İtiraz 2- Yüz elli Yıllık Masal: Batının ilmini alacağız,
ahlakını değil!
Son yüz elli yıldır Batı karşısında aldığımız ağır
yenilginin altından kalkmak ve yenilmişlik kompleksinden kurtulmak için
ürettiğimiz ancak hiçbir gerçekliğe tekabül etmediğini bugün fark ettiğimiz bir
slogandır; “Batının ilmini almak, ahlakını almamak” . Bu sloganla yol aldığımız
150 yıllık süreçte silah sanayiinde, ekonomide, tahakkümde, eğitimde, bilgi
üretiminde Batı ile aramızdaki fark kapanmak yerine gittikçe açıldı. Ve bu bizi
“ilmini alamadık, bari ahlakını” alalım şeklinde okunabilecek bir kendinden
nefrete, bir harakiriye, kendi kendini yok etme aşamasına getirip bıraktı.
İstanbul Sözleşmesi’ne İtiraz Edenlere itiraz edenlere, itiraz. – 2
Sözleşme topluma yeni bir DİN dayatmasıdır diyoruz; buna itiraz edenler “Sözleşmenin “Tek Amacı”, “Kadına Yönelik Şiddeti” önlemektir. İtiraz edenler Kadına Şiddeti Savunuyor” diyorlar.Bu itirazın çerçevesinde konuşabilmemiz ve neye itiraz ettiğimizin anlaşılması için öncelikle Sözleşmenin tamamına hâkim olan ve 25 farklı yerde kendisine atıf yapılan GENDER ideolojisini (Toplumsal Cinsiyet) açmamız ve zemini tanımlamamız gerektiğini düşünüyorum. GENDER ideoloji anlaşılmadığı sürece konu ile ilgisi olmayan ve konudan haberdar olan çevrelerin kıs kıs üzerimize güldükleri bir pozisyonda kalmaya mahkûm kalacağız, kanaatindeyiz.
Öncelikle dikkat edilirse Sözleşme “İnsan Eşitliğine” atıf yapmıyor.
Hâlbuki “İnsan” tanımı; erkekleri, kadınları, çocukları,
siyahları, beyazları, özürlüleri, mültecileri, fakirleri, zenginleri, gayleri,
fahişeleri, bankacıları/tefecileri, Yahudileri, romanları, ateistleri ve akla
gelebilecek her türlü beşeri tanımı kapsıyor. Ancak Sözleşme kendisini ısrarla “İNSAN
EŞİTLİĞİ” üzerinden tanımlamıyor. Niçin?
Şu sebeple diyorlar:
“İnsan”, tanımı gereği kökeni tarihte, dinde, gelenekte,
örfte, ahlakta olan bazı başka geri plandaki tanımları da sırtına yüklenip
getiriyor. Bu alt tanımlar da insanlar arasında eşitsizliklere ve şiddete
bahane sayılabiliyor. Mesela, “İnsanlar
eşittirler ve hiç kimse bir başkasının hürriyetini kısıtlayamaz ilkesi” bir
ahlaki ilke çerçevesinde değerlendirilince “Zina Yapmayanların”, “Zina Yapanların”
özgürlüğünü kısıtlama, onları aşağılama vesilesi olabiliyor. Ya da “ahlak” üzerinden
yapılmış bir tanım, insanları, “Ahlaklı İnsanlar” ve “Ahlaksız İnsanlar” diye
ikiye ayırabiliyor.
Burada dikkat edilmesi gerekir ki, “İnsan”, başka insanları ahlak
üzerinden tanımlayabilme, kural koyabilme, ötekileştirebilme gücünü Tanrıdan ve
Andropostan (Ahlak va’z eden erdem erkeği, heteronormativiteyi inşa eden erkek.
Yani azizler, evliyalar, peygamberlerden) alıyor ve onlara dayanarak birilerini
ötekileştiriyor. Tanrı ve Andropos (Peygamber) sürekli insanlar arasında
ayrımcılıklar üretiyorlar. Ve tüm ayrımcılıklar da “şiddete” sebep oluyor.
Fark etmek zorundayız ki, “Tanrı Öldü” ve “İnsan”ın yani ahlakın arkasında kimse kalmadı. Dolayısı ile ölmüş bir Tanrı’nın “AHLAK ve ERDEM” üzerinden başka insanları ötekileştirmesine müsaade edilmemeli. Bunu ifade eden ünlü feminist kuramcı ve felsefeci Rosi Braidotti İnsan Sonrası eserinde “İnsan sonrası kuramı örgütlü olarak “insani” değerlerden uzaklaşma ve yabancılaşma biçimidir… Erkek insan modelini aşmak için yoğun bir transversalliğe ve sınırları aşmaya ihtiyacımız var… Erkek öznenin ezilmesi gerekir” derken “Ahlak erkeğinin” (peygamberlerin) ahlaklı-ahlaksız insan ayrıştırmasının önüne nasıl geçilebileceğinin formülünü bize söyler. Zeynep Ergun ise bunun ancak “Erkeğin (ahlak erkeğinin-AHÇ) acınası duruma düşürülüp ifşa edilmesi ile” mümkün olacağının altını çizer.
Fark etmek zorundayız ki, “Tanrı Öldü” ve “İnsan”ın yani ahlakın arkasında kimse kalmadı. Dolayısı ile ölmüş bir Tanrı’nın “AHLAK ve ERDEM” üzerinden başka insanları ötekileştirmesine müsaade edilmemeli. Bunu ifade eden ünlü feminist kuramcı ve felsefeci Rosi Braidotti İnsan Sonrası eserinde “İnsan sonrası kuramı örgütlü olarak “insani” değerlerden uzaklaşma ve yabancılaşma biçimidir… Erkek insan modelini aşmak için yoğun bir transversalliğe ve sınırları aşmaya ihtiyacımız var… Erkek öznenin ezilmesi gerekir” derken “Ahlak erkeğinin” (peygamberlerin) ahlaklı-ahlaksız insan ayrıştırmasının önüne nasıl geçilebileceğinin formülünü bize söyler. Zeynep Ergun ise bunun ancak “Erkeğin (ahlak erkeğinin-AHÇ) acınası duruma düşürülüp ifşa edilmesi ile” mümkün olacağının altını çizer.
Kimse kimseden "Ahlaklı olmasını bekleme" hakkına sahip değildir. |
Ancak ‘insan’, ötekileştirme tanımlarını dolayısı ile şiddet
araçlarını sadece Tanrı’dan almıyor; şiddetin tarih, gelenek, örf, adet, ‘normal’
ve ‘toplumun genel kabulü’ gibi başka dayanakları da vardır. O zaman şiddeti önlemek için ilk önce “İnsan”
kelimesinin sırtına yüklendiği “ötekileştirici” ağırlıklardan kurtulması
gerekiyor. Yani din, gelenek, örf, adet, ahlak, namus, şeref, ırz, normal,
toplumun genel kabulü vs. gibi tüm “dışlama” üreten normları belirleyen
yapıların/kaynakların reddedilmesi gerekiyor.
Ancak İNSAN kelimesinin derinliği ve “insanın” binlerce
senedir özellikle dinler tarafından tanımlanıyor olması buna imkân vermiyor. Başka
bir kelimeye ihtiyacımız var.
Sözleşme Ayrımcılığı, Kadın-Erkek eşitliği üzerinden de tanımlamayı reddediyor.
Bu kelime, bu süreçte uydurulmuş bir tanım olan “biyolojik
cinsiyet”ler yani KADIN-ERKEK eşitliği üzerinden de tanımlanmamalı. Çünkü
“kadın ve erkek” tanımları yine dinlerin sınırlarını kabul eden, “ikili
cinsiyet” hiyerarşisine (İki tane cinsiyet vardır: Kadın ve Erkek, fikrini
kabul eden düşünce-AHÇ) dayanan
kavramlardır. Ve LGBTTQ+ kimlikleri ifadeden acizdir. Onları içeri alamaz,
dışlar. Bizim tüm dışlanan kimlikleri içine alabilecek bir tanımlamaya ihtiyacımız
var, diyorlar. Bunun için öncelikle
Judith Butler’ın ifadesi ile “ikili
cinsiyet rejiminin bükülmesi” gerekir çünkü
ikili cinsiyet rejimi yani “heteroseksüellik tüm cinsiyet imkânlarını bizden
çalar”. Örneğin bu düşüncenin yansıması olarak “Bilim Adamı” kelimesini
dengelemek için üretilen “Bilim Kadını” ibaresine itiraz edilmiş ve eşcinsel
kimlikleri de kapsayan “Bilim İnsanı” tabiri üretilmiştir.
GENDER ya da Türkçeye tercüme edildiği haliyle “Toplumsal Cinsiyet”
kelimesi bu manada İnsan kelimesinde olduğu gibi “Allah’a, Andropos’a
(peygamberlere) dine, ahlaka, şerefe, namusa, örfi, geleneksel tanımlara”
hiçbir referans vermediği için Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans kimlikleri
sahiplenmeye dönük uygun bir kavramdır. Rosi Braidotti'ye göre Gender'la “Erkek imparatorluğundan azade
olmanın keyfine varma” zamanının geldiğini düşünür.
Ancak burada bir başka sorunla karşılaştığımızı ifade ediyor bu işlerin referansı ve peygamberi olarak gösterilen Judith Butler; Tanrıyı, ahlakı, erdemleri ve diğer geleneksel normları red ettiğimiz bu noktada GENDER’ın sahipleneceği kimlikler LGBTTQ+ ile sınırlı mıdır? Eğer sırf bu kimlikleri legalleştirecek isek yaptığımız sadece şiddet halkasını biraz genişletmek ve çemberi kadın erkek sınırından alıp LGBTTQ+ sınırına taşımaktan ibaret olmayacak mıdır?
![]() |
"Kimse Pedofilik olarak doğmayı kendi seçmedi. Onlara karşı anlayışlı olmalıyız." |
“Toplumsal Cinsiyetler” denen topluma rol, davranış, tepki,
kınama, dışlama dayatan tüm toplumsal ve cinsel modellerin ve kaynaklarının yok edilmesi gerekir. Bu noktada mesela biyolojik olarak erkek çocuğunu toplumsal
erkeklik kalıpları, biyolojik olarak kız çocuğunu “toplumsal kız” kalıpları ile yetiştirmek çocuklara uygulanan şiddet kapsamına girecektir. Üstelik şiddet
döngüsünü” kuracağı için şiddeti gelecek kuşaklara da taşıyacaktır. Yani bir
çocuğa iffetten, namustan, ardan, ayıptan, ahlaktan, mahremiyetten, bekâretten,
delikanlılıktan, güçlü olmaktan, mücadeleden falan bahsetmek ve bunları ona
öğretmek, ona rol yüklemek ve onun cinselliğini ve zevk alanını kısıtlamak
demektir. Bunları öğreterek çocuğa “cinsel ve toplumsal şiddet” uygulamış
oluruz. Çocuğun şiddetten kurtulabilmesi ve özgürce zevk ve eğilimlerini
yaşayabilmesi için çocuklar; Toplumsal Rollere, erkeklik ya da kadınlığa dair
hiçbir şey duymadan büyütülmelidir. Annamarie Jagose Queer Teori, Bir Giriş eserinde “Anneden kıza nakli durdurmalıyız” derken bunun nasıl yapılacağını
izah eder. (Hatırlarsanız Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Bakan olduktan
sonraki açıklamasında 162 adet Toplumsal Cinsiyete Duyarlı (cinsiyetsiz-AHÇ) Okul
açılacağını duyurmuştu.[1])
Genel bir toparlama olarak GENDER ideoloji; Yeryüzündeki bütün şiddetin kaynağında özellikle bebeklik ve çocukluk döneminde doyurulamamış ve baskılanmış cinselliğin olduğunu düşünür[2]. Cinselliği sınırlayarak insanı bir şiddet makinesi haline getiren ise Erdem, Ahlak talebinde bulunan, kural koyan Erkektir[3], iddiasındadır.
Bu nedenle GENDER İdeoloji şiddeti ortadan kaldırmak için her
türlü bireysel eğilimlerin, zevklerin önündeki engellerin kaldırılması için Ahlak
erkeğinin tanımladığı ve dayattığı psikolojik, ekonomik, fiziksel, toplumsal şiddete
ve ayrımcılığa sebep olarak görülen tüm dini, ahlaki, tarihi, geleneksel, örfi
ve toplumsal engellemelerin, tanımlamaların, toplumsal ve cinsel rollerin
reddedilmesi olarak okunabilir. Zygmunt Bauman’ın tanımlaması ile bu post-modern
dönemin Yüce Tanrısı ORGAZMdır; Vücut, Haz ve Dokunulmamazlık/Karışılmamazlık,
teslisin üzerinde durduğu üç ayaktır.
İtirazlar:
1.
GENDER (Toplumsal Cinsiyet) ideolojisini savunup
Gaylikten enseste kadar her türlü ilişkiyi meşrulaştırmamak ya da savunmamak
mümkün değildir. İslami/dini perspektifin ahlak, günah, mahremiyet, utanma, hayâ,
edep, fıtrat, ırz, namus, şeref, günah vs. gibi kavramları bir ÖTEKİ
tanımladıkları için; (Dikkat edilirse bu kelimelerin olumsuzları küfür, hakaret
anlamı da içerirler.) ahlaksız, günahkâr, namussuz, utanmaz, şerefsiz, edepsiz,
hayâsız, namahrem, anormal olarak tanımladıklarını ötekileştirmiş, kınamış, dışlamış
dolayısı ile onlara fiziksel, psikolojik ya da toplumsal yaptırım/şiddet
uygulamış olurlar.
Bu anlamda GENDER ideoloji ile İslam’ın bir araya getirilmesi bizce mümkün değildir. Çünkü karşımızda “değerleri yeniden tanımlayan” değil tüm değerleri REDDeden, tüm ahlaki, dini, katıları/sabiteleri/değişmez doğruları eriten, İyi ve Kötü kavramlarını yamultan, büken, iç içe geçiren, geçişken/translaştıran bir ideoloji var. Kendisi bir DİN olarak karşımızdadır. Yaptırımlarını da dinler gibi öteki dünyaya değil, direk bu dünyada devreye sokmayı hedefler.
Biz günah, haram, ahlak, edep, namus, şeref kavramlarına sahip olmayan bir
mantık ile düşünmek ve böyle bir fikriyata teslim olmak sorunda mıyız? Bu
mantık ile düşünmeye razı olduğumuzda Müslüman olarak kalma ihtimalimiz var mı?
Bu mesele, “Ben öyle düşünmüyorum!” denilerek geçiştirilebilecek bir şey
değildir. Kimse bize “Sen bunu nasıl anlıyorsun?” diye sormuyor. Fikriyatın
Avrupa’da uzun yıllara dayanan bir geçmişi ve bunun için üretilmiş Avrupa’da yığınla
müktesebat var.
2.
GENDER İdeoloji, bireyi, “dinin, ahlakın, geleneğin,
örfün Toplumsal Cinsiyet kalıplarından” özgürleştirirken merkeze aldığı HAZ odaklı
düşünce biçiminin sınırları yoktur. Bu düşünce biçiminde HAZların sorgulanması
mümkün değildir. Birinin –toplumda ne kadar iğrenç olarak tanımlanırsa
tanımlansın- herhangi bir cinsellik talebi “hazlarını kontrol etmesi gerektiği”
talebi veya baskısı ile karşılanamaz. Aksine bu kınama ve dışlama eğilimi
taşıyan fikrin toplumdan dışlanması ve yok edilmesi gerekir, iddiasındadır.
Ancak dinlerin “şehvetini kontrol et” tavsiyesinin, kişinin kendisine dönük cinsel şiddet olduğunun ve “bunun toplumla arızalı, şiddete yönelik ilişkiye evrildiği fikrinin her hangi bir dayanağı yoktur. Üstelik kişi bir eşcinselin duyduğu hazzı aldatmadan ya da yalancılıktan veya hırsızlıktan alıyorsa, eğilimi bu yöne ise bu durumda “Niçin hırsıza, katile, sahtekâra, sadistin eğilimine karşı anlayışlı olmamız gerekmiyor?” O’nun hazzının önündeki engelleri de kaldırmamız, onun ötekileştirilmesine karşı çıkmamız ve ona karşı uygulanan psikolojik, toplumsal ve fiziksel şiddetle de mücadele etmemiz gerekmiyor? Neden ona yapılan ayrımcılığı görmemezlikten geliyoruz? Sonuçta hırsızlığın, tecavüzün, aldatmanın çirkin bir şey olduğunu da dinler tanımlıyorlar. “İnsani” olmayan yapılar için hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık, cinayet gibi başka EĞİLİMLERİN tanımı yapılmamıştır. İNSANı reddettiğimiz yerde bu eğilimlerin de suç olarak kalması mümkün olmayacaktır. (Büyük egemenlerin istedikleri hariç.)
Ancak dinlerin “şehvetini kontrol et” tavsiyesinin, kişinin kendisine dönük cinsel şiddet olduğunun ve “bunun toplumla arızalı, şiddete yönelik ilişkiye evrildiği fikrinin her hangi bir dayanağı yoktur. Üstelik kişi bir eşcinselin duyduğu hazzı aldatmadan ya da yalancılıktan veya hırsızlıktan alıyorsa, eğilimi bu yöne ise bu durumda “Niçin hırsıza, katile, sahtekâra, sadistin eğilimine karşı anlayışlı olmamız gerekmiyor?” O’nun hazzının önündeki engelleri de kaldırmamız, onun ötekileştirilmesine karşı çıkmamız ve ona karşı uygulanan psikolojik, toplumsal ve fiziksel şiddetle de mücadele etmemiz gerekmiyor? Neden ona yapılan ayrımcılığı görmemezlikten geliyoruz? Sonuçta hırsızlığın, tecavüzün, aldatmanın çirkin bir şey olduğunu da dinler tanımlıyorlar. “İnsani” olmayan yapılar için hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık, cinayet gibi başka EĞİLİMLERİN tanımı yapılmamıştır. İNSANı reddettiğimiz yerde bu eğilimlerin de suç olarak kalması mümkün olmayacaktır. (Büyük egemenlerin istedikleri hariç.)
![]() |
Sayın Emine Erdoğan'dan NÖTR Cinsiyetlere vurgu. |
“HAK” kelimesi Tanrıya referans
verir. HAKLI olmak, Tanrı tarafından Meşru kabul edilmektir. HAK Allah’ın bir
ismidir. HAK’kın referansı olarak Tanrı’yı devreden çıkarıp, yerine birkaç
eşcinsel felsefecinin sanrılarını, kimse ile uzun süreli sağlıklı ilişki
kuramamış psikolojisi bozuk feminist
ablaların kuruntularını ya da egemenlerin dayatmalarını referans edinmeyi niçin
kabul etmemiz gerekiyor? Bu bir DİN değişimi değil midir?
3.
Gender kalıplar ya Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
üzerinden ‘Din, Tanrı, erdem, ahlak, ırz, namus, şeref gibi kavramların
olmadığı “NÖTR Cinsiyetli” bir toplum kurduğumuzda şiddet ortadan kalkacak’
iddiası öyle çok ayakları yere basan bir iddiaymış gibi de gelmiyor bize.
Çünkü Tanrı, Andropos (Peygamberler) veya tarihin kuralları/normları belirlemediği yerde ortam boş kalmıyor ve o boşluk Medya tarafından yani GÜÇ sahiplerince dolduruluyor.
Ahlakın, Erdemin, Namusun, Şerefin belirlediği kuralların yerini; “MEDYA”, “Uzmanlar”, “Bilim Kurullarının” gerçekte ise onların sahibi olan sermayenin kuralları, normları alıyor. Bu sefer ötekileştirmeler sermayenin tanımları üzerinden yürümeye başlıyor. Ancak Tanrının ve Peygamberlerin değerleri zengin/fakir/kral ya da köle herkesi hesaba çekerken güç sahiplerinin normları sadece alt sınıflar için geçerli oluyor ve üst tabakaları sigaya çekemiyor. Bu anlamda Gender İdeoloji zenginlerin, fakirlerin üzerinde kurdukları tahakkümün önündeki engellerin, ayak bağlarının temizlenmesi anlamına da geldiği kanaatindeyiz.
Dikkat edilirse Covid-19 günlerinde bütün dünyada dini, ahlaki, geleneksel, örfi tüm uygulamaların iptal hakkı DSÖ denen ve Rochefeller ailesi ile yakın ilişkileri sürekli sorgulanan bir yapının yerel bazdaki uzantılarına devredildi. Böyle bir yapının, hasta olsun ya da olmasın bütün insanların en sıradan haklarını ellerinden alabilmesinin meşruiyeti sorgulanamamıştır. Bu yapının tavsiyesi ile ateşli, öksüren, burnu akanların topluma teşhiri ya da hâkim söyleme itiraz eden videoların, paylaşımların sosyal paylaşım sitelerinden kaldırılmasına karşı itiraz da geliştirilememiştir. Dine, Ahlaka, Normale, “Herkesin Kabulüne” itiraz edebilirken “Kamu Sağlığı” ya da “Bilim Kurulu Kararı” denen dayatmalara da direnilememiştir. Egemenlerce kurulmakta olan takip ve gözetleme sistemleri; toplumu, takip edilebilenler ve takip edilemeyenler, maskeliler ve maskesizler, aşılılar ve aşısızlar gibi ayrımlara zorlarken egemenlere engel olabilecek tüm direnç noktalarının (din, ahlak, erdem, gelenek, örf vs.) oldukça geriletilmiş olduğu dikkatlerden kaçacak gibi değildir. Daha yolcu taşımaya başlamadan havayolu ve seyahat şirketlerinden bilet almak için koşulan HES sertifikası şartı ile seyahat özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar seyahat edecekler arasında bile “takip edilmeyi kabul etmenin” şart koşulması gibi ayrımcılıklar GENDER ideolojinin radarına takılabilen ayrımcılık olmayacak gibi duruyor.
Daha açık konuşalım Gender İdeoloji toplumların egemenlerin kontrol edemediği değerlere saldırıp onları dağıtırken egemenlerin kontrolüne açık boşluklar inşa eder. Bu noktada Zygmunt Bauman’ın “Cinsellik binlerce yıl kalıcı yapılar kurmanın aracı iken artık toplumu zerrelere ayırmanın aracı oldu” ibaresinin altının çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Çünkü Tanrı, Andropos (Peygamberler) veya tarihin kuralları/normları belirlemediği yerde ortam boş kalmıyor ve o boşluk Medya tarafından yani GÜÇ sahiplerince dolduruluyor.
Ahlakın, Erdemin, Namusun, Şerefin belirlediği kuralların yerini; “MEDYA”, “Uzmanlar”, “Bilim Kurullarının” gerçekte ise onların sahibi olan sermayenin kuralları, normları alıyor. Bu sefer ötekileştirmeler sermayenin tanımları üzerinden yürümeye başlıyor. Ancak Tanrının ve Peygamberlerin değerleri zengin/fakir/kral ya da köle herkesi hesaba çekerken güç sahiplerinin normları sadece alt sınıflar için geçerli oluyor ve üst tabakaları sigaya çekemiyor. Bu anlamda Gender İdeoloji zenginlerin, fakirlerin üzerinde kurdukları tahakkümün önündeki engellerin, ayak bağlarının temizlenmesi anlamına da geldiği kanaatindeyiz.
Dikkat edilirse Covid-19 günlerinde bütün dünyada dini, ahlaki, geleneksel, örfi tüm uygulamaların iptal hakkı DSÖ denen ve Rochefeller ailesi ile yakın ilişkileri sürekli sorgulanan bir yapının yerel bazdaki uzantılarına devredildi. Böyle bir yapının, hasta olsun ya da olmasın bütün insanların en sıradan haklarını ellerinden alabilmesinin meşruiyeti sorgulanamamıştır. Bu yapının tavsiyesi ile ateşli, öksüren, burnu akanların topluma teşhiri ya da hâkim söyleme itiraz eden videoların, paylaşımların sosyal paylaşım sitelerinden kaldırılmasına karşı itiraz da geliştirilememiştir. Dine, Ahlaka, Normale, “Herkesin Kabulüne” itiraz edebilirken “Kamu Sağlığı” ya da “Bilim Kurulu Kararı” denen dayatmalara da direnilememiştir. Egemenlerce kurulmakta olan takip ve gözetleme sistemleri; toplumu, takip edilebilenler ve takip edilemeyenler, maskeliler ve maskesizler, aşılılar ve aşısızlar gibi ayrımlara zorlarken egemenlere engel olabilecek tüm direnç noktalarının (din, ahlak, erdem, gelenek, örf vs.) oldukça geriletilmiş olduğu dikkatlerden kaçacak gibi değildir. Daha yolcu taşımaya başlamadan havayolu ve seyahat şirketlerinden bilet almak için koşulan HES sertifikası şartı ile seyahat özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar seyahat edecekler arasında bile “takip edilmeyi kabul etmenin” şart koşulması gibi ayrımcılıklar GENDER ideolojinin radarına takılabilen ayrımcılık olmayacak gibi duruyor.
Daha açık konuşalım Gender İdeoloji toplumların egemenlerin kontrol edemediği değerlere saldırıp onları dağıtırken egemenlerin kontrolüne açık boşluklar inşa eder. Bu noktada Zygmunt Bauman’ın “Cinsellik binlerce yıl kalıcı yapılar kurmanın aracı iken artık toplumu zerrelere ayırmanın aracı oldu” ibaresinin altının çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
4.
Burada dikkat çekilmesi gerekir ki, muhtemelen
büyük bir dalgınlıkla Butler da, İstanbul Sözleşmesi de, “eşitlik” söyleminin
içine katmanlar arası eşitlik talebini yerleştirmez. Butler ve takipçileri
“ahlak”, “erdem” tanımlayan insandan gelen ayrımcılığa odaklanmışken şiddetin ve
çatışmaların en büyük nedeninin kitleleri, ekonomik dar boğazlara savuran ve
sefalete düşmelerine neden olan gelir adaletsizliğinden kaynaklandığını
göremezler. Mesela kendisi İsviçre dağlarında özel öğrencilerin gittiği özel
bir üniversitede haftada sadece 2 saat ders vererek edindiği hayat standardı
ile onun evinde 7 gün ve çok daha fazla mesai ile temizlik ve hizmetçilik yapan
kadının hayat standardı arasındaki devasa eşitsizliği ve bu eşitsizliğin neden
olduğu psikolojik, ekonomik, sosyolojik şiddeti, bu şiddeti var eden ekonomik
yapıyı ve bu yapının normal kabul edilmesindeki arızayı, fark edemez. Bir hayat
kadınını, sadece hayatta kalmak için günde 15 ila 25 erkeğe hizmet vermek
zorunda bırakan şartlar ve onunla aynı ‘Ekonomik hayat standardını’ paylaşmak
zorunda kalan 500 milyondan fazla kadın ile 5 kişinin dünyanın tüm
servetlerinin yarısını ele geçirmesine sebep olan ekonomik süreç arasındaki ilintiyi
hissettiğine dair hiçbir ipucu yoktur. Gerçekte kâr kane işletmecisini korumak
demek olan “Çalışamaya devam et. Sen fahişe değil seks işçisinin“ diyerek hayat
kadınına, toplumun değer yargılarından koruyan bir “sosyal statü” vermeye
çalışırken onun kapitalist tarafından “ekonomik sömürge” edilmesinden rahatsız
olduğuna dair bir işaret de yoktur.
Emperyalizm Suriye’ye çöktüğünde ve milyonlarca kadın, mülteci durumuna düşürülüp yerinden, yurdundan, topraklarından, geçim kaynaklarından, güvenlik ortamından, ailesinden ve hatta canından edildiği süreçte Türkiye’deki Suriyeli mülteci kamplarını ziyaret eden Angelina Jolie kamplarda Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dikkat edilip edilmediğini sorgulamış ve Türkiye Hükümeti Suriyeli mültecilere Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kursları düzenlemeye başlamıştı. Bu örnek GENDER İdeolojinin, kadınları(toplumları) sefalete savuran arkadaki devasa emperyal müdahaleleri, petrol savaşlarını, sömürüyü, emperyalizmi görmeyen hatta gizleyen ancak sefalete sürüklenmiş kadınlara “Bütün bunlara sebep senin kocandır, babandır” diyen anlayışa uygun bir örnek olarak verilebileceğini düşünüyoruz.
Gender İdeolojinin küçük erkekler karşısındaki “sert tavrı”nın büyük erkekler karşısında görünmez olduğu fikrinde biz yalnız değiliz: Ünlü Feminist Kuramcı Nancy Fraser’ın meşhur manifestosunda dediği gibi 3. Dönem feminizm “küçük erkeklerden kurtardığı kadınları, büyük erkeklerin haremine” atar.
Yine ayrımcılığın en aşikar biçimi, “zirvesi” olarak görülen sadece parası olan kadınların (insanların) girebildiği mekânlar, sadece bazı kadınların(insanların) sahip olduğu imkânlar, sadece bazı kadınların sahip olduğu eğitim fırsatları ve sağlık şartları arasındaki korkunç uçurumların “eşitsizliğine dair” de Sözleşmede hiçbir şeye işaret edilmiyor olması ve “eşitlik talebinin” içinde katmanlar arasındaki emek değeri ve gelir adaletsizliğine yönelik hiçbir ifade kullanmamasını da çok büyük bir talihsizlik olarak görüyoruz. Ancak bu böyle olsaydı muhtemelen bütün projeyi ekonomik olarak finanse eden ve lojistik siyasi gücünü var eden Bloombergler, Rochefellerlar, Bill Gates’ler ve diğerlerinin desteğini almak da çok zor olacaktı.
Emperyalizm Suriye’ye çöktüğünde ve milyonlarca kadın, mülteci durumuna düşürülüp yerinden, yurdundan, topraklarından, geçim kaynaklarından, güvenlik ortamından, ailesinden ve hatta canından edildiği süreçte Türkiye’deki Suriyeli mülteci kamplarını ziyaret eden Angelina Jolie kamplarda Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dikkat edilip edilmediğini sorgulamış ve Türkiye Hükümeti Suriyeli mültecilere Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kursları düzenlemeye başlamıştı. Bu örnek GENDER İdeolojinin, kadınları(toplumları) sefalete savuran arkadaki devasa emperyal müdahaleleri, petrol savaşlarını, sömürüyü, emperyalizmi görmeyen hatta gizleyen ancak sefalete sürüklenmiş kadınlara “Bütün bunlara sebep senin kocandır, babandır” diyen anlayışa uygun bir örnek olarak verilebileceğini düşünüyoruz.
Gender İdeolojinin küçük erkekler karşısındaki “sert tavrı”nın büyük erkekler karşısında görünmez olduğu fikrinde biz yalnız değiliz: Ünlü Feminist Kuramcı Nancy Fraser’ın meşhur manifestosunda dediği gibi 3. Dönem feminizm “küçük erkeklerden kurtardığı kadınları, büyük erkeklerin haremine” atar.
Yine ayrımcılığın en aşikar biçimi, “zirvesi” olarak görülen sadece parası olan kadınların (insanların) girebildiği mekânlar, sadece bazı kadınların(insanların) sahip olduğu imkânlar, sadece bazı kadınların sahip olduğu eğitim fırsatları ve sağlık şartları arasındaki korkunç uçurumların “eşitsizliğine dair” de Sözleşmede hiçbir şeye işaret edilmiyor olması ve “eşitlik talebinin” içinde katmanlar arasındaki emek değeri ve gelir adaletsizliğine yönelik hiçbir ifade kullanmamasını da çok büyük bir talihsizlik olarak görüyoruz. Ancak bu böyle olsaydı muhtemelen bütün projeyi ekonomik olarak finanse eden ve lojistik siyasi gücünü var eden Bloombergler, Rochefellerlar, Bill Gates’ler ve diğerlerinin desteğini almak da çok zor olacaktı.
5. Nesilleri GENDER ideolojisinin ötekileştirmeyen
dinden, ahlaktan, namustan, şereften, gelenekten bağımsız toplumsal erkek ya da kadın rollerini
öğretmeden, Emine Erdoğan Hanımın Dünya Downlular günü twitter mesajına da konu olan “nötr cinsiyet” ideolojisi ile yetiştirmenin
daha üstün, daha harika bir sistem olduğuna dair de elimizde hiçbir bilgi yok. Cinsiyetsiz
Gender ideolojisi ile ırz, namus, şeref, mahrem, edep, hayâ, günah kavramları
öğretilmeden yetiştirilen çocukların, toplumsal Erkek ya da Kız rollerini
sahiplenerek yetiştirilen ve Toplumsal Roller edinen çocuklardan daha kaliteli hayatlar
kurduklarına, daha kaliteli insanlar olduklarına dair de elimizde hiçbir kanıt
yok[4].
Bu konuda ortalıkta, 3-5 gay ya da lezbiyen ideolojistin sanrılarından başka
elimizde tutunabilecek bir dal bulunmuyor. Üstelik bu ideologların binlerce
yılın birikimi Din, gelenek, örf ya da üstadların (peygamberlerin) getirdikleri
çözümlerden daha iyi çözümler getirmiş olduklarına dair de elimizde herhangi
bir delil yok.
Elimizde ispatlanmış bir bilgi, GENDER ideoloji üzerine kurulmuş sağlıklı bir toplum, şiddetin yok edildiği her hangi bir coğrafya ya da ümitli olmamız için elimize güzel istatistikler veren herhangi bir uygulama alanı yok. Tam aksine GENDER İdeolojinin dayatıldığı toplumlarda istatistiklerin yönü, bu fikri savunanlarca açıklaması çok zor yönlere doğru evrilmekte. (Bu konuya sonraki bir yazılarda daha geniş girmek istiyoruz.)
İnsanların birbirlerinden ahlak, erdem, namus talep etmedikleri bir toplumun halihazırdaki toplumdan daha iyi bir toplum olduğunu hangi delile istinaden biliyorsunuz? Eğer ortaya çıkan toplum ahlak ve erdem talebindeki toplumdan çok daha beter bir toplum olursa dağıttıklarınızı nasıl toplamayı düşünüyorsunuz?
Elimizde ispatlanmış bir bilgi, GENDER ideoloji üzerine kurulmuş sağlıklı bir toplum, şiddetin yok edildiği her hangi bir coğrafya ya da ümitli olmamız için elimize güzel istatistikler veren herhangi bir uygulama alanı yok. Tam aksine GENDER İdeolojinin dayatıldığı toplumlarda istatistiklerin yönü, bu fikri savunanlarca açıklaması çok zor yönlere doğru evrilmekte. (Bu konuya sonraki bir yazılarda daha geniş girmek istiyoruz.)
İnsanların birbirlerinden ahlak, erdem, namus talep etmedikleri bir toplumun halihazırdaki toplumdan daha iyi bir toplum olduğunu hangi delile istinaden biliyorsunuz? Eğer ortaya çıkan toplum ahlak ve erdem talebindeki toplumdan çok daha beter bir toplum olursa dağıttıklarınızı nasıl toplamayı düşünüyorsunuz?
6. Bu sözleşme “Öldürülen, dayak yiyen kadınları
kurtaracak, bunu tartışmalıyız” diyenlere, “Biz tuzaktaki peynirin lezzetine
hiç itiraz etmedik ki”, diyoruz. Avcının tuzağa koyduğu peynirin “avcının
cömertliğe delil” sayılmasına itiraz ediyoruz. (Bu da ayrı bir yazının konusu.)
Ahmet H. Çakıcı
Şevval 1441
İnşallah devam ederiz.
[2] “Çocuklar
üreyemezler, ancak daha doğdukları andan itibaren cinsellikle, yani bedenin tüm
haz duyguları üzerinden yaşanan hazlarıyla içli-dışlı bir ilişki
içerisindedirler. Bu hazlar ondan birer birer esirgenecektir büyüdükçe… Ya da
öyle sanılacaktır.[2]” …
Hayatının ilk beş yılı boyunca adım adım ailenin cinsel kurgusundan dışlanan
çocuk, ergenlikte, yani biyolojik olarak üreme kapasitesine sahip bir
ön-yetişkin olduğunda, cinsellikle zorunlu olarak yeniden ilişki kurar. Ancak
bu ilişki (ki bastırılmış olanın geri dönüşünden başka bir şey değildir)
mutlaka histerik ve şiddet dolayımlı olmak zorundadır artık”
Cinsellik Muamması. Bülent Somay, “Bozok” Aile, s:119
Cinsellik Muamması. Bülent Somay, “Bozok” Aile, s:119
[3] Konu
hakkında geniş bilgi https://www.ahmethakancakici.com/2019/09/2-queer-teori-ahlak-sonras-toplum.html
[4] Bu
konuda bir yazı için https://www.ahmethakancakici.com/2020/01/toplumsal-ve-cinsel-roller-krlnca.html
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: İtiraz 2- GENDER
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
5 yorum:
hocam çok aydınlatıcı bir yazı olmuş. yirmi senedir dindarlar iktidarda. binlerce vakfımız, STKmız, üniversite-fakülte pırofesörlerimiz var. ama dünyadan bîhaberler. yüz-ikiyüz sene öncesinin kafasıyla yaşıyorlar. hayâtın içinden, olayları dürüstce yorumlayan, düşmanın tuzaklarını birebir takib etmeye çalışan sizler gibi gerçek entellerin(aydınlanmış-akıl sahiblerinin) çalışmaları çok önemli. teşekkür ediyorum.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Rabbim emeklerinizi zayi etmesin.
İstanbul Sözleşmesi İtirazının en sonunda [“Biz tuzaktaki peynirin lezzetine hiç itiraz etmedik ki”, diyoruz.] cümlesini, sonra birinci yorumdaki [“Yirmi senedir dindarlar iktidarda. binlerce vakfımız, STKmız, üniversite-fakülte profesörlerimiz var. ama dünyadan bîhaberler. yüz-ikiyüz sene öncesinin kafasıyla yaşıyorlar. hayâtın içinden, olayları dürüstce yorumlayan, düşmanın tuzaklarını birebir takib etmeye çalışan sizler gibi gerçek entellerin(aydınlanmış-akıl sahiblerinin) çalışmaları çok önemli.”] cümlesini, bir de ilk paragraftaki [“Son yüz elli yıldır Batı karşısında aldığımız ağır yenilginin altından kalkmak ve yenilmişlik kompleksinden kurtulmak için ürettiğimiz ancak hiçbir gerçekliğe tekabül etmediğini bugün fark ettiğimiz bir slogandır”] cümlesini alıp bağlamından koparmak, bir büyüteç altında, bir adım geri çekilerek sakince bir bakmak istiyorum.
Acaba biz şikayeti, eleştiriyi, mağduriyeti hayat biçimi olarak benimsedik de yapmamız gereken şeylere seyirci kalıp maruz kaldığımız şeylerden mağduriyet üreterek mi siyaset yapmaya çalışıyoruz? Soru şu; toplumda kadına şiddet olarak çok örneğini gördüğümüzü bir şiddet sorunu var mı ? Evet. Bunu engellemek, ortadan kaldırmak için toplumun önüne tuzaksız, “lezzetli bir peynir” koyduk mu ? Hayır. Bu kadar insan, dünya kadar kaynak kullanarak, 20 senedir iktidarında bunu engelleyebilecek bir vizyon ortaya koydu mu, koyduysa bile bu vizyon başarıya ulaştı mı? Hayır. O zaman en son cımbızlanmış cümleye geliyorum. Ağır yenilginin kaynağı düşünsel bir eziklik mi yoksa, teorideki “eğer iman ediyorsanız üstün gelirsiniz” arasında, cümlede olmayan ama mesajın içinde olan ‘eğer iman ediyorsanız, itaatinizi/dininizi ancak Allaha has kılarak ibadet edin ki Allah size bir zafer versin, sizi üstün getirsin’yaklaşımında, aradan atılan ibadetin geniş anlamındaki pratiklere ait bir eziklik mi? İbadeti hayatın içinden çekip kelimenin teknik anlamına, belirli zamanlara indirgenmiş bir ritüel çerçevesine daralttıktan sonra din, ne silikon vadisine ne de Londra borsasına uğramıyor. Kelime anlamına indirgenmiş kitap ancak saçı sakalı traş eden adamı bacağından toyota pikapın tampouna bağlayıp çölde sürükleyecek takvalı kardeşler arıyor. Tarihsel olarak dinin orjinal mesajını yaymaktan sıkıldık, askeri olarak üstünlüğü korumaya çalışmaktan sıkıldık, ileri teknoljiyi, bilgiyi ve dolayısıyla algıyı yönetebilir bir konumda olmaktan vazgeçtik, hala da istemiyoruz. Sıkılıyoruz. Matematik de dünya işi, bilim de. Toplumlar binbir farklı yöne evrilmiş, milyonlarca irili ufaklı sorun, elimizde tek bir reçete “Kuran”. Amenna. Reçete doğru ama tedavi?? Ben; arkadaş başın ağrıyorsa şu ayetleri yazayım suya koy sabah namazından sonra aç karınla iç diyorum, elin oğlu veriyor parasetamolü şak ağrı gitti. Ben; gerekirse alır elime keleşi dağa çıkarım diyorum, elin oğlu Teksasın köyünde konteyner içerisinde tweetten yerimi tesbit edip siha ile şak beni vurup, öğle arasında domuz pirzolası yiyor. Biz çalışıp insanın fıtratına uygun çözüm üretemediğimiz sürece edilgen olmaya devam, şikayete, mağduriyete, ezikliğe devam.
Yani özetle; sorunlarımızı biz sahiplenmediğimiz sürece elin oğlu kendine zararı minimumda tutabilmek için, daha fazla avantaj elde edebilmek için üstlenip, kendi meşrebince çözüyor gibi yapacak. Bizim muhatabımız insan. Ateisti de komünisti de eşcinseli de olsa insan. Ya çözeceğiz veya kendi kum havuzumuzda “anneee, gözüme kum atıyor” diye ağlaşıp kardeşlerimize girişmeye devam edeceğiz.
Anonim,
İlgi ve iltifat göstermiş yorum yapmaya değer görmüşsünüz. Çok teşekkür ederim.
Bu yazı dizisini devam ettirmeyi ve bu bahsini ettiğiniz konuları sonraki İTİrazlarda kendimizce cevaplandırmayı düşünüyoruz.
Genel olarak, bu ülkede her yıl 3000 civarında erkek öldürülürken, 3 yılda (2014-2017) intihar eden erkek sayısı 7041 iken ya da her yıl tespit edilebilen/kayda giren (ki neonatisid cinayetlerinde rakam çoook daha yüksek olduğu düşünülüyor) Çocuk sayısı 400'ü geçerken (çoğunlukla anneleri tarafından) neden yine 470'li rakamlarda olan kadın cinayetlerinin Gündeme getirildiği, şiddetin cinsiyetçilik üzerinden tanımlandığı ve bunun işi işlevi, emperyal bağlantıları üzerinde durmaya çalışacağız.
kadına şiddet söylemi üzerinden yedirilen "ORGAZM TAPICILIĞI" ideolojisinin girdiği toplumlarda şiddeti önleyip önlemediğini sorgulamaya çalışacağız. Basınç yerinde dururken bir deliği tıkadığınızda başka nerelerden delikler ortaya çıktığını hissettirmeye çalışacağız.
Bütün bunlara CEVAP veremezsek bile; kadına şiddeti Batılıların istediği biçimde tanımlayabilmek için "gelin bari gavur olalım" teklifinin gayr-i meşruluğuna işaret etmeye çalışacağız kendimizce.
Tekrar yorum yapmaya değer bulduğunuz için teşekkür ederim.
Asıl ben fikirleriniz ve emeğiniz için teşekkür ederim Ahmet Bey.
Kesinlikle insana, kadına, doğaya, hayvana şiddeti batılıların istediği biçimde tanımlamamalı, "gelin bari gavur olalım" teklifini de ayaklarımızın altında çiğnemeliyiz. Bu açıdan tam olarak katılıyorum size.
Sadece işaret etmeye değer bulduğum konu, buna karşı duruş biçimi olarak eleştirilerimizin pratik yönündeki zaafiyetti. Biz zayıf bırakılmışlara adalet mesajından bir umudu taşımıyorsak, Kazdağlarında siyanürü, Rizede HESi, kıyılarda yangınlar neticesinde betonlaşmanın önlenmesi için nöbeti biz tutmuyorsak; kedi tekmeleyip köpek yakan adamlar serbest kaldığında meydanı karikatürize teyzelere bırakıyorsak; başı açık olması sebebiyle, o saatte orada olması sebebiyle, zaten, diyerek apaçık bir suç için zihni gerekçeler bulup sakince oturuyorsak; batılı ve batıcı menfaatperestlere çok da kızmak anlamlı olmayabilir diyorum.
Bu yazıyı ne ben ne de siz Akkuyu nükleer santraline karşı bir çadırın içinden veya kocam beni bu sefer öldürecek lütfen sesimi duyun diyen bir kadının bahçesindeki bir çadırın içinden yazıp okumuyoruz. Bazı güzel fiiller işlerken, bu memlekette her türlüsünü gördük, insan kalabilmek için “gelin bari gavur olalım” diyen çocukların anlam çağrısını duyduğumuzu, tutunacak tek dalın menfaatperestlerin siyaseti olmadığını, bunu yazan, bunu okuyuan, aynı acıyı en az onlar kadar hissedip Allah’ın ipine sarılan güzel insanların var olduğunu artık yan çadırdan anlatmalıyız belki de diyorum.
Sevgi ve saygılarımla...
Yorum Gönder