Hz Peygamber ile Hz Aişe’nin evliliklerini Modern Zamanlara uydurma gayretinin de benzeri bir durumla neticeleneceğini düşünüyoruz.
Derdimi anlatabilmek için öncelikle birkaç konuyu hatırlatmak istiyorum.
(Vereceğim örnekleri, niyetleri salih olmayanlara daha fazla malzeme vermemek
için herkesin bildiği meşhur örneklerle sınırlı tutmaya çalışacağım.)
1-
Bugünün
normali ile geçmişi değerlendirmek bir aldanıştır:
Öncelikle içine düştüğümüz tuzak, BUGÜNÜN Normali ile geçmişi değerlendirmeye
zorlanmamızdır. Hâlbuki her dönemin kendine özgü şartları ile var olan KENDİ NORMALİ
vardır. NORMALi coğrafya, iklim, ihtiyaçlar, korkular, zorunluluklar vs.
şekillendirir. Bunlar KALIP Olmaz. Gelecek nesillere, başka iklimlerin
toplumlarına uymaz. Bugünün insanının, “kendi NORMALİNİ” mutlaklaştırarak
geçmişin normalini anlamsız, saçma bulmasını; bugünün “kendini ve fikrini
putlaştıran”, toplumları “tek tip
düşünceye ve kalıp yargılara mahkûm eden” Batı fikriyatının üzerimizdeki etkisi
olarak görüyoruz.
Vaktin, coğrafyanın, çevrenin ve daha bir sürü etkenin insan düşüncesi üzerinde
etkili olduğunu kabul etmesinden olsa gerek Kitab-ı Kerim; “marufu” yani her
toplumun kendi örfü, geleneği, AKLI çerçevesinde İYİ kabul ettiği, NORMAL gördüğü
ölçülerle sorunlarını çözmesini (Elbette ki, vahyin sınırları dâhilinde) bir
yöntem olarak önerir[1].
Temel meseleler dışında kalıp yargılar koymaz.
Mesela, çok değil altı üstü 50 sene önce yani bizim annelerimizin,
anneannelerimizin vaktinde 13-14 yaşlarına gelmiş bir kızın evlenmesi gayet
NORMALdir. Bu, bütün tarım toplumlarının gerçeği, NORMALidir. Kimse o dönemde,
o kızları çocuk olarak görmez. Kimse
onlarla evlenenleri de pedofilik, çocuk sevici olarak değerlendirmez. Kimse
onları evlendirenleri de sapık olarak nitelendirmez. Tam aksine 16-17 yaşındaki
bir kız hâlâ evlenmemişse evde kalma endişesi başlamıştır, vakti geçmekte
olarak görülür. O toplumun Normali, odur. (Tarım toplumunun bir ürünü olan “türkülerde”
övülen kızların yaşlarına dikkat edin lütfen.)
Mesela Hz Peygamberin zamanında evlenen kadınlarla erkeklerin aralarındaki yaş farkının “NORMALİ” bugünkünden farklıdır. Hz Peygamber, 25 yaşındayken ilk evliliğini kendisinden 15 yaş büyük bir hanımla yapar. Üstelik hanımefendi 4-5 çocuklu iki kocadan dul kalmış bir hanımdır. O dönemin normalidir. Şimdi hiçbir Müslüman kadın, oğlunun, bu nitelikteki evliliğine razı olmak istemez.
Mesela, Hz Hatice(ra) vefat ettikten sonra dul kalan Hz Peygamber
kendisinden yaşça büyük olan 55 yaşlarında ve 5 çocuklu Sevde(ra) anamıza talip
olmuştur[2].
Bugün bekâr bir toplumsal LİDERin, hatta sıradan bir bekâr erkeğin 5 çocuklu 55
yaşında bir dul kadına talip olması da normal görülmez.
Hz Peygamber, kendisinden büyük, çocuklu ve dul hanımlarla evlendi diye, İslam
toplumlarında Müslüman anneler çocuklu dul ve yaşça oğullarından büyük kızları
kendilerine gelin etmeyi gelenek edinmediler. Çünkü bugünün NORMALİne uymaz.
Mesela Hz Ömer(ra), Hafsa (ra) anamızın kocası daha 17-18 yaşlarındayken Bedir Harbinden hemen sonra vefat edince, kendisinden de 10-12 sene büyük olan Hz. Ebu Bekir ve HZ. Osman’a (ra) kızı ile evlenmesi için teklifte bulunabilmiştir. Onların teklifi kabul etmemeleri üzerine de kızıp, onları Hz Resul’e şikâyet eder. Hz Peygamber, hem Hz Ömer ile Hz Osman ve Hz Ebubekir arasına kırgınlığın girmesini önlemek hem de Hz. Ömer’i taltif etmek için olsa gerek Hz. Hafsa anamıza talip oluyor. Bu da Hz Ömer’i çok sevindiriyor. Bu, o günün NORMALidir. Bugünün “maruf”ları ile anlaşılması mümkün değildir.
Dikkat edilirse bu davranış biçimi de Müslüman toplumlarda “sünnet böyle”
diyerek yayılmamış yüzyıllarca Müslüman babalar da kızlarını kendilerinden 10-
15 yaş büyük arkadaşları/dostları ile evlendirerek, peygamber döneminin
“normalini” kendilerine adet edinmemişlerdir. Ancak onlar Hz Ömer’i de kınamazlar.
Çünkü bilinir ki; bu, o dönemin MARUFU, o dönemin NORMALİdir.
Bizim NORMALlerimiz ile Resulüllahın hiçbir evliliğini, bugünün Müslüman
erkekleri yapamazlar, diye düşünüyoruz. Müslüman hanımefendilerin ekserisinin
de aynı şartlar altında sahabe analarımızın kabul ettiği teklifleri kabul edeceklerini
düşünmüyorum.
2- Tüm tarihin “ANORMALİ" biziz:
Tarihin hiçbir döneminde 25-30 yaşlarına gelmiş YETİŞKİNlerin çocuk(?) olarak
görüldükleri ve hala bebek gibi evde bakılmaya çalışılmalarının normal kabul
edildiği bir dönem olmadı. Tarihte, anne babalarının 2 katı olmuş 20-30
yaşlarına gelmiş delikanlılara/kızlara 10-15 milyarlık oyuncak (oyun
bilgisayarı/cep telefonu) almanın normal karşılandığı, sadece saraylarda
rastlanabilecek böylesi bir şımarıklığın en alt tabaklara kadar yayıldığı bir
dönem olmadı. Bu anlamda bilinen tüm çağların ANORMALi biziz. (Gerçi sanırım, Batıda
da böyle bir toplum yok. Modern dönem Türk toplum yapısının (tam tersi iddia
edilse de biz Alev Alatlı hanıma katılıyoruz) KADIN ERKİL olması nedeniyle
ortaya çıkan “ÇOCUĞA TAPAN” modelin daha çok bizim coğrafyamıza özgü olduğunu
düşünüyoruz.)
Bildiğimiz tarih boyunca gerek TARIM toplumlarında, gerek göçebe toplumlarda
akıl baliğ olan, BULUĞA eren herkes; ister kız, ister erkek olsun EVİN yüküne
omuz vermek, iŞ TUTMAK zorundadır. Buluğa eren çocuk, sorumluluk alma çağına gelmiş “YETİŞKİN” biri
olarak kabul edilir.
Mesela, Mus’ab bin Umeryr’i (ra) HZ
Peygamber, temsilci olarak Medine’ye gönderdiğinde, Mus’ab’ın önünde, 15 gün
boyunca geceleri yürüyerek aşmak zorunda olduğu 480 kilometrelik tehlikelerle
dolu bir çöl yolculuğu vardır. Gideceği yerde Hz Resulün temsilcisi olacak ve
tebliğ yapacaktır. Ki bu işte, çok da başarılı olur. Medine’den kendisine
inananlarla birlikte geldiği Akabe Biatları ile Hz Peygamber için sürüldüğü
Mekke’ye alternatif bir mekânın ortaya çıkmasının vesilesi olmuştur. Hz. Mus’ab
(ra) bu esnada, bizim toplumumuzun delikanlılarının pazar alış verişi için bile
yeterince olgun görülmediği 16 yaşındadır.
Mesela, Hz Peygamber Usame Bin Zeyd’i(ra) Roma Ordusu ile savaşmak üzere, ordu
komutanı tayin ettiğinde Zeyd daha 17’sindedir. İbn-i Mesud’un(ra) Yemen ve Attâb
bin Esîd’in(ra) Mekke’ye vali tayin edilmesi de hemen hemen bu yaşlardadır.
Yani Hz. Peygamber döneminde bir kimsenin sorumluluk alabilmesi için “dünyayı
değiştirebilme azmine, heyecanına ve enerjisine sahip olduğu” zamanların tükenip,
gözlerindeki canlılığın sönmesi gerekmiyormuş.
Mesela daha 13-15 yaşlarında iken Semüre b. Cündeb ve Râfi‘ b. Hadîc’in Uhud
Savaşına katılmak için ettikleri ısrar, fiziksel güçlerini ispat etmeleri ile
kabul görmüştür.
Yani Hz peygamber toplumunda 13-14 yaşlarına gelmiş büluğa ermiş delikanlılar
ADAM’dırlar. Kızlar için fark, onların eklerden daha çabuk büluğa erip, daha
erken çağda olgunlaşmaları ve ailenin yükünü paylaşmaya başlamalarıdır.
Mesela Hz Zeynep’in (ra) Hz Peygambere Kabe’ye 6 km uzakta sarp bir kayalık
olan Hira Mağarasına çekildiği zamanlarda evden yürüyerek yiyecek getirip
götürdüğü rivayet edilir. Ki bu sırada Hz Zeynep bu günün çocuklarının
bakkaldan ekmek alamadıkları 8-10 yaşları arasındadır. Bu bugün bile çok
anormal bir durum değildir. Köy yerlerinde hala çocukların kilometrelerce süren
keçin koyun sürüsünü otlatıp akşam eve geri getirip hatta sütlerini sağma işi
5-6 yaşlarından itibaren başlar.
Bu yüzden kuş uçmaz, kervan
geçmez yerlere şehirler kurulur, ovadaki şehirlerin etrafı aşılmaz kalelerle
çevrilir. Özellikle göçebe kabilelerin geçimi yağmacılık ve köleciliktir.
Pazara en kolay getirilip, satılabilenler, paraya/altına çevrilebilenler ise
kadınlar ve çocuklardır.
Polis, jandarma, istihbarat, zabıta ve diğer güvenlik teşkilatları yoktur. Eğer
bir kadının kocası ölmüşse ve “SAHİPSİZ” kalmışsa çevredeki bir AĞAnın, kadının
üzerine kaftanını atması ile kadın ve kadının kocasından kalan mülkü, o ağaya
geçer. Ya da daha sabah olmadan kadın ve çocukları köle pazarının yolunu
tutarlar. İlk giden eşkıya ganimeti kaldırır. -Bugünün toplumu anlamakta
zorlansa da- bu nedenle ERKEK’in bir aksilik durumunda karısına ve çocuklarına
sahip çıkabilecek akrabalıklar/ilişkiler edinmesi HAYATİ bir meseledir. Bunun
da en iyi yolu kız alıp, kız vermektir.(Potlaç kültürü)
Bu anlamda özellikle güçlülere kız vermekle satın alınan genelde, bir tür
SİGORTA ya da gelecek garantisidir. Kız çocuklarının çok erken yaşlarda toplumun
GÜÇLÜ erkekleri ile evlendirilmesi; aileyi, ani bir BABASIZLIK durumu
karşısında, güvenliğe almanın belki de en etkili ve güvenilir yoldur.
Güçlü erkekler, bu kızlar ile evlenerek, kızın ailesi ile akrabalık kurmuş,
dolayısı ile onları da himayelerine almış ve ekstra bir yükün daha altına
girmeyi kabul etmiş olurlar. Bu güçlü erkeklerin özellikle fakir ve güçsüz
ailelere yaptıkları ikramdır. Bu nedenle evlilik teklifi büyük çoğunlukla
kızların ailelerinden gelir.
4 - Bu evliliklerde ana mesele ŞEHVET değildir:
Erkeğin ömrünün savaşlar, çıkar çatışmaları
ve yapılmak zorunda olunan seyahatler nedeniyle hayli kısa olduğu toplumda, zaten
hemen her “güçlü” erkeğin 10-15 hanımı vardır. Üstelik cariyelik kurumu da caridir.
Bir yerden sonra kadınlar DERT olmaya başlar.
Çünkü evlilikle gelen kadınlar, daha önceki kocasından ya da
kocalarından kalan kendi mülkleri ve çocuklarına babalarından kalan mülkler ile
birlikte gelirler. Kadının yeni kocası o malları da korumak, işletmek ve zarar
vermeden, kendi hesabına geçirmeden kadına ve vakti gelince çocuklara iade
etmekle görevlidir. (Şeriata göre) Dikkat edin lütfen! 10 tane hanımı olan
birinin 10 tane hanımın ve onların çocuklarının, o fakirliğin içinde; yedirilmesi,
içerilmesi, giydirilmesi, barındırılması ve onların mallarının takibi,
işletmesi, korunması, haklarının başkalarına karşı savunulması hiç de kolay bir
iş değildir. Yani ciddi bir YÜKtür.
Mesela Uhud’da şehit sayısı çok olunca Resulüllah, şehitlerin “SAHİPSİZ” kalan hanımları
ve kızları ile evlenmeleri için Müslümanlara “alın” diye baskı kuruyor. Sahabeden
bazılarının, üzerlerindeki yüke daha fazla yük eklememek için biraz kenar
gezinmeleri, “İçinizden hayırlılarınız, o yetimlere sahip çıkanlarınızdır“
uyarısı ile karşılanıyor.
Mesela Hz Ali’nin abisi Hz. Cafer-i
Tayyar’ın hanımı Hz Esma Anamızı, Hz Cafer şehid düşünce Hz Ebu Bekir alıyor.
Hz Ebu Bekir’in vefatından sonra da Esma anamızı, eski kayın biraderi Hz. Ali
nikâhlıyor. Hz Esma anamızın Hz Ebu Bekir ve Hz Ali tarafından nikâhlanması
bugünün meseleye “zevk” merkezli bakan bakışıyla anlaşılamayacak, bir “taltif”,
onore etme meselesidir. Ve bu yolla aynı zamanda diğer sahabeye “eğer siz de
şehit düşerseniz “ sizin de hanımlarınız ve çocuklarınız rezil edilmeyecek,
onlara sahip çıkılacak mesajının verilir.
Yani mesele öncelikle “şehvet meselesi” değildir. Bu bizim hoşumuza gitmese de
erkeklerin sürekli kırıldığı bir toplumda Kadınların İZZET ve ŞEREFleri ile var
olacakları bir konum için getirilmiş bir çözümdür. Kendi zamanında işe de
yaramıştır.
5- 5- Bu ev Açlık ve fakirlik çok ciddi bir sorundur.
Hz. Aişe anamız bir rivayette “Hayber
Gününe kadar karnımın tamamen doyduğunu hiç hatırlamıyorum” diyordu. Medine
mescidinin köşesinde kumlar üstünde, hurma yapraklarının altında kalan Abhab-ı
süffa’ya 2 günde bir lapa verildiği, Resulüllah’ın keder içine “Vallahi, evin
içinde de olan bundan farklı değildir” diye misafirlerine açıklama yapmak
zorunda kendini hissettiği de rivayetlere yansır. Dikkat edilirse bu ev, artık
bir devlet başkanı pozisyonundaki birinin evinin halidir.
Arap yarımadasının sert çöl
ikliminin yıllar süren kıtlık ve kuraklık yıllarını düşünürseniz toplumun alt
tabakalarının içinde bulunduğu sıkıntı hesap edilebilir. Bu sıkıntı öyle büyük bir
sorundu ki, evin yüküne omuz verebilme becerisi olmayan kız çocuklarının diri
diri toprağa gömülmesine kadar iş varabiliyordu. Hayatında 1 seneyi değil, 1
haftayı değil belki bir öğünü bile bir yokluğun neticesi olarak aç geçirmemiş,
zayıflamak için girdiği diyeti ya da ardı mükellef bir sofra olan orucu, açlık
sanan bizim toplumumuzun, böyle bir toplumun ruh halini hissetmesini ve
ergenliğe eren çocukların evin sıkıntısına ortak edilmelerini anlamalarını
beklemek çok zor.
Lakin o topluluğun da; çocukların özgürce (?) serbest cinsellik yaşamaları için
kanunlar çıkaran, hastanelerinde her gün onlarca kız çocuğunun kürtaj olduğu
ancak aynı çocukların sorumluluk alamayacaklarını savunan bizim toplumumuzu anlamayacakları
açıktır. Bu noktada kız çocuklarının hem gittikleri yerde karınlarını doyuracak
bir hayata kavuşmaları, hem evin yükünün bir kişi azalması ile diğerlerinin
hayatta kalma şansının artacağı, hem de “Güçlü Erkek” tarafının kızın ailesine
verdiği başlık ile evdeki diğer çocukların karınlarını bir müddet doyurmalarını
sağlayacak olması bugün için bir mana ihtiva etmese de o gün için çok büyük bir
nimet olarak görülür.
Sorunun, toplumsal zaruretlere kendi döneminde, kendi şartları çerçevesinde getirilmiş çözümlerin, vaktin şartları hesap edilmeden bugünün şartları ile değerlendirilmesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz. (Burada özellikle hanım efendilerden gelebilecek “Sahip çıkabilmek için evlenmeleri şart mı?” itirazına, “Sahip Çıkmanın” gerektirdiği yakınlık eğer nikâhla meşrulaştırılmazsa FITRATLA savaş anlamına geleceğini ve fıtratla savaşın kazanılabilecek bir savaş olmadığını ve her zaman arızi sonuçlar doğurduğu hatırlatırız. Üstelik cinselliğin dul kadınlar için de İHTİYAÇ olduğunu ve bu ihtiyacın kabul edilmemesinin, özellikle zayıf iradelileri ZİNAYA zorlamak anlamına geleceğini de hatırlatırız.
Hz Aişe’nin yaşının
adetten kesilmesi ile hesap edilmesi gerektiği iddiası diğer sahabe hanımlarla
test edilince güvenirliğini koruyamıyor:
Hz Aişe’nin yaşının, adet döneminden sonrası sayılarak hesap
edildiği iddiasını, getirilen deliller üzerinden tartışmayı düşünmüyoruz. Bunun
gereksiz bir polemiğe neden olacağı kanaatindeyiz.
Hz Aişe için kullanılan yaş hesaplama yöntemi ile Hz Resul’ün (Sav)
çevresindeki diğer hanımların yaşlarının hesap edilmesi durumunda ortaya
çıkacak anormalliğe işaret ederek konuyu izah edebileceğimizi ümit ediyoruz.
Mesela aynı metod ile Resulüllah’In kızları Hz Rukiyye ve Ümmü Gülsüm’ün Ebu
Leheb’in oğulları ile gerdekleri gerçekleşmeyen nikâhlarını veya Hz Rukiyye
anamızın Hz Osman’la evlenip Habeşistan Hicretine katılımını, Hz Fatıma’nın(ra)
HZ Ali(ra) ile yaptığı evliliği, Hz Ömer’in Hz Esma’nın kızı ile evliliğini vs.
konu edilerek bu hanımların evlilik yaşlarının üzerlerine 10-12 yaş koyarak hesaplamaya
kalkarsak içine hanımların girdiği hiçbir olayı tarihe yerleştirmeyeceğimizi de
fark edeceğimizi düşünüyorum. (Bunları detaylandırmamayı tercih ediyorum.)
Mesela 18-20 yaşlarında Hz Resulle ikinci evliliğini yapan
Hz Ömer’in kızı Havsa (ra) anamızın yaşının adet döneminden hesaplanarak 28-30
yaşlarında olduğunu iddia edersek bu dönemde daha yeni 40 yaşlarında olan Hz
Ömer’in (ra) Havsa anamızın 8-10 yaşlarında babası olduğunu kabul etmemiz de
gerekecektir. Ki Hz Ömer’in ilk çocuğu olduğu rivayet edilen Hz Abdullah (ra)
için yaş problemi daha da büyüyecektir.
Mesela Hz Hatice anamızın Hz Resulle evliliğinin 40 yaşında gerçekleştiği
meşhur bir rivayettir. Eğer adet öncesinin 10-12 yaşını daha ilave edersek
evlilik yaşı 50-52’lere çıkacaktır. Anamızın bu yaştan sonra 6-11 arası daha
doğum yapmış olma ihtimali kulağa makul bir iddiaymış gibi gelmiyor.
Bu noktada “Biz sadece HZ Aişe’nin yaşını böyle hesaplıyoruz diğerlerini böyle
hesaplamıyoruz” demek mümkün olsa da böyle bir kelimenin ciddiyeti
olabileceğini sanmıyoruz.
Bu konunun önemi ne? Neden üzerine
gidiyoruz?
1- Çünkü zihinsel, kültürel, düşünsel olarak etkisi altında kaldığımız ve hem
mahkûmu hem de hayranı olduğumuz BATILI düşünceyi TEK NORMAL olarak
kodladığımızda, geçmişin bugüne uymayan her hareketi ANORMALE düşmek zorunda
kalacaktır. Ki 1400 yıllık tarihte bugünün AKLINA uymayacak yığınla olay
bulunabileceği kesindir. Yani tüm İslam Uygarlığını Batı’ya uydurma adına yok
etmek zorunda kalabiliriz.
Eğer bugünün Normalini, geçmiş içinde NORMAL kabul etme
ahmaklığına düşersek ve yeni buluğa eren bir hanımın evlenmesini PEDOFİLİ
olarak tanımlarsak ve bu konuda 1400 senedir kimsenin FARK edemediği yepyeni keşiflere
güvenirsek bizim önümüze HZ Resulün Hz Aişe ile buluğa erdikten sonra
evlendiğine dair KAMYON KAMYON belge yığıldığında hadisleri mi yoksa Hz
Peygamberi mi Reddeceğiz? (Bu fikir iyice yaygınlaştığında bu belgelerin art
arda ortaya döküleceğini göreceğimiz kanaatindeyim.)
Eğer biz, her dönemin kendi NORMALleri, kendi şartları olduğunu kabul etmez ve
buluğa eren genç kızların evliliklerini PEDOFİLİ olarak tanımlamayı kabul edip,
HZ Aişe’nin yaşını bir şekilde büyüterek aradan sıyrılmaya kalkarsak aynı
nitelikteki bir sürü dönem evliliği ortaya döküldüğünde, pek çok sahabenin
pedofilik olduğunu kabul etmek veya pedofiliyi normal kabul etmek ya da dini
reddetmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalmayacak mıyız?
2- Asıl sorun da şu:
Unutmamak gerekir ki, bu iddiaların ardındaki müsteşriklerin
İslam Tarihi bilgisi ne yazık ki, şu an bizim ilahiyat çevrelerimizden çok daha
iyidir. Kütüp-ü Sitte ve diğer kaynaklardaki Hz Aişe ve diğer sahabe hanımlarla
ilgili hadisler, rivayetler ortaya çıktığında, bizim bu iddiayı ancak “hadis ve
rivayetlerin büyük çoğunluğunu görmezden gelerek/gizleyerek” ortaya attığımız
fikri de zihinlerde canlanabilir. Bu durum, hep ayrı çevreler ve aynı fikri
zeminlerde dolanan kesim için pek bir sorun teşkil etmeyebilir: Ancak internet
ortamı ilahiyat fakültelerinin asude ortamına benzemiyor. Özellikle gençlerin
yoğun takıldığı ve tartışmalara girdiği siteler hiç de masum yerler değillerdir.
Ücretli, profesyonel ve ciddi akademik çevreler tarafından desteklenen gerek
Hristiyan gerek deist misyonerler tarafından beslenen yerlerdir.
Ortalama Müslüman çevrelerin bilemeyecekleri birçok hadis ve
rivayet bu mecralarda gezinen gençlerin önüne konulabiliyor. Biz Hz Aişe’nin
yaşını bazı akli delillerle yükseltmeye kalkarken onlar başka sahabelerden
birçok örneği o gençlerin önüne koyduklarında, o gençlerin ne bize, ne İslam’a,
ne dine, ne imana itimatları bir daha eski haline gelmiyor, bize ve dindara
olan güvenlerini kaybediyor ve dağılıyorlar.
Buna gerek Yok.
Bu kadar ezik bir ruh haline girmeye ve her şeyi Batının standartlarına,
zevklerine, beğenilerine uydurmaya çalışmanın bir faydasının olmadığını
düşünüyoruz. Yüzyıldır her şeyimizi Batı standartlarına uydurma çabamızın
aslında kendimizi YOK etme çabasından başka bir şey olmadığını görebilme
cesaretini gösterebilmeliyiz.
Unutmamalıyız ki, karşısında aşağılık komplekslerine düçar
olduğumuz Batı, aslında karşısında hiç de komplekse kapılınabilecek bir tarihe
sahip değil.
(Yazının ciddiyetine halel getireceğini bilmeme rağmen örnek vermek istiyorum:
Mesela 1. Richard Fransız Kralı VII.Louis'in kızı Prenses Alais’le nişanlanıp
onu ülkesine gelin getirdiğinde her ikisi de 9 yaşındadır. Düğün hiçbir zaman
olmaz ve prenses ömrü boyunca 1. Richard’ın metresi olarak kalır.
Mesela Fransa Kralı IV. Filip'in kızı Isabelle 1298’de İngiltere
Kralı II. Edward ile nişanlandığında henüz üç yaşındadır. Evlilik sözleşmesinin
şartlarıyla ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle çok uzayan düğün tarihi, Isabelle
12 yaşındayken 25 Ocak 1308’de ancak gerçekleşir[3]. Kocası
II. Edward, İsabella’nın üvey dayısı Piers Gaveston’la yaşayan bir eşcinseldir.
İsabella, Fransa Kralı abisinin yanına elçi olarak gönderildiğinde, kocasının
can düşmanı bir asilzadenin metresi olur.
Mesela İspanyol sömürgeci komutan Franscisco Pizzaro’nun metres edindiği, İnka
Kralı Atahualpa’nın iyi niyet gösterisi olarak evlenmek için verdiği kız
kardeşinden olan kızı, Hernando Pizzaro’nun Meksika kralı olabilmesi için öz
amcası ile evlendirildi[4].
(İngiliz, Fransız, İspanyol saray tarihleri adeta ensest, eşcinsellik
tarihidir. Anneleri ilişkide oldukları ya da mezhep değiştiği için çocukların, annelerin,
teyzelerin diri diri yakıldıkları bir sürü hadise vardır.)
3- Yaş büyültme bir işe yaramayacak
çünkü konu bu değil:
Hz Resulün, Aişe anamız ve diğer evliliklerini Batıya uydurma gayretlerimiz hayırlı
bir sonuca ulaşmayacak. Çünkü ne yazık ki, Müslüman çevreler Hz Peygamberin Hz
Aişe ile evliliğinin gündeme getirilmesinin bağlamını fark edemiyorlar. Batı,
Hz Aişe’nin yaşının küçük olmasına itiraz etmiyor: Zaten pek çok Avrupa
ülkesinde 12-13 yaşını dolduran kızların cinselliğine karışılamayacağı
diledikleri ile ilişkide bulunabilecekleri, ailelerinin dahi buna müdahale
edemeyeceği kanunlarla sabitlendi.
Sorun şu: Hz Peygamberin Hz. Aişe ile evlilik için, Aişe’nin buluğa ermesini
beklemesi ve öncesinde nikâh kıyılması, Müslümanlara “cinsel ilişki için” için
iki şart getirmiş oluyor:
1- Nikâh
2- Buluğa ermek
Batı bu şartların ikisine de itiraz ediyor:
1) Cinsel ilişki için kimsenin cinselliğine namus, şeref, din, iman, ahlak, vs.
adına “nikâh” şartı ile sınırlama konulamaz, diyor.
2) Batı, Judith Butler, Freud'a dayanarak ısrarla yeryüzündeki
zulmün kaynağını “bebeklik ve çocukluk döneminde cinselliğin baskılanmış ve
doyurulmamış olmasında görüyor. Ve özellikle Queer teori ile birlikte “0”
(sıfır) yaşına kadar çocuk cinselliğinin serbest bırakılması için bir lobi
faaliyeti yürütüyor. (İstanbul Sözleşmesindeki “18 yaşının altındaki kızlar,
Kadındır” ifadesi bu konuya yapılmış bir atıf olarak okunmalıdır, kanaatindeyiz.)
Her ne kadar konuyu yeterince bilmeyenlerce anlaşılması zor olsa da; Hz
Aişe’nin yaşı gündeme getirildiğinde “Hayır! nikahsız ilişki haramdır ve büluğa ermemiş çocuklarla cinsel
ilişkiye onay verilemez” dememiz gerekir, diye düşünüyorum.
Yani konuyu bizim tartıştığımız konu ile hoş görünmek için
çırpındığımız Batının konuştuğu mesele aynı değil. Dolayısı ile Hz Aişe
anamızın yaşını 40’a da yükseltsek de işe yaramayacak.
Yenilmişlik psikolojisi bu! Bizi yenenlerin hoşuna gitmeyen
neyimiz varsa hepsinden kaçmaya, efendilerimizin bizim üzerimizde gördüğü
lekelerden kurtulmaya çalışıyoruz. Eğer her şeyimizi efendilerimize uydurursak
üzerimizdeki laneti kaldıracağımızı ümit ediyoruz. Sonuçta ortada bir BİZ
kalmıyor, kendimizi YOK ediyoruz.
Allah doğrusunu bilir. Benim ilmim ancak bu kadarına yetti.
Ahmet H. Çakıcı
Safer, 1442 / ALANYA
https://www.hertaraf.com/koseyazisi-ahmet-hakan-cakici-hz-aise-nin-yasi-meselesi-sanirim-bu-tuzak-1794
[1] Al-i
İmran 104, Bakara 231
[2]
Celaleddin Vatandaş, Hz. Peygamberin Hayatı
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Edward
[4] Niall
Ferguson, Meydan ve Kule, Şebekeler, Hiyerarşiler ve Küresel Güç Mücadelesi, s:88
3 yorum:
Muhteşem bir makale. Çok yararlandım. Çok istifade ettim.
Ülkemizde hayata geçirilen her türlü çarpıklık ve yanlışlari yazan ve uyaran bir başka ifade ile her müslümanın üzerine farz olan emir :;;; emr-i bil maruf ve nehy-i anil munker yapan Uzman yazar Ahmet Hakan Çakıcı kardeşim'i tebrik ediyorum. Teşekkür ediyorum. Ülkemizde mevcut ilahiyat profesörlerinin yapmadıkları, yapamadıkları görevi yapiyor. Tekrar tebrik ediyorum ve tekrar teşekkür ediyorum. Bu satırları okuyan herkes sahid olsun ki Allah Teâlâ nın rızası için Ahmet Hakan Çakıcı kardeşim'i seviyorum. İnsaallah bu Muhabbetin cennet de de devam ini Allah Teâlâ (C.C.) dan talep ediyorum. Prof. Dr. Memduh Gezici
Zanni rivayetler üzerinden kesin mutlak hüküm çıkartmak çok zor. Bu konuda özellikle Kur'anın evlilik şartları ile ilgili ayetlerine bakmamız yeterlidir. Resul, Kurânın hükümlerinin dışına çıkmaz. Rivayetler bize sağlıklı sağlam kesin bir veri sunmmuyor.
tam nokta atışı yapmışsınız hocam, Allah razı olsun güzel yazı
Yorum Gönder