Tekkeden Kerametler 17- Yahudi Mezarlığı

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 13 Mar 2008 0 yorum
Bir haber düştü önümüze; 
“İstanbul Hasköy’de Yahudi mezarlığına gece gelen çocuklar, onlarca mezar taşını tahrip etti.”[1]

Türkiye Hahambaşılığı Vakfı’nın olayı basına duyurmasının ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olayın iki failinin gözaltına alındığını duyurmuş. İstanbul Valiliği ise olay
ın 5 çocuk tarafından gerçekleştirildiğinin tespit edildiğinin açıklamasını yapmış.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye Musevileri Hahambaşı’sı İsak Haleva’yı telefonla arayarak geçmiş olsun dileklerini iletmiş.

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermiş.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik ile CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu saldırıyı basına yaptıkları açıklama ile kınamış.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Türk Yahudi Toplumu Eşbaşkanı İshak İbrahimzadeh’i telefonla arayarak üzüntülerini iletmiş.

Başı örtülü bir hanım yazar ise “Ölü bedenlerin -kim olursa olsun- saygı görmeye hakkı var” diye konuya sahip çıkma adına köşe yazısı yazmış.

Yani yetkililerimiz ve aydınlarımız olayın hesabını sormak ve Yahudi Cemaatinin gönlünü ferahlatmak için ellerinden geleni esirgemeyeceklerini hem beyanatları ile hem de fiili olarak göstermek istemişler.

Haberi beraber okuduğumuz arkadaşlardan biri, “Yahudi cemaatinin mezarlarının tahrip edilmesi karşısında gösterilen hassasiyeti takdir ediyorum lakin yüzlerce senelik Müslüman mezarlarına bigâne kalıp sahip çıkmaz ya da çıkamazken, yetkililerimizin Yahudi Cemaatinin mezar taşları için açıklama yarışına girişmelerini nasıl izah edeceğiz?” deyince diğeri, “Sanırım hükumet yetkililerinin derdi, mezar taşlarına karşı duydukları hassasiyetinden çok Yahudi Cemaatinden gelebilecek tepkiden çekinmeleri. Tarihi Müslüman mezarlarına ve mezar taşlarına (şahidelerine) karşı gösterilen umursamazlık hali ise ne yazık ki, uzun süredir Müslümanların razı olmak zorunda kaldıkları ciddiyet ve haysiyetten uzak hayata işaret ediyor olabilir“ dedi.

Bursa Suriçi

Bursa benim için bir “dış” değil bir “iç”tir. Zevksiz eller ona kıyabildiği kadar kıysın, gözümde ve gönlümde hiçbir şeyi değiştiremez. Bu yurt bucağı, bu vatan köşesi, seyahati zaruri kılmayan bir çekicilikle her vakit yüreğimdedir. Bursa, hakikati hayal yapan kutsal bir diyardır. Bursa Türklüğün, Konya gibi, beşiklerinden biridir. Her Türk, biraz Bursa’da doğar, onun için Bursalı olmayan Türk yoktur; diyebiliriz.” [2]

Hasan Ali Yücel

 Soldaki Çakırhamam’ı geçtikten sonra sağdaki Timurtaş Paşa Türbesinin arkasından[3], Balibey Han’ını ve Okçu Baba Türbesini sağımıza alarak Tophane yokuşunu tırmanıyoruz. Osman ve Orhan Gazilerinin türbeleri ile Fatih Sultan Mehmed Hanın doğduğu rivayet edilen -şimdilerde kalıntıları üzerinde Asgari Garnizon olan- Bey Sarayının ve ilk olarak Sultan Abdülaziz döneminde inşa edilen sonra Abdülhamit Han döneminde yıkılıp yeniden yapılan yangın gözetleme kulesinin (şimdilerde Saat Kulesi) bulunduğu Tophane Meydanına doğru ilerlemeden Saltanat Kapıdan Suriçine kıvrılıyoruz.

Bu dar bölge, Osmanlının kuruluş döneminin pek çok önemli isminin yadigârları ile dolu: Orhan Gazinin hanımı Nilüfer Hanım adına yapılmış Nilüfer Hatun (Darphane) Mescidi; Osmanlının hanedan dışında ilk kez “paşa” unvanını verdiği, Orhan Gazi’nin çocuklarının talim ve terbiyesi ile görevlendirildiği için ‘Lala’ unvanına da sahip; İskeçe, Drama, Korada, Zihne, Serez, Avret Hisarı, Vardar Yenicesi, Kararfiye, Samuka, İhtiman, Kırk Kilise (Kırklareli) ve Vize’nin fetihlerinde komutan olan Lala Şahin Paşa’nın Medresesi; Ertuğrul Gazi’nin Alplerinden Aykut Alp’in torunu, Yıldırım Bayezid’in Lalası, Manastır, Pirlepe, İştip gibi birçok Balkan bölgesinin fatihi, 1. Murat Hüdavendigar’ın hem veziri hem Trakya Beylerbeyi adına Bursa’da mahalle kurulmuş olan Kara Timurtaş Paşa’nın oğlu, Çelebi Mehmet ve II. Murat’a vezirlik etmiş Oruç Beyin hamamı ve türbesi; Yeşil Camii’nin süslemelerini yapan Nakkaş Ali Efendinin Mescidi; Nakkaş Ali Efendinin torunu 40 civarında eserin banisi ve onların haricinde birçok Farsça ve Çağatayca eseri kendi ifadesi ile “Rumi Kılıfa” sokmuş ya da “Türki Kılmış” olan Lami Çelebinin mezarı, Orhan Gazi’nin beylerinden Alaaddin Beyin mezarı ve Mescidi, Aziz Mahmut Hüdai’nin hocası Üftade Hazretlerinin Türbesi ve Camii, Haraççıoğlu Medresesi, Satı Fakih Mescidi, Şehadet Camii, Çırağ Bey Camii, Veled-i Yaniç Camii, Şeyh Paşa Camii (Dibekli), Tahtalı Mescid, İsabey Fenari Camii gibi bir sürü eser bu daracık bölgenin ev sahipliğini yapıyor.

Daha girişe varmadan ziyaretçileri karşılayan binlerce yıllık tarihe, ebedi bir sessizlik ve boyun eğmişlikle şahitlik eden heybetli surlar ve o surlarla iç içe geçmiş, tam bir ahenk ve uyum içindeki dar yollar ve çevrelerine sıralanmış 2 katlı evler, konuklarının dimağına zaman içinde yapılmış bir yolculuk hissi ve lezzeti bırakıyor. Üzerlerindeki, belli ki yüzlerce yıla, onlarca hadiseye rağmen hala dimdik ayakları üzerinde duruyor olmanın getirdiği mağrur bir olgunluk ve milyonlarca ziyaretçiyi ağırlamanın getirdiği ağırbaşlılıkları ile kum tanelerinin içindeki inci gibi taklitlerinden farklı olduklarını hemen hissettiren orijinal evler, “ben yüksek zevke sahip bir uygarlığın” elinden çıktım diye adeta bas bas bağırıyorlar. Artık çoğunluğu teşkil eden yıkılıp yeniden yapılmış, yapılırken dar pencereli ve duvarlarına ahşap ilavesi ile tarihi ev oldukları var sayılmış konutlar, tüm banalliklerine ve tek tip olmalarına rağmen taklit etmeye çalıştıkları zevkin yüksekliğinden olsa gerek yine de insanın gözüne sevimli görünüyorlar. Dar sokaklarda, bulunabilen her noktaya bırakılan arabalar nedeniyle ancak ortasından yürünebilen, hemen hepsinin başında veya sonunda nöbete durmuş bir tarihi eser bulunan caddeler, insanın içinden yabancılık hissini söküp alırken, Hasan Ali Yücel Bey’in ifade ettiği “Ben de biraz buralıyım” hissi damarlarında deveran etmeye başlıyor.

Gezerken üst üste 5-6 yerde rastladığımız çevrelenmiş kazı alanları dikkatimizi çekiyor. Birkaç soruşturma ile öğreniyoruz ki: AB Birliği Roma ve Bizans eserlerinin gün yüzüne çıkarılması için hibe FON veriyormuş. Bursa Belediyesinin işgüzarları da tarihi Bizans harabelerini ortaya çıkarmak ve bu fonlara hak kazanmak için önce alanın üzerindeki evleri, dolayısı ile tarihi dokuyu yıkıp yok ediyor sonra orada kazıya başlıyorlarmış. Evlerden sonra sıra Osmanlı döneminden kalan tabakanın yok edilip ardından Roma Bizans Döneminin eserlerinin ortaya çıkarılmasına geliyormuş.

Şaşkınlıkla “İyi de(?), bu kendi varlığınızın bu topraklardaki izlerini silmek değil mi?” diye can sıkıntısı ile tersleniyorum: “Üstelik burası, Bursa ve Bursa’nın Osmanlı Devletinin kurulduğu mahalleleri. Bu izler kazınıp yok edilir mi?” diye şikâyette bulunuyorum Beyefendiye.

Ne yaptıklarını bilmeyenler ihya ediyorum derken imha ederler. Cahilin cehli ile yıktığı, yaptığından çoktur” diyor beyefendi ve devam ediyor : “Bu şehir, bu şehri ve içindeki eserleri meydana getirebilen yüksek zevk ve beceri sahibi insanların içinde yaşadığı bir şehir iken, bu insanların azalması ile şehir, bu şehir için kaygı duymayan, bu şehrin imkânlarından istifade ederek kendini ihya etmeye çalışan bir kesimin eline kaldı. Bu şahısların şehrin değerlerine saygı duymamaları neticesinde şehir kendini vücuda getiren siluetini kaybetti.

Oralarda çürüyen, oralarda yok olan eserlerle kendisinin de çürüdüğünü, kendisinin de kaybolduğunu hissedebilen; böyle dertleri olan insanlara ihtiyaç var ki, bu eserler ayakta kalabilsinler. Yeni nesiller, bir kökleri, bir tarihleri, bir ümranın mensubu olduklarını hissedebilesinler ve ellerinde, ecnebi diyarlardan gelen kültürel saldırıya karşı tutunabilecekleri bir dalları olsun” diye karşılık veriyor.

Topkapı Sarayın 3. Murat Has Odasının girişinde
matkapla delinmiş 500 yıllık İznik çinileri

Ne yazık ki beyefendi haklı idi: Batılıların, atalarının eserlerini ortaya çıkarmak için verdikleri üç kuruş rüşvete tamah edip kendi atalarının eserlerini yok edebilen bir nesiliz. 1950’lerden itibaren devlet politikaları ile kırsaldan şehirlere yığılmış, varlık yokluk derdine düşürülmüş kalabalık taşralıların da bu değerleri fark edip onları korumak için böylesi bir tahribe itiraz edebilecek şuurları, dertleri ve enerjileri olamazdı. Olmadı da.

Şöyle düşünelim: Altından Roma eseri çıkacak diye mesela Yahudi Cemaatini üç kuruş karşılığı kendi varlıklarının izlerini silmeye ikna etmek mümkün müydü? Ya da Viyana’da, Budapeşte’de, Venedik’te, Paris’te, Prag’ta, Brüksel’de altında tarihi eser olabilir diyerek şehrin tarihi mekânlarına kazma kürek girmek mümkün olabilir miydi?

Asla!

Şu halde, yazının başındaki beyefendinin ciddiyetsizlik ve haysiyet noksanlığı tespitine nasıl itiraz edeceğiz?

Mevlana’dan bir rubai ile bitirelim:

Bil ki ineğin önüne inci güher dökülmez
Mücevherin kıymetini sarraf bilir, cahil bilmez
Kör için ne fark eder ki elmas ya da çakıl
Ama o kör diye, inci kıymetten düşüp olmaz ki çakıl.

Ahmet Hakan Çakıcı
Zilhicce / 1443


[1] https://medyascope.tv/2022/07/15/istanbul-haskoyde-yahudi-mezarligina-saldiri-36-mezar-tasi-tahrip-edildi/
[2] Safiyüddin Erhan, Bir Payitahtın Payimali (Alıntı: Fazıl Yenisey, Edebiyatımızda Bursa, Bursa İçin Yazılan En Güzel Yazılar Antolojisi-I, Berksoy Basımevi, İstanbul 1956, s:16)
[3] Çakırhamamın karşısında yatan Timurtaş Paşa ile Timurtaş Paşa semtinde yatan Kara Timurtaş Paşa aynı kişi değildir. BU dönemde yaşamış meşhur 4 farklı Timurtaş Paşadan bahsedilir.


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder