Selim Bey bana “tarihi
bir yapıda zor bir elektrik işi var“ dediğinde, doğrusu işi pek de ciddiye
almamıştım. Hatta müşterinin Eşref-i Rumi’nin torunlarından biri olduğunu
söylediğinde, “Ohhoooo onlardan yığınla var. Kim var ki bu memlekette seyyid ya
da şerif olmayan” diyerek içimden geçenin dilime vurmasını da engelleyememiştim.
Devamını Oku »
Tebrizli ustaların elinden çıkmış 10 metreyi aşan yüksekliği ile dünyadaki en görkemli, belki de en muhteşem mihrabın önündeyiz. Başı, celî sülüs kelime-i tevhit ile taçlandırılmış devasa mihrabı çerçeveleyen köşe pahı; turkuaz, fıstık yeşili, sarı, altın simli yaprak süslemeli çiniler ile adeta yukardan aşağıya doğru sessiz bir şelale gibi akıyor. Çerçevenin içindeki helezon sarmaşık süslemenin arasına Fetih Suresi işlenmiş. Ardından gelen Mukarnas (geometrik şekilli) katmanlar, hatayi, rumi süslemeler, şakayıklar, çınar yaprakları mihrabın kavsarasının (imamın önünde durduğu boşluğun) tavanındaki süslemeler ile müthiş bir ahenk içinde.
Yüksek ve ahşap olan bahçe kapısından içeri adımını atması ile ziyaretçiyi, zarif mezar taşları ile Dergâhın haziresi karşılıyor. Adeta “buranın bekçisi ve asıl sahipleri biziz” diyerek, içeri buyur ediyorlar gelenleri. Dergâhın geçmişteki hizmetkârlarının yani meşayıhının ve aile efradının metfun olduğu hazire, selamlık ile karşı karşıya. Aradaki dar koridoru geçerek Dergâha erişiyorsunuz.
Birkaç arkadaş bergamut aromalı çayın etrafında toplanmış sohbet ediyoruz. Konu
dönüp dolaşıp keramet bahsine geliyor. Bir şeyhin efradından olan beyefendi,
meal sohbetlerinden yetişme aynı zamanda hemşerim de olan arkadaşa, “Yavvv, geç!
Uğraşma bu uçtu kaçtı hikâyeleriyle” deyince sinirleniyor ve ciddileşerek:
- Bendeniz, bizzat şahidim, diyor.
- Neye şahitsiniz.
- Keramete!
Devamını Oku »
- Bendeniz, bizzat şahidim, diyor.
- Neye şahitsiniz.
- Keramete!