeceği, ölme ve yaralanma riski olmadan en çılgın eylemlerin tecrübe edilebildiği, kimselerin kendisine dokunamayacağı, kimselere dokunmaya gerek olmayan bir güvenlik ortamında yani CENNETin kopyasında TANRI rolü oynayabilecekleri bir ortam" sağlanır.

Ancak bu sanal alemin dışında, kapının hemen arkasında gerçek dünya bizimle yüzleşmeyi beklemektedir. O hiç bir yere gitmemiştir... Sanal imaj dünyasında yol alabilmek için artık gözlerimize güvenemeyiz, onu aldatmanın kandırmanın yolunu buldular. Artık kalbimizi klavuz edinmeliyiz.

Bir çok yeri atlanılmış olan kitabın TAMAMINI okumanızı tavsiye ederiz.

Ayşe Yılmaz özetledi.

 Ahmet H. Çakıcı



İMAJ
Gözlerin işi bitti, şimdi
Gidip yürek gücünle hallet
İçinde hapsolmuş imajları;
Azdıran sensin onları:
Ama hala ne olduklarını bilmiyorsun

Rainer Maria Rilke, “Wendung”

Körleşiyoruz, sağırlaşıyoruz gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın karşısında tepkisizce ekranlara bakıyoruz ve bundan hiçbir rahatsızlık duymuyoruz. Ekran bize olup bitenlerin ne kadar acı olduğunu gösterirken gerçekliğin en acı tarafını ekran dışı bırakır. Ortada hiçbir sorumluluk yoktur. Sadece anlık aşırı duygulanımlar yaşarız ve bunlar da çabucak diner. Dünya bizlere her an yeni görüntüler sunmaya hazırdır çünkü modern dünya bize görebileceklerimizin sınırının olmadığını söyler. “Günde dört, beş kez, halk kendi belleğinin, vicdanının ve tahayyülünün sesine nasıl kulak tıkayacağı yolunda televizyondan dersler alıyor.” der John Berger.

Geçmişten geleceğe bir toplum veya toplumu meydana getiren birey, imaj kavramını etkin bir şekilde kullanmıştır. Birey kendi öz benliğini, kültür ve değerini etkili kılmak ve onda başarılı olmak amacıyla imaj oluşturmaya çalıştırmaktadır. Gelişen teknoloji ile kişisel bilgisayar ve sosyal yaşam aktiviteleri sanal ortamlara aktarılmaktadır. Sosyal medya üzerine yapılan paylaşımlar bilginin hızla çoğalarak yayılmasında etkili olmaktadır. Bu bağlamda sosyal medya kişisel ve toplumsal kullanım yönüyle kitleleri harekete geçiren bir güç haline dönüşmektedir.

Türkçe Baskıya Önsöz

İmaj, dünya ile ilişkilerimizde aracılık yapan iletişim teknolojileriyle ilgilenen kitaptır. İmajların bizi dünya olaylarıyla nasıl bir ilişkiye soktuğu irdeleniyor. Günümüzde imajların neredeyse dünyanın gerçekliğini gölgede bırakabileceğini düşünülmektedir. Enformasyon ve iletişim teknolojilerinin içinde yaşadığımız gerçek dünya ile ilişki kurma biçimlerini tekno-kültür ve politik bağlamda düşünmemiz gerektiği ileri sürülmektedir oysa enformasyon ve iletişim teknolojilerine eleştirel bir açıdan bakmak için bu teknolojilerin toplumda ki iktidar ilişkilerini nasıl belirlediğini ve oluşturduğunu irdelemek gerekir. Sanal toplumla ilgili tartışmaların Türkiye bağlamında nasıl gelişeceğini izlemek ilginç olacaktır.
Teknolojilerle ilgili vizyonlar geleceği sömürgeleştirmektedir. Kendilerini gelecek bilimci ilan edenler, çok şey bildiklerini söyledikleri muhteşem ati hakkında ‘teknolojik gelecek’ vizyonlarını bize kabul ettirmeye çalışıyorlar… Ünlü Bill Gates`in “vizyon‘ ileride ki yola’ bakar; bizi sürtüşmesiz kapitalizm dünyasına götürecek olan yoldur bu.” iddiası da böyledir.  İnsanlığın başka alternatifi yokmuş gibi. Doğruyu söylemek gerekirse bu insanlar kendilerini yalnızca tahminde bulunan kişiler değil cidden uzağı gören kişiler olarak görüyorlar. (Mutlak olarak insanlığın iyiliği için çalıştıklarına inanmalı mıyız? AY)

Tekno-vizyoncuların içi boş kehanet söylemleri politik olarak reddedilmektedir. Bir devrim yaşadığımıza inanmıyorum. Yepyeni bir dünya beklemiyorum. Bu vaatlere kuşku ile bakmamızı gerektirecek pek çok sebep var. Siber-misyonerleri David Edgarton`un söylediği gibi geleceği iliklerinde taşıyan yeni insanlara, ‘geleceği görmüş olmanın gururunu duyan’ insanlara yerimizi bırakmamızı istemektedirler. Bu eski oyunun tuzağına düşmekten kendimizi alamıyoruz entrikalarına rıza göstermemizi istiyorlar. Bu amaçla ‘Bugüne ve geçmişe dair bilgilerimizin hükümsüz kaldığını, beyhude olduğunu göstermeye çalışıyorlar’. Microsoft kralının yeni sanal giysilerini giymemizi istiyorlar.

Kapitalist imgelemin temel başarılarından biri geleceğin sömürgeleştirilmesidir. Bu da olanakların sömürgeleştirilmesi demektir. Yenidünya enformasyon ekonomisi teknolojileri, Manule Castells`in ağ toplumunun ‘zamansız zamanı’ dediği şeyi yaratarak zamanın ‘engellerini’ aşmaya çalışmaktadır. Böylece küresel toplum rasyonel ve standartlaşmış zamansallığa bağımlı hale gelmektedir. Jacques Ranciére çağdaş toplumun zamanını ‘şimdiki zamanın uzantısından başka bir şey olmayan geleceklehomojen bir zaman’ olarak tanımlar. Böylece artık vaatlerle parçalara ayrılmayan bir zamandır. Vaatlerin sona ermesini telafi etmek üzere önümüze konan yeni teknoloji-kültürlerle uzlaşmaya davet ediliyoruz. Bu yeterli olacak mı? Peki ya karşılarında ki bilinmeyenden uzak yaşamayı kabul edenlere ne olacak?

İmaj Teknolojileri ve Görsel Kültür
Gözlerimizin kapanması ne acı!
Hep açık kalmasını isteriz gözlerimizin
Görmek için, son ana kadar yitirdiklerimizi
                                                                          (Rainer Maria Rilke, “Verger”)

Günümüzde yeni vizyon ve imaj teknolojilerine büyük ilgi gösterilmektedir. Beklenmedik ölçülerde bir ‘imaj devrimi’ yaşadığımız söylenirken bunun da postmodern döneme tarihsel bir geçişle bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir. Ekran kültürünün her yeri bu kadar kuşatması, şimdi yeni bir taklidi gerçekliğin düzenine girilmekte olduğuna dair tahminlere yol açmaktadır. Bu ara yüzeyin (interface) zevklerini ve tekno-toplumsallığın olasılıklarını coşkuyla karşılamaktayız.  Gündelik gerçeklik ve deneyimler, sanal yaşantıları ve siber-kültürün düşleri yanında pek sönük duruyor…
“Bu gösterişli yeni vizyondan güveninizi ve umudunuzu esirgemeyin” diyorlar. İmaj teknolojilerinin bu biçimde idealleştirilmesi yeni bir ütopyacılığın temellerini atmaktadır. Bunun tersi de post-modern ütopyacılık olarak görülecektir.  
Yeni teknolojinin eksik insanlık halimizi aşmamızı, gerçek yaratıcılık güçlerimizin ortaya çıkmasını ve ideal yeni bir dünya bulmamızı sağlayacağına kesin gözüyle bakılmaktadır… Peki imaj teknolojilerinde ki gelişmelerle açıldığı söylenen bu yeni ufuklar nelerdir? ... Modern kültürde geçerli olan vizyon terimleri nasıl değerlendirebilir? İmajların gücünü yenileyip görme biçimlerine ve deneyimlere yüklenilen beklentiler nasıl ele alınabilir? (Çağdaş imaj teknolojileri modern düşüncede görme, bakma ve izleme ile ilgili deneyimlerimizi anlamamız noktasında ne kadar çok zayıf olduğumuzu bize hissettirir.-AY )

Teknolojik imaj kültürü tartışmalarını vizyon ve modernlik bağlamında tartışmak ve vizyonun diğer duyulardan ayrıcalıklı olarak ele almak gerekmektedir. Vizyona yaptığımız yatırımın doğası gereği bu imajlarımızla neler yapıyoruz? Onları nasıl kullanıyoruz? Bu soruları kurumsal ve felsefi anlamda değil; sosyolojik, psikolojik ve kültürel anlamda sormak, şu andaki güncel kültürümüzde yer alan sıradan imaj kullanımlarını ortaya çıkarmaktır. Düşüncelerdeki imaj biçimlerinin çağdaş ve eş zamanlı çerçevede belirlendiği fotoğraf, sinema, televizyon gibi imajların görsel medya için hala önemli olduğu bilinmektedir. Ortada yalnızca yeni teknolojiler yok. Bütün imaj biçimleri nihayetinde görme, bakma, izleme şekillerini farklı ve karmaşık yollarla harekete geçerek kullanılmaktadır.

İmajların dünyayı tanımak ve anlamak için nasıl kullanıldığı ile ilgilenirken aynı zamanda dünyadaki olayları olduğu gibi algılanmasını önlemek, reddetmek ve hatta inkâr etmek üzere de kullanılabileceğine de dikkat etmek gerekir. Burada neyin görüntülendiği kadar hatta daha da önemli olan neyin görüntülenmediği sorusudur.

Bu nedenle vizyon ve imaja yüklediğimiz ruhsal beklentilerimizle ilgilenmek durumundayız. Görselliğin zihinde oluşturduğu imaj ne yönde olursa olsun bilinçdışı güçler, arzular, fantazyalar hatta temel kaygı ve korkularla olan bağlantılarına dikkatle bakmalıyız. Yaşadığımız toplumsal ve siyasal dünyada ekran aracılığıyla yeni bir dünya düzeni doğdu. Bu düzende globalleşen kültürlerle ve başkalarıyla temas halinde olmamız daha çok ekranlardaki imajlarla mümkün oluyor.

Burada sormamız gerekiyor: Uzaklardaki insanlarla kurduğumuz ilişkinin doğası nedir? Televizyon elektronik bir köy yaratmış olabilir, binlerce kilometre ötedeki insanları odamızın içine getirebilir lakin aynı anda komşumuzla hiç ilişki kuramaz hale gelmemiz bu süreçten bağımsız bir süreç midir?
Günümüzün imaj kültürü soyut bir alanda değil gerçek dünyanın düzensizliği içinde yayılmakta. Bu durum, olası tehdit ve tehlikeleri kuytu bir köşede, gözden uzak tutmak için bir araç olarak kullanılan yeni teknolojilere mutlak kudret sahibi bir kimlik sağlamaktadır…  Tekno-kültür yeni imaj teknolojilerine koşulsuz kucak açar. Ekranda karşılaştığımız öteki insanlarla aynı anda hem bağlanma hem de bağlanmama gibi savunmacı-paranoyak bir konuma gelinmektedir... Yeni imajlar üzerinde düşünürken gerekli ayrımı yapabilmek, bunu yapabilmek için de tekno kültürün dar çaplı takıntılarından uzak durmak gerekir.

Tekno-kültür yeni imaj teknolojilerine koşulsuz kucak açar, İstisnasız hepsinin özgürleştirici olduğuna inanır… Bize cemaatin giderek coğrafyaya bağlı olmaktan çıktığını ve artık tam anlamıyla dünya çapında cemaatlerin planlanması ve tasarımlanması sürecinde olduğunu söyler… Sanal cemaatin dünya sorunlarına çözüm getireceğine inanılıyor.  Ancak etrafına bakmasını bilen, coğrafyanın ortadan kalkmadığını görür. Yerel-bölgesel yatırımların ve çatışmaların hala yenidünya düzeninde temel bir mesele olduğunu fark etmemiz gerekir.

1-      Bilinmeyenin Teması
                                                                                              İnsanoğlunun bilinmeyenin temasından daha fazla korkutan bir şey yoktur
                                                                                                                                (Elias Canetti, Kitle ve İktidar)

Temas duygusu, bir şeyin veya birisinin yabancı olduğunu hissetmemiz riskini taşır. Teknolojilerimiz işte bu riskten bizi uzak tutar.
(Richard Sennett, Etve Taş)

Kültürümüzde yeni imajların (Global medyadan gözetim sistemlerine, sanal çevrelerine doğru ) gelişmesinde her tarafa yayılmasında söz konusu olan şey nedir? Önümüzdeki senaryoya göre, imaj kültüründe “devrimci” bir dönüşümden geçmekteyiz. Büyük umutlar besleniyor Dijital imaj teknolojileri etrafındaki ütopyacı yanılsama dalgasıyla canlandırılan şey, teknolojik yanılsamadan başka bir şey değildir... Bu senaryoya göre, daha önceden benzeri görülmemiş yeni bir tekno-düzenin eşiğindeyiz… Hâlbuki bize devrimciymiş gibi sunulan şeyin aslında bir onarma ve düzenleme olduğunun anlaşılması gerek.

Başlangıçta bu durumu dünyaya düzen ve uyum getirme çabası olduğunu, insanın yetkilerinin geliştirilmeye yönelik modern bir proje olarak düşünebiliriz… Hâlbuki burada düzen içindeki tekno-uzay üzerinde rasyonel bir hâkimiyet ve denetim kurulması söz konusudur… Ve daha başlangıçta üstesinden gelinmesi gereken bir düzensizlik ve yetkisizlik sorunuyla karşılaştığımız için teknolojik rasyonalizasyon mantığını yürütecek koruyucu ve savunmacı motivasyonlara kabahat buluyoruz.

Teknoloji yanılsamasının kıskacını anlayabilmek için bu korkuyu (ve korkunun saklanmasını) sorgulamak gerekir. Horkheimer ve Adorno rasyonalizasyon mantığını “insanoğlunu korkudan kurtarmaya ve kendi egemenliğini kurmasını sağlamaya yönelik” bir mantık olarak açıklamışlardı… İnsan artık bilinmeyen hiçbir şey kalmazsa korkudan kurtulacağını düşünür… Hiçbir şey dışarıda kalmamalı çünkü dışarıda olan her şey bizzat korku kaynağıdır.”

Kültürün, korku unsurunu düzenleme ve içine almayla ilgili olduğunu söyleyen Elias Canetti de “İnsanların kendi çevrelerinde yarattıkları bütün mesafeler bu korku tarafından dağıtılır.” der. Bilinmeyenin korkusu, “bilinmeyenle temas korkusu” hiç yok olmaz. Bu korkuyu anlamadan içinde bulunduğumuz koşulları anlayamayız. Modern dünyada teknolojik olarak yayılan görüntü çevremize mesafe koymanın dünyayla doğrudan bağlantı kurmanın ürkütücülüğünden kendimizi uzak tutma, kendimizi bu korkulardan tecrit etme biçiminde gelişti. Yeni imaj teknolojileri dünyadan daha fazla uzaklaşmayı hatta bağları kopartmayı kolaylaştırır. Ama diğer yandan vizyon giderek hayatı bizzat deneyimlemekten kopar hatta dünyadan daha fazla uzaklaşmayı, bağları tamamen kopartmayı mümkün kılar.

Söz konusu olan temel konu, dünyayla “postmodern” ilgilenme biçimimizdir; dünyadan uzak durmamıza neden olan en ilkel arzularımızı doyurmak için geliştirdiğimiz teknolojik araçlarla bu ilgi giderek zayıflamaktadır.  Asıl mesele gerçekliğin ürkütücü yanlarından ayrılıp uzaklaşmanın mümkün olup olmadığı değil, gerçekliği giderek görüntü alanımızın dışında kalan artık gerçek olarak göremediğimiz bir dünyayla yeniden birleşmemizin mümkün olup olmadığıdır.
                                                                
A- Her Yerin Ötekisi
Yeni imaj ve enformasyon kültürü, günümüzde insanların kültür ve varoluş sorunlarına teknolojik çözümler getireceğine dair yeni bir güvenle özdeşleştirilmektedir. Yeni teknolojiler modern tekno-rasyonel projeye yönelik olarak beslenen ütopyacı umutları canlandırmaktadır. Kültürümüzde “siber-devrimin” adeta sınırsız olanakları olduğu kanısı yaygındır. Aslında bu egemen teknolojinin hayalidir. Bu, hayalle beslenen yeni tekno-kültürün başka bir şekilde tartışılamayacağına olan inançtır.

Eleştiriye başlamadan önce bu görüşün gücünü iki farklı şekilde bir gazeteci ve bir akademisyen bakışıyla ele almak istiyorum. İlk önce Newsweek dergisinin son sayılarından birinde yer alan tipik ütopyacı duygusallık ifadesini ele almak istiyorum. Gazete teknolojinin insanlara yeni bir dünya ve alternatif bir gerçeklik oluşturduğunu söylemektedir…  ki bu düşünce aslında geleneksel ütopyayı oluşturmaktadır. Ona göre düzen ‘sanal devrim’ olarak adlandırılabilir. Sanal devrim insanların sadece yaşam biçimlerini değiştirmekle kalmayıp yaşamın kendisini dönüştürmektedir. “Aklın ürünleriyle dünyayı yeniden kurma” ve gerçeklik kavramımızın yön değiştirmesi söz konusu edilmektedir.

Bu varlıksal (ontolojik) dönüşümün esaslarını açıklarken Levy, atomlar dünyası ve baytlar dünyası arasında temel bir ayrımın olduğuna işaret eder… Bu durum maddenin yerini sanal dünyaya bırakmasıdır. Bir sonrakinin kaçınılmaz olarak bir öncekinden daha üstün olduğunu kabul eden süreç gelmekte olanın üstün olduğunu bize dayatıyor. Ancak bu sanal düzen üstünlüğünü nereden almaktadır? Olması istenen şey, alternatif bir “cisimsiz doğa” gerçekliğidir. Bu aynı zamanda her şeyi denetleyebilme, fiziksel şeylerin düzensizliğinden ve kusurlarından kaçma isteğinin yansımasıdır… “Oluşacak bu düzen maddenin, elle tutulan “gerçek” olanın hâkimiyetini kaybedeceği, “sanalın” gerçek olanın yerini alacağı bir düzendir. “Bizim dokunamayacağımız, onun da bize dokunmayacağı bir gerçekliktir” söz konusu olan.

Görüşün ikinci örneği olarak Roland Ficherin makalesini ele alalım. Fischer bu durumu ütopyacı düşünce tarihi olarak ele alır. Burada aşkınlık mantığı, aşkın düzeni “gerçekleştirmek” için yeni imaj ve simülasyon teknolojilerinin potansiyelini vurgulamaktadır. Fischer’a göre “Ütopyacı arzu ve düşler başlangıçta dinsel yani aşkın temellerden doğmuş ve birbirinden ölçülemeyecek kadar uzaklaşmışlardır. Ama zamanla bu hiçbir yerde olan uzak mesafeler ütopyacı imgelem sayesinde birbirlerine yakınlaşmışlardır. Ütopyacı bakış ikinci aşamada önce bilim kurguya daha sonra “etrafımızdaki dünyayı sanal bir gerçeklik olarak taklit etme” hevesiyle uygulamalı bir bilim kurguya dönüşmüştür. “Uzak, dokunulmaz olan ütopyaya sanal gerçeklik ile ulaşılmıştır”, der Fischer. Sanal kültür öyle bir gerçeklik haline gelmiştir ki artık “bu herhangi bir ütopyacı düş değil de burada ve şimdi olanın ta kendisi değil midir?

Sanal düzenin çekici olmasının sebebi uzak ve kurgusal olmasıdır. Bu yeni sanal dünyada, aşkınlığa dair “kadim düşlerimizi”, “başka bir şeyler olma arzumuzu“ gerçekleştirebileceğimize bizi ikna etmeye çalışıyor, der Fischer. Her iki temsili anlatımda da can alıcı nokta, “aşkın bir yer” (hiçbir yerdeki), “başka” bir yerdeki yer düşüncesi ve hatta idealidir. Modernitenin dinamiği, hem yayılması hem de ütopyacı yönleriyle her zaman şu anın ağırlığından kaçma eğilimi gösterir.

Zygmunt Bauman “Modernite ilk ve öncelikli olarak sınır boyu uygarlığıdır” der. Bu nedenle ‘ancak başlangıç için vaat edilen, umut beslenen bir sınır parçası kaldığı sürece varlığını sürdürebilir’. Louis Marin modern ütopyalar ve yeni sınır boyları arasındaki benzerliğe dikkat çeker: “Ütopyalar ufkun ötesinde, hayal gücünde kendini gösterir.” Modern hayal gücünün ihtiyacını karşılamak için gerçek olanlar tükendiği zaman yeni yerler bulmak gerekir.

Sanal kültürün gerçek dünyanın sınırlarına karşı modernitenin kavgasını sürdürdüğü söylenebilir. Gerçekten de sanal kültür, farklı ve daha iyi bir dünya için, olanaklar ve aşkınlık alanı düşüncesini besleyip sürdürme hedefiyle verilen bir kavga ise, yeni tekno-kültürün beklenmedik, sürpriz bir durum olmadığını söyleyebiliriz. (s:41)

Bence bu aşkınlık projesinin temelinde önemli bir sorun var: Ütopyanın hedeflediği yer konusundaki hayallerde bir sorun açığa çıkmakta. Louis Marin’in söylediği gibi, ütopya  tamamen farklı bir yere yapılan yolculuk düşüncesini içerir”.(Bu anlamda bir yeri yoktur-AHÇ) Alansız bir alan, zamansız bir an, kurgunun “içindeki” gerçekliktir. Bu saf alanda, gerçek dünyanın çatışmaları, düşmanlıkları kolayca alt edilebilir. Bu boş alanda artık kendi başına buyruk gerçekliğin hüsranlarına yer yoktur. “Ütopya, sanal ya da potansiyel bir mekân düzeni geliştirip sergiler, şüpheli anlam imajları ile seyirciye-okuyucuya belirsizlik sunar. Marin “Ütopya tarafsız isimdir, ‘tarafsızın’ ismidir” der. Kapsadığı alanın bir sınırı yoktur. Ütopya hayal kırıklığı ve yanılgıların ötesini hedeflemektedir.

Ralph Schroeder’ın söylediği gibi siber-kültür ‘insanları şimdiki yaşamlarında bulunan maddi kısıntılardan kurtaracak… “Yeni insani kendini ifade etme biçimlerini’ vaat eden teknolojileri ile insanların  yalnızca kendi düş güçleri ile sınırlı, yapay olarak geliştirilmiş sanal dünyalar içinde yaşama vaadini gerçekleştirecek” sanal gerçeklik sistemleri ile insanları yanına çağırmaktadır. Bu çağrının temelinde insani günlük yaşam ilkelerinin askıya alınması vardır. (Ütopik yaşam bu noktada Geşek yaşama yabancılaşmadır-AHÇ)

Kiersta Fricke’e göre, “Herhangi bir gerçek tehdit olmadan içinde bulunduğumuz durumun dışına çıkıp farklı koşullar denemek istiyoruz. Tanrılar gibi olmak, kendi irademizle biçimleri, kalıpları değiştirebilmek istiyoruz. Sanal gerçeklikle bunları yapmamız mümkün. Kanatlarımızdaki balmumunu eritmeden güneşe ulaşabiliriz.” Sanal dünya bambaşka bir yerdir.

Sürekli olarak her yerin “ötekisini” arayan ve hiçbir yerde aradığı tatmini bulamayan bu arzu nedir? Bu arayış arzusunu; özgürlük, egemenlik ve mutlak kudretin bulunacağı ideal bir yeni düzen yaratma arzusu olarak tanımlıyorum… Ancak bu arzuyu tam tersi bir anlamda gerçek dünyadan tatmin olmamanın bir ifadesi olarak da ele alabiliriz. (İslam toplumlarında insanın Cennetten kovulması nedeni ile dünyaya hissettiği yabancılık duygusu ve Cenneti özlemekten kaynaklandığı varsayılan yeryüzünde bir Cennet inşa etme, onu arama güdüsü olarak tanımlanan duyguyu işaret ediyor sanırım-AHÇ) Ancak sanal dünyadaki ütopya seyahatler bir taraftan da gerçeklikten kaçış olarak okunabilir.
Daha derinlerde bu ütopya, var olan insanlık durumumuza, hem doğaya hem de insanın doğasına karşı küskünlüğün hatta nefretin ifadesi de olabilir. Öyleyse aşkınlık zihinlerde tam anlamıyla, insan gerçekliğinin bizatihi kendisinin yadsınması olarak canlandırılmaktadır.

B- Gerçekliği Olmayan Bir Dünya

Sanal gerçekliğin içine yerleştirilen bu duyguyu nasıl anlayabiliriz? Nasıl eleştirel bir bakış geliştirebiliriz?
Sanal gerçeklik teknolojileri insanlığın ifadesinde tamamen farklı bir ufuk yarattığına göre, der Artura Escobar “Bilim de dünya üzerinde hâkimiyet kurma aracı değil, büyünün hizmetkârı olarak görüldüğü için, Sanal Gerçeklik insanları iletişim ve enformasyon makineleriyle birleştirme inancının gerçekleşmesinde mükemmel bir araç olacaktır. Siborgler ise yeniçağa uygun yeni bir bilinç biçimi sunabilirler.” Bu nedenle teknolojik değişimin kültürel yenilenmenin dinamik bir faktörü olduğu ileri sürülür. Bunun için de bana göre teknolojik yanılsamanın sürmesine hizmet eder.

Peki, bu yanılsamadan kendimizi nasıl kurtaracağız?
Aslına bu durum, hâkimiyet stratejilerinden başka bir şey olmayan “büyü” ve “birleşme” olaylarına karşılık gelmektedir.
İnsanlar kaosu örtbas edecekleri“ bir düzen ve anlam kurmak isterler. Ancak bu düzen sürekli tehdit altındadır. Kaos “hiç dinmez, şu ya da bu biçimde bireye kendini hissettirmeyi varlığını göstermeyi sürdürür” der Zygmunt Bauman. “İnsanlar hiçbir zaman sona ermeyen, hiçbir zaman da tam olarak başarıya ulaşamayan bir kaostan kaçma çabası içindedir” deyip devam eder “Toplumun kitlesel ve sürekli bir örtbas etme operasyonu  olduğunu söyleyebiliriz.” Anlam ve anlamın erimesi arasında yaşamanın bir sonucu olarak varlığını sürdüren korkaklığı vurgulayan Bauman, “Toplum korkudan kaçıştır, aynı zamanda korkunun yetişmesine zemin teşkil eder, korkuyla beslenir ve korkuyla bizi kendi güçlerinin pençesinde tutar.

Wilfred Bion’a göre insan varoluşunun temel çıkmazı katastrofik (felaket, belalar) temelleridir. “Benlik bir katastrofik duygusuyla doğar, gelişir ve sona erer… Katastrofi sabit kalmakla birlikte çok daha özel içeriklerle (doğum, ölüm korkusu, değişim, sınırsızlık, ayrılık, yağmacılık, hadım edilme, hastalık, yanma, boğulma, tıkanma, düşme vb.) doldurulabilir. Görülebilenlere bakıp da katastrofobinin yüzünü net olarak görmekte zorlanabilirsiniz ama bu sahnelerin gerisindeki pençesinden kurtulamazsınız.”   

Paul Hoggett’te buna isimsiz korku der, “Öznelliğimizin içine yerleşmiş temel korkulara benzer bir şeydir… Zapt edilemeyen korku ruhsal süreç içinde toplumsal çevremizdeki gerçek şiddet ve zehirli havaya nüfuz edip dışsal dünyada ziyaret edilir. Kendi içimize çöreklenen korku, Ötekinin içine ait tehlikeli bir unsur haline gelir. Korku, içerideki bir korku olarak kabul edilmez. İnsan kültürleri korkularını dışardakilere, bilinmeyenlere yansıtır, sonra da “orada” olduğu hayal edilen tehditten kendilerini korumaya çalışırlar.

Dokunmaktan hoşlanmamanın kökeni insanın ilkel kültürüne, bulaşma ve kirlenme fikrine dayanmaktadır. Bilinmeyenin temasından çok korktuğumuz şey yoktur. Teknoloji ile dünyayı/bilinmeyeni belli bir mesafede tutabiliriz.  Teknoloji bize dünyaya temas etmenin vereceği rahatsızlıktan koruyarak dokunmamanın araçlarını sağlar. Bu açıdan bakınca, dünyadan uzaklaşmaya, ayrılmaya imkân tanıyan görme duyusunun, vizyonun mobilizasyonu özel bir önem taşır.  Der Elias Canetti

Teknolojilerin özellikle imaj ve vizyon teknolojilerinin bu dünyadaki varoluşumuzu uyandırdığı korkuya karşı gerçeklikten kaçış bir düzen oluşturmaya çalışmaktadır. Dünyayla temasa girmek onun yabancılığını hissetmeyi beraberinde getirir. Dokunma duyusu dünyanın kaotik ve katastrofik yapısına maruz kalma riskini taşır. İnsan herhangi bir yabancı şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınma eğilimindedir, der Elias Canetti. “Karanlıkta beklenmedik bir şeye temas etme korkusu paniğe yol açabilir… İnsan kendisine doğru gelmekte olan bir şeyi, görmek, tanıyabilmek, en azından sınıflayabilmek ister.”

Özlenen dünya düzenlenebilen ve kontrol edilebilen bir dünyadır. Yeni vizyon teknolojileri böyle bir görsel egemenliği inşa etmek üzere sürekli olarak geliştirilip mükelleştirilirler.  Modern planlamacılar ve mimarlar temas kenti diyebileceğimiz bir yapıyı ortadan kaldırıp onun yerine görünmez binaları ve açık bir toplum olan camdan bir kent kurmak için uğraşırlar…

“Rasyonel vizyon “canlı olmayan mutlak göz” işlevi üstlemektedir. “Seyirci ve gösteri arasındaki boşluk genişledikçe daha iç içe, katılımcı modellere olan ilgi tam olarak bastırılmamışsa da ortadan kaldırılmıştır.” der Martin Jay, “Rasyonel seyirci, yalnızca uzaktan bilmek istediği dünyanın dışında, tecrit edilmiş bir özne olarak vardır.”

Dünyayı giderek daha çok dolayımlı vizyon araçları ile görmekteyiz. Böyle yapmaya devam ettikçe de dünyanın gerçekliği ile temas kurmaktan uzaklaşıp bağlantılarımızı kopartmaktayız. Üstelik artık sadece en yakınımızdaki dünyayı görüp izlemek söz konusu değil; yeni görsel medya, vizyon alanını sürekli genişletmekte. Küresel televizyonun gelişimi ile dünya olaylarını izleme kapasitesi adeta sınırsız gibi görülmektedir.

Benzetim dünyası bedenlerin olmadığı bir dünyadır. Kaosun ve katastrofinin olmadığı bir dünyadır. Yani gerçekliği olmayan bir dünya.

C - Teknoloji ve Deneyim

Tekno-kültür bugün yeni bir siber-alan, siber-kültür antropolojisine ihtiyaç olduğunu savunuyor. Yeni teknolojilerin deneyim alanını genişlettiği ve zenginleştirdiğini ileri sürerek tekno-kültürün bir ideal ve ilerleme ölçütü sayılmasını istiyor. Ben de tam tersine, gerçeklikten kaçışı toplumsal olarak kurumsallaştıran teknolojik sistem içinde ele almamız gerektiğine inanıyorum.

Teknolojik gelişmelere yüklediğimiz yatırımlarımızın doğasını ve önemini; yasaklanan, haciz altına alınan olanaklar açısından ele almalıyız. Teknolojik kültürün gelişmesi içinde benimsenmeyenlerin aslında gerçek yaşam deneyimlerinde de benimsenmeyenlerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Demek ki asıl önemli olan şey deneyim sorunu. Modern kültür de deneyimlerin inkarı, reddedilmesi, hafifletilmesi, vizyon teknolojilerinin yaşamımıza uyarlanması ile zihnimizi meşgul ediyor...

Yeni görsel medyanın yaşam deneyimlerine engel olduğunu hangi temellere dayanarak tartışabilirim? Dünyayı fark etme biçimlerimizi geliştirmediğini nasıl iddia edebilirim?

Tekno-kültürün dışladığı, anlamsızlaştırdığı deneyimin önemi ve değeri üzerinde ısrarla durmalıyız… Tekno-kültürün başarısını değerlendirmek için ‘ilerlemenin’ değil ‘deneyimin’ bir ideal ve ölçüt olarak kullanılmasını öneriyorum.

Bion çalışmalarında deneyim ve dünya hakkında ki bilgilerle ilgilenirken deneyimden kaçınma ve deneyim yoluyla öğrenmenin zorluklarını ele alır. Bion özellikle belirttiği bu eğilimleri bireysel davranışta değil, kolektif kurumların çalışmasında da aramaktadır. Kolektif grup aklı ideal olarak oluşturulup eyleme araç olabilirse de ‘bir topluluk veya kurum olarak düzenlenen grup kendisinden kaynaklanana dönüşüm olasılıklarına da direnir.’ (s:56)

Deneyim dünyayla aramızda dinamik bir bağlantı sağlamalıdır. Her şeye gücümüz yetermiş gibi takındığımız tavırlardan vazgeçmeli öznel iktidarımızın ötesinde ki dünyanın karmaşık ve kararsız potansiyelini anlamalıyız. Bunun ön koşulu bilmeme deneyimine de müsaade etme kapasitesidir; hem bizim için bilinmeyen (Öteki) olanın gerçekliğini tanımalı hem de bilinmeyenin belirsizliğinin ve rahatsızlığının yol açabileceği yaratıcı olanakları görebilmeliyiz…  Christopher Bollas ‘üretici kaosun içsel anlamlarını’ tanımamız gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Bollas’a göre bu kargaşa ve düzensizlik, insan kültüründeki yeniliklerin ve yaratıcılığın temelidir.

Emmanuel Levinas’a göre. “İnsanın ölümle hesaplaşması ile öteki ile hesaplaşması arasında bağlantı vardır. Ölüm bilinemez olandır ve ‘öznenin yiğitliğinin sınırına’ işaret eder.” Levinasa göre: “Efendiliğin sonu olan bu durum varlığımızı bize artık olmasını beklemediğimiz bir olayın olması hatta hep görgül (ampirik) dünyanın içinde olduğumuz için vizyonumuzda olan olaylar olarak da beklemediğimiz bir olayın olması biçiminde varsaydığımızı gösterir. Ölüm, yaşamımızdaki varlığını ve gücünü bir buyruk olarak gösterir.  Ölümün buyurucu gücünü Öteki aracılığı ile yaşarız (Ölümlülük Ötekindedir)”. Alphonso’nun dediği gibi : “Buyruk, Ölüm ve Öteki birbirini ortaya çıkarır.

Teknolojik düzene inanıyoruz çünkü teknolojik düzen deneyimleri nötrleştirmemize yarıyor.  Bu inanç bizim modern bağımlılığımız. Gelişen teknolojik sistemlerin narkotik potansiyelini deneyim ölçütüne göre değerlendirmeye almalıyız.

Vizyon ve Temas

Ekranlarımızda bedenler uzaklaşıyor.
(Vincent Amiel)

Tartışmamın bu kısmında vizyon ve teması bir araya getirerek modern teknolojinin kültürümüzde görsel duyunun hakimiyetiyle cisimsizlik güdüsü deneyiminden uzak ikisi arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyorum.  

Modern ve sonuç olarak kültürel ve entelektüel duyumsallıkta deneyimin vizyonla (Ayrılma Duygusu)  çok güçlü bir bağ içinde olması, aynı zamanda da temasın anlam ve öneminin (mahremiyet duygusu) bastırılıp değersizleştirilmesi söz konusudur. Bu durum bizi bir yandan modern kültürdeki görselliğin hegemonyasıyla karşı karşıya getirirken,  öte yandan temas (dokunma) duygusunun özelliklerini yeniden değerlemeye ve değerlendirmeye yöneltir.

Biz “video-siborglar” dünya olaylarının küresel gözetleme cemaatine katılmış durumdayız. Bu görsel-sanal alanda, gerçek dünyanın tehlikeleri ve tehditleri nötrleştirilmektedir… Bu dünyada bize ancak tanıdığımız, bildiğimiz şeyler ulaşabilir. Yalnızca bize benzer Siborgler ile karşılaşacağız; aynı batılı, kenar semtli, orta sınıf Siborg uğraşları ve beklentileri ile olacağız.

Bu bakış diğer görme biçimlerine tamamen kör olan batı küstahlığını yansıtır. Daryush Shayegan’ın “Gezegenimizde yaşayan bütün insanlar dünyayı aynı biçimde görmektedir.” deyişine kulak vermeliyiz. “Dünyanın büyüsüyle gözleri kamaşmış vizyon insanı” der Shayegan, “Gutenberg galaksisinde aradığını bulamamış görsel insanla aynı biçimde bakamaz olaylara”.

Siber-dünya gözleri kamaşmış bir ütopyadır çünkü düzen dünyasıdır, düzenlenmiş bir dünyadır. Her şeyden evvel görsel bir dünyadır. Bu cisimsizleştirilmiş özneler dünyasına  hayal bile edilemeyecek yeni zevk alma boyutları olacak” inancının bir gerçeklik pay vardır. Ancak bu zevkin bedeli de olacaktır. 

Asli ve cismani varlıktan kurtulmak üzere yarattığımız seyirlik dünyanın efendileriyiz. Öteki sanal takma adlar birimlerle etkileşime geçmekten alınan zevkler yitirdiğimiz ruhsal ve ahlaki yaşamımızda bir şeylere tekabül ediyor olmalı. Berger’e göre seyirlik kültürün hafifliğinde cisimleşmiş varlığın yükü ve karşılaşmalar ortamı kaldırılmıştır: “Beden yok, acı yok, zorunluluk yok-zorunluluk, bir var olma koşuludur çünkü burada ki koşullar ve olanaklarla-yaşam deneyimine artık gerek yoktur” der Berger. Deneyim yoluyla öğrenme yok, deneyim yoluyla dönüşüm yok… Gerçek olmama halinin can sıkıcı tarafı, ötekini görebildiğimiz halde temasa geçemememizdir. “İncinebilirliğin, hassaslığın, ölümlülüğün maddeleştiği, bana gösterildiği ve hemen bir buyruğun gerektiği takıntısı ile bana ıstırap veren yer olarak” ötekinin önemi silinmektedir.

Modern çevrelerin yapılandırılmasında ‘direnişten kurtulma’ amacı vardır. “Bedeni direnişten kurtarma arzusu” der Sennett “temas korkusu ile birlikte var olur… Bugün düzen temasın olmaması demektir. Modern teknoloji kültürü “değiverecek gerçeklik duygusunu hafifletme ve bedeni yatıştırma etkisi yapar.”

Tekno-kültür bizi insan bedeninden kurtulmanın zevkleri üzerine fantazyalar kurmaya yönlendiriyor. W. Mitchell “siborgleri artırarak çoğaltıyoruz” der; uzakları hissedip hareket edebilen elektronik olarak çoğaltılmış, yeniden biçimlendirilebilen, sanal bedenlerle post-insanlar şimdi geriye, ‘atalarımızın protoplazmayla geçirdikleri bu uzun süren silikon-öncesi asırların kültürüne’ nostalji ile bakabilirler. Bu siber-retoriği izlemeye devam edersek, her şeye gücü yeter olmanın kazançlarına kendimizi kaptırıp böyle bir kültürde neleri yitirdiğimizi, nelerin eksik kaldığını hesaba katmayı beceremeyiz. Dünya ile fiziksel ilişki kurmanın önemini kavramaktan, anlamaktan uzaklaştıkça kendimizi insansızlaştırma, insanlıktan uzaklaşma noktasına geliriz.

Temas birincil ve esasa dair bir melekedir. Elizabeth Geozs’un dediği gibi: “görünenin zeminini ön koşullarını sağlayan şey dokunulabilir olandır”. Dokunulabilir olan, görünenin görünmez, görülemez ortamıdır; görünürlüğün kaynağıdır; aktif-pasif; Özne-nesne ayrımlarını sağlar. 

Okşama, öznenin varlığının bir tarzıdır, temasta bulunan özne bu temasın ötesine geçer. Duygu olarak temas ışık dünyasının bir parçasıdır. Ama okşanan şeye tam anlamıyla dokunulmaz. Okşamanın aradığı şeyin özünde, okşamanın gerçekte ne aradığını bilmemesi vardır.” Asıl olan, bu ‘bilmeme’ hali esas düzensizliktir.

Görmeyi Öğrenmek

Sana söylememiş miydim? Görmeyi öğreniyorum. Evet, yeni başladım. Henüz pekiyi değil. Ama elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
(Rainer Maria Rilke)

Kendimizi cisimleşmiş (bedensel) varlıklar olarak düşünmeliyiz”, der Merleau-Ponty. Dünyayı zihnimizde canlandıran bedenleriz biz. Diğer bedenler arasında dolaştığımız için görünür varlıklar olarak hareket eden bedenleriz (Benim avlandığım ve benim avladığım ‘ötekiler’.)

Ponty vizyonu temasla süreklilik içinde olma hali olarak düşünmek, dünyayı görülebilir biçimde elle tutulur bir dünya tahayyül etmek ister… Görmek dünyanın içinde olmaktır. Dünyanın dokusu içinde yer almak, dünyaya açık olmak demektir. Sanalda kurulmuş, dolayımlanmış dünyayla olan ilişkimiz kendiliğinden bir bağlanmaya, bir karışıklığa yol açmaz. İmaj medyamızı “mükemmelleştirdikçe” kendimizi dünyanın elle tutulabilir gerçekliğinden giderek daha da uzaklaştırmaktayız… İmajların içine gömüldükçe, nesneler dünyası ile ilişki kurmaya adeta gerek kalmamaktadır.
İmaj teknolojilerinin gelişmesiyle dünyaya bu şekilde yönelmek daha zor ve sorunlu hale gelmektedir. İmaj alanı ile nesneler dünyası arasında giderek artan bir mesafe vardır. Gerçekliğin cansızlaşması bu mutlak noktaya geldiği zaman yalnızca kendi yansımalarımızı görebiliriz. Vizyon otistiktir.

Tekno-kültüre göre bu kötü bir şey değildir. Siber-uzayın fantazya ve zevkleriyle dolu dünyası, nesnel dünyanın yol açtığı hüsranlara ve acılara karşı çok daha kabul edilebilir bir alternatiftir.

Bu kesinlikle soyut bir dünya değildir. Tarihsel ve politik bir dünyadır… Julia Kristeva’nın sorduğu soru gibi, “eninde sonunda dünya olayları nerede yer alıyor?” Televizyon ekranında mı? Bedenlerimizin, duygulanımlarımızın, imgelemlerimizin soluduğu havada mı?

Teknolojileri dünya olaylarından uzaklaşmak, kendimizi dünyadan ayrı tutmak için kullanabilir, alternatif sanal olaylar dünyasına dalmayı tercih edebiliriz.

Ama teknolojik sistemin mantığına direnme yolunu da seçebiliriz. Gerçek dünyanın düzensizliği içinde cisimleşmiş varlığımızı, bu dünyanın içinde olmak zorunda olduğumuzu anlayabiliriz. Dünya olaylarını görme ve temasa geçme biçimlerini bulmaya çalışmalıyız. En azından bir seçim yapmalıyız. Siborg seçeneği mi seçeceğiz yoksa insanlığımızı mı arayacağız?                                                                     
                                                                        
2- Ekran Alanı

Yeni vizyon teknolojileri mikro-dalga, kızıl ötesi, ultra-viole ve kısa dalga radar imaj sistemleri vizyonun ötesinde hepsi fotoğrafik görüş alanının genişlemesine olanak sağladı… Görme biçimlerimizde önemli gelişmeler olduğuna göre imajların kaydedilmesi ve saklanmasında da önemli şeyler oluyor demektir. Bu yeni vizyon ve imaj teknolojilerinin post-fotoğrafik teknolojiler olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün imajlardan söz etmek demek, bilgisayardan söz etmek demektir... Matematik uyarlamalara dayanarak gerçekliği model alan ‘gerçekçi’ imajlar ortaya çıkarma kapasitesi yeni post fotoğrafçılığın en önemli gelişmesi oldu… MIT’nin (ABD de Boston’da Teknoloji Enstitüsü) medya laboratuvarlarında geleceğe dönük gelişmeleri bilgisayar ortamında yaratılmış hologramlar hatta yapay bir bilgisayar evreninin sanal gerçekliği inceleniyor. Burada yapay zekânın, robotların ve canlandırma teknolojilerinin birbirine yaklaşmasının yepyeni bir sanal dünyada eski gerçekliklerden hareketle ‘dünyanın yoktan yeniden keşfedilmesi’ anlamına geldiği söyleniyor.

Yeni imaj teknolojileri, batı kültürünün rasyonalite ve denetim mantığıyla biçimlenmiş, askeri ve emperyalist emelleri olan bir kültür tarafından oluşturulmuştur. Bu açıdan bakınca kimyasal fotoğraftan elektronik imajlara geçişle ilgili tekno-devirmci iddialar gücünü yitirmeye başlar. Teknolojileri fetişleştirmeyi bir kenara bırakırsak, gelecek şokunun rahatsız edici etkilerini daha az hissederiz Böylece batı kültürünün dinamiklerinin sürekliliğini daha iyi görüp kavrayabiliriz. (s:77)

Batılı vizyonun batılı olmayan kültürlerin üzerinde ki etkisinin kaypak ve çoğunlukla yıkıcı olduğunu anlayabiliriz.” der Shayegan.

A.      Gerçeklik İlkesinin Ötesinde Mi?

Bu yeni teknolojilerin özelliği insanın ayağını yerden kesmesi ve her şeye gücü yetermiş gibi mutlak iktidar duygusu uyandırması.  Adeta sınırsız olanakların sunulmasıyla baş döndürücü bir sevinç yaşanmakta.
“Yeni bilgisayar teknolojileri ile kolay anlaşılır olanla gözle görülür olanın bu yegâne bileşimi bize yeni bir dünyanın kapılarını açtı.”

Hiçbir kesinliği olmayan deneyler sunuluyor bize; “görünürde, gerçekliğin doğasına ait sorunları ve gerçekliğin sunumlarıyla olan ilişkimizi sorgulayan” deneyimler. Dünyevi gerçeklikten sıyrılıverdiğimiz her an, artık yenidünyalara, “öğrenmek istediğimiz dünyalara” girme özgürlüğümüzün olduğunu sanırız.”  der Phillipe Quéau.
Gene Youngblood’a göre “gerçeklikle teması yitirme” korkusu, bir biçimde “doğal olmayan” yapay bir alanda yaşama korkusu, bizim için mesele değil, biz böyle yaşamak için seçilmiş insanlarız”.

Yeni teknolojilerin böylesine idealleştirilmesi ve uyandırdığı neredeyse mistik duygular karşısında şaşkınlığa düşmemek mümkün değil.

Bütün yeni sahalar hayranlığın neticesi olarak sahtelerin, uydurmaların, yanıltmacaların üretimine açıldı. “Fotoğrafik imaj ile ‘gerçek dünya’ arasındaki ilişki, temsil etme kavramının bütün sorunsallığını ezip geçerek, imajın zamanla, bellekle, tarihle olan bağını kopararak” altüst etmiştir.
Ancak şimdi, imajların kelimenin tam anlamıyla gerçekliği ortadan kaldırdığı ve yerini kendisinin aldığı fikrini ciddi olarak düşünmemiz istenmekte. Bu öteki dünya benzeşimine yerleşebileceğimize/orada yaşayabileceğimize inanmamız istenmektedir.

“İmajlar ülkesine yerleşmek” ve “yaşamı bir düş uğruna terk etmek” gerçekte ne anlama geliyor? Bence içinde yaşadığımız dünya ile ilgili bir hastalık belirtisi yansıttığı için ciddiye almamız gerekiyor.  Burada yansıtılan arzuyu ve vizyonu besleyen kültürel, psişik ve politik kökleri ciddiye almamız gerekiyor.

Hissedilen güvensizlik duygusu ışığında, imajların mekan üzerinde simgesel veya imgesel bir mülkiyet elde etmek için kullanıldığını söyleyebiliriz; imajların kullanımında dâhil etme ve denetleme söz konusudur. 

B- Sanal Gerçeklik: Mikro Dünyaya Doğru

  Ara yüzeylerin şeffaflığı her yerde içsel bir başıboşlukla sona erer.
                                                                                             (Jean Baudrillard)

           İmajların gerçek dünyada ki anlamlardan bağımsız olarak üretildiği bir dünyada yaşamaktayız. Modern yaşamda artık gerçekliğin aracısı olmaktan çıkan imajlarla benzeşimlerle ilişki kurar hale geldik. Scott Lash’in ifadesi ile “post-modernizm gerçeğin sorunsallaştırmasını merkeze alır. Der ki: Artık kimliğimizi gerçekle değil de, imaj yoluyla ifade etmekteyiz.” (s:87)

Sanal ortam ve kontrol sistemlerinin gerçek nesnelerle etkileşimini taklit ettiği kendisi de gerçekmiş gibi görünen ve gerçekmiş gibi de kullanılan bir ortamdır… Sanal gerçeklik, gerçeği nasıl tanımlayacağımıza ve sınırları nereye çizeceğimize dair sorulara cevap verecek yeni bir dünyadır. (Sürekli gösterilen yere bakıyoruz. Ekranlara, klavyelere, duyguları körleştiren imajlara, sırıtan emojilere, tabelalara, binalara, duvarlara, göremediğimiz ifadesiz yüzlere, sinsi illüzyonlara, kurmaca kişiliklere, doğrunun üstünü örten sise, pusa ve de pasa. Onlar gerçek ilişkilerin yerini alırken bizi de gerçek hayattan koparıyorlar. AY)

Şu an en büyük devletler ve şirketler yapay eğitim ve eğlence sektörünün öncüsü olmak için birbirleri ile yarışmaktadırlar. Dünyanın ilk sanal gerçeklik tema parkı Japonya da açıldı. Siber Seks ve sanal pornografi kültürü şimdiden hayatımıza girmeye başladı…

Yapay dünya (fikrini) bu kadar çekici kılan şey nedir? Benzetim –dünya değiştirme- yoluyla özgürleşmeyi bu kadar arzu edilir hale getiren “gerçek” gerçeklikle ilgili tatminsizlik nereden kaynaklanmakta?

Bütün bu sanallaşmanın aslında dinlerin de özünü teşkil eden, bütün ölümlü yaratıkların bir öte dünyada yaşamaya devam etme gayreti olduğunu fark ederiz. Bunlar hep birbirine belli esaslarla bağlı olan metinlerdir, tek başlarına bir şey ifade etmezler. Bunun temsil ettiği şey sibernetik, bilimkurgu, postmodernizm ve New Age felsefenin, sentetik yeni ütopyacılıkta birleşimidir.

Regina Cornwell. “Geçmişte teknolojilerin yabancılık duygusu yaratmasına karşın bu yeni teknolojiler dünyevi var olma biçimimizi ‘yeniden cazip hale getirmek’ vaadiyle yola çıkmaktadır. Bir başka siber-öncüsü yalnızca hayal gücüne bağlı,  mülkiyet sınırlarının olmadığı bir dünyada dolaşan bir gezgin olduğunu biliyorum” diye yazıyor Barlow. Bütün bunlar bilimle sanatla ilgili geleneksel inançlara karşı çıkmadığı için kabul edilebilir şeyler çünkü sanal-gerçeklik dünyasında idealler gerçekleşebilecektir. Her şeye kadir olan bu yaratıcılık özleminde canlı tutulan kendini unutturmayan şey teknolojik ütopyanın vaatleridir.

Söylendiğine göre, sanal gerçeklik bir ‘sorular evreni’ açarak gerçeklik, var olma, bakış açısı, hatta kimlikle ilgili tanımlamalarımızı temelden sorgulamaya davet etmektedir. Peki, ama bu bakış açısı kime yöneliktir? Yeni gerçeklik rahatsız etmekten çok güvence veriyor gibidir... Eski bir teknoloji pastasının üzerine sürülen oyunlu krema süsleri gibidir.
“Gerçek deneyim reddedilir, her şey benzetimdir. Arzu ve benzetim duyguları inkâr edilir. Var olmayla ilgili gerilimler, hüsranlar ve kaygılar yatıştırılmıştır: Kaynak harcamaları yapım ve denetimle sınırlandırılmıştır. Yenilikler vardır ama doğrusunu söylemek gerekirse yeni olan bir şey yoktur.” (Peter EMberley)

Benzetilmiş gerçekliğe dalmak hatta içinde boğulmak mümkündür: “Bilgisayar başındaki insanlar tıpkı kendi silüetine âşık olan Narcissus ve yansıması gibi kendi oluşturdukları dünyaya veya kendileri için başkaları tarafından yaratılan dünyalardaki kendi performanslarına kolayca âşık olabilmektedirler.” İmajın içine gidenlere baktığımızda Baudrillard’ın narsistik inatçılık diye adlandırdığı bir tekbencilik görürüz… Narcissus kendi yarattığımız imajlar karşısında, bunların gücünden doğan çekicilik ve iticilik, arzu ve korku duygularının çelişkisiyle kaygıları temsil eder… Narsizm, organizmanın kendi çevresiyle ilişkisinde kapalı bir birim kurduğu bir durumdur. Yitirilmiş çocuksu cenneti bulmaya çalışır.

Narcissus kendi imajına âşık olmuştur ve kendi imajı i ile birleşmeye çalışır. Sanal gerçeklik kullanıcıları da aynı kucaklama arzusuna kapılarak, benzetilmiş bir imajla bir vücut olmaya kapalı bir birim kurmaya çalışıyor olabilirler.

C- Düşman Vizyon: Benzetim, Gözetleme ve Vurgun

Sanal gerçeklik teknolojilerinin insani ve yaratıcı potansiyeli üzerine dil dökenlerin arasında NASA ve Amerikan ordusunun öncü rolüne değinenler de var... Askeri projelerden ‘fırlayan’ gösterişli ve yararlı aletler olarak görülen benzetim teknolojilerine kucak açılıyor. Ancak bu alanda ordunun aldığı yerin büyüklüğü tam olarak hesaba katılmıyor. Amerikan ordusunun küresel benzetim ve eğitim pazarının yaklaşık olarak üçte ikisini kapsadığını söyleniyor.

Vizyon teknolojilerinde askeri geliştirme çalıştırmalarının özelliklerinin önemi nedir acaba?

Benzetim teknolojilerinde ve gözetleme sistemlerinde günümüz askeri stratejilerinin ne kadar önemli olduğunu gözden kaçırmamamız gerekir. Örneğin, Körfez Savaşında vizyonun askerileştirilmesinin toplumsal yansımalarının askeri-sibernetik, kültürel, etik ve psikolojik sonuçlarını görmezden gelemeyiz. Sanal-prototip aslında kesinliği olmayan bir model gibi görünmektedir. Ancak benzetim giderek gerçek-dünya karşılaşmaları için stratejik bir öge olmaktadır. Benzetimin gerçek dünyanın bir modeli olduğunu bu modeli kullanmanın asıl hedefinin de bu dünyaya müdahale etmek olduğunu unutmamalıyız. Yeni teknolojiler; izleme ve kaydetme kapasitesini arttırmaya, genişletmeye, mahreme girmeye/sokulmaya, sistematik ve sinsi olmaya çabalamaktadır.

Gözetleme kültürünü besleyen kuşkusuz ordudur... Ultra-yüksek çözümlü kameraları, uzaktan-duyarlı yeni teknoloji üretimini, yeni dijital imaj işleme ve yönlendirme teknolojilerini ordunun enformasyon ihtiyaçlarına bağlayabiliriz. Uzay keşif çalışmaları vizyonun askerileştirilmesiyle de bağlantılıdır. ABD her yıl uzay keşfi için yaptığı beş milyar dolarlık yatırımın yanı sıra Fransız spot programıyla birlikte gelişmekte olan ticari girişimleri vardır. Uzay keşfi ve gözetleme teknolojileri ile ilgili ayrıntılar gizli tutulur. Üzerine sır çekilir. ABD’nin yer küre üzerinde kırk iki bin farklı hedefi izlediği tahmin ediliyor. Böylece yeryüzü gözleri, kulakları ve silikon beyinleriyle sonsuz akış içinde enformasyon toplayıp anında işleme ve çözümleme yapabilen bilgisayarlara aktaran tarayıcı aletlerle kuşatılmış durumdadır. Gözetleme ve benzetim teknolojileri birbirlerini besler; her ikisi de yeni ‘şık’ vizyon kılavuzluk vurucu silahların üretimini denetlemek için kullanılır.

Benzetim adeta model aldığı gerçekliği silmektedir. Komutan da, savaşçı da heyecanlı, kanlı, yıkıcı bir savaş içindeymiş gibi değil, bir oyun mantığına hükmediyormuş gibidirler. Olay sanki bundan ibaretmiş gibi. Oysaki gerçek bu değil. Hükmetmek yalnızca yanılsamadır. Gerçeklik her zaman benzetimi bozguna uğratabilir… Post modern savaşlar giderek daha çok araçlarla olmaktadır. Benzetim, tele-temsil ve uzaktan kumanda gibi aracılar bu savaşların adeta özelliği haline gelmiştir. Yeni uydu imajları tüm ülkeleri hedef belirleme enformasyonu haline dönüştürebilir.
Mikro dünya sisteminde varoluşsal-ahlaki sorunlar anlamını yitiriyor. Askeri sistem içinde çalışan bireyler kendi kararlarını alıp amaçlar belirleseler de emir komuta zincirinde amaçları ve değerleri hakkında söz söyleme yetkileri bulunmamaktadır. Sistemin mantığı bireysel ve toplumsal ahlakın üzerindedir. “ Bu noktadan sonra dünyanın hiç görmediğimiz bir parçasını imha etmek üzere düğmeye basmak, mekanik olarak parçalanmış bir faaliyettir.”    
                                                       
D- Aslan Çavuş F. Cooper Olmak
Belirli biçimlerde, belirli amaçlar için kullanılan imajların batılı kültürlerde bir tınısı vardır. Batılı kültürün kimliğini biçimlendiren ve tanımlayan iki genel gündem olduğu söylenebilir. Birincisi bilimsel ve teknolojik rasyonalite: Modern batı kültürü rasyonel, kendini rasyonelleştiren ve rasyonel bilinci olan mükemmeliyetçi bir kültürdür. İkincisi ise ‘diğer kültürlerle çok yoğun olarak karşı karşıya gelmek (çatışmak-AHÇ)’. Yani imparatorluk döneminde ve sonrasında Batılı olmayan toplumlarla karşılaşmaktır.  Bu karşılaşmalarla batı her zaman kendi farklılığını kavrayıp ortaya koymak için direnmiş, kendini Üstün görmek ve kendini başarıya götüren baskıcılığını meşrulaştırmak için evrensel değerlerinin ve projesinin doğruluğunu öne sürmüştür… Teknolojik rasyonalite diğer kültürler üzerindeki Batılı hegemonyanın haklılaştırılmasının ve meşrulaştırılmasının temeli olmuştur.

Bilgisayar evrensel makine ürettiği imajlarda evrensel araçtır. Tüm kültürel biçimlerin aynı dijital dile çevrildiği evrensel makine bizi ‘tarih sonrası’ anına getirmektedir… Yeni enformasyon ve sibernetik teknolojilerinin gelişimiyle tüm kültürler ve kültürel formlar birbirine yaklaşmakta, evrensel batı rasyonelliği söylemiyle uyum içine girmektedir.
Evrenselcilik adına diğer kültürlere karşı hareket ediliyor, diğer kültürleri ihlal ediyorlar. Bu yeni evrensel araç olarak adlandırılanlara baktığımızda belirli bir vizyon kültürü yansıttığını ve desteklediğini görmekteyiz. 19. Yüzyılın fotoğrafı gibi bu da Batı gözüyle bakmaktadır.

Batı kültürü-aydınlanma kültürü için bilgi temel olarak vizyonla (Aydınlatma/illumination) bağlantılıdır. Vizyon duyguların en uzak olanı (belki de en sağır olanı) olduğu için nesnel ve bilimsel (değer-erdem dışı) bilme idealine hizmet eder. Bu anlamda vizyonun üstünlüğüne inanmak mümkün hale geliyordu, yani vizyon teknolojileri Batı’nın özünde saklı olan üstünlük duygusunu yansıtıyordu. (Batının “Ben üstünüm, gelişmemiş alt-insana karşı ahlaki yükümlülüklerim yok” düşüncesi vizyon teknolojilerinin hayata geçtiği ahlaki zeminidir. AHÇ) 
Bugün imaj emparyalizminden söz ederken İmajların hiper-gerçek bolluğuna gönderme yapıyor olabiliriz. Daha sonra bu imajların özerk bir gücü olduğuna kendilerine ait bir iktidarları olduğunu söyleyerek eski gerçekliklerin, eski gerçeklik duygularının imajın bu gücü tarafından gölgede bırakıldığına olan inancımızı ifade ediyor olabiliriz. Adeta imajın kendisi yeni bir dünyanın, sanal bir dünyanın özü haline gelmiş gibi görünmektedir. Bu meçhul kıtayı (Amerika’yı/Vaat edilmiş topraklar) keşfetmeye giden Batılıların ecdatlarının refleksine benzemektedir; keşfetmek, incelemek ve sömürgeleştirmek.

Bu hakikatten yeni bir dünya: Yalnızca yeni bir dünya olduğu için değil, her şey hem tuhaf biçimde tanıdık hem de hiç şaşırtıcı değil. Alışkın olduğumuz Batı uygarlığının sanal uzantısından başka bir şey değil bu. İnsanın her şeyi yapmaya gücü yettiği bir fantazya dünyası. Sonuçları ile yüzleşmeden kahraman olmanın mümkün olduğu, ahlak dışı bir dünya. Bu zamansız dünyada en akıl dışı fantazyalarımızı oynayabiliriz. Bunda kültürel olarak yeni hiçbir şey yok. Batı narsisizminin tanıdığı ve kurcalamak isterken büyülenip içinde boğulduğu bir imaj dünyası bu… Ancak oyun bittiğinde gerçeklik dışarıda, tüm memnuniyetsizliği ile bizi beklemektedir.


3 - Savaş Görüntüleri
                                                                                                                              Ah, bu ateşli gökyüzünün dumanlarında öyle çok şey gözden kayboluyor ki.
                                                                                      Gözlerimizin şehlasıdır, biten yüzyılın gölgesi
(Tony Harrison)

A)      İzleyenler ve İzlenen

Askeri teknolojinin eğilimi bellidir. “Hedeflerin çoğunu gerçek-zamanda taramaya duyarlı yeni global ağlar… ve uzun menzilli nükleer olmayan bu ağ içinde yer alan uygun yerlere silah ulaştırma sistemleri, hepsi de dijital bilgisayarlarla bağlı.” (Kenneth L. Adelman.) Irak’a karşı olan savaşta enformasyon ve silah sistemlerinde vizyon teknolojilerinin rolü çok açıktı. Askeri strateji her zaman görmekle ve görülmemekle, vizyonla gizliliği bağdaştırmakla uğraşır. Uzun zamandır Amerikan casus uydularının Ortadoğu’yu gözlediği söylenmektedir. ‘Irak uzaydan gözetlenip belirli askeri operasyonlar için tespit’ edilmiştir. Bu savaşta yıkım silahlarının elektronik gözleri vardır... Tomahawk füzelerinin akıllı olduklarını da öğrendik; ateşlemek yeter; bu füzeler hedefe doğru kendi yollarını görmesini bilirler. Irak Savaşı, Batılı teknolojilerin açık bir örneğidir. İzleyenler ile izlenenler arasındaki savaştır.

David White Louse. “Yüksek teknolojili sistemler yarattıkları örtüklük duygusuyla savaşı algılama biçimlerimizi yönlendirdiler” derken Rober J Lifton “Bu teknolojilerin izleyenlere neler yaptığı hakkında pek bir fikrimiz olmadığını" söyler.” Ona göre, ‘bu teknolojiler psişik bir dondurma süreci yarattılar: Bireysel aklın parçalara ayrılması, iç bölümlere parçalanması, bilgiyi duygudan ayırır. “Silahlarımızın öldürücü olduğunu biliyoruz ama öteki taraftakilerin ölüm acısını hissetmeyi başaramıyoruz.” İmajın içine giren askerlerde, seyircilerde gerçeklik ve gerçekliğin acı verme özelliğinden uzaklaşmış oldular” der.

 Z.Bauman’ın söylediği gibi “kurbanların psikolojik olarak görünmez” olmaları gerekir. Öldürme işlemi-uzakta- teknoloji vasıtasıyla doğrudan çatışma ve şiddet şokundan uzak olmalıdır. ‘Ateşle’ düğmesi ile bunu izleyen ölümler arasındaki nedensel bağlantının kırılması gereklidir. Kurbanlar kendilerini öldürenlerden “optik olarak ayrı” ise psikolojik yalıtım da artar.

Körfez savaşı ekrandan bakılan bir savaştı. Yüksek teknoloji vuruşları batı televizyonlarında defalarca gösterildi, izlendi, yeniden izlendi. Tıpkı video savaş oyunu gibiydi. Ama ekranlarımızda seyrettiğimiz bir savaş idiyse bunun bir eksiği vardı, savaşın gerçekliği eksikti. Çünkü imajlar uzak gerçeklikleri, soyutlaştırdı. İmajın kanıtlama gücüyle savaş hakkında bir şeyler öğrendik ama bildiğimiz şey gerçekleşmemiş savaşmaydı. Sanki bir imajın röntgencisi olup gerçekliğe sağır olmak mümkün gibiydi. John Berger, “Günde dört beş kez halk kendi belleğinin, vicdanın ve tahayyülünün sesine nasıl kulak tıkayacağı konusunda dersler alıyor” der John Berger. “Görebiliyorduk ama gördüklerimize karşı sağırdık. Gerçek dünyayla, savaşı dinlemenin, hissetmenin ve tepki vermenin gerçekliğiyle bağlantılarımız kopmuştu. İmaja çok fazla gömülmüş olduğumuz için ahlaki olarak kilitlenmiş nötrleşmiştik.”

B- Savaş, Ekran, Kuduz Köpek ve Zavallı İnsanoğlu

Bir paradoksla karşı karşıya kaldık; hem elimizden geldiğince uygarlaşma kapasitesini elimizde tutmaya hem de durumun ilkel ve tehlikeli doğasını kanıtlamaya çalışıyoruz
(Wilfred Bion)

Medyanın rolünün; temel olarak izleyenlere dünyada olup bitenler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayacak enformasyonu aktarmaktan ibaret olduğu düşünülür. Ancak ideal olan bu durum savaş zamanlarında elde edilemeyebilir. ‘Evdeki halkı’ bilgilendirmek, bir başka ölçütle, mesela askeri güvenlik ölçütleriyle dengeli olmalıdır. Ahlaki riskler savaşın gerçeklerini (?) görmeyi engelleyebilir.

Morrison’un izleyici araştırmaları, izleyicilerin %86’sının televizyonda izledikleri haberlerin tatmin edici, güvenilir, geçerli olduğunu söylemektedir... Philip Taylor ise daha yakından bakar. “Kontrollü enformasyon ortamında gerçekten de neyin enformasyon neyin propaganda olduğunu ayırt etmek imkânsız hale geldi” der… İdeal olan televizyonun “dünyaya açılan bir pencere” olmasıydı. Gerçekte isepencere, enformasyonunu kontrol edenler tarafından üretilen imajların aynası oldu”. Taylor, Körfez Savaşını değerlendirirken “Aslında iki savaş vardı. Müttefik güçlerin, Saddam Hüseyin rejimine karşı yürüttükleri savaşın kendisi, bir de medya tarafından sergilenen savaş” der.

Taylor’un tezinin mantığı rasyonel bilgi ve kamuoyunun yönlendirilmesi ilkelerinin bu medya savaşı tarafından ihlal edildiği sonucuna varmaktadır… Makul ve mantıklı kamuoyu düşüncesi bu sırada tamamen iflas etmiştir.  Cristopher Norris de körfez savaşının “Kitlesel olarak yönlendirilmiş retorik ve ‘hiper-gerçek’ tatlı dil denemesi olarak”, bir postmodern savaş olduğunu kabul eder.” “Verilen haberlerin genişliği ile halkın bilgilenme düzeyi arasında olağandışı bir ters ilişki vardır.” Gerçeklere karşı takınılan kolektif ilgisizlik tavrının günden güne yerini sağlamlaştırarak yayılmaya devam eden yanlış enformasyon yığınına neden olduğuna dikkati çeker. Ayrıca Norris, bilgilendirme düzeyinde ‘kamusal alanın’ toptan çöküş içinde olduğunun sonucuna varır.

Norris’e göre “Postmodernizm entelektüel dünyadaki (camiadaki) bir çeşit propaganda ve yanıltıcı bilgi verme kampanyasıdır. İletişimin saptırılması ve aklın çarpıtılması bu postmodernizm denen şeyin kapısında hazır beklemektedir.”

Baudrillard savaşta Aklın “ancak kabile dinlerinde veya ilkel toplumlarda görülebilecek kadar şiddetli bir şekilde ‘Aydınlanmacı Fundemantalizme” dönüştüğünü” söyler. ‘Ötekini’ Şeytan ilan etmek bile arkaik bir düşünme biçimi değil midir? Korku Akıldan daha zorlayıcıdır.

Peki nedir korku, kuduz köpek gibi sinsice bizi izleyen bu dehşet (katastrofi) nedir? Ne olduğunu söyleyemiyoruz çünkü adlandıramıyoruz. Ama orada işte, midemizde çöreklenmiş duruyor. Temsil edilemez olmasına rağmen bir yolunu bulur bulmaz simgeleştirmeye çalışıyoruz. Tek bir temel niteliği, başkalığı, ben-olmama niteliğini paylaşan sonu gelmez yalan yanlış temsiller kuruyoruz.” (Paul Hoggett) Politik gerçekliği ne olursa olsun Körfez Savaşı en azından bir süre için korkularımızı dışa yansıtarak kuduz köpekten kurtulmamız için kendisini bize, bir vesile, zengin bir fırsat olarak sundu.

“Önce Korku gelir” der Hoggett, “şiddetimiz ve nefretimiz daha sonra gelir”... Bu an geldiğinde birey grupla birleşir. Birey bireysel savunmasını bir süreliğine bile olsa grup savunmasına bırakabilir. Tehdit ve tehlike bu arada yansıtıldığı sürece grup yeni bulduğu birlik ve bütünlük içinde adeta kendisi ile iftihar eder… Buradaki birlik ruhu, uyumlu bir cemaatte olmanın ve aynı haklı kavgadan (Haçlı Seferi) alınan zevki yansıtır. Bu durum daha önce pek çok kez olduğu gibi üzerinde uzlaşılan bir yalanın habercisidir. Irak Savaşı tüm tehdit ve tehlikelerin işte “orada” olduğu, kuduz köpeğin de aslında Saddam olduğu yolundaki yanılsamalı kutsal savaş inancına dayanıyordu.   

Ekranın özellikleri ve nasıl kullanıldığı çok önemlidir. Ekran dünyada olup bitenlere tanıklık etmemize imkân verirken aynı zamanda gördüğümüz olayların gerçekliğinden bizi ayrı tutarak, tecrit ederek korumaktadır… Gördüklerimizle yaşayabilmemiz için duyarlılıklarımızın dondurulması gerekmektedir. Ancak ötekilerle aramızdaki ilişkileri düzenleyen ahlaki kısıtlamalar nötrleştirildiği  takdirde böyle korunaklı bir izleme mümkün olabilir. John Berger’in söylediği gibi “ekran röntgenciliği hayata karşı şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir acımasızlığa ve kayıtsızlığa geçit vermektedir.“ Ekran gerçekliğin yerine geçmektedir. Bu yer geliştirmenin çifte işlevi vardır çünkü gerçeklik olaylarla bilincin karşılaşmasından doğar. Gerçekliği reddetmek yalnızca nesnelliği reddetmek değildir. Öznel olanın da bir parçasını reddetmektir.” Ekranın gücü ahlaki tepki vermeyi çok daha zorlaştırmaktadır.

Bion “Düşüncelerle; ya kaçınmayla ya da biçim değiştirerek başa çıkılabilir” der. Ona göre, düşünmek pek de istenmeyen bir gelişmedir. “Düşünme kapasitesiyle neler yapılabileceğini bilmek zordur.”… Duygu ve düşüncelerle ‘düşünmeden’ başa çıkabilmenin yolu, tahammül edilemeyenin tahliyesi, def edilmesi veya yansıtılmasıdır… Düşünme beraberinde değişimi getirir ki, değişim, bireysel olarak zorumuza giden ve direndiğimiz bir şeydir.

Akıl insan denen hayvana verilmiş bir tanrı vergisi veya sıfat değildir. Peşinden koşmamızı ve elde etmek için uğraşmamızı gerektiren bir şeydir. Üstelik yalnızca akıllı ve rasyonel olmakla da insan olduğumuzu düşünemeyiz. Bizi insan yapan tam olarak varlığımızın merkezinde ki itkilerimizin, korkularımızın ve arzularımızın oluşturduğu bileşimdir. Bizi hem insan hem uygar yapan şey bu ceryanı ahlaki yaratıcı hayal gücüyle dolu hedeflere varmak üzere dönüştürme çabasıdır.

Savaş süresince yaşanmak zorunda olduğunu bildiğimiz insanların acılarına karşı ‘tepki göstermemiz’ gerektiği söyleniyor, diyen John Berger’a göre “Trajiğin trajik olduğunu ilan etmeliydik.” Ona göre asl olan merhamet duygusuydu: “Başlangıçta bizim olmayan kayıpları, fark edebilecek miydik?”

Şu kutlama yapanlara birileri hatırlatsın
Başkalarının kötü haberidir, iyi haberi onların
yoksa günü ağarmayacak zavallı insanoğlu’nun 
(Tonny Harrison, İlk Aydınlatma)

Medya sosyolojisi bunun yalnızca bir başka televizyon savaşı olduğunu, kötü haberin iyi haber olduğunu, %86’nın tatmin olduğunu söylüyor.

C- Ele Geçirilmiş Ekran

Körfez Savaşı’nda öldürülen 300 Amerikalı vardı. Aynı süre içinde 300 Amerikalı da cinayete kurban gitti. Bu ne biçim bir ülke?
(Jean-Luc Godard)

Savaşın ortaya çıkması ile Korkunç (ve müşfik-AHÇ) Ebeveyn dışa yansıtılabilecekti. Çocuk tacizcisi rolü Saddam Hüseyin ’e verildi. Saddam’ın çocukları rehin alan propaganda imajları Batılı İzleyicilerin “midesini bulandırdı” . Bush ise “masum çocukların” koruyucuydu… Amerika ‘Örselenmiş Çocukların’ koruyucusuydu. Bush’un açıkça söylediği gibi; bu iyi ve kötü arasındaki savaştı, dünyanın “ahlaki düzenini” korumak ve savunmak için yapılan savaştı. Saddam bulaşıcı ve kirletici bir güç olarak görülüyordu. Newsweek dergisine göre “Saddam’ı göndermek için sifonun çekilmesi gerekiyordu”

Körfez Savaşı dışarıda “ıssız Ortadoğu çöllerinde”ymiş gibi yansıtılan şeytanı kovarak Amerika’yı temizlemek içindi. Korku türünde ortaya çıkan şey ise, şeytan korkusu ve kaygısının gerçekte içimizde olmasıdır. (s:135)
“Hayalet koyunlar Gibi” kaçışan adamların üstüne cehennem ateşi açabilecek olan bir ABD’li asker ile kurbanlarını yiyen Hannibal Lecter gibi bir katil arasında ne gibi bir fark olduğu üzerinde düşünmeliyiz. Bir yanda IRAK’taki bir “hindi avı”ydı, öteki yanda ise bir yamyamlık olayı vardı. Aradaki fark, Irak’ta Hannibal Lecter olmak kabul edilebilir bir şeydir, Amerika’da Hannibal Lecter olmak ise kabul edilmez.

Susan Sontag, “Acı çekmek başka şeydir, vicdanımızı sızlatması, merhamet uyandırması şart olmayan fotoğraflara kaydedilmiş acılı imajlar seyretmek başka bir şey”, der. İmajların, uzaktaki felaketlerin dondurulmuş fotoğraflarının bizi acıdan uzaklaştırma gücü sayesinde acı çekmeyle olan ilişkimizi ayarlamayı öğrendik. Fotoğrafik imaj bize önce gerçek acıyı/ acı çekenleri gösterir, sonra bizi onlardan uzaklaştırır. Ahlaklı ve merhametli, olmamızı gerektirecek gerçek ve karşılıklı ilişkilere girmemizi fotoğrafik imaj sağlamaz, sağlayamaz da. Video ekranlarında ve elektronik imajlarda ahlaki uçurum daha da büyür… Artık imaj bolluğunun vicdan ve merhamet duygusunu geliştirip geliştirmediği değil, azalttığı ve aşındırdığını düşünmeliyiz. (s:137)

“… aniden sadizm eylemleri röntgencilik eylemine dönüşüyor. Sadizmin röntgenciliğe dönüştüğü noktada seyirci bir şekilde nötrleşiyor.” Röntgencilik öldürme olayının asıl realitesini ekran dışına atarak öldürülenle ahlaki ilişkiye görmekten bizi uzaklaştırıyor.        

Ekran adeta marazi, gözünü kan bürümüş bir röntgenciliği teşvik eder. Ignacio Ramonet daha da ileri giderek, televizyonu “kanla, şiddet ve ölümle beslenen “ölü sevici sapkınlıkla” suçlar.”... Katliam ve ıstırap görüntülerinden çabucak “sıkılmak” ne demektir? Sonra da korkutulma gereksinimini tatmin etmek için korku filmlerine gitmek ne anlama gelmektedir?

Ekran gerçekliğin ele avuca sığmaz es geçer ve bize sanki dünyayı kontrol ediyormuşuz duygusu verir. Ekranlara bakanların ahlaki yönlendirme içinde olmadıkları değil, ekrandan gözünü ayırmamanın ahlaki davranışları zorlaştıracağını söylüyorum. Ekran gerçekliğe katkıda bulunmak yerine gerçekliğin yerine geçer…
Ekran temel olarak hareketsizdir, bizi diyalog ve müzakere sürecine sokmaz.

4 - Siber-Alan ve İçinde Yaşadığımız Dünya

William Gibson’a göre siber-alan “uzlaşmalı halüsinasyondur” der. Siber-alanı postmodern zamanların ütopyacı vizyonu alanı olarak görebiliriz. Nicola Steniger “siber-alan Oz ülkesi gibidir, oraya gideriz ama orası yoktur.” der.
Sanal gerçeklik ‘tanrıcılık oynamamıza’ izin verir.

Gerçek bir dünyada yaşamaktayız ve hakikaten de bu dünyayı her nasıl istiyorsak o hale getirmemiz mümkün değildir. Bunu anlamalıyız artık. Siber-alan sanal gerçeklik peygamberleri kendilerini teknolojik hayal dünyasına gömmüşlerdir. Teknolojiyle ilgili olarak geliştirilen hayal gücü insanların doğa ve insan doğası üzerinde rasyonel bir hâkimiyet kurma fantazyasının bir ürünüdür.

Bence kendimizi böyle kandırmaktan acilen vazgeçmeliyiz. Siber-alan ve sanal gerçekliğin verebileceği alternatif ve daha mükemmel bir gelecek dünyası yoktur. Gerçek bir dünyada yaşamaktayız ve hakikatten bu dünyayı her nasıl istiyorsak o hale getirmemiz mümkün değildir, bunu anlamalıyız artık.

Bugünün dünyasında insan olmanın anlamıyla ilgili neler değişti, neler aynı kaldı?

(Önümüze konulan soyut-felsefi anlamdaki teknoloji insan olmamızdan neler götürdü? Öğrenmemiz gerekenlere iki tıkla kolayca erişebiliyor olmak hoşumuza gidiyor. Lakin ulaşılan kuru bilgiden başka nedir ki? Kalpler boş umutlarla dolu, pratik bilgiden uzak. Kazanmak, kaybetmek, arayarak ‘ayrıntıya takılarak’ bulmak, bulunulanı kalplere, insanlığa ekleyerek öğrenmek gerekmiyor mu? AY)
A-      Siber-Alan ve Öz-Kimlik

           Teknoloji ve kimlik sorunu çok farklı biçimlerde ele alınmaktadır. Mesela Sherman “Sanal gerçeklikte kendimizi nasıl istiyorsak o şekilde tanımlamayı seçebiliriz.” derken sanal-gerçeklik gurusu Timothy Leary elektronik alanda “Düşünebileceğiniz, düşleyebileceğiniz her türlü hayal yaratılabilir” der. (O malum mecrada herkes kendi camekânını oluşturuyor asıl mesele bütün bunlar gerçek mi? AY) 

Jaron Lanier’e göre kişinin içinde bulunduğu kimlik, sanal olarak var olan bütün kimliklerin ortak özelliklerinden daha önemsizdir. Claudia Springer ‘bedenin kuşatıcılığından kaçmanın yol açtığı dehşete’ dikkat çeker. Teknolojik olanla insan kimliğini birleştirerek benliği bütünüyle yeni bir şeye dönüştürür. Mongardini “Değişim, uyuşturucu gibi faaliyet gösterir.” der. Michael Heimin ileri sürdüğü gibi asıl bedensel varlığı tele-varlığa dönüştüren teknolojik sistemler ‘temsil edilen varlıklardan uzaklaşmayı’ beraberinde getirir. “Diğerleriyle doğrudan fiziksel olarak karşılaşmayınca…” der Heim “Etik anlayışımız gevşemeye uğrar.”. Gerçekten de makine ara yüzeyi insan ilişkilerinde ahlak dışı kayıtsızlığı arttırabilir. Doğrudan tepki verme gereğini ortadan kaldırır.(Gerçek dünyada var olma sorumluluğumuz, kişisel olarak var olmaya, kimliğe, hissiyata, hayat hakkında birçok şey biriktirmeye dair ahlaki yatırımlarımız ve bunlarla bağlantılarımızı zorunlu kılan, asıl kimliğimizin sürekliliğidir. AY)

Donna Haraway’in siborglarla ilgili manifestosunda yaratıcı projeyi, “postmodernist, doğal olmayan tarzda, cinsiyetin olmadığı bir dünya düşleyen ütopyacı gelenekte, sosyalist feminist kurama ve kültüre katkıda bulunma çabası” olarak tanımlar. Siborg kimlik, sınırların karışıklığından duyulan zevki ve bu sınırların yapılandırılmasındaki sorumlulukla ilgili tartışmaların geliştirilmesinde kullanılan, ‘yaratıcı kaynağı’ temsil etmektedir... Kimlikleri kaldırıldıkları dolaptan indirerek kullanmak heyecan verici bir serüvene çıkmak gibidir… Tebdili kıyafetler hakkında çok şey bilen kadınlar için bu serüven hiç de yabancı değildir… Erkeksi fantazyaları saptırmayı amaçlayan bu müdahale “insan kimliğine” keskin kulaklardan, cinsiyet düğümünden, duyarlı bir ahtapot olmaktan çok daha rahatsız edici bir müdahaledir.
Carlo Mongardini postmodern dönemde ego-imajın tutarsızlığına ve bu tutarsızlığın rahatsız edici sonuçlarına dikkat çeker.

“Burada her şeyden önce gerçekliği yorumlamasına ve kontrol etmesine izin verecek tarihsel bilinç sorunu olan bireyin direnme kapasitesi yetersiz kalmaktadır. Birey kendisinin yalnızca bir parçası haline gelerek, değişim sürecinde bir aktör olma duygusunu yitirmektedir… Sevgi, dostluk, cömertlik, özdeşleşme biçimleri gibi kişilikten çok şey bekleyen ilişkiler kurmayı giderek zorlaştıran yoğun bir yabancılaşma duygusu var… Gerçekliğe anlam verme yetisinin yitirilmesi, aynı zamanda psişik korumanın, bireyin artık yorumlayamadığı gerçekliğin uyaranlarıyla karşı karşıya kalarak kendisini riske atmak istememe arzusunun ürünüdür.”

Ayrılma, bağları koparma, geriye çekilme ve tekbencilik söz konusudur. “Değişim Uyuşturucu bir faaliyet gösterir” der Mongardini “Bireylerin hem psikolojik hem de toplumsal düzeyde, kimliklerinin birlik ve bütünlüğe aldırmamalarına yol açar.”

Bu psikolojik alanda gerçek dünyanın gerçekliği inkâr edilir; benliğin bütünlüğü parçalara ayrıştırılır, deneyimin kalitesi duygusallaşma ve esrikleşmeye indirgenir. Siberpunk Romanlarında dile getirildiği gibi “şefkat, ince düşünce (nezaket) ve gözetmenin” yerini dehşetin hızı alır, ”halüsinasyonlar ve gerçeklik birbirinin üzerine çöker, düşünceye dalınacak yer bulunamaz.

Marike Finlay “Kayıplardan ve telafilerden uzak bir mutlak kudrete yalnızca fantezilerde ulaşılabilir. Böyle bir gerçeklik ve öznellik ancak toplum dışı ve ahlak dışı kalarak mümkündür. Yüzer kimlikler der Gerard Raulet “şizofreni veya yeni narsisizm alanında bulunur.” Sınırsız özgürlük ve hâkimiyet cisimsiz kimliklere aittir. Böyle bir fantazya toplumsal olarak kurumsallaştırıldığı zaman, gerçek kimliklerin belirlenmesine de neden olacaktır... Diğerleri ile fiziksel olarak karşılaşmayınca der Heim, “etik anlayışımız gevşemeye uğrar”. Gerçekten de makine ara yüzeyi “insan ilişkilerinde ahlakdışı kayıtsızlığı artırabilir ve insanlar arasında yaşanan doğrudan tepki verme gereğini genellikle ortadan kaldırır.
Ahlaki yaptırımları ve bağlantıları zorunlu kılan şey, yerleşik kimliğin sürekliliğidir.      

“gerçek nesnelerle, sadece kendi içsel nesne dünyasının aktarılan bir yansıtması olmakla yetinmeyen ilişkilere girilebilir… zihinsel temsiller [kendi] köklerinden ve içsel nesnelerle ilişkiye bağlı mutlak kudret düşüncesinden özerk olmayı gerektirir.

B- Sanal Cemaat Kolektif Kimlik

Sanal gerçeklik ve siber-alan genellikle gerçek dünyaya bir tepki, bir karşıtlık olarak düşünülür. Yeni, yenilikçi toplum ve toplumsallık biçimleri hakkında oluşturulan düşüncelerle bağlantılı olarak ele alınır. Sanal gerçeklik, günümüz toplumsal gerçekliğinin zor ve tehlikeli koşullarına alternatif bir “hiçbir yer/herhangi bir yer” olarak düşünülür… “ görünen o ki, 18. Yüzyıl öncesi eski, alansal ütopya biçimlerine geri dönülmektedir. Michael Bendikt’e göre bu Cennet kent düşünün hayata geçirilmeye çalışılmasıdır.

Dünya bir dönüşüm içinde haritalar değişiyor, yeniden düzenleniyor. Bu çalkantılı çoğunlukla çatışmalı dönüşüm sürecinde aidiyet ve cemaat duygularının yerinden oynadığını yeniden oluşturulduğunu görmekteyiz.

Rheingold’a göre bilgisayar-aracılı iletişimin kullanılmasıyla ‘gayri resmi kamusal alanların gerçek yaşamlarımızdan çıkmasıyla birlikte dünyada ki insanların göğsünde büyüyen cemaate açlık duyma’ dürtüsüyle harekete geçmektedir, der… Ağdaki sanal cemaat büyük toplumsal canlanma ve yenilenme projesinin odakladığı konudur. Gerçek dünyada yitirilen değerlerin ve ideallerin sanal gerçeklik konumunda yeniden elde edileceği düşünülmektedir. Rheingold bölgesel ağların “daha geniş bir alana, dünya çapındaki Geniş-Ağ’a geçiş kapısı” olduğunu düşünmektedir. Bu bütünleşmiş varlık bağlamında “global sivil toplum” ve yeni bir uluslararası kültür kurma konumunda olacağımızı ileri sürer.

Eski dayanışma biçimleri geniş aile ve köy cemaati içinde yaşanıyordu der Edgar Morin ‘ama şimdi bu içselleştirilmiş toplumsal bağlar ortadan kaybolmaktadır.’.

Bir postmodern olan Disneyland üzerine yazı yazan Michael Sorkin sanal dünyanın “bir kent inşa etmeden, kentçiliğe davet ettiğini… bir çeşit hale-şeritli hiper-kent, milyarlarca kentliyi barındıran… ama yerlisi olmayan bir ket ürettiğini söyler. Jean Baudrilard bu dünyanın, “Filiz veren tamamen sentetik bir dünya bütün tarihin dondurulmuş bir maketi” olduğunu söyler. Burada Grup Aklı var ama grupsal karşılaşma ve sorumluluk yok. Hat bağlantıları ile oluşturulmuş bir cemaat var ama hiper-alanın yerleşik sakinleri yok… Eski dayanışma ve cemaat şekillerinin benzetim yoluyla korunması söz konusu. (Hat bağlantılarıyla kendimizden, toplumdan gitmek. Dokunabilir, hissedilebilir güzelliklerine, hayatın doğrudan gerçek seyrine dalmanın yerine stoklanmış dijital belleklerde yaşamak. AY)
Sonuçta alternatif bir toplum değil, topluma alternatif bir durum ortaya çıkmakta.

Tekno-cemaat temel olarak anti-politik bir idealdir. Serge Moscovici insan toplumlarında düzenin ve düzensizliğin diyalektiğinden söz eder. Düzen gerçeklikte temeli olan bir şey değildir, “gerici bir fantazyadır” der. Toplumsal sistem ancak “belli bir düzensizliğe, belli bir düzeyde belirsizliğe, belli bir korku düzeyine izin verirse, yaşayabilir.”
Farklılık, asimetri ve çatışmanın, bu dünyanın temel özellikleri olduğunu idrak etmeliyiz. Chantal Mouffe’un söylediği gibi, ortak temel çıkarlardan, konsensüsten ve fikir birliğinden söz etmek yalnızca bir yanılsamadır. Toplumsal yaşamda husumetin var olduğunu ve “sağlıklı bir demokratik sürecin ancak siyasal çatışmaların titreşimleriyle ve ayan beyan çıkar çatışmalarıyla mümkün olduğunu” kabul etmeliyiz. (s:174)

C- İçinde Yaşadığımız Dünyalar

Yeni teknolojiler dünyayı yeni baştan yaratma olanakları sunuyor. Dieter Lenzen çağdaş toplumu çocukluğun bütünleştirilmesi yoluyla kefaret ödeme olarak yorumlar… Paul Virilio iki toplumun birlikte varoluşunu şöyle yorumlar: “Birisi, ‘kozalar toplumudur… İnsanların evlerinde saklanarak iletişim ağlarıyla birbirlerine bağlandıkları…’ . Öteki, aşırı kalabalık megalapolis ve kentsel göçebelik toplumudur… Sanal cemaatte bulunan insanlardan bazıları dünya kentinin gerçek zamanında yaşarken diğerleri ertelenmiş zamanda, yani gerçek kentte, sokaklarda yaşayacaklardır”, der.


5- İmaj Tüketimi: Sembolikten Psikotiğe

İnsan bedeni, isimleri farklı olsa da hepsi aç ve yemekten başka bir şey düşünmeyen parazitler sürüsünün sürekli istilası altında olan yumuşak makinedir.
William Burroughs
A- Tüketim Sosyolojileri

Stuard Ewen’a göre “ileri görüşlü bir iş adamı, işlerini düzenlerken yalnızca mal üretimiyle değil, alıcı bir kitlenin ve psikolojik bir tüketme arzusunun yaratılmasıyla da ilgilenmesi gerektiğini bilir.” der. O, “kitlesel bireyin oluşturulma sürecinde iş dünyası ‘sınıf’ kavramını ‘kitle’ye dönüştürerek ihtiyaçlarının ve hüsranlarının kendi yaşamının içinde değil, tüketim mallarında arayan bireyi yaratmak ister… Even’in çizdiği bu umutsuz tabloda piyasanın sahte ve fetişistik düzeni, otantik (popüler) kültürün yerine geçmiştir. Tüketici kendisine özgürlükler sunulduğunu sanabilir oysa acımasızca aldatılmaktadır. Burası gösteri dünyasıdır. Gösteriyse ortak çıkarların icadıdır.

Zygmunt Bauman, “Kapitalizm, tüketici ideolojide adeta felsefecinin hazinesini bulmuş gibidir, der. Tüketicilerin hepsi aynı anda özgür ve mutlu olabilirler, kimlikler ve zevkler az bulunur mallardan değildir.” Bauman’a göre “Tüketici için gerçeklik zevkin [artık] düşmanı değildir. Keyif almanın aç gözlülüğündeki trajik an uzaklaştırılmıştır. Tüketicinin yaşadığı gerçeklik zevk arayışının kendisidir.

Don DeLillo  “Acı, ölüm, gerçeklik, bunların hepsi doğal olmayan şeylerdir. Bunlara oldukları gibi katlanamayız. Gereğinden fazla şey biliyoruz. Bu yüzden de bastırmaya, uzlaşmaya ve saptırmaya sığınıyoruz. Evrende ancak bu şekilde yaşayabiliyoruz. Türlerin doğal lisanı budur.”

B- Yumuşak Makine

Elias Canetti’ye göre, korku ve kaygıyla yaşama stratejileri insanın kültürel yaşamının temelidir. “İnsan, bedeni yumuşaklığıyla her saldırıya karşı çıplak ve incinmeye açıktır.” der Canetti.
“[Beden] Sakınma ve kurnazlıkla kendisine yaklaşan şeylerden uzak durabilir ama ona uzaktan da oklar ve yaylarla yaklaşmak mümkündür. Kalkanlar zırhlar yarattı, duvarlar kaleler kurdu etrafına; bütün bu önlemlerle yapmak istediği şey, incinmezlik duygusuna kavuşmaktır.

Kültürel organizasyon ve ifade biçimleri, korunaklı bir varoluş duygusu sağlamak üzere harekete geçirilir… Freud “acı çekme, duygudan başka bir şey değildir. “Hissettiğimiz sürece acı çekeriz.” Böyle olunca acı çekmekten uzak durmanın yollarını aramamız gerekir. Bulunan çare duyguların bir çeşit Uyuşturulmasından ibarettir. Bulunan çözüm duyarlılığı azaltma yollarının geliştirilmesidir. Buck Morss’a göre “Bunun amacı, organizmayı dondurmak, duyguları öldürmek, belleği bastırmaktır. Sinestetiğin bilişsel sistemi daha çok anestetik haline gelmiştir. Anestezi gerçeklikle temasta olma halinin bilişsel bir biçimi olmaktan çıkıp gerçekliği dışlamaya doğru” bir değişimle bağlantılıdır… Duyguları dondurarak değil, coşturarak anestezi etme/duyarsızlaştırma etkisi yapmaktadır. Teknolojik kalkanlar ve siperler, modern dünyadaki şeyleri def etmek için kullanılır.

 Agamben’e göre modern dünyanın özelliği ‘Deneyime el konulması’ ve ardından ‘laboratuvar farelerinin bulunduğu labirent gibi kontrol edilen ve yönlendirilen bir deneyim biçiminin empoze edilmesidir.’ (Modern dünya ve bilim esaslı bir şekilde insanları korkutarak kontrol edip tasfiye etmektedir. AY)  Dünyanın büyük harikalarından biriyle yüz yüze gelen insanların büyük çoğunluğu gerçek deneyim konusunda hiç istekli değiller. Kendileri yerine kameranın çalışmasını tercih ediyorlar.” Tüketicinin bu tavrı tam da turistik bir tavırdır.

Uyuşturucu haplar kullanıcılarının gerçeklik duygusunu yitirdikleri düşünüldüğü için yasaklanmıştır. Toplum uyuşturucu kullanımına karşıdır çünkü insanı gerçek dünyadan uzaklaştırır, gerçeklikten koparır, içinde yaşadığı kentin gerçek yaşamından uzaklaşır ve bir hayal bir kurgu, simülasyon dünyasına kaçar. Video oyunları da gerçek yaşamdan geri çekilmeyi ve bağımsızlaşmayı cesaretlendirdiği için haplarla karşılaştırılabilir... Uyuşturucu madde bağımlılığı, modernitenin temel özelliğidir.”   

C- Korku ve Bilgi

Kültürümüzde televizyon izlemek şiddet acı çekme ölümle karşı karşıya gelmektir. Hem belgesel hem kurgusal program türlerinde gerçek veya yapay ölüm görüntülerinden kaçınmak çok zordur. Ancak bu görüntüler gerçek ölüm deneyiminin giderek dışlandığı bir bağlanma sergilenmektedir. Bizim kültürümüzde ölümle ilgili kişisel ve varoluşsal sorular hep inkâr edilir, bastırılır.

Medyadaki görüşler merhamete, merhamet de aktif ilgilenmeye dönüşmesi beklenebilir. Ancak her zaman böyle olmaz: Zygmunt Baumann hayatta kalma duygusuna dikkati çeker. “Başkalarının ölümleriyle yaşıyoruz başkalarının ölümleri kendi başarımızı anlamlı kılıyor, ölmedik halen hayattayız.” Elias Canetti de “Ölüm karşısındaki korku, ölenin başka insan olmasıyla tatmin duygusuna dönüşür.  diyerek hayatta kalmanın verdiği zevki vurgular.
Philip Mellor  Medyadan bize gösterilen ölümler, ölüm karşısında bütün stratejilerin faydasız olduğunu bize hissettirmekten ziyade, insanları hayatta kalma stratejilerine yönlendirdiği için tehdit edici değil, güven vericidir.”
Teknolojik görme biçimi sayesinde görülenden belli bir mesafede kalmak mümkündür. Bu anestezi edilmiş bir bilme biçimidir… Bireylerin bunları pekâlâ gönül rahatlığı ile izlemesi de ilginçtir. Gözlemci konumundaki izleyici deneyimin dışında ve ondan korunmuş durumdadır. Ekran izleyeni deneyim bombardımanından koruyan kalkandır.  Artık görünümlerin var olduğu ama deneyimlerin olmadığı bir dünyadır bu.

Televizyon “Hayal bile edilemeyecek izlenim deneyim ve fantazyaları mümkün kılarak” bizi baştan çıkarır ama aynı zamanda ‘maddenin yitirilmesini’ ve deneyimin ‘duyarlılık dışında tutulmasını’ beraberinde getirir der, Bachmair. Froncois Brune televizyonun ‘gerçeklikten kaçış’ ve ‘kaçamaklığın verdiği sarhoşluk’ elde etme hüneri olduğunu söyler. “Medya dünyası toplumsal varoluşun en temel durumlarını görünür hale getirir.” der Zygmunt Bauman.
DeLillo televizyon çağındaki donakalmış tanıklığı şöyle tanımlar:  Tutkusuz yakınlık, mahrem ayrılık. Romanlardaki yorumculardan birinin söylediği gibi “Televizyon ne arzuları tatmin eder ne de katarsis (arınma) sağlar yalnızca uyuşturur.” Olayları defalarca yeniden oynatıp sonsuza dek seyredebilirsiniz. Yineleme dona kalmışlık daha da artırır: “olayı izole edip yineledikçe, içeriği, dehşeti, uçup gider. Karşımızda sadece biçimi ve ritmi kalır. Olay estetik hale gelir, etkisi ise anestetiktir (uyuşturucudur)

Tom LeClair’in dediği gibi: “Televizyonlardaki ölümün etkisi tıpkı tüketimcilikte olduğu gibi uyuşturucudur. Gerçeklikle bu şekilde karşılaşmak aslında kişinin kendi ölümlülüğünden kaçınması anlamına gelir. Bu tür imajların tüketilmesi, kökü derinde gizli, varoluşsal korkulara set çeker.”                
              
D- Tüketmek ve Gerçeklik

Paul Virilio ve Jan Baudrilard fantazmagorik yaşantının (aldatıcı görüntüler) postmodern deneyimin temel özelliği olduğunu yazmışlardır. Gianni Vattimo günümüzde “alım satım ve imaj dünyasının kitle iletişim araçlarının fantazmagoriasının” hüküm sürdüğü ve “dünyanın imajlarının çoğalmasının ‘gerçeklik duygumuzu’ yitirmemize neden olduğunu” söylemektedir. Vattimo’ya göre “gerçekliğin yitirilmesi ve gerçeklik ilkesinin hakikaten erozyona uğraması” postmodern dünyanın belirleyici özellikleridir. Bu durum modern dünyanın şok edici, yıpratıcı gerçekliğinden kaçıp bir yerlere sığınma arzusunu yansıtmaktadır.
Fronçois Brune “bir yanda artık anlaşılamayan ve denetlenemeyen bir dünya vardır, öte yanda görsel olanın ve bu dünyanın sarhoş edici ve dramatize edilmiş işaretlerinin önceliği vardır. İmaj ve duygular gerçek dünyaya hâkimiyetlerini yitirmiş olanlar için ikame edilmektedir” der.

Alain Ehrenberg televizyonlardaki “reality” programlarının tüketilmesini, üstesinden gelinip denetlenebilecek kontrollü şoklara ve baş döndürücü deneyimlere kendini bırakmanın zevki olarak görür. Bunlar uyuşturucu madde ve sinerjetik zevkin de içinde bulunduğu deneyim alanının bir parçasıdır. Reality Şhowlar tüketiciyi bir duygu küvetine bastırır… Ekranı imajların alıcısı olmaktan çıkarıp maddi şoklar üreten bir cihaza dönüştürür. Özellikle zevk verir ama aynı zamanda duyuları sarhoş ederek anestezi de yapar.

Duygu ve düşüncelerin teknoloji aracılığı ile çoğaltılmasını, uyuşturucu deneyimi ile aynı bağlamda görebiliriz… Mükemmel bir illizyon ve sarhoşluğun hâkim olduğu, isteklerimizi tam anlamıyla karşılayan bir dünyadır bu. Yüzergezer bir rahatlıkla okyanustaymış, döl yatağındaymış gibi deneyimler yaşayabilir; siber seks erotizmini deneyimleyebiliriz. “Akşamdan kalma baş ağrıları olmadan, partnerle ilişkinin sınırlarını tartışmak zorunda kalmadan, en iyi uyuşturucuları alarak seks yapmak gibi bir şeydir. 

Bugün sanal gerçeklik kültürünün en şöhretli isimlerinden bir olan Jaron Lanier, teknolojinin “bir çeşit ölümden kaçış” olduğunu ileri sürerken “bedenin ne olduğu hakkında neler düşündüğünüze dayanarak, bedeni aşma vaadi veriyor çünkü teknoloji beraberinde müthiş bir nesnel güç getirir” der. Sanal gerçeklik ölüm korkusuna set çeker: “Teknolojiyi sadece makine boyutunda düşünme eğilimi vardır ama teknolojik ürünlerin kültürel bileşenlerinin her biri son derece önemlidir. Sanal gerçeklik sisteminde algılayabileceğimiz tek şey kültürel ögedir. Bütün özelliklerini tersine çevirir, gayet sıcak, mahremiyet duygusu veren bir hal alır. Birisi bir dünya yaratıyor, bir başkası da bu dünyaya giriyor.”

E- Sonuç
Yıkılan şey, Gerçekliğin ta kendisi.
Don DeLillo
Son yıllarda ki çalışmalar, tüketimin aktif ve yaratıcı özelliklerini vurgulamakta, zevk sorununu ciddiye almakta, tüketimi farklılaştırmak ve ayırma mekanizmaları yoluyla kimliğin biçimlenmesiyle ilgili bir mesele olduğunu vurgulamaktadır.
Özgürlüğün koşullarını anlayabilmek için, tüketimi toplumsal ve tarihsel bağlam içinde, tüm çelişkileri ile ele almamız gerekir. François Brune’in ifade ettiği gibi “hüküm süren hedonizm(hazcılık) bize, mutluluk herkesin elinde dedirtiyor  ve “aynı zamanda herkes, haberlere bakıp bizi kuşatan gerçekliğin her zaman tehdit altında olduğuna da ikna olmuş durumda.”

Sanal gerçekliğin çekiciliği eğlenceyi ve gerilimi rahatlık ve güvenlik içinde çok güzel bir araya getirmesinden kaynaklanıyor. Bu zevk tüketimle ortak yüzeyde olmanın tüketimle karşılıklı iletişim içinde olmanın zevkidir. Sınırsız tüketimin zevkidir. Öyleyse tüketim zevklerinin altında yatan sebebin dünyanın tüketiciye yönelik saldırılarının izi aranmalıdır.

Bütün öngörülemezliği ele avuca sığmazlığı ile gerçek dünya iptal edilip, yerine tüketicinin her şeye gücü yeten, arzularına ve fantazyalarına yanıt verebilen benzeri bir kopyası konabilir. Buradan yola çıkarak bu tür “postmodern” tüketim çevrelerinin psikoza karşılık gelen öğeler içerdiği iddia edebilirim.  Bu tür tüketim çevrelerindeki zevk ve güvenlik bileşimi, gerçeklikten ve gerçek dünyadan ayrılmanın bir sonucudur.
Postmodern hayal gücünde gerçekliğin sıkıcılığından kaçış ve kurtuluş olarak görülebilecek bu durumu, ben, giderek daha tehlikeli ve başa çıkılması zor bir gerçeklikten, gerçek dünyadan kaçarak, buna karşı bir savunma gibi duran bir sanallığa sığınma olarak görüyorum.

6-  Vizyon Alanında Kent

Her şey gözden kayboluyor. Bir şeyler görmek istiyorsanız, acele etmelisiniz.
Wim Wenders

Burada bizi kuşatan dünyayı ve bu dünya içindeki kendi yerimizi nasıl gördüğümüzün farklı biçimlerini ele almak istiyorum. Anlam ve hayal edilen göstergeler dünyasının yaratılmasında vizyonun yeri ile ilgileniyorum… James Donald’ın söylediği gibi kenti, bir “görme tarzı” bir “görünür olma yapısı” olarak ele alabiliriz.


Kent ve Düş Sahnesi

Kent simgesel bir göstergedir. James Donald dediği gibi “Kent, biz modern insanların yalnızca içinde yaşayıp hareket ettiği yer değil yaşayıp hareket etme biçimidir”. Kent, etrafımızdadır ama içimizde de yaşar. Didier Anzieu “İnsanlar düşledikçe gruplara girerler” der. İnsanlar karşılaşma ve zevk alanı isterler. Bir yerlere dâhil olmak ve korunmak isterler. Kalabalıkla birleşme fantazyaları vardır ama bu alan aynı zamanda korku ve kaygılarla da karşı karşıya kalınan bir alandır. Grup tehdit edici ve zulmedici de olabilir. Bireyler kolektif olma hali içinde ezilecekleri, kendi kimliklerini kaybedecekleri duygusuna da kapılabilirler… “Kent kolektif duygusal yaşamın sahnesidir.”

Kent gözün hareketlerini öne çıkartır. Görsel bir karşılaşma ve deneyim yeridir. Kenti görünürlüğünden dolayı tanırız. Ancak görünür olan her şeyde bir gözden kaybolma potansiyeli vardır. Kentler ‘uyumlu’, ‘okunaklı’ ve ‘imajlanabilir’ olduğu zaman planlanabilir. Kent şeffaf olmalıdır. Modern kent -en azından günümüzde- ideal bir kapsayıcı ortam olarak görülmektedir. Düş imajı, düşsel alanda bunun içindir. Kent insanın düş görme gereksinimine karışmış olur. Düş alanı, ‘kişinin belirli’ deneyimlerini gerçekleştirdiği geçiş alanının içeriye yönelik intrapsişik (ruhsal) benzeri olarak tahayyül ediliebilir.

Düş alanı ‘toplumsal alanda’ dışarıda bırakılacak tasfiye edilecek olanları kişisel kullanım amacıyla içine alır, der Adam Philips. Bu durumda kamusal düşten söz edebiliriz. Psişik alan, toplumsal alanın haritası içine yerleştirilmiştir. Kent, deneyimlerin gerçekleşeceği bir geçiş alanı haline gelmiştir. İyi kent, iyi düş demektir. Bugün ki kentler hakkında düşündüğümüzde parçalanmadan bölünmeden ayrılmadan hayal kırıklıklarından yaratıcı gücünü kaybeden postmodern kentten söz etmekteyiz.

B- Vizyon Alanında Kent

Johannes Bringer “tanımlanabilir kentlerin ortadan kayboluşu… Kültürel yabancılaşmaya bile yabancılaşılmış olan kentte kültürel yabancılaşmanın hayal edilecek duygusal bir odak olmaktan çıkışından” bahseder. Bu durumu “görsel alan krizi” olarak tanımlar. Donatella Mazoleni “kolektif bir yapıda yaşayanların insana benzer kolektif bir yapı oluşturduğu bununla bir anlamda ‘özne’ kimliği sağlayabildiği sürece kentten söz edebiliriz. Demek ki kent bir özdeşleşme yeridir.” der. Kenti “bedenin çifti” olarak tanımlar. Artık modern kent de özdeşleşmenin yaşanması zorlaşmıştır. Kent şimdi vizyon alanının dışına taşmıştır. Görünürlüğü yok olmuştur. Artık kentler, kimliğimizi bize yansıtamaz olmuştur. Kentler, yeni küresel iletişim ağlarının düğüm noktaları olan yersiz yurtsuz enformasyon ve imaj akışının hiper alanlarıdır.
Metropoller artık “mekân” değillerdir; Çünkü boyutları, içinde yaşayanların algılama aygıtlarının boyutlarını aşmıştır. En geniş algılama aygıtı olan ışık, paramparça edilmiştir. Kentin boyutlarını bir anlamda görsel alan belirledi; metropolde artık bir panorama (her şeyi kapsayan bir vizyon) yoktur çünkü bedeni ufuk çizgisinin ötesine kaymaktadır. Metropol estetiğinde göz, uzaktan bütüncül denetleme aracı olma işlevini kaybetmiştir.

Paul Virilio “Günümüzün sanal kenti gerçek-zamanda ama gerçek olmayan alanda bulunmaktadır.” der. “Kent artık coğrafi bir kentlik değildir. Kent her yerdedir, dünya kentidir... Kent küresel ölçeğe taşınmıştır. Yerel bütünlüğe parçalanmıştır. Olmayan-yer haline gelmiştir…”

Düşü, belirli bir görsel ve deneyim ve kültür boyutu olarak ele alırsak vizyonun yeni tınılar ve anlamlarla uyanmasını sağlayabiliriz. Düş görme dönüştürücü bir süreç olabilir. Thomas Ogden düşü, “insanın deneyimlerini bütünlük içinde olmaktan çıkararak yeni bir biçim ve bağlamda ona yeniden sunma tecrübesi” diye tanımlar. Cristopher Bolles de düş deneyimi için “düşsel yaşam benlik deneyiminin önemli bir özelliğini yansıtır” der. Düş alanı bir deneyim alanıdır. Düş-imajını uzun uzun düşünmenin bize ilham verdiğini söylemek yerindedir. Yaşayan dünyayı bu yolla görür ve dünyayla bu şekilde ilişki kurarız. Yaratılan şeyi gören ve görülen arasında aracılık yapan bir atmosfer olarak düşünebiliriz. Bu atmosferler kent mekânlarını canlandırıp hayata geçirirler. Kente hem anlam yükler hem de kentte anlam bulur.
Ama artık bunlar yok gibi görünüyor.

Hayal gücü çöküş halinde. Kentle kurulan görsel ilişki ve bağlantı da çöküntüye uğruyor. Kent gözden kayboluyor görsellik anlamını ve imkânlarını kaybediyor.
                                                                       
Kent Gözden Kayboluyor

En katlanılmaz olan gözden kaybolmak mıdır?” diye sorar j.-B. Pontalis. “Ne olursa olsun görmeliyiz. Yalnızca görmek değil, yokluğun neden olduğu hüzünleri dindirmek, sevdiğimiz, bize kimliğimizi yansıtan nesnelerin görüş alanımız içinde olduğundan emin olmak için görmeliyiz”. “Eğer derdimiz, her gece nelerin yok olduğunu (dünyaların, mekânların, insanların, yüzlerin) görmek, kalıcılığını kanıtlamak, fani ve ebedi olana ulaşmak değilse “niçin düş görürüz?” der j.B.pontalis. Kent gözden kaybolmamalı. Kendi bireysel ve kolektif kimliğimizin bize yansıtıldığını görmeye ihtiyacımız var. Kentle yaşadığımız görsel ilişkimizi sürdürmeliyiz.

Peki şimdi bunlar nasıl olacak? Vizyon ve görünürlüğün “postmodern” kentle ilişkili yapısını nasıl anlamalıyız.
Kameralar kent ortamında çoğaldı. Her yanımızda, caddelerde, kamu binalarında, mağazalarda, dükkânlarda kameraların mercekleri, yeni tarama alanı yaratarak bizi izliyor. Kent merkezlerinin pek çoğu, hareket eden her şeyi kaydeden kameralar ağıyla gözleniyor… Hiçbir ayırım gözetilmeksizin, sürekli olarak her şeyi videoya kaydediliyoruz. Gözetleme yalnızca kamusal ve resmi alanda değil. Binlerce kentlinin bireysel olarak kendini içinde bulduğu bir faaliyet haline gelen gözetleme giderek artmaktadır. “İnsanlar üçüncü şahıs olmaya başladılar” der Don Delillo. “Kendi kendilerinin muhbirleri, televizyon menajerleri, istasyonları haline geldiler.”

Gören benlik görülen benlik içinde çöküntüye uğramış yansıtan benlikte içine alan benlikte kaybolmuştur.
Neo-televizyon kentlilerin yaşamlarını şeffaflaştırmakta. Özel dünyaların içi dışına çıkarılarak yayınlanıyor İmaj bolluğu. Oysa gerçekte ne söylenildiğini hiç duymuyoruz. Bu anlamsızlık yığınıdır. İmajlardan başka bir şey yok. Parçalanmış bireylerin, artık ortak değerleri ve toplumsallığı kalmamıştır.     

Sinemanın düşsel alanı yerini sıkıntı alanına bıraktı. “Düşün olağanüstü keyifleri ile karşılaştırıldığında” der Adam Philips, “sıradan endişeler pek renksizdir.”                        
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
D) Sinemanın Ölümüne Seyirci Mi Kalacağız?
Televizyon ve neo-televizyondaki gelişmeler sinemanın kültürümüzdeki ve hayal gücümüzdeki yerini iyice zayıflatmıştır. Bonitzer “televizyon imajın çözülmesine, değerini yitirmesine neden oldu” der. Bonitzer ‘e göre imaj anlamdan ve hassasiyetten mahrum kalmıştır. Sinema görsel bir ifade biçimi olarak dünyayla ilişki biçimini kaybetmiştir.
Tekno tahayyüle ilişkin galibiyetçi, daha çok manik düşünce biçimleri, diğer şeylerde olduğu gibi, vizyonda da geleceğin geçmişten iyi olduğunu söyleyen, elimizdeki temsil biçimlerini küçük görmemizi sağlamaya çalışan, “eski” görme biçimlerini bir kenara bırakıp unutmamızı salık verir (nostalji bu ilerleme mantığının kalıntısıdır).
Gilles Deleuze der ki televizyon ortaya çıktığında sinema yaratıcı projesinin henüz başlangıcındaydı. Şimdi “sinemanın ölümüne” tanıklık ediyorsak bunun nedeni sinemanın ölüme terk edilmesidir. Sinemanın yaratıcı, hayal gücü olanaklarında mahrum kalmak üzereyiz.
Sinemanın kültürel yapısını terk etmek dünyanın zengin ve karmaşık biçimini izleme olanağında kaybolacaktır. Italo Calvino, sinemanın “yersiz-yurtsuzlaştırması, dikkatimizi farklı bir mekâna çekme ihtiyacımızı, yani “ona göre” dünyadaki yerimizi tayin etmeye yarayan temel bir işleve karşılık gelen güdümüzü tatmin eder.” Sinemasal vizyon “gerçeğin sınırlarının bir uzantısını” oluşturur.
Walter Benjamin’in uyarısına kulak vermeliyiz: “Yaşanan günün ilgi alanına girdiği fark edilmeyen geçmişe ait her imaj, telafisi mümkün olamayacak şekilde yok olma tehdidi altındadır.”

7-  İmajlar Hala Bizi Çekiyor Mu?
A-   “Fotoğrafın Ölümü”
Fotoğrafın öldüğü söyleniyor. Şimdi yeni bir çağın, fotoğraf sonrası çağın doğumuna tanıklık ettiğimiz inancı yaygınlık kazanmaya başladı. Fotoğrafın kendi otomatikliği ve gerçekliğiyle yani temeldeki edilgen yapısıyla kısıtlanmış olduğu, fotoğrafçıların hayal gücünün sınırlı olduğu çünkü gerçekliği olduğu gibi kaydetmekten başka bir beklentilerinin olmadığı düşünülmektedir. Modası geçmiş görülen fotoğraf yeni teknolojilerin görsel söylemiyle bağlantılıdır. Gerçeklik, bilgi ve doğruluk kavramlarının düşünce dünyasında değişime uğradığı söylenmektedir. Fotoğrafın ölümü, imajın devrimi, postmodern görsel kültürün doğuşu imajın tarihsel geçit çizgisi olarak tanımlanıyor.
Fotoğraf dünya ile ilişki kurma yolu sağladı. Yalnızca bilişsel değil estetik, ahlaki ve politik bir ilişkiyi sağladı. “İmajlar yoluyla duyguların ifade edilebilmesinin çapı sözcüklerin ifade olanakları kadar geniştir. İmajlarla pişmanlık duyar, umut eder, korkar ve severiz.” der John Berger. İdrak etme kapasitelerimizin rehberliğinde bu duygulanımlar imajları yaratıcı, ahlaki ve politik hedeflere dönüştürme enerjisi sağlar. Fotoğraf-sonrası kültürün yeni gündeminde böylesi duygulanmaların ve ilgilenimlerin yeri pek yoktur. (Fotoğraf insanın görüşünü değiştirir. Çekilen ve görünen nesnelerin anlam dünyasına farklı görünümler katar. Anlamı çoğaltır ve birçok faklı mana yükler. Ancak görüntüler süreklileşip akmaya başlayınca bu tür duygulanımlara fırsat kalmaz. Bir cafe’deki fotoğrafı dikkatle inceler, karşısında değişik duygulara kapılıp, görüntüyü zihnimize kaydederken TV’deki görüntüler akıp geçip gider.-AY)
Fotoğrafın görsel dünyayı oluşturmasındaki çıkmazları ortaya çıkarmaya çalışanlar için artık pek bir anlamı kalmadı. İlerlemeci gündem, geçmiş ve gelecek, fotoğraf ve dijital kültür arasında sahte bir kutuplaşma yaratmaktadır. Yeni teknolojiler, fotoğraf kültürünün meziyetlerini ciddiye almamaktadır. 

B-       “İmajın Rasyonalizasyonu”
1839’da kamera icat edildiği zaman John Berger, aynı anda Auguste Comte’un Pozitif Felsefeye Giriş kitabını bitirmekte olduğuna dikkati çeker. Kamera ve positivizm birlikte büyümüştür. Her ikisinin de uygulamaya geçmesini sağlayan, günün birinde bilim adamları ve uzmanların kaydettiği gözlenebilir, sayılabilir bilgiler sayesinde insanların doğa ve toplumu denetleyebileceğine duyulan inançtı.
Positivistlere göre dünyayı, dünyanın doğası ve içeriği ile ilgili “doğruları“ anlamada fotoğraf ayrıcalıklı bir yere sahipti. Dünyadaki görsel bilgiler, dünyayı kullanma ve uygulama deneyiydi. Kamera ve iktidar yakından bağlantılıydı. İnsanın müdahale etmediği Gerçek-doğru görüntü nesnel bir tarafsızlık modeliydi…
Positivizmin kullanımları doğrudan endüstriyel kapitalizmin hedeflerine bağlanmıştır.
Dijital imajlar fotoğrafik imgelerden çok daha farklı özellikleriyle yeni bir işaret çeşidi haline gelmiştir. Bu yeni imaj yeni anlama biçimleri gibi yorumlanabilirken aynı zamanda sahip olduğumuz sınırları bulanıklaştırarak, değiştirerek ihlal etmeye iterek de açıklanabilir. Geleneksel sahicilik, otantiklik ve özgünlük kavramlarını saptırarak, imajların doğası ve konumu ile ilgili daha bilgili olmaya zorlamaktadır.
Ancak imajlar yalnızca saf kuramsal alanda var olmazlar, var olamazlar. Yeni imajlar kuşkusuz bugün endüstri sonrası veya enformasyon kapitalizmi diye adlandırılan hedefleri yerine getirmede kullanılmaktadır. Ulaşılmak istenen hedef hala bütüncül bilgidir, bu bilgi de dünyanın düzenlenmesi ve denetim altına alınmasını amaçlamaktadır.
Gerçekliğin yeni boyutları, gözlemin gücüne açılmış durumda.  Bilgisayar-grafik çalışma istasyonlarıyla insan gözünün ulaşamayacağı şeyleri “görmek” artık mümkün… “ölmekte olan bir yıldızın veya bir nükleer patlamanın içini görüntülemek mümkün, “akıl fiziksel varlıkların gidemeyeceği yerlere gidebilmekte.”
Görünümün (görmenin) , temel bir bilgilenme ve anlama ölçüsü olma konusundaki itibarı hızla kaybolmaktadır. Jean Louis, “kaydederek öğrenme” çağından “benzetim yoluyla öğrenmeye” geçtiğimizi ileri sürer.  Benzetim yoluyla öğrenmede , “İmaj nesneyi temsil etmeye çalışmaz... Daha çok işaret eder,  ortaya çıkarır, var olmasını sağlar” der. Amaç, gerçeğin, gönder-gesine yalnızca görünüm olarak değil, diğer görünmez özellikleri ve nitelikleri açısından da yaklaşan bir “çiftini” yaratmaktır. Yani gerçek dünyadan bir nesne imiş gibi imajla etkileşime girmek, imajla bir deneyim yaşamanın mümkün olmasıdır… Deneyimsel kavrayış kavramsal ve kuramsal mantığa dayanmaktadır.
Ernest Gellner’ın vurguladığı gibi “Modern dünyada rasyonalizm ve ampirizm arasında her zaman güçlü bir ortak yaşam ilişkisi vardır. Birbirine zıt gibi görünseler de aslında birbirini tamamlayıcı parçalardır. Biri olmadan diğeri çalışmaz. Her biri diğerinin yararına çalışır”. Descartes’la başlayan Rasyonalizm projesi, bilişsel kesinliğin ve bilişsel kanaatin peşinden gider. Ernest Gellner’a göre bu durum “tamamen kültürel, tesadüfi ve değersiz olanları kafalarımızdan  uzaklaştırmamıza neden olmaktadır.  Kültürde hata bir çeşit “sistematik, ortak olarak düşülen bir hata” bulunduğu için, Kartezyen anlayış, “insanın kültürden kurtulma programını” içerir. Akıl kendisini kültürel birleşmeden uzak tutmalıdır. Aydınlanma potansiyelini kavraması için kendi kendine yeterli ve kendi kendine değer verir hale gelmesi gerekmektedir.
 
John Berger’e göre “Kartezyen devrim, görünümlere büyük bir kuşku ile bakılmasına neden olmuştur.” Artık şeylerin görünüşü önemli değildi, Görsel farklılıklarından çok ölçü ve farklılık önemliydi.
Artık ”Vizyonun rasyonalizasyonunun itici güçleri nelerdir?” Diye sormalıyız. Sadece pozitif olarak istenen ve peşinden gidilen şeyleri değil, aynı zamanda inkâr edilen ve bastırılanları da ele almalıyız. Genel anlamda  “tamamen” kültürel, tesadüfi, değersiz olanlara (geleneksel) karşı duyulan bu husumeti nasıl anlayabiliriz? “Kültürümüzden özgürleşme”yi aramak ne demektir? Dijital kültürle daha yakından bağlantılı olarak, görünümlere güvenmemeyi, “şeylerin görünüşünü” ve hatta asıl görsel olanın kendisini nasıl anlayabiliyoruz?

C-       Dünyaya Yeniden Bakmak
Tuhaf bir şekilde vizyonun rasyonalleştirilmesi, gerçekten derdimiz olan şeylerden (aşk, korku, keder, hüzün, acı…) daha önemli gibi görünüyor. (Hayat, bakamadığımız her yerde olanca renkleriyle, güzelliğiyle akıp gidiyor. AY) İmajlar ve imajların dünya ile ilişkileri hakkında başka düşünce biçimleri değerini yitirmekte. Farklı düşünme biçimlerinin şimdi anakronistik (zaman dışı) olduğuna bu zamana ait olmadığına ikna olmuş durumdayız. (Gösterdikleri yere bakıyoruz ve oraya kilitlenip kalıyoruz. Başka şeyleri görmüyor, düşünemiyor ve merak edemiyoruz. AY)
Barths’a göre “imajların temsil özelliklerini anlamak için, uyandırdıkları arzu veya keder duygularını –temaslarını- anlamamız” gerekir.
İmaj, yeni olanaklara kapı açar: “seyirci tarafından kullanılan her imaj, tek başına elde edeceğimizden fazlasını verir: Dua etmek, Meryem Ana, cinsel zevk, manzara, yüz, farklı bir dünya gibi.”… Berger, görüntü ve imgelem arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır. “Görünümlerin hem bilişsel hem metaforik” olduğunu ileri sürer: “Görünümlerle sınıflandırma yapar, görünümlerle düş kurarız”. Dünyayı kavramamıza ışık tutan, canlandıran yaratıcı hayal gücümüzdür. Hayal gücü olmadan dünya, içinde düşünce olmayan donuk bir hal alır. Yalnızca varlık kalır.”
Benjamin görsel büyünün doğasını Freud yardımı ile anlmaya çalışır: “Göze değil kameraya doğru çalışan bir başka doğa daha vardır, İnsan bilinci tarafından bilinen bir alanın, bilinç dışı tarafından bilinen bir alana yol verdiği bir başka yer”.
Görsel idrakin temelinde hem zevk alma hem zevk almama duyguları vardır: Görme arzusu, görmekten korkmayla birlikte bulunur…
İmajlardan gördüğümüz şeylerden etkilenme kapasitemiz gittikçe artıyor. Yeni olanaklar, yeni fantazyalar sunuyor bize. Dünyayı kavramamıza ışık tutan hayal gücümüzü, görünümlerimizi, gördüklerimizden ne şekilde etkileneceğimizi sıkıca tembih ettiler. (Gördüğümüzde, görüldüğümüzü unutturdular bize. AY). Artık göze (öze-içe) değil kameraya bakan, konuşan başka tabiat ruhlu insanlara döndük. Görsel idrakin temelinde zevk alma ya da almama durumu vardır. Görme arzusu, dikkatinizi odakladığınız nesneyle olan ilişki biçiminde ortaya çıkar.
Modern düşünce imaj kullanımının varoluşsal tarafını fotoğraf kültürü üzerinden hep ölümle ve ölümlülükle karşılaştırmaktadır. “Fotoğraf çekmek başka insanların (veya şeylerin)  ölümlülüğüne, çaresizliğine, değişebilirliğine katılmaktır” der Susan Sontag. “Ölüm, insanoğlu için en gizemli şeydir.” diyen Pierre Macorlon ise aslında fotoğrafın gücünün de bu gizemle ilişkisinden kaynaklandığını söyler:
Şeylerin ve canlıların ölümünü yaratabilmek, bir an için bile olsa vahiy gücü gösterir. Açıklamaya gerek olmadan (çünkü faydası yoktur) temel özelliğinin, biçimler, hoş kokular, zıtlıklar ve doğal olarak fikri beraberliklerle dolu ince bir anksiyete-endişe oluşturmak olduğunu gösterir.”
Ölümlü doğamızı reddetmek veya inkâr etmek, modern rasyonalizm projesi ile yakından ilintili olan bir başka tepki biçimi olabilir. Horkheimer ve Adorno’nun ileri sürdükleri gibi, rasyonalitenin ve rasyonalizasyonun mantığı, aklın hükmedici gücüyle “insanoğlunu korkudan kurtarmayı” amaçlamaktadır: Hiçbir şey dışarıda kalmamalı; çünkü dışarda olma mantığı başlı başına korkunun kaynağıdır… İnsan ancak bilinmeyen hiçbir şey kalmadığında korkudan kurtulacağını düşünür. Rasyonel kontrol ve hükmetme (doğa ve insan doğasına) yoluyla rasyonalizm ve pozitivimin asıl “ürünü” ölüm korkusunun kaynaklarını kurutmaktır.
Debray’e göre “Ölümün ölmesi, hayal gücünü keskin bir vuruşla kesip atacaktırÖlüm toplum içinde bir yerlerde olmalıdır.”
Tarihsel anın getirdiği fırsatları görebilecek miyiz?  Horkheimer ve Adorno’nun “Aydınlanmanın Diyelektiği’nden” başlayabiliriz. Bazı yönleri ile postmodernizmin kurucusu sayılan bu metin: ‘ilkel terör çığlığından’ başlayarak korkunun tarihinin nasıl olup da aklın tarihini gölgelediğini ortaya çıkarmaktadır. Bastırılan korku kültürel bir hastalık olarak geri dönmektedir… İnsanın doğanın korkunç gücünden özgürleştiği kesin ama bu durum yeni bir musibet getirdi… Postmodern kültür, aklın, ilerlemesini engelleyen bastırılmış korkular ve bilinçdışı güçlerle hesaplaşma çabasıdır. (Her şeyi Kontrol endişesi Tanrısız dünyanın çıkmazıdır-AHÇ)
Farklı imajların, farklı görme biçimlerinin, farklı görsel imgelemlerin bir arada var olması yaratıcı bir kaynak olarak görülebilir. 

Glyn Daly’nin özetlediği perspektifledünya ancak dil oyunlarında yarışarak tanımlanabilir”. Birbirleri ile yarışan dil oyunları/söylemler arasındaki çekişmenin sonucu olarak “hakikati” tanımlamaya çalışmaktayız… Bu çerçevede imajların artık “gerçek dünyaya ait üretilmiş doğru raporlar olarak ‘mutlak’ kabul edilemeyeceğini ve aslında daha çok tarihi süreçte insan eli ile üretilmiş olduklarını, bu nedenle son derece muğlak ve belirsiz insani yapıtlar olarak görülmeleri gerektiğini” kavramalıyız. Onlar epistemolojik/mutlak bilgiye dayalı olmaktan çok siyasi anlamlar ihtiva ederler.  
Yeni enformasyon formatı; imajın gerçekçi, duygusal bağlardan uzak, “insaniliğin tortusu” dahi bulunmayan postmodernliğin çengeline takılmış rasyonalizasyon programının maskelenmiş halidir.
Bizi insan yapan sadece aklın hükmedici gücü değil; tasarımların, etkilenmelerin, deneyimlerin ve arzuların sürekli denetlenmemiş ve denetlenmeyecek yaratıcı hayal gücüdür. Bu yaratıcı güçler; insanı, bir makine olmaktan kurtaran ruhun derinliklerindeki tasarlama, biçimlendirme yetisini fark edip iç hesaplaşma, mütalaa yapabilen bir yetiye sahip kılar. Bunun olabilmesi için yalnızca bireyseli değil ötekiyi tanımak ve toplumsalı fark etmek gerekir. Asıl mesele değişen modern imaj kültüründe gereğinden fazla rasyonel ve hayal gücünden yoksul bir anlayışla bakılmasıdır. Anlam ve eylem dünyasını sadece rasyonaliteye indirgenmeyecek bir şekilde revize edebilmek dünyaya bakmayı yeniden öğrenmek, dünyayı yeniden değerlendirmek, ona bakışımız ve ona karşı tavrımızı yeniden düzenleyebilmekle mümkün olacaktır... Değişen imaj kültürünün duygusal, imgesel, ahlaki ve politik yönlerini öne çıkaracak düşünceler geliştirmeliyiz.
Yeni imkânların sağlıklı değerlendirilebilmesi için imajlardan ne istediğimizi dikkatle düşünmeliyiz… İmajlar önemli olmaya devam edecek  -“teknolojik devrim kalıcı değildir-“çünkü imajlar içsel ve dışsal gerçeklikler arasında çok etkileyici, hatta acıklı bir aracılık yapmaktadırlar.


Ayşe Yılmaz
Zilkade _ 1441 /ALANYA


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder