Bu gibi nedenlerle olsa gerek Aksa Tufanından önce de kendisi için kolay hedef olan Suriye’deki İran’la bağlantılı hedefleri vuran İsrail, savaştan sonra bu saldırılarını artırdı. Son olarak bir adım daha ileri giderek Suriye’de İran’ın resmi toprağı sayılan konsoloslukta 2 general ve 6 diplomatı bombalayarak İran’a karşı saldırılarını İRAN topraklarına taşımış oldu.
Buna İran’ın cevabı 360 drone ve füze ile İsrail’e bir
saldırı düzenlemek oldu.
İsrailli yetkililerin ifadelerine göre 1,35 milyar dolar
harcayarak yaptıkları savunma sayesinde bu silahların %99’u havada imha edildi.
Sadece füzelerin isabet ettiği İki askeri üste İranlılara göre büyük, İsraillilere
göre küçük hasarlar meydana geldi.
Bombardımanın başlaması ile Kızıldeniz’de İsrail adına
devriye atan Amerikan ve İngiliz savaş gemileri Husilerden gelecek saldırıları
önlemek için Yemen Şehirlerini bombalamaya başlamıştı[3].
Lockheed Martin Şirketinin ürettiği Amerika’nın en gelişmiş füze savunma
sistemi olan “Aegis Füze Savunma Sistemlerini” taşıyan iki muhrip İsrail
açıklarına demirlemiş, Kıbrıs’tan kalkan İngiliz savaş uçakları ve uçak
gemileri, Fransız savaş uçakları ile birlikte gökyüzünde drone avına çıkmış, Ürdün’de
konuşlandırılmış Fransızların kontrolündeki Patriot füze savunma sistemleri
devreye sokularak İsrail’i dört bir yandan korumaya almışlardı. Bu çok
önemliydi zira İsrail’i korumaya alan “Demir Kubbe” adı verilen güvenlik
kalkanının aynı anda 40’ı aşan saldırı karşısında çuvalladığı Hamas
bombardımanları sırasında ortaya çıkmıştı. İran’ın saldırılarında Demir
Kubbe’ye görev ancak Amerikalı, İngiliz, Fransız ve Ürdünlülerce kurulan bu
savunma hattı aşılabildiğinde düştüğünden “Demir Kubbe’deki bu açık büyük bir sorun
olmamış gibi görünüyor.[4]
Bir de Arap ülkelerinden İsrail’i desteklediği iddia
edilenler vardı. Mesela Suudi Arabistan ve Ürdün’ün hem radar sistemlerinden
tespit ettikleri İran füzelerinin yerini ABD’lilere bildirdikleri hem de İsrail
ve müttefiklerinin uçaklarına yakıt ikmali yaptıkları Batılı basına yansıdı[6].
(Türkiye’de İncirlikte kurulan NATO üssünün İran’da gezinen sinekleri bile
takip ettiği daha önce basına yansımıştı.)
Bizim gözleyebildiğimiz kadarı ile tarafların bu saldırılardaki pozisyonları sanırım kabaca şöyle idi:
1- İsrail: “Esirleri kurtarmak, Hamas’ın kökünü kazımak, Filistinlileri Gazze’den tamamen çıkarıp Gazze açıklarındaki gaza ve sahil şeridine el koymak, Hizbullah’ı sindirip Mülteci durumuna düşmüş Filistin’in kuzeyindeki yüzbinlerce İsrailli işgalciyi evlerine döndürmek gibi hedeflerin hiç birine henüz ulaşamadı. BU şartlar altında ABD’nin baskısı ile ateşkes yapmak ve Hamas’la masaya oturmak istemiyor. Zira bunu yaptığında Gazzelilerin evlerine döneceklerini ve Hamas mücahitlerinin yer altından çıkıp “İşte buradayız. Bizi yenemedin” diyerek “Zafer Zılgıtları” çekmeye başlayacaklarını biliyor.
Bunun için İsrail, tatmin olabileceği hedeflere ulaşana dek ABD’nin
bölgede kalması ve İsrail’e verdiği hem ekonomik, hem askeri hem mühimmat
desteğinin devam etmesini istiyor. Hatta Hizbullah’la direk ABD’nin
savaşmasının hayallerini kuruyor. Zira son saldırı da gösterdi ki, İsrail, eğer
ABD ve kuyrukları yardım etmezse İran’ın binlerce kilometre öteden yapacağı
drone saldırılarına karşı bile kendini savunabilme becerisinden yoksun.
Bu nedenle özellikle Suriye ve Lübnan’da İranlı üst düzey yetkililere suikastlar düzenleyerek hem gerilimi yükseltiyor hem de ABD’ye rağmen İran’la savaşı sürekli gündemde tutmaya çalışıyor.
2- ABD: Uzak Doğu’dan özellikle Çin’den gelen tehdidi bir an önce karşılamak ve kontrol altına almak zorunda olduğunu biliyor. Özellikle Rusya ve Çin’in ortak ticarette Doları kullanımdan kaldırmalarının[7] ardından, BRICS ve Güney Doğu Asya ülkelerinin de kendi ortak para birimini üretme kararı almaları ve Çin’in kendi chiplerini geliştirme kararı alması Amerika Birleşik Devletleri için hayati meydan okumalar[8] olduğu kanaatindeyiz.
Ancak ABD’nin daha Ukrayna’daki ağır hasarın altından kalkamamışken Rus-Çin İttifakına karşı Uzak Doğu’da bir cephe daha açmaya çalışması çok büyük bir macera iken Ortadoğu’da kendisini İsrail’in sürüklediği ve çıkamadığı bir bataklığa saplanmış bulması Amerika için büyük bir bela imiş gibi görünüyor. Zira Ortadoğu’da kopacak çok daha geniş çaplı bir savaş Amerika’nın tüm enerjisini ve gücünü tüketebilecek potansiyeldeyken savaşı kazansa bile şu anda sahip olduğu bölgedeki menfaatlerden daha fazlasını elde etmesi mümkün görünmüyor. Yani ABD hiçbir şey kazanma ihtimali olmayan bir savaş için hayati bir kumar oynamak zorunda kalmış gibi duruyor.Bu
nedenle ABD, bir taraftan ekonomi çevrelerinin bir an önce Çin’in kontrol
altına alınması için yapmış olduğu baskı, bir taraftan Netanyahu hükumetinin
her hamlesi ile ABD’nin başını biraz daha bataklığa sokması arasında kendi hedefleri
ile çelişkili hamleler yapmak zorunda kalıyor.
İsrail’in
hemen her saldırısından sonra İran’a “Biz işin içinde değiliz, gerilimin düşmesinden
yanayız” mesajı verirken bir taraftan da İsrail’in hamisi olarak İsrail’e karşı
yapılacak her hamlenin de karşısında olduğunu ilan edip İran’a meydan okuyabiliyor.
Yani bir taraftan kendi doğurduğu babası belli olmayan canavarın dolayısı ile kendisinin façasının çizilmesine diğer taraftan o canavarın başına yeni bir bela daha/cephe açmasına müsaade etmeden işin içinden sıyrılıp özel ilgi gösterdiği Uzak Doğu’ya demokrasi götürmenin yollarını arıyor.
3- İran: Daha 1946’lara kadar İngiliz ve Rus işgalinde olan, İngilizlerden bağımsızlığını aldıktan kısa bir süre sonra Amerikan darbesine boyun eğmek zorunda kalan İran, 1979’daki devrimle ABD’lileri de kovalayıp petrol gelirlerini kendi kasasına akıtmaya başladığından beri ABD ve müttefiklerinin uyguladıkları ambargoya, küresel medyadan yayılan kara propagandaya ve çevre ülkeler üzerinden gelen emperyal saldırılara karşı bugüne kadar direnmeyi başardı.
Bu süreç İran için oldukça yıpratıcı olsa da, emperyalizm
karşısında kendi ülke menfaatlerini koruma konusunda ciddiye alınması gereken
bir tecrübeyi de kazandırdı. Dikkat
edilirse bugün İran nüfuz alanı olarak görülen Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve
Filistin yüz sene önce Türkiye’nin birer vilayeti idi. Türkiye’nin Batı bloğu
ile hareket etme gayreti onu bu bölgede itibarsızlaştırıp, etkisiz elemana
dönüştürüp bölgeden çekilmesine sebep olurken, Türklerin bıraktığı boşluğu
dolduran İran, zamanla, bu coğrafyanın en etkili oyuncusuna dönüştü.
Bizim
gözleyebildiğimiz kadarı ile İran’ın stratejisi, ABD ve müttefikleri ile direk
karşı karşıya gelmeden, onları her seferinde uzun ve sabır isteyen bir yıpratma
savaşının içine çekip zamana oynamak ve bölgede gelişen emperyalizm karşıtı
YERLİ hareketlerle bağlantı kurup onları güçlendirerek, eğiterek,
silahlandırarak savaşı onların üzerinden sürdürmeye dayalı. Zaten İran’ın
girdiği bu savaşa “Vekâlet Savaşları” isminin verilmesi de bundan sanırım.
Amerikalılarla Irak’ta giriştikleri uzun süreli yıpratma savaşanının sonunda Irak’ın kontrolünü ellerine almaları, Amerikalıların, Sovyetleri Afganistan’ın içlerine çekip yıktıkları gibi, ABD’lileri Afganistan’ın içlerine çekip bölgedeki nüfuzlarını bitirmeleri, 50 senelik bir yatırımla Lübnan’da Hizbullah’ı var etmeleri, Yemen’den, ABD ve müttefiklerini 10 senelik bir savaşın ardından çıkarmaları, 20 küsur devletle birlikte Suriye’ye çöken ABD ve ekibinden Suriye’nin neredeyse %85’ini geri almaları, yıpratma ve dayanıklılık savaşındaki başarılarına delil olarak görülebileceği kanaatindeyiz.
Kanaatimize göre İran, İran’a sıranın gelmemesi için yeni cephelerde ABD’yi oyalamak ve böylece cepheyi kendi topraklarından uzak tutmak istiyor. Rakibinin uzun süreli savaşı beceremediğini, ekonomik sarsıntılara karşı dayanıksız olduğunu gayet iyi biliyor. Geçen her günün lehine olduğunun farkında bu yüzden de İsrail’in tüm kışkırtmalarını sadece geçiştiriyor.
Bu noktada İran’ı, ister sevin ister sevmeyin, “kendi ülkeleri adına” son 50 yılda yaptıkları işlerin büyüklüğünü takdir etmek gerektiğini düşünüyorum.
4- Türkiye: Türkiye, yüzyıl önce bölgenin tamamının sahibi ve en önemli oyuncusuyken, bu bölge için emperyalizm ile özellikle İngiliz ve Fransızlar ile ölüm kalım savaşı vermişken, emperyal kuvvetler onu, bölgeden çıkarıp atmak için milyonlarca insanını katletmişken, bu bölgenin her karışında ecdadının kanı var iken, bu toprakların pek çok yerinde vakıflar üzerinden sahip olduğu mülkiyet hakları emperyalistler tarafından hala gasp altındayken, kanlı emperyalizm oyunları altında ezilen kendi halkının akrabaları olan insanların “yardım” için gözleri hala onun üzerindeyken, KENDİ HALKININ onca itirazına rağmen; kendini, emperyalistlerle yerli halklar arasında “arabulucu”, “hakem”, “tarafsız” görüyor olması hatta daha da ileri giderek emperyalizmin taşeronluğuna, lojistik destekçiliğine, üç kuruşluk krediler için kâhyalığına razı olması, içine düştüğü zillet denkleminden ve kafasına yediği darbenin etkisinden yüzyıl sonra dahi kurtulamamış olduğunun delili olarak görülebilir sanırım.
Ne yazık ki, Baykan Sezer’in tarifi ile “Ortadoğu halklarının Batı Sömürgeciliğine karşı siyasi aklı” olan Türklerin, bu halklar nezdinde ümit olma misyonlarını kaybedip sömürgecilerin sıradan bir taşeronuna dönüşme sürecine -kendi halkının ve civar halkların beklentilerinin ve ümitlerinin aksine- engel olamadıkları ve asli misyonlarını İranlılara devretmekte oldukları kanaatindeyiz.
Bu duruma paralel bir şekilde topraklarında onlarca NATO üssü bulunan Türkiye, savaşın ilk gününden beri dış politika ve RESMİ alanda NATO’ya dolayısı ile ABD ve İsrail’e sadık politika güderken, içerde halkın beklentilerine uygun şekilde “Yeni Osmanlılık Hamaseti” ile günü idare etmeye devam ediyor.
Sanırım, Türkiye için en büyük beklentisi, kendi Müslüman halkı ile İsrail’in arasında kaldığı bu savaşın bir an önce bitmesi ve İsrail’le birlikte Gazze gazını çıkarıp Avrupa’ya satabilmek. (‘Ne yazık ki, ufku bu kadar daraldı’ anlamında kurduk bu cümleyi.-AHÇ)
5- Arap Krallıkları ve Türki Cumhuriyetler: Azerbaycan gibi diktatöryal, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün gibi krallık yapıların başlarındaki tiranlar; varlıklarını ve geleceklerini savaşın ilk günlerinde Netenyahu’nun “Eğer koltuğunuzda oturmak istiyorsanız, SESSİZ KALIN” emrine uymakta gördüler. Koltuklarını her türlü kutsaldan kıymetli gören bu tufeyliler sadece sessiz kalmadılar, hemen her gün yolladıkları şilepler, gemiler, tırlar, uçaklarla, verdikleri istihbaratla ve BM gibi resmi alanlarda Filistinlileri sahipsiz bırakmak gibi dolaylı dolaysız yollarla İsrail’e destek de oldular. Hatta Suud ve Ürdün gibiler İran’ın İsrail’e yaptığı operasyonda direk İsrail adına müdahil bile oldu.
Kendi halklarından almadıkları meşruiyetlerini emperyal
efendilerine sadakat gösterileri ile sağlamaya çalıştılar.
Genel olarak aklımızın yettiği kadarı ile sürecin özeti
böyle.
Malumunuz İsrail Gazze’de ve Batı Şeria’da Müslüman Arap nüfusa
karşı 7 aydır büyük bir katliam yapıyor. Öyle bir katliam ki, Batının ölü
vicdanlarını dahi sızlatıp harekete geçirebiliyor. Ölen insan sayısı 33 bini
geçti ve bunların çok büyük bir kısmı bebek, çocuk ve kadın. İsrail hiç bir
merhamet ve acıma duygusu göstermeden, hiçbir hukuki kural tanımadan ve hiçbir
insani endişeye kapılmadan bu katliamı sürdürüyor.
Bu eşitsiz, bu dengesiz, bu zalim savaşta tüm Batılı süper
güçler İsrail’in arkasında hiza olurken Hamas’a ve Filistinlilere TEK silah ve
mühimmat desteğini veren ülke İran.
Diğer halkları Müslüman olan 58 ülke ise –gönülleri Filistinlilerle birlikte
olsa bile- Filistinlilere bırakın bir tek kurşun vermeyi, İsrail izin vermiyor
diye bir bardak su, bir dilim ekmeği bile Gazze’ye sokmadılar/sokamadılar.
İran’ın Hamas’a verdiği destek nedeniyle İsrail ve ABD tarafından
suikast, savaş uçağı, drone ya da füzelerle Suriye ve Irak’ta öldürülen asker
sayısı 100’ü geçti. Buna Hizbullah’ın öldürülen 276 askeri[9]
ve Husilerin 100 civarındaki elemanı dâhil değil.
Diğer halkları Müslüman olan 58 ülkeden Filistinliler için ölen insan sayısı
(devlet adına) TOPLAM 0 (sıfır).
Hamas’a destek için ayağa kalkan Husileri ve Hizbullahı silahlandıran ve
lojistik desteğini veren de İran.
Diğer 58 ülke Husilere ya da Hizbullah’a destek vermedikleri gibi, bazıları ABD
ve İsrail’le birlikte iş birliği yaparak onların İsrail’e verebilecekleri
zararı önlemeye çalışıyorlar. Yani hainlik bile edebiliyorlar.
Dokunulmazlık efsanesi olan dünyanın şımarık çocuğu İsrail’e
ilk dokunan ülke İran oldu. Her ne kadar İsrailci basın “acımadı, bu muydu
yapacağın, üç beş boru parçası” diye olayı küçümseyerek gözlerden kaçırmış olsa
da İSRAİL’e dokunulmuş oldu. Son operasyonda İran’ın İsrail’e attığı ulaşan ya
da ulaşmayan füze ve drone sayısı 360.
Diğer 58 ülkenin şu ana kadar İsrail’e attıkları ulaşan ya da ulaşmayan füze
sayısı TOPLAM “o” (sıfır).
Dikkatinizi çekerim İsrail izin vermediği için Filistinlilere
bir lokma EKMEK, bir bardak SU veremediklerini söyleyenler İran’ın İsrail’e
giden füzelerini engellemek için seferber oldular.
Mesele çok daha fazlası ile örneklendirilebilir ancak bu
kadar örneğin yeterli olduğunu sanıyorum.
Soru Şu:
Bu noktada Müslüman ülkelerin HALKLARININ öfkesi nereye
yönelmeliydi?
Kimlerden nefret etmeliydiler?
Kimlere kin kusmalı, hesap sormalıydılar?
Bize göre doğal olarak İsrail’e, ABD’ye ve onlarla birlikte emperyalizmin
uşaklığına soyunan ülkelere, kendi halklarını, Batılı sömürgecilere peşkeş
çeken liderlere düşman olmaları, öfkelerini onlara yönlendirmeleri gerekirdi.
İşin doğası bunu gerektirirdi.
İsrail’i desteklemek için palyaçoluğa soyunanlara, Netanyahu’nun adeta
uşaklarını azarlar gibi “Kapayın Çenenizi!” diyerek tepelerine basıp
izzetlerini şereflerini beş paralık etmesine ses çıkarmayanlara, emperyalizmin, sömürgeciliğin hizmetkarlığına
soyunanlara, zilletin, alçaklığın ve hainliğin zirvesinde dolaşanlara yönelmeliydi
öfkeleri.
İsrail’in katliamını verdikleri lojistik destekle, gönderdikleri petrolle, tıka
basa gemilerle destekleyenlere hesap sormayı arzulamalıydılar.
100-150 yıldan beri ülkelerini işgal eden, toplumlarını
kültürel soykırımlarla kendilerine yabancılaştıran, topraklarını, denizlerini,
havalarını, gençlerini, petrollerini, altınlarını, emeklerini sömüren, bunun
için hiç merhamet etmeden nice katliamlar, nice soykırımlar yapan sömürgecileri
hatırlamalıydılar.
Yok, öyle olmadı.
Tam tersine öfke ve nefret İRAN’a yönlendirildi.
Tüm bu ülkelerin basınında, Tv’lerinde, sosyal medyasında
İran’ın alçaklıklarına, Şiilerin sapıklıklarına, Şianın hainliklerine,
mezhepsizliklerine, rafiziliklerine, bin yıllık tarihten, bin türlü meseleden, bin
türlü bahane ile ürettikleri haberler, videolar, röportajlar sel halinde geldi
ekranlara, kulaklara, gözlere, gönüllere akmaya başladı.
Belki de doğrudur.
İran hakkında anlatılanların, verilen haberlerin, girilen
videoların belki de tamamı doğrudur. Ben bilmiyorum. Ama bütün bunlar doğru
olsa bile kör bir taassupla, kör bir mezhep düşmanlığı ile nefretin HEDEFİNİ saptırmak, emperyalizmle
işbirliği yapıp kendi halkına, kendi kardeşine, kendi dindaşına, kendi insanına,
hatta insanlığın izzetine, şerefine -insana ya hu İNSANA- ihanet edildiğini
görmemezlikten gelmek ve asıl zalimi unutmak doğru mu?
İsrail’i, ABD’yi ve diğer dört yüzyıldır tüm dünyanın kanını
emenleri Şia, İran, Mezhep düşmanlığı perdesine sarıp gizleyerek hedef
saptırmanın hesabı verilebilecek bir hesap mı?
Gâvur, dediğimiz Batılılar bile milyonlar halinde sokaklara
döküldü, “Kahrolsun İsrail“ diyerek. Tayyip Bey bile dayanamadı “İsrail'e ses çıkarmayanlar İran'ı kınama
yarışına girdi, gerilimin tek müsebbibi Netanyahu yönetimidir.”[10]Dedi.
İşte bu süreç,
NATO’cu basının bu ülkelerdeki hâkimiyetinin ilanıdır.
Bu durum, İsrail’in Türkiye basınındaki gücüdür.
ABD’nin Türk ve diğer halkı Müslüman olan toplumların zihnini kontrol
edebilmekteki becerisinin ihtişamlı bir gösterisidir.
İşte bu, bu ülkelerdeki sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi
ile medyanın NATO’nun hizmetkârı olduğunun delilidir, ispatıdır.
Hülasa: Büyük devlet, Büyük Sömürgeci olmak kolay değil, yaptıkları
işin hakkını veriyorlar. Adama düşmanını, katilini, celladını dost diye
göstermeyi beceremeseydiler, düşmanlarını köleleri edinip hizmetlerine koşturamasaydılar
Büyük Sömürgeci olabilirler miydi?
Son bir zeyl düşelim:
İrancı değilim, Şii de değilim. Çocuklarım gibi ben de bu
topraklarda doğdum ve bu topraklarda ölmeye niyetliyim. Bu vatanın hayrına olan
her şey benim de hayrıma, bu ülkenin zararına olan her şey benim çocuklarımın
da zararına. Bunu gayet iyi biliyorum.
Sadece İran düşmanlığı ya da mezhepçilik kışkırtması
üzerinden farkında olarak ya da olmayarak NATO’cu medyanın zihinlerimizle bu
kadar kolay oynayabilmesi ; Amerikancı, İsrailci cephenin bir figüranı,
hizmetkârı edilmek veya kanımızı emen vampirlerin oyuncağı olmak ya da
gözlerimizi kapatıp gözlerimizin önünde olup biteni göremeden modern mitolojik
masalların içinde kaybolmak kanıma dokunuyor.
Hepsi bu.
Bizdeki hikmet buna yetti. Doğrusunu Aziz Kudret bilir.
Ahmet Hakan Çakıcı
Şevval 1445
[1] https://t.co/5IYJKtU76X
[2] https://www.voaturkce.com/a/biden-israil-dron-fuzelerin-tamamina-yakinini-dusurmesine-yardim-ettik/7569307.html
[3] https://www.haber7.com/dunya/haber/3401077-husiler-abd-ve-ingiltere-yeni-bombardiman-baslatti
[4] https://www.indyturk.com/node/715251/dünya/i̇ran-saldırısında-hangi-ülkeler-i̇srailin-yardımına-koştu
[5] https://www.timeturk.com/dunya/macron-iran-dronlarini-vurduk-bu-israil-in-zaferi/haber-1785631
[6] https://www.dw.com/tr/baz%C4%B1-arap-%C3%BClkeleri-neden-i%CC%87rana-kar%C5%9F%C4%B1-i%CC%87sraili-destekledi/a-68826259
[7] https://www.ankasam.org/brics-cercevesinde-rusyanin-dolarin-hegemonyasini-yikma-girisimi/
[8] https://www.sondakika.com/teknoloji/haber-cin-telekomunikasyon-sirketlerine-amd-ve-intel-ici-17234391/?fbclid=IwAR1PnvcXUnWJRFGIGILjUWRPXECe7pL5p4ObmzL3FbJhAvWI36WzXcYJ4jQ
[9] https://www.trthaber.com/haber/dunya/israil-ordusu-bir-hizbullah-sorumlusunu-oldurdugunu-ileri-surdu-851236.html
[10] https://www.sondakika.com/politika/haber-cumhurbaskani-erdogan-kabine-toplantisi-sonrasi-17242321/
2 yorum:
Çok iyi bir değerlendirme Teşekkür ederim.
Vedat Bey, Çok teşekkür ederim iltifatınıza
Yorum Gönder