Dergâhtan Kerametler 2- Keramet de neymiş?

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 26 Oca 2008 0 yorum

 Birkaç arkadaş bergamut aromalı çayın etrafında toplanmış sohbet ediyoruz. Konu dönüp dolaşıp keramet bahsine geliyor. Bir şeyhin efradından olan beyefendi, meal sohbetlerinden yetişme aynı zamanda hemşerim de olan arkadaşa, “Yavvv, geç! Uğraşma bu uçtu kaçtı hikâyeleriyle” deyince sinirleniyor ve ciddileşerek:
- Bendeniz, bizzat şahidim, diyor.
- Neye şahitsiniz.
- Keramete!

Bizimki bıyık altı gülümsemesini gizleyemeyerek istihza ile;
- Anlat da nasıl bişimiş, biz de bilelim, diyor.

- Müsaade et de, anlatayım! Ramazanın sonbahara denk geldiği günlerdeydi. Oldukça yorulduğumuz, iyice acıktığımız ve susuzluktan dilimizin kuruduğu bir günün ardından elimizdeki işleri apar topar bırakıp hızlıca –bizim bir Hüsamettin abimiz var- onun iftar davetine yetişmek için yola çıktık. Yola çıktık ama vakit biraz geç. Anladık ki, eğer eve bırakırsak ikindi namazı gidecek. Yol üstündeki bir camiye sapıverdik. Alel acele abdestler alındı. Beyefendi de abdestini ayaklarını mesh ederek alıp, camiye doğru seğirtti. Uzaktan göz ucu ile bizi takip eden, caminin yan tarafındaki Kur’an Kursunda talebe olan ve tuvalet temizlik nöbeti tuttuğunu tahmin ettiğimiz 14-15 yaşlarında bir delikanlı, bunu görünce arkadan koşup Beyefendiye “Bey Amca sen ne yaptın beyaaaa? Böyle abdest mi alınır; ayaklarını yıkamadın. Gel sana ben, abdest almayı öğreteyim” dedi.

Beyefendi tekrar abdesthaneye geri döndü ve delikanlının elini, diğer elinin üzerine getirip parmaklarının arasını ovalayarak tarife başladığı “abdest öğretme işine” teslim oldu. Ayaz nedeniyle az önce mesh edilen ayaklar, şimdi çift kat yün çoraplarından çıkarılıp, buz gibi su ile iyice ovalandı.

Bu esnada, bizim dostlar gayet sakin. Sanki kiminle, neyle konuştuğunu bilmeyen, cesareti ilminden büyük bir veled, 70’li yaşlara gelmiş Şeyh Efendiye abdest almayı öğretmeye kalkmıyor da, Beyefendi çocuğa ders veriyormuş gibi sessizce ve sabırla seyrediyorlar. Bense yerimde duramayıp dolanıyorum: “Yapıştı veled bizim Şeyhe, yakasını bırakmıyor” diye söyleniyor,  “Davetliyiz, beklerler, yetişemeyeceğiz, geç kalıyoruz” diye sabırsızlanıyorum. Kızdığım, oruçlu olmam yani açlık ya da susuzluk değil, işin manasızlığı. Kendi kendime homurdana söylene Beyefendiye çaktırmamaya çalışarak- gözlerimle çocuğu Şeyh Efendinin yakasından düşürmeye çalışıyorum.

Sonunda abdest alındı. Beyefendi delikanlıya “Zahmet buyurdunuz. Çok teşekkür ederim. İstifade ettim” diyerek camiye yöneldi. Namaz kılındı. Camiden çıkıyoruz: Oda ne?” Veled kapıda dikilmiş bizim çıkmamızı bekliyor. Beyefendiye yanaşıp “Bey Amca sen Allah bilir, gusül abdestini de bilmiyorsundur. Gel sana onu da öğreteyim” demez mi? Bacak kadar bir veled bizim şeyh Efendiye gusül anlatacak… Süphanellah, süphanellah diye söyleniyorum. Arkadaşlarda hiç bir tepki yok.

Ben ne kadar öfkelensem de, vaktin iyice yaklaşmasına rağmen oruçlu haline aldırmayıp Şeyh Efendi “Lütfedersiniz” diyerek çocuğun peşine takılıyor.  Yakamızı ancak Tophane sırtlarından atılan iftar topunun sesini duymakla kurtarabiliyoruz.

Dedi ve bu konuşmanın ardından arkadaş, uzunca sustu.  Bunun üzerine hemşerim:
- Eeee sonra? Dedi.
- Sonra ne olacak davete gittik, dedi, Şeyh Efendinin öğrencisi.
- Keramet, dedi kerameti bekliyoruz. Hani onu anlatacaktın?
- Keramet kişinin HAKKIN hatırını kendi menfaatine tercih edebilmesidir. Sen, tanımadığı bir çocuğun “hayrına engel olmamak ve heyecanını kırmamak” için çocuğun kendisine abdest öğretmesine en küçük bir imada bulunmadan ve gayet ciddiyetle boyun eğebilecek ve bunun için davet edildiği iftar sofrasını yarım saat bekletebilecek kaç kişi tanıyorsun?

Keyifle güldü bizim hemşeri,
- Hiç, dedi hiç kimseyi tanımıyorum. Harbi harbi kerametmiş.

Keramet HAKK’In hatırını kendi menfaatinden üstte tutabilmektir.
Keramet HAKK’ın hatırını kendi nefsine tercih edebilmektir.
Keramet HAKK’ın hatırını çıkarına, zevkine, keyfine, beklentine, ümidine, işine, eşine rağmen koruyabilmektir.

Bunu başarana uçup kaçmasa da, ateş üzerinde yürümese de “HAKK dostu” denir, diye ilave etti, bir dostumuz.        

Derleyen: Ahmet H. ÇAKICI
Cemaziyelahir, 1443

Önceki Yazı: Düşeni Kaldırmak


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder