Dergâhtan Kerametler 5 - Kıymet Kimde?

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 31 Oca 2008 0 yorum

Selim Bey bana “tarihi bir yapıda zor bir elektrik işi var“ dediğinde, doğrusu işi pek de ciddiye almamıştım. Hatta müşterinin Eşref-i Rumi’nin torunlarından biri olduğunu söylediğinde, “Ohhoooo onlardan yığınla var. Kim var ki bu memlekette seyyid ya da şerif olmayan” diyerek içimden geçenin dilime vurmasını da engelleyememiştim.

Ancak itiraf etmeliyim ki, beyefendi ile karşılaştığımızda üzerindeki -eğitimle alınamayacak- “karşıdakini ciddiyete ve hürmete” davet eden halden etkilendim.

“Zor iş” denilen, dışardan gelen kablonun odadaki bir kofraya ilave edilmesinden ibaretti. ‘Beş dakikaya dışarda oluruz’, diye geçirdim içimden. İş bitip kofranın kapağını kapatınca evin reisi;

-          Kabloları sağ taraftan vermişsiniz, sizden rica etsem sola alabilir misiniz?”  dedi.

-          Tabi efendim, deyip kapağı açtım ve bağlantıları söküp sol taraftan kofraya girecek şekilde yeniden düzenleyip kapağı kapattım. Beyefendi;

-          Olmadı sanırım. Size zahmet veriyorum ancak bir de üstten deneyebilir miyiz, mümkünse” dedi.

Sonrasında kablolar, birkaç kez daha yön değiştirdi. Kapağın şişkinliği, yamuk olması, kabloların rahat geçmesine müsaade etmemesi vs. hatırlatılarak birkaç sefer daha iş söktürülüp yeniden yaptırıldı. Bir ara beyefendinin odadan çıkması ile fırsat bulan, “belki bir yardımım olur“ diye yanımda gelen oğlum,

-          Baba bir an önce buradan kaçalım. Bu adam bizimle ya dalga geçiyor ya da başka bir sıkıntısı var” dedi. Ben de;

-          Bu iş, hiç normal değil. Sabaha kadar sürse bile, işin sonunu görmek istiyorum” dedim. Yaklaşık 2 saatin sonunda;

-          Teşekkür ederim gayet güzel oldu. Sizden rica etsem Selamlık bölümündeki işe de bakar mısınız? denildi.

Odadan çıkıp dergâhın önündeki boşlukta yarenlik edenlere;

-          - Selamlık neresi?” deyince, garip bir tepki karşılaşıyorum.

-          - Hayırdır sultanım, niye sordun?”

-          - Orada da iş varmış.

-          - Yanlış anlamışsındır sultanım. Oraya kimseyi sokmaz Beyefendi.

-          - Yanlış anlamadıysam selamlık dedi, diye ısrar ettim.

-          - Yanlış anlama vardır, sultanım. Kimse girmez oraya. Biz bile kırk destur ile gireriz ancak.

-          - Kendisine sorun o zaman.

Karşıdaki kim olursa olsun, “sultanım” diye hitap eden beyefendi içeriye yönelirken Selim abi açıklama yapma ihtiyacı duydu:

-          - Siz içerdeyken biz de onu konuşuyorduk: Sanırım sizi sınamış. Bir sürü elektrikçi gelmiş, gitmiş şimdiye kadar. Gelirmiş, beyefendi işine, ustalığına bakar, sabrına bakar, ciddiyetine bakar, harçlığını verir geri yollarmış. Asıl iş selamlıktaymış. Ama Beyefendi oraya çok ihtimam ediyor; özensiz, sabırsız, kaba biri girsin istemiyormuş.

Kapının önünde bekleyenlerden biri olan Hacı Abi ise olayı çok farklı değerlendirir:

Bu gelen nam-ı diğer “Komünist Hüseyin” lakaplı biri idi. Bizim Selim’in çocukluktan arkadaşı. 12 Eylül döneminde örgüt davasından içerde yatmış, yakın zamanda örgütle arası bozulmuş, lideri eleştirdiği için, örgüt tarafından cezalandırılmaya karar verilmiş ve demir çubuklarla kolları ve ayakları kırılarak Bursa çöplüğüne atılmış biriydi. 8-9 ay alçılar içinde yattıktan sonra adeta mucizevi bir şekilde hayata geri dönmüş ancak ömrünü adadığı davanın, yıkılan hayallerinin bedelini alkol bağımlılığı ile ödemekteydi.     

Ben ise ömrünün tamamını Müslüman bir çevrede geçirmiş bir üniversite öğretim görevlisi idim ve görevimden geri kalan neredeyse tüm vaktimi, iki seneden beri Beyefendi ile geçirmeye çalışıyorum. Benim için Komünist Hüseyin’in gelişine kadar sorun yoktu. Ondan sonra dengem bozuldu.

Zira Allah’a inanıp inanmadığı bile belli olmayan, ismi “komüniste” çıkmış, alkol sorunu olan birinin yolu kaza ile dergâha düşüyor ve bizim beyefendi onun ardında bir hürmetle, bir saygı ile dolanıyor ki; hayret ediyorum. Bizim iki yıllık dergâh maceramız sırasında girmemiz nasip olmayan selamlığa bile bu komünist, daha ilk günden girebildi.

Yıllardır içinde bulunduğum dindar camianın hastalıklarını gayet iyi biliyordum: Diğer hiziplere karşı  merhamet cimrisi alan, “o kâfir, bu müşrik, şu münafık” diye saydıran hoca efendilerin, ilahiyatçıların neredeyse üryan hanım efendilerin karşısında; içine ne atsan kaybolan “hoşgörü kuyusuna” dönüşüp mum gibi eridiklerine kaç defa şahit olmuştum. Kandil gecelerinde zikir çekenlere demediklerini bırakmayanların modern putlar karşısında nasıl da saygı duruşuna geçtikleri ve övgüler düzebildikleri de hafızamda taptaze duruyordu. Bizim kesim “Gavura karşı hoşgörü, Müslümana karşı merhametsizlik” hastalığından fena halde muzdaripti. Görünen oydu ki, Beyefendi de Müslüman cenahın bu kompleksinden nasiplenmiş, diye su-i zanda bulundum.

Küstüm ve uzaklaştım. Kırılmıştım. Altı ay ne aradım, ne sordum. Sonra kendi kendimle yaptığım hesaplaşmayı kaybedip “Hiç değilse gidip, neden uzaklaştığımı söyleyeyim” diyerek tekrar kapısına dayandım:

-         -  Efendim Komünist Hüseyin Bey’e pek iltifat ettiniz.

-          - Sizin de malumunuzdur: İşini iyi yapanlar, iyi Müslümanlardır.  

-          - Efendim bu arkadaş ismi komüniste çıkmış alkol bağımlısı biri, pek Müslümanlıkla işi yok gibi?

-          - Bundan bizim haberimiz yok. Haberimizin olmasına da gerek yok. Öyle bile olsa biz onda iyi bir ustalık ve sabır gördük. Sadi Şirazi’nin bir beytini işitmiştim;

Ey Akıl sahibi! Gül dikenle bulunur
Senin dikenle işin ne? Gülü demet eyle
Eğer huyun kusurları görmekten ibaretse
Tavus kuşunda ayaktan başka bir şey göremezsin.

-           - Efendim “İyi Müslümanlar işlerini iyi yapanlardır “ diyorsunuz ama bu şahsın Allah’a inanıp inanmadığı bile belli değil. Hem Hristiyanlar, Yahudiler, ateistler var işlerini iyi yapan, onlara ne diyorsunuz?

-           - İnsanın “asıl işi”, Allah’a “iyi kul” olmaktır. İYİ kulluğun bir cüz’ü de eline gelen işin hakkını vermektir. Eğer insan yaptığı işe özenmeyen, işini doğru düzgün yapmayan, laletayn biriyse muhtemelen onun dindarlığı da bir işe yaramaz. Müslümanlık onun üzerinde iğreti durur, yakışmaz. Çalışmayan, emeğini ortaya dökmeyen “dua “etmeye dahi hak etmiyordur. 

Anlamamak için ısrar ediyorum:

-          - Efendim ona gösterdiğiniz iltifatı pek çok kişiden esirgiyorsunuz gibi geldiydi bana.

-          - El emeği ile geçinmek peygamber mesleğidir. Başkasının, onların geçimlerini temin etmesine müsaade etmezler. Peygamber sanatına talip olanlara elbette özel bir hürmet gerekir. Mesela birisi memur olduğunda Hak etmese de maaşını alabilir. Toplumun son zamanlarda iyice artan memurluğa olan teveccühünün altında da, Hak etmese de sürekli bir gelir imkânı sunmasıdır sebep. Hâlbuki elinin emeği ile geçinenler eğer çalışmazlarsa kimse onlara bir şey vermez. Yani elinin emeği ile geçinenlerin yediklerinin helal olma ihtimali daha yüksektir.

Deyip ardından bir dua ilave edip konuyu kapatıyor:

-          "Ya Rabbi! Bizleri çalışıp emeği ile geçinenlerden kıl, cümle Müslümanları emek vermeden geçinme sefaletinden halas eyle."

Beyefendi kafamdan aşağıya kazanla kaynar su dökmüştü. Ben ki üniversitede hocayım diye kurumlanırken Beyefendi; “Senin yediğin içtiğini helal ettirip ettirmediğin belli değil. Bu komünist diye aşağıladığın şahıs Peygamber mesleği yapıyor. Elbette o senden daha fazla hürmete layıktır” demiş oldu.

Kıymet hiyerarşimiz bozulunca helale değil ÇOK’a değer verir olduk.
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “Eminliğe değil prof’luğa değer verir olduk.
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca takvaya değil, cüretkarlığa, açıkgözlülüğe değer verir olduk.

Sonra aramızda ustalar, üstadlar ve alimler görünmez oldu. Onlar bizi, kıymeti olmayan bir sürü cimri zengine, merhametsiz bürokrata, amelsiz prof'a terk edip gittiler.

Zeyl: Komünist Hüseyin ve Hacı abi bugün gayet iyi dostlar.

                                                                                                                    Derleyen: Ahmet H. Çakıcı 

 Önceki Yazı: Müslüman Gözü


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder