Kendimizden bir alıntı yapalım sonra konuya girelim.
Kadınlı erkekli hastalar üzerlerindeki ameliyat gömleği ile "ÜRYAN" anjiyo sırası bekliyorlar.
Yer Bursa’nın en büyük hastanelerinden birinin Yoğun Bakım Ünitesi[1]:
Biri kadın biri erkek, iki hasta bakıcı geliyor.
Anjiyo için kasık temizliği yapacaklar.
Biri teyzenin bir bacağına, diğeri, diğer bacağına yapışıyor.
75 yaşında ömrü boyunca kocası hariç kimseye saçının telini göstermemiş teyze yalvarıyor.
- - "Lütfen kadın personel... Lütfen...
- Hadi teyze işimiz var. Burası hastane burada ayıp olmaz. Biz her gün görüyoruz.
Siz her gün görüyorsunuz ama ben her gün göstermiyorum ki. Her günü geç ömrüm boyunca hiç göstermedim ki, diyemiyor teyze… Direniyor.
- Teyze bir sürü bekleyen var. Daha fazla uğraştırırsan seni geçeceğiz. Anjio olamayacaksın.
- Hiç olmazsa perdeleri çekseniz. Diğer hastalar görmese...
Onu da umursamıyorlar. Çekilmiyor o perdeler.
Bir kol mesafesindeki perde kenarda dururken sıra
bekleyen erkek hastalara göstere göstere yapıyorlar işlerini.
Teyze kapıdan çıkarken ağlıyordu. Ardından çıkan Laz teyzede...
Bulgaristan'dan gelirken "BELENE'de Müslümanlara
böyle böyle" yapıyorlar diye anlatmışlardı. O yüzden kaçıp buraya gelmiştik, diye söyleniyor bir Pomak teyze.
Ne bilsin "Yerli gavurların Müslümana eziyette
bulgar gavurundan aşağı kalmayacağını." Allah ellerine düşürmeye...
Birinci elden şahitlik ettiğimiz bu hadiseyi biraz daha didiklemek istiyoruz.
Ar, hayâ ve utanma gibi hassaları canlı olmayanlar
için ortalıkta herhangi bir sorun yoksa da edep duygusu diri olan Müslümanlar
için sorunun Bulgaristan, Doğu Türkistan,
Irak, Suriye gibi ülkelerde anlatılan işkence sahnelerinden eksiği
nedir? Eksik, bu ortama eşlik eden fiziksel işkence sahnelerinin olmaması
mıdır? Burada hatırlatmak isterim ki, manevi işkencelerin maddi işkencelerden
daha derin ve uzun süreli ruhi hasar verdiğini, “Hz insandan” habersiz olan
modern psikiyatri dahi kabul etmektedir.
Üstelik, üstteki örnek “istisna” bir örnek değil
kanaatindeyiz. -Bilinçli ya da bilinçsiz
olarak- Müslümanın ahalinin şahsiyetini ezmeye yönelik devam ettirilen bu
uygulamanın değişik versiyonlarına Türkiye’nin herhangi bir hastanesinde, yoğun
bakım ya da acil servisinde, kadın hastalıkları,
kadın doğum, cerrahi, üroloji, kanser vs. kliniklerinde rastlamak pekâlâ mümkün
olabilir.
Çünkü gözleyebildiğimiz kadarı ile modern, “Tanrısız Bilim Dini”, kendi
itikadını ve amentüsünü, sınırlarını hiç umursamadığı Müslüman ahaliye
dayatmaktan hiç çekinmiyor. Hatta şahsi tecrübelerim, bazı insani
hasletlerden yeterince nasiplenmemiş seküler doktor takımının Müslüman ahalinin
çaresizliğinden garip bir zevk aldığı yönünde. Bunu bilen imkânı olan Müslüman
ailelerin bu pozisyona düşmemek için özel muayenehaneleri ya da hastaneleri
tercih etmesi eskiden beri devam eden “çalıyı dolanma” hadisesidir
kanaatindeyim.
Geçmişte çok kullanılan “kadın personel sayısı yeterli değil” bahanesi , “Güçlü
Kadın” ve “Kadına pozitif Ayrımcılık” projeleri ile kadın memur sayısının birçok
kamu kuruluşunda erkek personel sayısını aşmasına rağmen devam ediyor olmasını nasıl
izah edeceğiz?
Müsaadenizle bu konu üzerine birkaç not girmek istiyorum:
1-
Kanaatimize göre Türkiye Cumhuriyeti
başlangıçta kendi misyonunu, “geri kalmış”, “yobaz” ahaliyi MEDENİLEŞTİRME,
çağdaşlaştırma, Batılılaştırma, “insanlaştırma(?) olarak tanımlamıştı. “Türk
Milletini Çağdaş Medeniyetler Seviyesine Çıkarma” sloganı ile hayata geçirilen
bu projenin topluma bakışı ne yazık ki, sömürgeci ülkelerin sömürdükleri toplumlara
bakışı ile benzer bir bakıştı. Halk GERİ
idi, onlar İLERİ insanlar.
Ancak Türkiye’de normal sömürge ülkelerde olmayan bir arızi durum var; Türkiye’de halk ülkeyi işgal etmiş,
dışardan gelmiş Batılı sömürgeciler tarafından değil, kendi yöneticileri
tarafından “geri insan sayılmış” , kendi yöneticileri tarafından sömürgeleştirilmiştir.
Nitekim hala devlet kapısında, memur karşısında özellikle adli personel
önünde toplumun aşağı ve ezik pozisyonu devam etmektedir. Bu hal devletten
makam almış hemen her memur ve politikacıda görülen, hâkim, savcı gibi adli
personelde, asker, polis gibi emniyet birimlerinde iyice sırıtan azarlayan,
DERS veren, terbiye eden, medeniyet öğreten, aşağılayıcı, üstenci, kibirli,
tepeden bakan –SÖMÜRGECİ- üslupta kendini hissettirir.
Bu süreçte, çoğunluğu kırsalda yaşayan ve
uygarlaştırılmaya muhtaç olan “Müslüman ahalinin” konumu sosyal katmanların en altındadır.
Onlara, bu coğrafyada sığıntı olma hakkı; devletten “hiçbir şey talep etmeme”
karşılığında verilmiş gibidir. Bunu babalarından almış oldukları genetik bir
miras gibi içgüdüleriyle bilirler.
Bunu iyi bilen kurt politikacı Osman Bölükbaşı daha
1950’li yıllarda kürsüye çıktığında kendisini dinlemeye gelen seçmenlere
vaatlerini; “Size ne vaat ettiğimi gözlerime bakın, anlarsınız!” diyerek
anlatıyordu. Zira bu ülkede Müslüman ahalinin taleplerinin kürsüden dile getirilebilmesi
mümkün değildir.
Süreç Demirel, Özal, Erbakan Hoca ve Tayyip Bey dönemlerinde de devam etti. Seçmenleri onların ağızlarından çıkanlara değil, hep gözlerinin derinliklerinde görmeyi ümit ettiklerine kulak verdi. Yaptıklarını, ZORLA yaptıklarına, aslında bunları yapmak istemediklerine inandı. Ve onlara, bütün yaptıklarını YAPMAK istemeden yaptığına inandığı için oy verdi.
Sanırım hala da öyledir. Çünkü bilir ki, devleti onu sevmez, aşağı görür.
Dolayısı ile
Müslüman hanımların devlet kurumlarında tesettür YASAĞI, her ne kadar geri
kalan “İslami tüm taleplerinden vazgeçme” şartı ile son bulmuş gibi görünse de
Kamu ve birçok özel sağlık kuruluşunda devam eder. En iyi ihtimalle Müslüman ahalinin “tesettürü ve
mahremiyeti ile bulunma” talebi yöneticinin kişisel hassasiyetine ve dirayetine
emanet edilir. Yani neredeyse yok hükmündedir.
(Burada araya bir not daha düşmek istiyorum: Geçmişte
devlet ve onunla bağlı organlardan Müslümanlara gelen “hiçbir şey talep etme” tehdidi,
Ak Parti iktidarında, Ak Partinin yıpranacağı endişesini taşıyan, aslında Ak
Parti ile birlikte devletle özdeşleşme sürecine giren dindar, sağcı ve muhafazakâr
kesimden de gelmeye başladı. Dolayısı Müslümanların talepleri iki taraflı
cendere altına alınmış oldu.)
2- Merhum Erol Güngör Bey’in “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” eserinden yapılan bir alıntıdan hatırladığım kadarı ile Hoca daha 1970’lerde sorunu “cemaatsizlik” olarak tanımlıyordu. Türkiye’de tüm azınlıkların Batılılarca Lozan anlaşması çerçevesinde korumaya alınmış olması onların bir araya gelebileceği, sorunlar karşısında birlikte tepki verebileceği yapılar kurmasına müsaade etmiştir. Nitekim bu azınlıklardan bahsedilirken “Ermeni Cemaati”, “Yahudi Cemaati, “Ortodoks Cemaati” diye bahsedilmesi ortadaki birliğe ve güce işaret edilir. Bu durumu somutlaştırmak için Merhum Erol Beyin konuya verdiği örnek ilginçtir: “Gazetelere bakın “Yahudi Cemaatinin şu tarihte şu saatte şu adreste ayini var” diye ilanlara sıkça rastlarız. Ancak bu ilanların yan tarafında “Ayin yaparken (yani zikir çekerken) basılan” Müslümanların haberleri de sıklıkla yer alır. Vatanlarında sahipsiz kalmış Müslümanların cemaatsizleşmeleri ve birliklerini kaybetmeleri ile düştükleri zelil durumdur bu” der.
Yani Müslümanlara beraberce hareket imkânı
verilmediğinden, taleplerini organize bir şekilde dile getiremiyorlar ve
organize tepkiler veremediklerinden de sistem tarafından ciddiye alınmıyor, “öz
yurdunda garip, öz vatanında parya” oluyorlar.
3-
Büyük yenilginin üzerinden 100 sene,
muhafazakâr Ak Parti iktidarı üzerinden 25 sene geçmiş olsa da sekülerleşmiş,
İslam ve Tanrı ile bağlarını tamamen kesmiş, edebini, hayâsını, utanmasını
yitirmiş kesimin Müslüman cenah üzerinde kurmuş olduğu KÜLTÜRÜEL hegemonyanın
hala tüm gücü ile sürdüğü söylenebilir.
Nitekim "Doktor erkek gözü ile bakmaz; Doktora ayıp olmaz" gibi Modernitenin
YALANLARININ hastasına tecavüz eden[2],
ameliyat için narkoz verdiği hastasının ırzına geçen[3],
hasta çocukları taciz eden[4],
fuhuş yapan[5], acilde baygın hastalara
sarkan[6],
escorta takılan doktor[7]
gibi haberler tarafından SORGULAMASINA ve büyünün bozulmasına hala müsaade edilmemektedir.
Hâlbuki kadın,
doktor da olsa kadındır, Erkek, doktor da olsa erkektir. Zaruret halleri
haricinde, doktor ile hasta arasındaki mahremiyet ilişkisinin kalkması için
hiçbir sebep yoktur. Bu talep havuza haşema ile girme talebinden daha az meşru
bir talep değildir. (Elbette ki zaruret halinde domuz eti bile yenir. Lakin
burada zaruret hali değil, bir kesimin BİLİNÇLİ bir şekilde Müslüman ahaliyi
aşağılaması, talepleri ciddiye alınacak İNSAN olarak görmemesidir söz konusu
olan.)
4- Son yıllarda “devletten beslenmeyi öğrenmiş”, para kazanma ve harcama
konusunda mezheplerini oldukça genişletmiş dindar kesim ile alt tabaka
Müslümanlar arasındaki fark ve sınıfsal kopuşun artık, ‘yarılma’ düzeyinde
ifade edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bir tarafta lüks araçları ile fink atan
şımarık bir zümrenin “plaja, diskoya
başörtüsü ile alınmadık, AVM’nin mescidini beğenmedik” gibi mızılamaları basına
yansırken, diğer tarafta toplumun alt tabakasındaki Müslüman çoğunluğun “kadın,
kadın doğum doktoru, kadın, kadın hastalıkları uzmanı vs. talebinin 100 yıldır yetkililerin
kulağına ulaşması mümkün olmamıştır.
5- Bu konuları Ecnebilerle konuşmak çok daha kolay kanaatindeyiz. Zira kendilerinin MÜSLÜMAN olmadığını, farklı bir medeniyetin, paradigmanın, değerler hiyerarşisinin mensubu olduklarının farkındalar.
Bizimkilerin
kafaları gavurların parametreleri ile işliyor, öyle uyguluyor, öyle yapıp ediyor. Ancak bunlar, babaları Müslümandı diye kendilerini Müslüman cemaatin mensubu görüyor, İslam’ı bildiklerini zannediyorlar
Dolayısı ile “GAVUR kafası ile düşünen Müslümanla” Müslümanların meselelerini konuşmak için
ortak zemin bulma sorunu ortaya çıkıyor. Ancak böyle
bir zemin olmadığı için bulmak da mümkün olmuyor.
Anlamıyorlar, Müslümanca düşünerek bunu yapamayacaklarını. Müslüman kafasının böyle düşünmesinin mümkün olmadığını. İslam’ın içinde kalarak ahlaktan bağımsız bir sağlık, sanat, estetik, iş, ticaret veya başka bir alanın tasavvur edilemeyeceğini.
Sonsöz:
Bir abimizin yaptığı bir tespit ile bitirelim; “Müslümanların” önlerini kesip Müslümanca taleplerin, Müslümanca hassasiyetlerin erimesini ve Müslümanca davranış kalıplarının zamanla yok olmasını bekliyorlar. Taaa 1925’ten beri.Ahmet
Hakan Çakıcı
Muharrem 1447 / ALANYA
[1] Hastane
belli ancak sorun GENEL bir sorun olduğu için ismini girmemeyi tercih ediyorum.
[2] https://www.instagram.com/yalovapusula/p/C__HuKbNGxd/?img_index=1
[3] https://www.youtube.com/watch?v=Dr5jKj1j_00
[4] https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/fransanin-en-buyuk-cocuk-istismari-davasi-sapik-doktor-hastalarina-tecavuz-etti-gunluk-tuttu,LJHtS7Mr0EauOCTS_5_HTA
[5] https://www.milliyet.com.tr/gundem/hemsire-ogretmen-ve-doktor-fuhusta-yakalandi-510499
[6] https://www.theguardian.com/uk-news/2015/apr/27/nurse-raped-unconscious-patients-hospital-jailed-18-years
[7] https://www.sozcu.com.tr/otelde-silahli-saldiriya-ugrayan-doktor-oldu-wp7781042
0 yorum:
Yorum Gönder