Jean Baudrillard, Neden Hala Her şey Yok olup Gitmedi, s:1
Acayip bir cümle, anlayabildiğimiz kadarı
nasıl anlatalım bilmiyorum.
Eğer Karanlığı bilmiyorsanız AYDINLIĞI
bilemezsiniz.
Eğer soğuğu bilmiyorsanız sıcağı da
bilemezsiniz
Eğer denizin dışını bilmiyorsanız
denizin de farkına varamazsınız
Eğer ŞERRİ bilmiyorsanız, HAYIR da size
hiç bir şey ifade etmez.
Eğer Kötülük görmemmişseniz, İYİLİKten de
nasibiniz olmaz.
Eğer küfrü bilmiyorsanız İmanı da
bilmezsiniz.
Eğer HİÇ'liğe sahip çıkamazsanız
herhangi bir şeyi kıymeti de olmaz.
Elinde bir sürü şey olduğu halde farkında olmayanın elindeki her şey alınır.
Yok olmadı, anlatamadım.
***
Dünya çılgın bir seyir aldığına göre biz de dünyaya ilişkin çılgın bir bakış edinmeliyiz.Dünya 1 ayda 4000 çocuğu herkesin önünde öldürmeyi, bir halkı komple katliama
uğratmayı, hastaneleri, ambulansları, gazetecileri göstere göstere füzelerle vurmayı, hastaneden cerrah kaçırıp işkence ile öldürüp sokağa atmayı, kameralar önünde kimyasal silahlar
kullanmayı SADECE seyretmiyor: BİZİ bunların normal olduğuna, FİLİSTİNLİLERİN
bunu hak ettiklerine de inandırmaya çalışıyor.
Aynı, SUNİ etin gerçek etten daha sağlıklı olduğuna, İneklerin gazları ile
doğayı zehirlediklerine, herkesin aşı olursa dünyanın kurtulacağına dair
yaptıkları manipülasyonda olduğu gibi.
Aynı, sloganlar ve NUTUKLAR atmanın yapılacak en büyük
yardım olduğunu söyleyen liderler gibi.
Böyle bir dünyada devletlerin ve sermayenin
kontrolündeki medyadan dayatılan ORTALAMA fikriyatı ÇILGINCA bir bakışla
sorgulamaktan başka çare yoktur diyor olabilir.
***
Hayalini kurduğumuz oturduğumuz yerden dünyayı gezmek, aletleri kullanmak, tüm işlerimizi makinelere yaptırmak, kıtalar arası dostlarımızla canlı görüşmek, her türlü ideolojik ve şehevi zevkler, üretim ve tüketim yollarının tamamını tükettik.
ASIL SORUNLA karşı karşıyayız: Şimdi ne
yapacağız?
Sürekli özgürleşme ve ilerleme numarasına mahkûm olmuş olmamız ondan. Sürekli
hızlanarak aynı yönde ileri doğru gidiyormuş gibi görünüyoruz: Hâlbuki boşlukta
hızlanıyor olduğumuz yerde dönüp duruyoruz.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:10
Dün bir beyefendi (Shahid Bolsen) feryad ediyordu: "Ey Batılılar siz o
Kızılderilileri yok edenlerin, o Afrikalı milyonları köleleştireceğiz diye
katliama uğratanların torunları olarak zerre miktarı insanlıkta
ilerlememişsiniz. Dört yüzyılın sonunda ahlaki ve insani olarak zerrece
gelişmediğinizi, kendinizi ÜSTÜN bizi AŞAĞILIK insanlar olarak gördüğünü gördük
FİLİSTİN'de."
Dikkat ederseniz onca Magna Carta muhabbetleri, İnsan Hakları Söylemleri,
Toplumsal Cinsiyetçilik ideolojileri, Sivil Toplum örgütleri, UNICEF, WHO, DSÖ
vs. HEPSİ bu yalın gerçeği gizlemek için var edilmiş örtülerdir, desek yanılır
mıyız acaba?
***
Hiç bir şey gerçekten yansımıyor; ne aynada ne de baş döndürücü alanda gerçekten yansıyan bişi yok artık... Artık değerler alanında devrim yok; değerler birbirlerine dolanıp üstlerine katlanıyor.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:11
Önce bir evliya menkıbesi anlatayım:
Rivayeten Rabiat'ül Adeviyye'ye birisi 10 tane çörek
yapıp yolluyor. Götüren yolda sıcak çöreklerin kokusuna dayanamayıp birini
yiyor.
Çörekleri alan Rabiat'ül Adeviyye çörekleri getirene
"Allah Allah, bunların en az biri eksik. Niye ki? " diyor.
Utanan şahıs "Efendim dayanamadım yolda birini
yedim. Ancak siz bunu nasıl anladınız?" diyor. O da:
"Allah bire 10 verir. Ben sabah birine bir çörek
vermiştim. Geriye 9 gelince anladım" diyor.
Dikkat edilirse kıssada muhataba Allah'a inanmanın
KULUNA yansıması tarif edilmekte.
Yazar bugünün Müslümanında KUR'AN yansımıyor, bugünün
mü'mininde peygamber yansımıyor, bugünün müridinde mürşid yansımıyor, bugünün
komünistinde komünizm yansımıyor, bugünün KAVMİYETÇİSİNDE kavmi yansımıyor.
Tamamen BATILI EFENDİLERİNİN kıyafetleri içinde bir
Türk, Kürt, Arap, Fars milliyetçisi olabiliyor mesela.
Herkes birbirine benziyor. Ahlak, erdem, paranın ve vaktin sarfı, konuşulan
konular, evlerin düzeni, çocukların yetiştirilmesi, hayaller, idealler hepsi
AYNILEŞMİŞ durumda diyor sanırım.
Aynilik CEHENEMİNE düştük, der gibi.
***
Kırılmış bir ayna gibi her şeyin
parçacıklara ayrıldığı bu fraktal evrede ne doğallık ne de bir denge vardır;
gerçek anlamda sözü edilebilecek bir değer yasası yoktur...
Güzel ya da çirkin, doğru ya da yanlış,
iyi ya da kötü terimleri ile değerlendirme yapmak bir parçacığın hızını ve
yerini aynı anda ölçmek kadar imkânsızdır.
İyi artık KÖTÜNÜN karşıtı değildir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:12
Her şey TANRI'da birleştiğinde tuvalet adabından, cinselliğe, devletten, bireye
her şey TANRI tarafından düzenlenir ve ona göre değer alırdı. Tanrı aramızdan
çekilince artık İYİ ve KÖTÜ tanımları bile birbirine girdi.
Mesela öldürmek kötüdür, ama devlet
öldürüyorsa iyidir. Sürekli kendine istemek yani bencillik kötüdür, ama
bankalar iyidir. Boş konuşmak kötüdür, TV' iyidir; dedikodu kötüdür Tiktok
iyidir; röntgencilik kötüdür, Face iyidir, Teşhircilik kötüdür, Instagram
iyidir; namus iyidir serbest cinsellik de iyidir edep de iyidir hayâsızlık da,
eçcinselik de iyidir sadakat de, aile de iyidir özgür güçlü kadında, cemaat
iyidir bireysellik de
Gibi bir çorba çıkar karşımıza. Ortada artık üzerinde anlaştığımız ne iyi
vardır ne de kötü, diyor sanırım.
***
Örneğin ilerleme ideolojisine iman
ilerlemenin bize mutluluk ve huzur getirmeyeceği belli olduktan sonra yok oldu.
Ama ilerleme sürüyor.
Üretime iman, üretim arttıkça sadece
zenginlerin daha zengin olduğunun görülmesi ile yok oldu. Ama üretim güzelce
sürüyor.
Üretim ve ilerleme BİZE başlangıçta vaad
ettikleri şeyler umursanmadığı sürece hızlanıyor. Aynı şey politika için de
geçerli: Politikanın ve politikacının vaadleri umursanmadığı sürece politik
oyun sürüyor...
Ancak imanını yitirmek insanın gölgesini yitirmesine benzer; bu bir çılgınlık
halidir. İnsanlık kendini kaybettiği bir çılgınlığın içine düştü....
KANSER tam da budur. Amaçsız ve şuursuz
çoğaltma
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:13
Deli gibi üretiyoruz. Pek çoğuna artık ihtiyacımız olmadığı halde. BU nedenle
elimize geçen her şey çabucak çöpe dönüşüyor.
Para biriktiriyoruz. Elimize geçen yedi ceddimize değil tüm ülkenin yedi
ceddine yetecek olsa da çılgınca para toplamaya devam ediyoruz.
Fırsatı olan ev alıyor sonsuza kadar, balık tutuyor sonsuza kadar, koşuyor,
okuyor, öğreniyor, biriktiriyor, çalışıyor, yatıyor, eğleniyor sonsuza kadar.
Modern insanın RUHU kanser, o yüzden hastalığı da kanser, diyor sanırım.
***
Tek hücreliler gibi sürekli cinsiyetsiz AYNININ bölünerek kendini çoğaltması ve kod aktarımı ile üreyen ilk varlıklar haline geri dönüşte varlıkların canlılığı anlamını yitirir.
Günümüzün teknolojik varlıkları, makineler, klonlar, protezler, hepsi bu tür bir üreme biçimine yönelmekte İNSANI ve CİNSİYETLİ varlıkları kendi süreçlerinin girdabına çekmektedirler.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:13
Modernite ile içine girdiğimiz seri üretim biçimleri HER ŞEYİ AYNILAŞTIRMAYA
çalıştığımız, Her şeyi birbirinin kopyasına dönüştürdüğümüz, insanın da
makineleştiği bir biçime evrildi.
Geçmişin kadın kıyafetlerine, erkek ayakkabılarına,
haremlik selamlık uygulamalarına, kadın işlerine erkekliğe vs. MAKİNELERİN,
ROBOTLARIN, herkesin hatta en ahmak kişinin dahi yapabileceği rutin seri BANT
işlerin dünyasında YER yok.
Makinelerin dünyasını biz ürettik lakin, MAKİNELER bizi kendi cinsiyetsiz,
kişiliksiz, haysiyetsiz, TEK DÜZE, manadan yoksun, insaniliğin uzağındaki
dünyalarına çekiyorlar, diyor sanırım.
Artık hiç bir şey Tanrı bile sona ererek
ya da ölümle yok olmuyor; hızla çoğalarak, sirayet ederek, doygunluk ve
şeffaflık yoluyla, bitkinlik ve kökü kazınma yoluyla, simülasyon salgını ile
yok oluyor her şey.
Artık ölümcül bir yok oluş değil,
fraktal (birbirine benzeyen binlerce parçacığa bölünerek) bir yok oluş
biçimidir söz konusu olan.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:19
Artık Ölümler normal ölüm değil diyor:
Şöyle bir örnek verelim:
Mesela artık Kur'an'ı yok etmek, onu
YAKARAK ortadan kaldırmak değildir. Milyonlarca baskısı yapılarak kutsaliyetini
muhafaza ettiği duvardaki çivisinden indirilerek her evin içine, her kesin
eline, her ağzın diline verilerek kutsaliyetinin, öneminin, hürmetinin,
DEĞERİNİN düşürülerek sıradan bir kitaba dönüştürülmesidir yok etme.
Ya da
Pornonun, sanal seksin, eşcinselliğin,
serbest cinselliğin en köşe başına taşınarak sevdayı, yari/yareni hatta AŞKI
öldürmesi gibidir, cinayetler, diyor gibidir sanırım.
***
İletişim anlık bir devre aracılığı ile
"meydana gelir". İyi bir iletişim olması için HIZLA olması gerekir:
SESSİZLİĞE zaman yoktur. Bu yüzden medyatik görüntüler ASLA susmazlar. Görüntü
ve iletiler kesintiye uğramadan, boşluk vermeden birbirini takip etmelidir.
Bizi BOŞLUKTAN (kendimizle başbaşa
kalmaktan-AHÇ) uzak tutan kesintisiz kurmacalar...
JEan BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:19
Bu vaktin insanı KENDİSİ ile başbaşa
kalmaktan, Kendisini dinlemekten, zihninin içinde bir düşüncenin
derinleşmesinden ürken bir MODEL
Zihnindekileri duymamak için, kendisi
ile kalmamak için hemen TV'yi açıyor, Akıllı telefona sarılıyor bunlar yoksa
RADYO sürekli açık.
Ya gözleri ekranda ya kulaklarında
kulaklık.
Bir müzik gürültüsü olmadan yemek
yiyemiyor, piknik yapamıyor, eğlenemiyor, diyor sanırım.
kendisinden, kendi iç seslerinden kaçıyor.
Önce bir ANI
"Safiyüddin Bey'e bir hoca
efendinin saçma sapan bir videosunu göstermişler. Canı sıkılan Safiyüddin Bey
"Herkesi Müslüman ederseniz sonuç bu olur. Bir toplumda bu kadar çok
Müslüman olmaz. Sünnetullah'a aykırı" demiş.
...
Bir taraftan SANATTA büyük bir tıkanma
yaşıyoruz bir taraftan da sanat eserlerinde hızlı bir çoğalma, vahşi bir
abartı, geçmişte yapılanların sayısız taklidi ve çeşitlemesi (ÖLMÜŞ olanın
kendi içindeki hareketli yaşamı) var.
Bu gayet mantıklı bir süreç
Nerede bir tıkanma varsa onun önünde
tıkanmadan kaynaklı bir metastaz (çoğalma, birikme, genişleme, yayılma) vardır.
Genetik kuralın, canlılığın işlemediği yerde (KANSERDE OLDUĞU gibi) hücreler
düzensiz bir şekilde çoğalmaya başlarlar.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:23
Hücrelerin hızla çoğalmaya başlaması
nasıl ki HAYRA İşaret değilse; bir eylemin, bir düşüncenin, bir ideolojinin
herkesin eline, diline düşmesi, her yere yayılması, her yerden kabul görmesi de
HAYRA alamet değil o düşüncenin metastaz yaptığına KANSERLEŞMEKTE olduğuna
işaretdir, diyor sanırım.
***
Batının yaptığı en büyük işin dünyanın
ticarileştirilmesi ve her şeyin PİYASA TANRISININ hükmüne girmesi olduğu
söyleniyor.
Bize göre ise en büyük iş, dünyanın
estetikleştirilmesi, kozmopolit biçimde sahnelenmesi, görüntüye dönüştürülmesi,
Gösterge-bilimsele (Gösteriş kültürüne-AHÇ) indirgenmesidir.
Bizim tanık olduğumuz şey ticaretin maddi kuralların
ötesine geçtiği; reklamlar, medya ve görüntüler aracılığı ile her şeyin
GÖSTERİŞ sanayiine dönüştüğüdür.
En sıradan, en marjinal, en müstehcen şey bile
estetikleşiyor, kültürelleşiyor, müzelik bir hal alıyor.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:23
Geçen düğün hazırlıkları yapan bir çiftin
ayrıldıklarını duydum. Gelin Hanım Düğün Salonuna denizden YATLA gelip girmek
istiyormuş . Damat tarafı bunu sağlayamayınca iş bozulmuş.
GÖSTERİŞ, "MIŞ GİBİ" YAPABİLMEK bir yuva
kurmaktan daha önemliydi sanırım.
Aynı sürekli kavga eden çiftin SELFİ çekerken 32
dişleri ile kadraja beraberce girmeleri gibi.
Aynı bir arabanın değerini GÖSTERİŞ yani HAVA atma
değerinin belirlemesi gibi.
Aynı yaşlı toplama kamplarına HUZUR evi, kimsesiz
çocukların kaldığı yerlere SEVGİ evi dememiz gibi,
Aynı güçsüzlerin aşağılandığı mahkemelere ADALET
SARAYI dememiz gibi
Aynı Eşcinsellerin yürüyüşüne ONUR YÜRÜYÜŞÜ adını
vermemiz gibi,
Aynı BANKACI TEFECİLERİN bankalarının reklamını SİZİN
YUVANIZ diye yapmaları gibi,
Aynı fahişelerin, eskortların kendilerine SANATÇI
demeleri gibi
Aynı berberlerin kendilerine saç stilisti demeleri
gibi
Aynı Aşçıların kendilerine gastronomi uzmanı demeleri
gibi
Aynı ormanları ve DOĞAYI mahvedip içinde doğal bir
döngünün olmadığı suni ve ŞIK parklar kurmamız gibi
Aynı tuvalet bekçilerinin kendilerine ithalat ihracat
sorumlusu demeleri gibi
Her şey
ESTETİKLEŞİYOR, reklamizasyona dönüşüyor, süslü püslü isimler alıyor ve İÇİ
boşalıyor, diyor sanırım.
***
Hepimiz trans-seksüeliz!
Cinsellik HAzZA yönelmiştir. Bu
özgürleşmenin bir nakaratı olarak her yerde terennüm edilir.
Trans-seksüel -ister cinsiyet değiştirme
ile olsun, ister travestilerin giyim, morfoloji, davranışlar ya da
karakteristik göstergelerle oynamaları biçiminde olsun- yapaylığa yönelmiştir.
Her hâlükârda protezlerle karşı karşıyayız.
Bedenin yazgısının protez haline gelmek
olduğu günümüzde, cinsellik modelimizin trans-seksüellik olması ve
trans-seksüelliğin her yerde baştan çıkarmanın odağı haline gelmesi gayet
mantıklıdır.
Hepimiz potansiyel olarak
transseksüeliz.
Genellikle biyolojik bir süreç değil bu:
hepimiz simgesel olarak trans seksüeliz.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:27
Sonsuza kadar yaşama sevdasındaki
insanın vücudunun her noktasının (kol, bacak, göğüs, kalp, böbrek, damar,
cinsel organlar vs.) yapaylığa/proteze yönelmiş olması onu ruhen de TRANS bir
çizgiye atıyor.
Her şeyi ruhunda cem edebilen insan
tipleri ortaya çıkıyor. Müslüman komünist, Müslüman Kapitalist, Eşcinsel
Müslüman, NATO'cu milliyetçilik, Küreselci Millilik, Batıcı Millilik, Kemalist
İslam, Barda bir taraftan bira içen bir taraftan tefsir yapmaya çalışan
başörtülüler ...
İşin doğrusu hepimiz bir miktar TRANSIZ, fikren, zihnen, kültüren, ahlaken,
dinen, diyor sanırım.
`Ruhumuzun Travesti olmasından sebep,
kimlik ve FARKLI olma arayışımız bütün davranışlarımızın temeli haline geldi.
Ancak kendimize tarihte, gelenekte,
arşivde, anılarda, bir amaçta ya da gelecekte kimlik bulabilmeyi bekleyecek
kadar zamanımız YOK: Bize ŞİPŞAK bir Kimlik, hemen bir bağlantı, anında
doğrulanabilecek bir REKLAM KİMLİĞİ gerekiyor.
BU nedenle "SAĞLIK" OLARAK
aranan şey, organik bir DENGE durumu değil; bedenin HİJYENİK ve REKLAMLARDA
olduğu gibi olmasıdır...
Yani SAĞLIKLI olmaktan çok PERFORMANS
sahibi olmak istiyoruz.
Jean BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:28
MIŞ gibi görünmek OLMAKTAN daha mühim.
ZENGİN MİŞ gibi görünmek
Kültürlü İMİŞ gibi görünmek
BİLGE imiş gibi görünmek
Sorumluluk sahibi imiş gibi görünmek
Mutlu imiş gibi Görünmek
Mutsuz imiş gibi görünmek
Müslüman mış gibi görünmek
ŞEHİRLİ İMİŞ gibi görünmek
EDEPLİ iMİŞ gibi görünmek
HİZMET ediyormuş gibi görünmek
İYİ imiş gibi görünmek
Merhamet sahibi imiş gibi görünmek
Cömert miş gibi görünmek
OLMAKTAN daha önemli.
Ne olduğumuzun bir önemi YOK!
Eğer PERFORMANS nesnesi isek. REKLAMLARDAKİ gibi isek. ÇOK TIK alıyor
isek. TikTOk'ta yer edinebilmiş isek, diyor gibi.
***
Etobur cinsellik hali ile günümüzde hiçbir kadının
üstlenemeyeceği etobur bir erotik ideolojinin ideal kadınıdır porno kraliçesi
Cicciolina...
Cicciolina bugün İtalyan Parlamentosunda milletvekili
seçilebiliyorsa bu, tam da trans-seksüelle trans-POLİTİĞİN aynı ironik
farksızlık içinde buluştukları anlamına gelir.
Bir kaç yıl önce kimsenin aklından geçiremeyeceği
başarı, yalnızca çıplak seks kültürünün değil, tüm politik kültürün de
travestinin tarafına geçmiş olduğuna tanıklık eder.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:29
Bir porno yıldızın tüm doğallığı aşan seksiliği,
pornografikliği ile Milletvekili seçilip PARLEMENTOYA girmesi aslında pornografinin
zaferine değil, İtalyan siyasetinde TRANS-POLİTİĞİN hakimiyetine işaret eder.
Böyle bir sahnede ne kadın kadına benzer, ne erkek
erkeğe. NE Komünist komüniste, ne milliyetçi milliyetçiye, ne laik laike ne de
İslamcı İslamcıya. Ciciolina ile başbakanın, bakanların, cumhurbaşkanının
arasındaki fark din, düşünce, fikir, AHLAK ya da Erdem farkı değil KIYAFET
farkına indirgenmiştir, diyor sanırım.
***
Sibernetik devrim, bilgisayarların
gelişmesi karşısında kendine şu soruyu sordurur: Ben acaba gelişmiş bir
bilgisayar mıyım?
Gelmekte olan genetik devrim ise
insanlığı şu soruyu sormak zorunda bırakacak sanırım: Ben acaba gerçek bir
insan mıyım yoksa klon mu?
Tıpkı cinsel devrimin bizi, tüm şehvet
potansiyellerini serbest bırakırken, acaba ben "erkek bedenindeki kadın
mıyım" yoksa "kadın bedenindeki erkek miyim?" "erkekliğimle
erkek miyim", "kadınlığımla kadın mıyım" soruları ile karşı
karşıya bırakması gibi.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:30
Moden teknoloji ve Tanrının reddi insanı
kendini tanımlayamaz, kendini bilemez, kendini fark edemez bir yere getirdi. Ne
cinsiyetini, ne milletini, ne kavmini, ne dinini, ne hayvanla farkını, ne
varlık nedenini, ne amacını, ne hedefini, ne nereden geldiğini, ne de nereye
gittiği biliyor.
Hatta insan olup olmadığını bile
bilmiyor.
İnsanın, İNSANLIĞIN, insanca zamanın,
insaniliğin yok olması bu.
Galiba insanın tarihten çekilmesi yani
kıyamet için BÜYÜK bir patlamaya gerek kalmayacak
İnsan, Dünya gezegeni ile toprağıyla ve
bedeniyle, günümüzde, kendi yarattığı ve yörüngeye yerleştirdiği uyduları
karşısında uydulaşmış durumdadır.
İnsan, bir zamanlar aşkındı, şimdi
yörüngesinden çıktı.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:35
Bir zaman bir ÖZEL hastanenin
toplantısına katılmıştık. Hastane sahibi hastaneye alınan bir cihazı
tanıtıyordu. Tanıttı, bitti.
Sonra "Bu cihaz için şu kadar bin
dolar para ödedik. Doktorlarımızdan anlayış bekliyoruz" demişti.
Bunun üzerine ilgili doktorların çoğu
hemen her gelen hastayı o cihaza yönlendirmeye başladılar. Zira hastane programı
hangi doktorun kaç hastayı cihaza yönlendirdiğinin raporunu tutuyor, hastane
sahibine veriyordu.
Bu İNSAN'a ve İNSAN SAĞLIĞI'na hizmet
için Üretilmiş bir cihazın; insanı ÖNEMİSZLEŞTİRDİĞİ, insanın ve insan
sağlığının o cihazın VARLIĞINA hizmetkar edildiği bir süreçti sanırım.
Ürettiğimiz cihazların kurbanı, uydusu,
aleti, parçasına dönüşüyoruz diyor sanırım.
***
Artık büyümüyor UR halini alıyoruz.
Hızlı çoğalma toplumundayız. Hiç bir
belirgin bir hedefi olmadan sürekli büyümeye çalışıyoruz.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:36
Vücuttaki tüm organların varlıkları ve
büyüklükleri bir hedefe matuftur.
UR öyle değildir. Niçin vardır belli
değildir, Büyür, şişer ama bir hedefi ya da emeli yoktur.
Modernlik bize sürekli gelişmemiz,
büyümemiz, ilerlememiz gerektiğini söylüyor. Ama bunu niçin yapmamız gerektiği,
yaparsak ne olacağı, hangi hedefe, hangi amaca ulaşacağımız belli değildir.
Amaçsız hedefsiz bir İLERLEME takıntısı
beyindeki URDUR.
Düzensiz ve amaçsız hücre bölünmesi demek olan Kanser modern zamanların
hastalığıdır.
Çarpıcı olan günümüzde tüm sistemlerin AŞIRI
şişmanlığıdır;
haberleşme, iletişim, bellek, depolama, üretim ve
öldürme düzeneklerimiz - Susan Sontag'ın kanser için söylediği gibi- o,
Cehennemi gebeliktir; bu sistemler o kadar çok şişmiş o kadar çok dolmuş ve
tıkanmışlardır ki, artık HAYırlı bir işe kullanılamayacakları kesindir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:37
Modern dönemlerin iki rahatsızlığı kitlesel OBEZİTE ve
kanser; modern insanın ürettiği hemen her şeye de bulaşmış hastalıklardır.
Her taraftan yağan haberler, görüntüler, bilgi, müzik,
uzmanlar, vaizler, üstadlar, hocalar, gurular, iletişim platformları, videolar,
resimler, silahlar, bombalar, arabalar ....
40 sene önce önünden otobüs geçiyor diye sevinilen 10
dairelik apartmanda 18 tane araba, 4 kişilik ailede 4 tane telefon (eskiler
hariç), 2 tane bilgisayar, 3 tane TV, 25 çift ayakkabı, onlarca çeşit çeşit
giysi, atılmak için bekleyen 3-5 senelik mobilyalar, her gün dolup dolup
boşalan çöp kutuları ... ASIK ve huzursuz SURATLARla beraber yaşamaya çalışır
OBEZİTE her yerdedir
Ve bu bir tür
toplumsal KANSERDİR, diyor sanırım.
Öyle çok şey üretilip yığıldı ki, bunların bir kısmı
kullanmaya fırsat bulamadan çöpe atılacak. (Bunların içinde nükleer silah
gibilerini kullanmaya fırsat bulamadan çöpe atılmaları sevindiricidir.)
Öylesine çok ileti, öylesine çok içerik üretiliyor ki
bunları okumaya ASLA zamanımız olmayacak.
NE mutlu bize!
Okuduğumuz azıcık miktarı bile, bizim şok olmuş
vaziyette donup kalmamıza yetti.
JEan BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:37
Bilgi, ileti, iletişim, paylaşım OBEZLİĞİ öylesine
ciddi bir "lüzumsuz bilgi obezliğine" sebep oldu ki, kitle bunlarla
ne yapacağını bilemediği gibi, edindiği bilgiler çok şişman birinin hareket
etmekte zorlanması gibi onu kımıldayamaz hale getirdi diyor sanırım.
Zeyl: Çok yiyen insan bunun sonucunda obeziteye
yakalanacağını ve hareketlerinin kısıtlanacağını bilir.
Bilgi
OBEZLİĞİNE yakalanmış birinin ise HAREKETSİZLİĞİNİN sebebi hakkında fikri
yoktur. Hatta hareketsiz olduğunu bildiği bile şüphelidir.
Entelektüel öngörüleri ile gidişatı
yalanlar, sorgular... Ortak kalıtımsal mirasın parçası olan yaşamsal bir
işlevdir bu. O, çelişki alay, tersini söyleme, eksikliğin keşfi ve tersine
çevrilebilirlikle YASAYA her zaman karşı çıkacak demektir.
Bugün entelektüellerin söyleyecek hiç
bir sözünün olmaması bu İRONİK işlevi ellerinden kaçırmış olmalarındandır;
çünkü entelektüeller kendilerini ahlaki, politik ya da felsefi bilinç alanı ile
sınırlı tutuyorlar.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:45
Baudrillard Entelektüel çökmeyi
KESİNİĞİN gerçeğin yitimine bağlayacak sanırım.
Ancak sanırım bu meselenin ENTELEKTÜEL
olmanın kolaylaştırılması ile de ilgisi var. Bugün yeteri kadar isminin önüne
titr ekleyebilmiş ve KÜREESEL egemenin diline uygun bir söylem tutturabilirsen
çok hızlı bir şekilde SAYGIN Bir entelektüel olarak topluma sunulabilmek
mümkün.
MEDYA o kadar büyük bir gürültü
yapabilme yeteneğine sahip ki, gerçek bir entelektüelin MEDYA desteği olmadan
(Yani yerel ya da küresel sömürgeci elite BOYUN eğmeden) sesini duyurabilmesi
mümkün değildir.
SAHTE entelektüelin bu kadar kolay revaç bulduğu yerde GERÇEK
entelektüelliğin çökmesi kaçınılmaz gibi geliyor bana.
Sistemin kendisi toptan teröristtir. Çünkü asıl terör,
şiddet ya da kaza terörü değil, belirsizlik ya da ürkütme terörüdür.
Vaktiyle bir soygun simülasyonu yapmış olan bir grup,
gerçek silahlı soygun yapandan daha ağır cezaya çarptırılmıştı. Çünkü
GERÇEK'LİK ilkesinin ihlali (Gerçeğin ne olduğunu şaşırtan-AHÇ) gerçek
saldırıdan daha ciddi bir saldırıdır.
JEan Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:47
TERÖRİZM insanları korkutarak ya da endişeye düşürerek
GERÇEKLERDEN koparmaktır. Onları GERÇEKTE kabul edemeyecekleri şeyleri kabul
etmeye zorlamaktır.
Pandemi, salgın, hepimiz öleceğiz, nüfus çok fazla,
İklim Değişiyor, havalar ısınıyor, kuraklık geliyor, fırtınalar geliyor vs vs
vs korku hikayeleri bu anlamda tam anlamı ile TOPLUMLARI gerçeklereden koparan
TERÖRİST faaliyetlerdir. Bu anlamda TERÖRİZM artık terör çetelerinin değil
YÖNETİCİ elitin toplumlara karşı kullandığı enstrümanıdır diyor sanırım.
Durumumuz gölgesini yitirmiş adama
benziyor:
Üstüne düşen ışık karşısında
şeffaflaşmıştır ya da her yandan aydınlatılmış olarak, korumasız biçimde tüm
ışık kaynaklarından aşırı ışık almıştır.
Teknikler, takipler, anketler,
araştırmalar, enformasyon da bizim her bir yanımıza ışık tutuyor; bu ışığı
kırıp geri yansıtamıyoruz ve beyaz parlak bir etkinliğe, beyaz bir
toplumsallığa, para, beyin ve bellek gibi bedenlerin de dezenfeksiyonuna tam
bir asepsiye (mikroptan arınmışlığa) mahkumuz.
Sonunda şiddetin ve olumsuzluğun yasak
edildiği bir toplum ve böyle bir toplumu oluşturan bireylerden başka kimsenin
kalmadığı dev bir estetik cerrahi girişimiyle şiddet ve tarih temizleniyor.
Oysa kendini mevcut hali ile
kabullenemeyen her şey kökten bir belirsizliğe ve bitmeyen bir simülasyona
mahkumdur.
JEan Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:50
Her taraftan ışığın vurması ile gölgesi
kaybolmuş dolayısı ile doğuyu, batıyı yani yönünü kaybetmiş, fazla aydınlıktan
göremez olmuş, nereden geldiğimizi nereye gittiğimizi şaşırmış gibiyiz.
Ya da Arızalarını kabul etmekte zorlanması, DOĞALLIĞI, doğal süreçleri
sorun görmesi nedeniyle ihtiyarlayan bedenindeki arızaları sürekli estetik
cerrahi operasyonlarla aldırarak pasparlak bir cilde ve gencecik bir görünüme
sahip olan Ajda Pekkan gibiyiz: Özü ve vakti geçmiş, diri görünmesine, VAAD
etmesine, görüntüsü ile GEL demeye çalışmasına rağmen EBTER.
Bütün kategoriler YAPAYLIK dönemine
girmiştir.
Burada istemek değil, istetmek; yapmak
değil, yaptırtmak; değerli olmak değil, değerli kılmak önemlidir. (Genel olarak
reklamcılık yani)
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:52
Bir arkadaş vardı. Rusça Kur'an Meali
arıyordu.
- Hayırdır, dedim.
- Abi Rus müşterilere okutacam
- Sen okudun mu? (Dedim bozuldu.)
- Abi biz okumadık ama Ruslar okusa
Müslüman olsa, fena mı olur? dedi.
- Yok, tabii ki iyi düşünmüşsün. HEm
Ruslar Müslüman olursa belki tebliğ için geri döner; seni beni de adam ederler
:)))))))))))
Kendi OLMADAN başkalarını OLDURMAK
istiyordu
MIŞ gibi olanın her şeyi MIŞ gibi
Türkmüş gibi
Kürtmüş gibi
Çağdaşmış gibi
Kibarmış gibi
Namusluymuş gibi
Müslümanmış gibi
Anlıyormuş gibi
Biliyormuş gibi
Farkındaymış gibi
Yiyecekler bile Yağmış gibi, Yoğurtmuş
gibi, Un muş gibi, Etmiş gibi
Hattaaaa insan bile İNSAN mış gibi
Zevk aldıran, düş kurduran,
hissettirirmiş gibi yapan şey olan uyuşturucu, genel performansın akışına
doğrudan müdahil olduğundan jogging ve bilgisayarla (ve akıllı telefonla-AHÇ)
uğraşmanın da aynı ölçüde aptallaştırıcı ve uyuşturucu olduğu söylenebilir.
Uyuşturucu bedenin doğal durumunun
karşıtı olarak bilinçsiz durumu anlamında yapay değildir; kimyasal bir protez,
zihinsel performans cerrahisi, plastik algılama cerrahisi olduğundan yapaydır.
jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:54
Sürekli koştuğu halde hiç bir yere gitme
isteğinin olmaması gibi, Akıllı telefon ya da bilgisayar başında sürekli bir
öğrenme, tecrübe ve bilgi biriktirme eyleminin de gerçek bir hedefi ya da
eylemi yoktur.
Bunlar insanları UYUŞTURURLARKEN yapay
bir dünyaya, zihinsel olarak GERÇEK bir dünyanın ötesine yapay bir evrene
taşırlar.
Hiç gitmediğin, hiç görmediğin, hiç tatmadığın bir yerin videosunu
seyretmek gibidir. Gerçekte hiç bir zaman olmadığın bir yerde zamanda
yaşamışsın mutlu olmuşsun hissi verir. Tüm uyuşturucular gibi. Diyor sanırım.
***
İyi reklam; hiçlikten, en azından,
ürünün etkisizleştirilmesinden, moda; kadının bedeninin şeffaflığından geçer.
İktidar da, iktidarı uygulayan kişinin
anlamsızlığından geçer.
Jean Baudrilard,Kötülüğün Şeffaflığı, s:55.
İyi bir reklam ürünü ortadan
kaldırabildiği ölçüde etkilidir.
Meselâ; araba lastiğinin üzerine uzanan
kadın seyirciden lastiği görmemesini, lastiği unutmasını, kadının güzelliği ile
marka arasında bir bağ kurup bambaşka bir hayalin peşine düşmesini bekler.
Moda; kadının üzerinde kıyafet olduğunu
ne kadar unutturabilirse, kadını ne kadar çıplak hissettirebilirse o kadar
başarılıdır.
Kıyafetin görülmemesi, kadın bedeninin
şeffaflaşmasıdır önemli olan.
Siyasetçi yapıp edeceklerini ,ideolojisini, düşüncesini, imkânlarını
vaadlerini ne kadar unutturabilirse, kelimeleri ne kadar "bir hedef ve
anlamdan" soyutlanıp her kesime hitap edebilirse o kadar başarılıdır,
diyor sanırım.
***
Nasıl ki aygıt İnsan'a tahsis edilmişse,
insan da aygıta tahsis edilmiştir; Her ikisi birbirine dolanır ve birbiri
tarafından kırılmaya uğratılır (terbiye edilir, şekil verilir). Makine insan ne
istiyorsa onu yapar; ancak buna karşılık insan da makine ne istiyorsa onu
yapar...
Örneğin bir fotoğraf makinesini
kullanırken faydalanılan imkanlar, dünyayı kendi görüşüne göre
"düşünen" öznenin imkanları değil, objektifin imkanlarını kullanan
"NESNE"nin imkanlarıdır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:61
Kullandığımız makine bize yapabilme becerisi
verirken, Bir taraftan da bizi yapabildiklerinin sınırına HAPSEDER.
Makiyi kullanırken insan İNSANİ
yetilerini kısıtlamak makinenin sınırları içinde düşünmek, onun sınırlarını
kabul etmek, insaniliği onun sınırlarında kısıtlamak zorunda kalır.
Bu makinelerin insaniliği değil, insanların MAKİNELEŞMESİdir, diyor sanırım
Bu aletler benimle entegre olmuş, bütünleşmişlerdir.
Televizyon, bilgisayar, Akıllı telefonlar... Aynı kontak lensler, gözlükler
gibi adeta bedene genetik bir parçası imiş gibi yapışmış şeffaf protezler
gibidirler.
Yanı doğuştan bedene yerleştirilen kalp pilleri veya
protez ayaklar gibidirler. Gönüllü olsun ya da olmasın bilgisayarlarla ve
akıllı telefonlarla kurduğumuz ilişkiler aynı niteliktedir.
Köleleştirilmiş (yabancılaştırılmış DEĞİL) bir yapının
ilişkisidir.
Burada karşımızdakinin İNSAN mı yoksa MAKİNE mi
olduğuna karar verilemez.
Jean BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:63
Telefonundan bir an AYRILMAYI, bir an onsuz bir yere
gitmeyi, 10 dakika ona bakmadan geçirmeyi başaramayan varlıkların özgürlüğünden
de bahsedilemez, İNSANLIĞINDAN da.
Bu noktada
karşımızdaki EHLİLEŞTİRİLMİŞ makine insan karışımı bir ŞEYDİR, diyor sanırım.
***
"Camekan çocuk*" şeffaflığın
biyolojik biçimi olarak tümden mikropsuzlaştırmanın, mikropların tümden def
edilişinin, geleceğin ön belirtisidir.
Plaklar gibi havasız ortamda
preslenecek, donmuş yiyecekler gibi havasız ortamda korunacak ve tıbbi tedaviye
aşırı düşkünlüğün kurbanları gibi havasız ortamda öleceğiz.
Tıpkı yapay zeka gibi havasız ortamda düşünüp
kafa yoracağız.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:66
Etleri derin dondurucuda dondurduğumuz
gibi çocukları da EKRAN BAŞINDA donduruyoruz. Onları dışarının mikrobundan,
kirinden, tehlikesinden, öngörülemezliğinden etleri dolapta koruduğumuz gibi
koruyoruz.
Yapay zekanın gerçek bir AKIL ve HAYAT olmadan var olması gibi. Aynı
kasapta sallanan donmuş etler gibi, Tehlikesiz, mikropsuz steril ortamlarda
yaşamadan hatta insan olmaya fırsat bulamadan SUNİ, zamansız, donmuş varlıklara
dönüşecekler, diyor sanırım.
***
Tam olarak bağışıklığı bozuk çocuklarla ilgili
teknolojiyi kullanmıyor olsak da şimdiden bir küvöz içinde yaşadığımızı
söyleyebiliriz: Hem yoksunuz hem AŞIRI korunmuş, YAPAY bağışıklığa ve sürekli
kan nakline mahkum, dünyayla en ufak teması ölmeye mahkum olmak demekmiş gibi
içine sığındığımız şeffaf kılıfın içinde yaşıyoruz.
Hepimiz SANAL olarak bağışıklık kaybının
ÖZÜRLÜLERİYİZ.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:67
Korumak için çocuğun ANNESİNDEN alınıp kuvöze
konulması, Anne sütü yerine Suni YEMLE beslenmesi gibi, BİR taraftan DOĞADAN
kopmaktan şikayet ediyor bir taraftan da HİJYEN takıntısı ile doğal olan her
şeyi DETERJANLIYOR evden çıkamaz hale geliyoruz.
BAĞIŞIKLIK
sistemimiz çöktükçe, bir doğuştan ÖZÜRLÜ haline geliyor AŞISIZ yaşayamayacağımıza
inanıyoruz, diyor sanırım,
Viral boyutu ile bizi yok eden kendi
antikorlarımızdır. Varlığın lösemisi kendi savunmalarını yutar, çünkü artık
dışardan gelen tehdit ve rekabet öğesi yoktur.
Halbuki mutlak korunma öldürücüdür. KANSERİ ve AIDS'i
klasik hastalıklar gibi ele alan tıbbın anlamadığı da budur. Oysa bunlar,
korunma ve tıbbın zaferinden doğmuş, hastalıkların yok edilmesinden, hastalığa
giden süreçlerin tasfiye edilmesinden ortaya çıkmış musibetlerdir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün ŞEffaflığı, s:69
Toplumsal boyutta da durum böyle:
Mesela geçmiş devletleri yok eden dışardan bir başka
devletten gelebilecek saldırılar iken BM'nin kurulması ile bu ihtimal
ortalıktan kaldırılmıştır. Ancak bu güvenli ortam bizzat devletin kendi içinden
finans çevrelerinden, tefecilerden, ÖZEL sağlık kuruluşlarından, ÖZEL tarım
kuruluşlarından gelen saldırılara ortam hazırlar. Ve devletler içerden gelen bu
saldırılara karşı bağışıklığı çökmüş, KANSER olmuş bedenler olarak
çırpınmaktalar, diyor sanırım.
Kanser neye direniyor? Hangi daha beter olasılığa
direniyor?
Mesela genetik müdahalelerin üzerimizde kuracağı tam
hakimiyete mi?
AIDS neye direniyor? Daha beter olan diğer olasılık
nedir?
Bir cinsel salgına, cinsel iç içeliğin mutlak
hakimiyetine mi?
Uyuşturucu için de aynı soru geçerli? Yaşanan onca
melodram bir yana uyuşturucu bizi hangi daha beter olasılıktan koruyor?
Ulusal bir sersemleme, kuralcı toplumsallaşma,
evrensel proglanmaya karşı olmasın!
Terörizm, bu ikincil şiddet bizi bir politik
lösemiden, yozlaşmış devlet teşkilatından, devletin görünmez şeffaf şiddetinden
koruyor olmasın?
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:71
İnsanlığın alerjik reaksiyonları vardır. Aynı vücudun ÖLÜMCÜL bir durumdan kendini kurtarmak için başka semptomları devreye sokarak kendini kurtaramaya çalışması gibi. Terörizm, kanser, AIDS, uyuşturucu çok daha beter İNSİ VARLIĞI tehdit eden durumlara karşı insanlığın verdiği ALERJİK reaksiyonlardır diyor sanırım.
Hiç düşünmeden, hemen etkilenmiş olmaya (modaya
uymaya-AHÇ) çok meraklıyız. Bu zehirlenme ya da veba kadar zararlıdır, ancak
hiç bir ahlaki toplumbilim, hiç bir felsefi akıl bunu alt edemeyecektir. Moda
ortadan kaldırılamaz bir fenomendir; çünkü anlamsız, viral, ani ve anlamın
aracılığından geçmediği için bu kadar hızlı dolanan iletişim biçimleri ile
benzerlik taşır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:75
Modaya kapılmak bir birikim, bir yetenek, bir beceri
ya da tecrübe gerektirmez, Derin düşünceyi geçin herhangi bir düşünce
kırıntısına da ihtiyacı yoktur. Modaya uyarak, sırtına aldığınız bir pahalı
gömlekle -en saçma sapan durumda olsanız bile- kendinizi ÜST sınıftan biriymiş
gibi hissetme şansı bulursunuz.
Sanal alemde
dolanan bilgileri sahiplenme, onların taraftarı olma ya da benimseme de bir
çaba, derinlik, düşünce gerektirmez oda hiç bir emek vermeden -en saçma yerde
olsanız bile- kendini ASİL, ŞEREFLi, DÜŞÜNCELİ, kaliteli ilan etmenin KOLAY
yoludur, diyor sanırım. Modanın bir başka biçimidir.
Medya her zaman terörist şiddetin en ön safındandır.
Terörist şiddeti özellikle modern bir biçim haline getiren budur; bu şiddete
yüklenmek istenen politik, sosyolojik ve psikolojik ""nesnel"
nedenlerden çok daha modern bir biçime dönüştüren de budur; bu nedenlerden hiç
biri terörist şiddete denk değildir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:81
TV'de bir evlendirme programında "saçı
kapalı" ar damarı free bir hanım, karşısındaki erkeğe milyonlarca insanın
önünde "cinsellik faaliyetlerinin durumunu" sormuştu. Erkekte ona
dönüp "frijit" olup olmadığını sordu. Eğer bu kabalığı,
terbiyesizliği, edepsizliği aşan MAHREMİYETİN pornografiye dönüşümü hadisesi
medya önünde değil de mesela kız istemede olsaydı muhtemelen iş bam başka bir
hale bürünürdü.
Geçen senelerde bir KADIN kuruluşu tüm erkekleri orman
ayılarına benzeten bir manipülasyon çalışmasına girişmişti. Normalde herhangi
İZZETİ üzerinde olan bir erkeğe yapıldığında tepki alınacak bu hakaret MEDYADAN
yapılınca tepki veren çok az olmuştu.
Bir sürü insan SOKAK RÖPORTAJI adı altında ahmak,
salak, dangalak, andavallı, cahil LANSE edilerek aşağılanıyor, HAKARET üzerine
hakaret ediliyor. Lakin medyadan olunca ŞİDDET (şiddete uğrayan hariç) kimse
tarafından anlaşılmıyor.
BM dün Hamas'ın saldırıların başladığı 7 Ekim'de bazı
tecavüz vakalarına karışmış olabileceğinin duyurdu kendince. Aynı BM 151 gündür
orada GÖZ GÖRE GÖRE kameralar önünde öldürülen, katledilen çocukları,
kadınları, silahsız ve çaresiz insanları, vurulan hastaneleri/yardım
kuyruklarını, fosfor bombalarını göremedi. VE küresel medya gözlerimize baka
baka bunu NORMAL bir durummuş gibi yedirmeye çalışmaya devam ediyor.
Gerçek ŞİDDETİ göremeyen, olmayan ŞİDDETİ VARMIŞ gibi
gösteren MEDYA en yıkıcı en YAYGIN en etkili TERÖRİZM faaliyetidir, diyor
sanırım.
Holiganların yalnızca farksızlığın
öldürücü bir açık seçiklik kazanmasına dayandığı için böylesine yankı bulan
şiddeti, farksızlığın doruk noktasına çıkan biçimidir.
Bu şiddet, aslında kendi başına bir olay
olmaktan çok, terörizm gibi olay yokluğunun aldığı patlayıcı biçimdir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:81
İnsanın bir DERT kabı var. Ve bu kap
mutlaka dolu olmak zorunda.
Eğer kendine dert edinecek bir şey
bulamazsa kocasına/karısına sarar, evladına sarar, komşusuna sarar. Hiç bir şey
bulamazsa bu sefer kendisine sarar. Yok şuram ağrıyor, yok buram ağrıyor demeye
başlar.
Toplumsal boyutta da TOPLUMLAR
kendilerine gerçek DERTLER bulamadıklarında gerçekte "birbirinin aynısı
olan tipler" "GOLLL" dü değildi, bizim takım sizin takımdı,
Bizim partiydi sizin partiydi, Türk'tü Kürt'tü "farksızlıklardan FARK üreterek",
"HOOLİGAN" olmaya başlarlar.
Gerçek bir DERT, DAVA yokluğunda son
derece lüzumsuz, son derece gereksiz ve APTALCA şeylerden kendilerine DERT
üreterek hooliganlaşır ve boğuşmaya başlarlar, demeye çalışıyor sanırım.
Zeyl: "Eskilerin Allah derdini EKSİK
etmesin" duasının kıymeti her geçen gün gözümde daha büyüyor.
Zira KIYMETLİ bir DERDİ olamayanlar, bomboş zıvanadan çıkmış meselelerin
içinde boğulmaya mahkum ediliyorlar.
Artık ne temsil edilen halk vardır ne de yasal
hükümran.
Politik oyun yerini toplumsal sözleşmenin söz konusu
olmadığı bir düelloya bırakıyor. "Benim dediğim olur" diyen totaliter
bir makam ile biraz ironik, biraz isyankar, biraz bilinmezci ya da çocuksu,
konuşmayan sürekli DIRDIR EDEN bir kitle arasındaki transpolitik bir düello
gelişiyor.
Kendi organlarını yutan (kanserli) bir bedenin
hastalık hastası durumudur bu.
İktidarların, devletlerin kendi kentlerini, kendi
manzaralarını yok etmeye harcadıkları öfke, eskiden düşmana ait olan şeyleri
yok etmeye harcadıkları öfke ile karşılaştırılabilir ancak.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:84
Çoklu örnekler verelim: Mandepi dönemindeki
yasaklamaları düşünün, ya da aşılama zorlamasını, tarım politikalarını,
köylünün meslek bırakmaya zorlanmasını, Toplumsal Cinsiyet dayatmalarını, ailenin
çöküşünü göre göre dayatılan aile politikalarını veya HÜKUMETİ iktidara getiren
tabanın Filistin hassasiyetine rağmen hükumetin Eyzrail'e olan desteğini
düşünün.
"BEN YAPARIM, siz kabul edeceksiniz diyen bir
devlet ya da İKTİDAR savaşını kendi HALKINA karşı vermektedir.
Buna karşı halk
ne boyun eğiyor ne de isyan ediyor, sürekli çenesi düşük, dırdırcı hanım
efendiler gibi sızlanma halinde.
Artık politik iradeye göre değil, şantaja, caydırmaya,
simülasyona, kışkırtmaya ya da göstermelik özen göstermeye göre işliyor devlet.
Devlet bir sevgisizlik ve umursamazlık politikası
üretiyor.
Her tür resmi politikanın arkasındaki trans
politikanın gerçekliği budur; toplumsallığın yok olması karşısındaki hayasız
taraftarlık.
Hooliganlık yani şiddet ve yok etme ile şantaj ...
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:84
"Biz gidersek öcüler gelir", "Bunlar
gelirse sizi kıtır kıtır keserler" tehditleri; tam seçim arifesinde terör örgütleri ile
yükseltilen tansiyon ve çatışma haberleri hep bu ŞANTAJ ve TEHDİT politikasının
uzantılarıdır.
Bir taraftan en VAHŞİ küresel politikalar, bir
taraftan alt kesimleri perişan eden toplumsal GELİR uçurumlarına yönelik
ekonomik politikalar diğer taraftan "BİZ HALKI DÜŞÜNÜYORUZ",
"biz HALK için varız "edebiyatı tam da bu SEVGİSİZ politikanın
izdüşümüdür.
Geriye HAYASIZ,
utanmaz bir TARAFTARLIK, Amigoluk, Particilik kalıyor, diyor sanırım.
Politika işleri de bir anlamda boş bir stadyumda
(temsiliyetin boş biçimi) cereyan eder, GEÇEK seyirci çoktan stadyumdan
kovulmuştur; çünkü aşırı coşkulara kapılmaya elverişlidir.
Politika hala faaliyette ve hala bizi kendisine tutsak
etmeyi sürdürüyor, ama daha ince bir şekilde. Sanki Uluslararası Politika
Federasyonu belirsiz bir süre için halkı askıya almış ve maçın sonucunu garanti
altına almak için seyirciyi bütün stadyumlardan kovmuştur.
jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:85
Türkiye'yi düşünün.
Mesela mevcut hükumet, GERÇEK seçmeni kanının her
zerresine kadar Filistin'i desteklerken onun POLİTİKALARI ilk günden itibaren
resmi alanda Eyzrai'Li korumaktan hatta günlük logistik desteğini sağlamaktan
yanadır. Dikkat edilirse bu durumda stadyumu dolduran yani İKTİDARI destekleyen
ana kitle stadyumdan kovulmuştur.
Aynı şey aile politikalarında, küreselci dayatmalarda,
tarım politikalarında, üretim, eğitim ya da şehirleşme politikalarında da
gözlenebilir.
POLİTİKACI kitle üzerindeki gücünü korurken seyircinin
MAÇA müdahale imkanı kalmamıştır.
Maç, iktidarlar ve GÜÇ odaklarının arasında HALKIN
etkisi dışlanarak devam etmektedir.
Ancak, Stadyumdan
kovulan seyirci garip şekilde POLİTİKACIYA kendini mahkum hissetmeye de devam
etmektedir, diyor sanırım.
Kesinlikle Ortaçağ'daki gibi olmayan, ahlaki ya da
dini değil de stratejik kelimelerle değerlendirilmesi gereken İslam Batı
sistemini yalnızlığa itmekte. Zaman zaman TEK bir söz ya da eylemle Batı
sisteminde gedikler açmakta ve TÜM değerlerini o gedikten boşluğa yuvarlamakta.
İslam Batı dünyası üzerinde devrimci bir baskı
uygulamıyor. Onu İslam'a kazandırma ya da fethetme riskine de girmiyor: Karşısına
rakip çıkaramadığımız bir kötülük ilkesi adına, Batı'yı istikrarsızlığa itiyor.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:89
Batı 400 yıldır kendisini ÖZGÜRLÜĞÜN, Özgür
düşüncenin, fikir hürriyetinin, iyiliğin, insan haklarının, eşitliğin,
adaletin, doğruluğun her ne kadar İYİ erdem var ise hepsinin temsilcisi olarak
gördü.
Sonra mesela bir FİLİSTİN-İzrail çatışması gibi,
Irak'a, Afganistan'a, Libya'ya demokrasi götürmek gibi, Kur'an yakmak gibi
olaylar çıktı ortaya ve Batıya "sen" dedi "faşizm, sömürünün,
emperyalizmin, kayırmacılığın, şiddetin, ayrımcılığın, adaletsizliğin,
SANSÜRÜN, KİBRİN, her KÖTÜLÜĞÜN ta kendisisin".
Yaptığın, söylediğin, ettiğin, eylediğin her şey
devasa bir RİYAKARLIK uygarlığının yalanlarından ibaretmiş.
Öyle ki bunu fark eden vicdan sahibi BATILILAR bile
isyan eder oldular.
Zeyl: Dikkat edilirse William Chittick, Abdülhakim
Murad ve Abdurrahman Aslan Beyin çok önemli tespitleri ile "Direnen ve
Batının ikiyüzlülüğünü ifşa eden Müslümanlar DEĞİL değil, İSLAM". Zira
Müslüman topluluklar teslim olmuş, hatta beyin ölümü gerçekleşmiş gibi
davranıyor.
SAÇMA!....
Neden erkek ya da kadın olma HAKKI istenemesin?
Neden Aslan ya da Kova veya Yengeç burcu olma hakkı
istenemesin ki?
Böyle bir hak varsa, erkek ya da kadın olmak ne
demektir? Heyecan verici olan şey, yaşamın bizi erkek ya da kadın yapmış olması
ve bizim de kabullenmemizdir. BU simgesel bir oyunun kuralıdır ve kuralı ihlal
etmenin hiç bir anlamı yoktur.
Mesela satranç oynarken ATI düz bir çizgi üzerinde
oynama hakkı isteyebilirim ama bunun anlamı nedir? Tamamen aptalca bir
durumdur.
Söz, bireyin "özgür" ifadesi olarak
anlaşılıyorsa "Söz Hakkından" bahsedebiliriz. Söz düello, suç ortağı,
çatışma, baştan çıkarma, kışkırtma biçimi alıyorsa o zaman HAK kavramının
anlamı YOKTUR.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:91
Selam /Barış ile beraber yaşayabilmemiz için HADLERİN,
SINIRLARIN olması lazım. Eğer herkesin sınırları belli ise HAKKINI korumak ya
da HAKKTAN bahsetmek de mümkündür. Dileyenin "Benim CANIM, arzum, keyfim,
şehvetim BÖYLE OLSUN istiyor" dediği yerde HAKTAN bahsedilemez diyor
sanırım.
***
Kimsenin en İYİ olma HAKKI istediği YOK! ...
"Çernobil, Ermenistan'daki deprem ve atom
denizaltısının batması ile SSCB insan hakları konusunda dev bir adım attı:
Felaket Hakkı.
Esas temel HAKK; kaza Hakkı, Suç Hakkı, Günah işleme
Hakkı , Kötülük Yapabilme Hakkı, Yanlış yola gidebilme Hakkı, Kötülük Hakkı ve
EN KÖTÜ olabilme Hakkıdır. İnsanı insan yapan işte bunlardır, değilse sadece EN
İYİ OLMA HAkkı ile insan insan olamaz. (diyor bu akım-AHÇ)
Hakk, karşı konulmaz biçimde bu UĞURSUZ eğilimin
Peşine düşüyor.
Halbuki eğer bir konuda HAKK talebi dayatılıyorsa
istenen şey çoktan kaybedilmiş demektir: Su, hava, toprak, konut, iş HAKKI bu
öğelerin yokluğuna işaret değil midir?
CEvap Hakkı, diyaloğun bittiğine işaret değil midir?
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:92
HAKK hayra, adalete, iyiliğe, güzele işaret eder.
Kötülük hakkı, ibnelik hakkı, zulüm hakkı, günah hakkı, zina hakkı diye bişi
olamaz. Eğer olursa orada HAKK'tan bahsedilemez. Zira HAKK diye bir şey
kalmamıştır. GÜCÜ yetenin Gücü Ytttiğine Düzeni kurulmuştur, diyor sanırım.
Geçmişten böylesine büyük kerametler
ummamız, bugünkü hayal gücümüzün hayli zayıf olduğuna; kendi hal ve düşüncemiz
karşısında hayli ümitsiz ve umursamaz olduğumuza delildir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:95
Toplumun Fatihlere, Abdülhamitlere ya da Kamal Paşalara sığınıyor olması
bugünden, bugünün siyasetinden, bugünün yöneticilerinden, kendinden, kendi
halinden olan ümitsizliğine işaret eder diyor sanırım.
Güvenlik, denetim, suç ya da hastalık
önleme tedbirlerinin içerdiği sapkın etkilerden de korunamıyoruz... En yüksek
güvenliğe ulaşma adına bir terörün, bir denetim saplantısının topluma
yerleşmesi çoğunlukla salgın tehdidi kadar felaket bir durumdur....
İyilikle Kötülüğün ayrılmazlığı (şükür
ki öyledir-AHÇ) yani biri olmadan diğerini uygulamanın imkansızlığı hükmünü
devam ettirir.
Bu tam olarak "lanetli pay
teoremidir" bu olmalı mı diye sormak yersizdir, bu böyledir, bunu fark
etmemezlikten gelmek belki de en büyük aldanıştır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:109
İnsan TANRI değildir, ondan MÜKEMMEL
ortaya çıkmaz. Hep hata, eksik, kusur ile birlikte olacaktır.
Ne iyilik yok edilebilecektir ne de
kötülük. NE Şeytan ne Melek; Ne vicdan ne Nefs.
Hiç bir iyilik içinde KÖTÜLÜĞÜ
barındırmaktan, hiç bir KÖTÜLÜK içinde bir iyiliği barındırmaktan, hiç bir
firavun Sarayı bir Musa'ya gebe olmaktan geri duramayacaktır.
Batının tüm hastalıkları, tüm şiddeti
hatta ÖLÜMÜ yok etme gayretinin kendisi SAFİ bir Kötülüğe dönüşüyor, diyor
sanırım
Zeyl: Pandemi döneminde "insanları
korumak için getirilen" pandemi tedbirleri, tedavi protokolleri, aşılama
uygulamalarının TERÖRÜNÜN verdiği hasarın muhtemelen koronanın verdiği zararın
kat kat be kat fazla olması gibi.
Tedbirlerin TERÖRÜ hastalığın TERÖRÜRÜNÜ kat be kat katladı
Klonlama, Anne gibi babayı da ortadan kaldırır.
Genlerin birbirine karışmasını, farklılıkların ortaya
çıkmasını, döllenmenin ikili etkisini kökten ortadan kaldırır...
Kloncu kendini döllemez, parçayı tekrar tekrar
üretir...
Aynılıkların sürekli kopyalanması öznenin
yenilenmesinin durmasıdır. Yani artık özne olabilecek bir varlık da yoktur...
Kişi artık kendi genetik formülünün kendi KANSERLİ
METASTAZINDAN başka bir şey değildir.
Kanser temel bir hücrenin bütünün DOĞAL yasalarını
hiçe sayarak sonsuza değin hızla çoğalmasıdır. Klonlama da AYNININ sürekli
tekrarlanması, aynı kalıbın DOĞAL yasaları hiçe sayarak hızla çoğalmasıdır.
Kanser kapitalist çağın hastalığı mıdır diye sormak
anlamsız; Gerçekte KANSER tüm çağdaş patolojiyi yöneten hastalıktır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:121
Sürekli
aynılıkları çoğaltan, bitmez bir şekilde aynı şeyleri aynı kalıpları üreten,
farklıya düşman Modern DÜNYANIN kendisi KANSERİN ta kendisidir, diyor sanırım.
Artık ensest yapmıyoruz ama ensesti tüm türevleri ile
genelleştirdik.
Fark şu ki ensestimiz artık cinsel ya da ailevi değil;
daha ziyade ikiye bölünerek üreyen ve tek hücreli bir ensest. Ensest yasağını
böyle deldik.
Ötekinin aracılığı olmadan KENDİ'nin KENDİ ile
çiftleşmesi yoluyla...
Kişi artık ÖTEKİ yani DIŞARIDAKİ ile karşı karşıya
gelmiyor; artık kendi kendisi ile savaşıyor. Aynı kanserde vücudun kendi kendi
ile savaşması gibi.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:125
AİLE içi birleşme yasağı kişinin kendi genlerinden
kendini tohumlatması, bir donör vasıtası ile hamile kalması, ÖTEKİNİ
dışardakini HAYATINDAN kovması, kendine, kendi içine yönelmesi, bireyselliğin
KUTSAL BİR İNEĞE dönüştürülüp tapınılması ile delindi.
Lakin bu LANETLİ bir süreçti; cedel, kavga, savaş
DIŞARDAKİnden kendi içine, kendisi ile kavgaya, kendi ruhu ile savaşa dönüştü.
Tıpkı kanser gibi, kişinin kendini yok etmesi ile neticelenmek zorunda olan bir
savaş bu, demek istiyor sanırım.
Eski sorunlardan, toplumsal patolojilerden
arındırılmış bir dünyada, İdeal Klinik dünya, mikroplardan, sorunlardan
arındırılmanın kendisinden doğan ele gelmez, amansız patolojileri HASTALIKLARI
doğar.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı
Doğal sorunların tamamen YOK edildiği ortamlar, Hiç
tahmin edilemeyen ANORMAL sorunların da yatağıdır, diyor sanırım.
Mikropsuz Hastanelerin HASTANE virüsünün ürediği yer
olması gibi,
KADINA şiddeti tamamen ortadan kaldırmak için yapılan
çalışmaların PEDOFİLİK bir ortam var etmesi gibi;
Güçlü KADIN sloganının YALNIZ yaşlı kadınlar toplumu
üretmesi gibi,
Özgürlük edebiyatının ailenin sonlanmasına ve
eşcinselliğin meşrulaşmasına sebep olması gibi,
Öğretmen şiddetini YOK etmeye çalışırken çocuklardaki
ÖĞRENME becerisini de yok etmemiz gibi
Silahlı teröristlerin, eşkıyaların, haydutların yok
edilmesinin DEVLETİN teröristleşmesine sebep olması; hacker, sanal dolandırıcı,
TİTANCI vs'lerin üreyeceği ortamı var etmesi gibi
Peki ötekilik nereye gitti?
Geriye kalan her şey gibi o da pazarın
yani arz ve talep piyasasının boyunduruğuna girdi. Bulunmaz Hint Kumaşı oldu...
Zira hammadde olarak ötekini tükettik..
Eskiden ÖTEKİNİN Olduğu yerde artık AYNI
var.
Koruma altındaki yerlilerden, soyu
tükenen evcil hayvanlara kadar her yerde onu arıyoruz. Ötekinin olmadığı yerde
onu diriltmeye çalışıyoruz...
Bilgisayar için ÖTEKİ yoktur. Bu nedenle
akıllı değildir. Çünkü akıl ancak ÖTEKİNDEN gelir. Bilgisayarın başarısı
kendisini test edebileceği bir ÖTEKİNİN olmamasından gelir. Akıldan Hesap
şampiyonları OTİSTİKLER ve Aptal hesap makineleridir.
Onlar Öteki olmadığı için acayip
güçlerle donatılmış zihinlerdir.
JEan Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:129
Bir hadiste "Eğer siz günah
işlemeyen bir topluluk olsaydınız, Allah sizin yok eder yerinize günah işleyen
bir topluluk getirirdi" deniliyordu sanırım.
Anladığım kadarı ile ÖTEKİ olmadan
kendini tanımlamak mümkün değil. Kötülüğü İYİYİ tarif etmeden, Sıcaklığı soğuğu
tarif etmeden, karanlığı ışığı tarif etmeden, güzeli çirkini tarif etmeden,
Bir'i sıfırı tarif etmeden tanımlayamayız. TANIMLAMAYI bırakın FARK da
edemeyiz.
Batının ÖTEKİNİ yok etmek için giriştiği
savaş kendisini otistik bir özürlüye dönüştürüyor,
Gibi şeyler anladım.
***
GErçek cinsellik "egzotik"tir.
İki cinsiyetin kökten
kıyaslanamazlığındadır; yoksa asla baştan çıkma diye bir şey söz konusu
olmazdı; ancak birinin diğerini yabancılaştırmasından söz edilebilirdi.
Jean BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:131
Kadın GÜZELDİR, erkek bu konuda kadınla
yarışmaz. Kadına aşık olması da kendinde ulaşlamayacağı bir güzelliğin
diğerinde olmasıdır.
Erkek güçlüdür ve üç boyutlu düşünür.
Kadın erkekte bu güce ve kapsamlı görebilmeye aşık olur. Onunla Güç yarışına
girmez.
Eğer erkek kadınla güzellik, kadın
erkekle güç yarışına, temizlik yarışına vs girmeye kalkarsa DİĞERİNE aşık
olamaz. KENDİ varken diğerine niye AŞIK olsun.
Güç yarışına, güzellik yarışına,
KAVVAMLIK yarışına girildiği zaman diğeri ile ancak YABANCILAŞIR, çünkü o artık
yar değil RAKİPTİR.
Bundan sonrası CEDEL, hem de ne cedel
Hümanist kafa karışıklığına dair bir örnek:
"Sudanlı halkların iletişim gereksinimleri"
konulu bir çalışma için Sudan'a bir görevli gönderilir. Görevli bölgedeki
insanların aç olduklarından bahisle, bölgede hint darısı yetiştirmeyi öğretmek
için bir çalışma yapılmasını önerir.
Ancak Sudan'a ziraat mühendisleri yollamak ve yerinde
eğitim vermek çok pahalıya mal olacaktır. Onun yerine onlara hint darısı
eğitimi veren videolar gönderilmesine karar verilir.
Ancak Sudan'da video kaset teknolojisi yoktur. Bu
nedenle öncelikle Sudanlıların iletişim de çağ atlatılmaları gerekecektir. Zira
eğer elektrik ve video oynatıcı yoksa Hint Darısı da yok demektir. Böylece
köylere kadar elektrik ve video teypler sokulur.
Sonra yerel mafya devreye girer ve eğitim kasetleri
yerine köylülere porno kaset satarlar. Bu halkı hint darısı ekiminden daha
fazla memnun eder.
İletişimin pembe ve siyah kitabına yazılabilecek bir
masal daha!
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:134
Hatırlıyor musunuz Fatih Projesi kapsamında çocuklara
bedava tablet dağıtılmıştı, daha İYİ ve kaliteli eğitim için.
Ancak o tabletler çocukları, Gerçek oyundan koparıp
bilgisayar oyunlarına alıştırmış ve PORNO ile çok erken yaşlarda çok daha
yaygın şekilde tanışmalarından başka bir işe yaramamıştı.
Hikâye ne kadar da benzer değil mi?
İyi niyet HAYRA gitmek için yeterli değil. Ne
yaptığını bilen bir HİKMETLİ şuur da gerekli
***
İkiyüzlü hoşgörü anlayışımızla boy
ölçüşebilecek tek şey, bu anlayışın altında yatan derin küçümsemedir:
"Farklılığınıza saygı
gösteriyoruz". Kelimesi örtük biçimde: "Siz az gelişmişler, elinizde
bundan başka bir şey kalmadı, sakın bunu da kaybetmeyin" demektir.
(Folklor ve diğer sefalet gösterileri farklılığı ispat eden en iyi
gösterilerdir). Bundan daha küçümseyici ve bundan daha küçümsenecek bir şey
yoktur.
(Dikkat ederseniz gelişmemiş ülkeler
BATILI misafirlerini folklor gösterileri ile karşılarlar. Batılılar az gelişmiş
ülkelerden gelenleri ASLA böyle karşılamazlar-AHÇ)
Bu ebedi ve ezeli anlayışsızlığa değil
varlığında kibirlice ısrar eden ve ötekilerin farklılığından beslenen ezeli ve
ebedi APTALLIĞA kökten bağlıdır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:135
Folklor gösterilerini, egzotik yerel
farklılıkları BATILILAR büyük bir kibirle adeta hayvanat bahçesindeki
maymunları seyreder gibi seyrederler ve "sakın bunları kaybetmeyin,
Müzelik eşya gibi koruyun" derler.
Bu davranışın arkasında yatan büyük bir
KİBİRdir..
Zira Batılılar bunlara GERÇEKTEN yaşayan dinler, kültürler, gelenekler
olduklarında tahammül edemezler. Bunlar ölüp gösteriye dönüştüklerinde ya da
müzeye girdiklerinde onlar için HOŞGÖRÜLEBİLİR olurlar, diyor sanırım.
(Eski çağların insanları diğerinin diğeri olduğunu,
öteki olduğunu, farklı olduğunu düşünmezler. Onlar da bir insandır işte, diye
düşünürler -AHÇ)
Ötekilik ve Farklılık simgelerini keşfeden ve bu
tanımların efendisi olan dünyanın da efendisi olur. O artık farklı ya da öteki
değildir. Bizzat Tanrıdır.
İspanyollar Amerika'da kıyıya çıktıklarında, Kıtadaki
yerliler böyledir. İspanyollar Tanrıdır. Nokta.
Farklılık, İspanyolların ne dinsel ne ekonomik ne de
herhangi bir açıdan haklı çıkarabilen yerlileri yok etme hırsının nedenidir; bu
hırsın tek nedeni mutlak cinayettir.
Eduardo Galeano, Kötülüğün Şeffaflığı, s:135
Tanrı her gün binlerce can alır; kadın, erkek, çocuk,
yaşlı, genç, bebek... Ona kimse hesap soramaz. Onu sorgulayamaz. Neden diyemez?
Ne hakkın var diyemez? Bu zulümdür, katliamdır, yapma yahu diye söylenemez. O
tanrıdır. Hesap sorulamazdır.
İnsanlardan FARKLı, ya da Öteki değildir. Tamamen
Başka bir kategoride TANRIDIR.
İspanyollar da TANRIDIR. Kimin ÖTEKİ olduğuna kimin
FARKLI olduğuna karar verme hakkı onlarındır (Bu farkındalık ile Andropoloji yi
de onlar icad etmiştir.) Yerliler karşısında onlara hesap sormak ABESTİR.
Tıpkı İsrail, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere
koalisyonunun Filistin'de öldürdüğü 34 BİN insan için hesap sorulamayacağı
gibi.
Onlar Tanrıdır ve onlara "neden, ne hakla"
diye hesap sorulamaz.
Fikriyat aynı fikriyat. Devam ediyor.
Ne yerlilerin itibarının iade edilmesi
ne de onlara İnsan Hakları Beyannamesinde yeni bir yer ayrılması söz konusu
çünkü onlar bambaşka şekillerde intikam alıyorlar: Batı imparatorluğunun
istikrarını bozarak
Beynimizin kıvrımlarında ürettiğimiz
füzelerin yazılımlarında onların hayaletsi, viral, cinni varlıkları dolaşıyor.
Hintliliğin, Kızılderililiğin,
yerliliğin, Afrikalılığın, Patagonyalılığın virüsü engellenemez bir şekilde
damarlarımıza sızıyor. İntikam toprakların, ayrıcalıkların Hintliler ya da
yerliler tarafından yeniden ele geçirilmesi değil: Yok o bizim zaferimiz.
Onların zaferi beyazları gizemli bir
şekilde kendi kültürlerinden şaşkınlığa düşürmeleri onları farkında olmadan
geçmiş kültürlerin "dreamtime"ının (Bilinen zamanın ötesinde olan bir
yaratılış zamanı) etkisine almalarıdır.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:140
Sömürülen, boyun eğdirilen toplumlardan
Batılı toplumlara sızan hayalet yeni nesilleri büyüleyerek BATI gerçeğine
yabancılaştırıyor. Bu yerlilerin intikamına dönüşüyor, gibi cümleleri okuyunca
ABD'nin en elit, en ırkçı Üniversitesi
olan Colombia Üniversitesinde başlayan ve diğer üniversitelere yayılan,
yüzlerce öğrencinin göz altına alınmasına neden olan FİLSİTİN DESTEK
gösterileri geldi aklıma
ABD tüm gücü ile FİLİSİTİNLİLER ezmek ve İSRAİL'e destek olmak için tüm
kaynaklarını ortaya koyarken Onun çocukları FİLİSTİNLİLERE DESTEK olmak ve
İSRAİL'e verilen desteği kesmek için çırpınıyorlar.
... Yararlı ya da zararlı olaylar,
hastalıklar, düşünceler her şey başka yerden gelir. Tüm emirler insanlık
dışından Tanrılardan, hayvanlardan, ruhlardan, büyülerden gelir... ötekini
içselleştirerek kendimize yabancı HAle geliyoruz ...
Jean BAudrillard, Kötülüğün ŞEffaflığı,
s:143
Kitab-ı Kerim'de isyan eden Şeytan
Allah'a "Senin beni azdırmana karşılık..." der.
Yani ben azmadım, azmanın kaynağı ben
değilim, benim kusurum ya da hatam yok, ben de azgınlığa sebep olacak bişi yok,
der. Sorun ÖTEKİNDE
Bu Şeytanın ya da Şeytanın sünnetini
takip eden insanın KENDİSİNİ BİLMEME ısrarıdır. Kendini, kendindekini, hatayı,
kusuru, yanlışı reddedip KÖTÜLÜĞÜ ve HATAYI karşıdakine ÖTEKİNE yükleyerek
TEMİZLENMEYE çalışırken aslında kendine de yabancılaşır.
Adem "YA rabbi, ben haddi aştım" derken kendisini bilmeye,
kendindekini tanımaya, hatasını, kusurunu, eksiğini -EGO ve KİBRİNE rağmen-
fark etmeye razı olana denir, diyor gibi.
Herkes aynı şeyde birleşemez.
Gelişmemiş ülkeler ile Batı ile, Japonya Batı ile,
Avrupa Amerika ile hatta her kültürün kendi içinde ortaya çıkan kendilerine
özgü halleri ile farklıdırlar. Fas Japonya ve İslam Asla Avrupalı
olamayacaklardır. Avrupa kendisini Amerika'dan ayıran modernlik çukurunu asla
dolduramayacaktır.
Kozmopolit evrimcilik bir yanılsamadır. Tuhaflığın
çözümü yoktur...
Birbirine indirgenemeyen dillere bakın. Dillerin her
biri kendi kuralına, keyfiliğine, mantığına göre işler. Her biri KENDİ iletişim
ve mübadele ilkesine boyun eğerken aynı anda kendi iç tutarlılığına da boyun
eğmişlerdir. BU yüzden birbirlerine tam olarak tercüme edilemezler ve sonsuza
kadar böyle kalırlar.
İşte hepsinin böylesine "güzel" olması da bu
nedenledir; çünkü birbirlerine yabancıdırlar.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:143
Avrupa düşüncesi inandığı evrim yasalarına göre
insanlığın maymunluktan gelişmiş insanlığa doğru evrildiğini varsayar. Buna
göre Avrupalı insan EN ÜST insandır. Diğerleri Türkler, Çinliler, Afrikalılar,
Güney Amerikalılar , Hintliler gelişmemiş ırklar olarak geliştikçe
AVRUPALILAŞACAK, AVRUPALILARIN seviyesine gelecek, aynı Avrupalılar gibi
düşünecek, giyinecek, yiyecek, içecek, inanacaklardır.
Bu yalan. BU Avrupalıların gördükleri bir serap
uydurdukları bir masal...
Kimse kimseye benzemek zorunda değil, kimse insan
olarak GERİ DEĞİL. İnsanların teknolojik olarak farklı olmaları, dilleri,
dinleri, kıyafetleri, halleri, gelenekleri vs'nin farklı olması
farklının yani GÜZEL'in, alternatifin, bir başka ihtimalin, çıkış yolunun
muhafazası için şarttır, diyor sanırım.
Kendi olmanın ANLAMI yoktur: Her şey
ötekinden gelir.
Hiç bir şey sadece kendi değildir, kendi
de olamaz.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:144
Neden süsleniriz, neden giyiniriz, neden
cinsel bölgelerimizi belirgin kılarız, neden konuşuruz, neden dinleriz, neden
görürüz, ayaklarımız bizi kime götürür, kimden kaçarız, kimin için üzülür,
kiminle seviniriz.
İnsan ÖTEKİ için yaşar, öteki ile
birlikte. Ötekilerle, diğerleri ile İLİŞKİLERİN tam merkezinde BİZ varızdır.
Yani bizi İNŞA eden DİĞERLERİ, ötekilerdir.
Milletler de öyledir. kültürleri,
dinleri, ahlakları, örfleri, genleri çevre ile düşmanları ve dostları ile
etkileşerek, karışarak, bulaşarak gelişir.
Sadece kendi olmak diye bişi yoktur diyor sanırım.
Geri dediğimiz pek çok kültür
bizimkinden çok daha özgün durumdadır.
Bizim toplumumuzda hemen her şey önceden
deşifre edilebilir durumda. Kabul olağan üstü çözümleme yollarına sahibiz,
lakin çözümlenmeye değer durumumuz yok.
Kuramsal olarak kendi olaylarımızın
hayli ötesinde yaşıyoruz. Bu yüzden derin bir melankoli içindeyiz. Ötekileriler
için bir yazgı parıltısı hala var; Bir şeyler yaşıyorlar.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:147
Bosna Savaşı sırasında İzzet Begoviç'İn
yardımcılarından biri Almanya'ya gidiyor bir kaç ay. Geri geldiğinde uçaktan
inince "toprağı öpüyor". "Tamam Bosna'da yürürken bir sniper'ın
ateşi ile ölebilirsiniz, her an kafanıza bir bomba düşebilir. Almanya da bu
yok. Her yer güvenli. Lakin her şey hesaplandığı her şeyin bir düzen içinde
olduğu yerde hayat yokmuş. Bosna'da tehlike var ama HAYAT da var" diyor.
Bir de Türkiye'Ye yerleşen İki Amerikalı
mühendisle röportaj yapmışlardı: "Neden İstanbul'a geldiniz?" diye.
Onlar da Amerika'da her şeyin düzen içinde olduğunu sürprizlere imkan
olmadığını, her şeyin öngörülebilir olduğunu İstanbul'un ve Türkiye'nin
öngörülemezliğinde HAYAT olduğunu, bunun kendilerini çektiğini söylemişlerdi.
Baudrillard'da sanırım bunu anlatıyor.
***
Ötekine duyulan istek her zaman ötekine
son verme isteğidir...
Aradaki tek sorun farklılığı içinde
kendinden yoksun kalan ötekinin mekanını, sözünü, sessizliğini, hatta içini
kaplayarak kimin daha uzun süre dayanacağını bilmektir.
Halbuki kimse kimseyi öldüremez: Rakip
kendi simgesel ölümünü arzulamaya, yerine getirmeye itilir.
Dünya kusursuz bir şekilde ilerleyen
TUZAKTIR.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:163
Dünya iki ayak üzerine yürür demişti
biri: İyilik- Kötülük, erkek-dişi, soğuk-sıcak, aydınlık-karanlık gibi.
İyilik kötülükle, aydınlık karanlıkla,
soğuk sıcakla, dişi erkekle sürekli mücadele halindedir. Sonsuz bir savaş.
Diğerini fethetme mücadelesi aynı zamanda
HAYATIN ta kendisidir. Ne zaman ki biri diğerini tamamen bitirir orada HAYAT da
bitecektir. BEN ve ÖTEKİ mücadelesi de böyle bişidir.
Bu İlahi Kudretin kurduğu içinden
çıkılması mümkün olmayan büyük bir tuzaktır, diyor sanırım.
Zeyl: Doğrusu Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. Enfal 30
***
Yuhyi ve Yumit
Herkes ötekinin yazgısıdır (Kaderidir-AHÇ)
Bu gizli yazgı kendi yaşamsal gereksinimleri adına
ötekini yok etmek ya da baştan çıkarmaktır; nefret etmek, lanetlenmiş olmak ya
da herhangi bir başka ölüm tutkusu nedeniyle değil.
Şöyle düşünün:
"Mikroplar bakteriler, virüsler insan bedeninde,
dokularda, kanda, lenfte yaşarlar. Mikrop BİREYLERİN kendilerine ait dünyada
çok farklı yetenek ve becerilerle donatılmadıklarını, kendi içlerinde zeki
hatta dahilerinin bulunmadığını kim iddia edebilir. Bu virüslerin kendi
nesillerini devam ettirmek için gösterdikleri becerinin ismi bizim için
HASTALIK hatta ölüm değil mi?
Bu anlamda yaşama gayreti her CANLININ kendini aşan
dünyayı -kendi arzu ve emellerini yerine getirirken- yıkmasından, yok etmeye
çalışmasından ibaret değil midir?
JEan BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:164
Vahdet-i Vücud felsefesinin kısa özeti "cüz'ü kül
yek diğerinden eyler istimda-ı dad" şeklinde imiş.
Bütünü var eden her büyük ya da küçük zerrenin
selameti, diğer zerrelerin selametine yaptığı hizmete muhtaçtır, yani.
VAR olabilmek devamlılığı sağlayabilmek için sürekli
KÜL'ÜN yani bütünün, selameti için bize verilen hizmet sorumluluğunu yerine
getirmemiz gerekiyor. Ancak bu hizmet bizden daha büyük olan bir başka dokuyu
yok etmekle mümkün.
Yani HAyatın içinde ÖLÜM, Ölümün İçinden HAYAt
çıkıyor. Kuderet her an hem ÖLÜMDÜR hem HAyATTIR (yuhyi ve yumit)
Bir önceki gün bahsettiğimiz TUZAk belki de budur.
***
Ötekinin Sırrı
Ötekinin sırrı, bana kendim olma
imkanımın asla verilmemiş olmasıdır. Ben ancak dışardan gelenin kaçınılmaz
yönlendirmesi/saptırması ile var olabilirim...
Dolayısı ile felsefenin sırrı, belki de
kendini tanımak ya da nereye gittiğini bilmek değil, ÖTEKİNİN gittiği yere
gidebilmektir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:167
İnsan her zaman TAKDİRE ve çevrenin
onamasına muhtaç bir varlıktır. Bunun için güç ister, para ister, yat ister,
konak ister... Süslü süslü kıyafetler, gösterişler, şan, şöhret, botokslar hep
ÖTEKİ içindir.
Var sayın ki çevrede başka insan yok
Gösteriş, markalar, yeni ayakkabılar, süslenme, estetik ameliyatlar ne işe
yarar?
Hiç bir işe yaramaz.
O halde İNSAN aslında en GÜÇLÜ anında
dahi çevresindekilere bir şekilde KÖLE olarak kalır. Onlar için süslenir, onlar
için gösteriş yapar onlara göstermek için araba alır, KOLtuklarını değiştirir.
Tam burada: Aziz Kitab'ın Hz İbrahim'e "Sana Dost olarak (takdir
makamı olarak) Allah Yeter" ifadesinin ne işe yaradığı üzerinde
düşünebiliriz kanaatindeyim.
Dışardan gelen değerlendirmeler her
zaman önceliklidir.
Önemli olan herhangi bir olayın,
herhangi bir nesnenin, herhangi bir beklenmedik varlığın Yabancı biçimi ile
birleşmektir.
Zira insanların gölgelerini yitirdikleri
günümüzde, biri tarafından İZLENİYOR Olmak son derece gereklidir.
Her birimizin kendi izlerini yitirdiği
günümüzde birinin izlerinin sizin izlerinize karışması son derece acildir...
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:168
İnsanın belki en BASKIN -şehvetten dahi-
güdüsü tasavvufilerin tanımı ile NEfs-i Emmare yani Tanrılaşma Güdüsüdür.
Tanrı olmak yani TEK , Biricik, Özel,
FARKLI, muhteşem, acaip olmak ancak BAŞKALARININ bunu fark etmesi , görmesi,
takdir etmesi, İZLEMESİ ile olabilir. Onlar İzlesin TAKİP etsin, TAKİPÇİMİZ
OLSUN, fark etsin, konuşsun güdüsü aslında DIŞARDAKİNE, TAKİPÇİYE teslim olan
bir zavallının çırpınışlarıdır, gibi şeyler söylüyor.
Gelenek bunun ARIZİ bir duygu olduğunu
bilip kendisini dinleyene bu duyguya karşı UAYNIK ve dirençli olmasını
öğütlerdi. MODERN ise bu duygunun insanı MOTİVE eden en kıymetli duygu olduğunu
söyleyip onu BURADAN KÖLELEŞTİRDİ, kendine bağımlı, müptela kıldı.
***
Herkesin kendi yaşam sorumluluğuna kendi
başına katlanması fikri bir saçmalıktır.
Hristiyanlıktan etkilenmiş bu modern
fikir boş ve KİBİRLİ bir düşüncedir. Dahası temelsiz bir ütopyadır.
BU kişinin kendi kimliğinin, iradesinin,
sorumluluğunun ve arzularının KÖLESİ olmasını gerektirir. İnsanın tüm
devrelerini; genlerinde, sinirlerinde, düşüncelerinde dünya ile kesiştiği her
anda denetleyebilmesini gerektirir. Görülmemiş bir KÖLELİKTİR:
Kişinin kendi yazgısını, isteğini,
iradesini başka birinin ellerine bırakması ÇOK daha İNSANCADIR.
Jean BAudrillard, Kötülüğün ŞEffaflığı,
s:168
Adam müthiş bir ZOKA'Yı ifşa ediyor.
Örnekle açıklamaya çalışalım:
BATI diyor ki, çocuğuna "SENİN
HAYATIN, Senin Kararın".
Ama bu çocuğun bu kararın ne anlama
geldiğini bilmesi MÜMKÜN değil. Tecrübesi, hikmeti, irfanı YETMİYOR, buna
karşılık BEğenilmeye, Takdir edilmeye, GAZA gelmeye, ARZULARININ şehvetine
uymaya EN hazır olduğu dönem.
Hata yapıyor.
Sonra aile diyor ki. "Senin
Kararındı , Bak başının çaresine."
Aile, Akrabalar, çevre, devlet, mahkeme,
sosyal kurumlar herkes TEPESİNE binip "SENİN HATANDI, KENDİN HALLET"
diyorlar.
BU çok AĞIR bir BEDELDiR, pek çok
insanın KALDIRAMAYACAĞI.
Halbuki Doğu toplumlarında AİLE çocuğun
her kararında, her önemli pozisyonunda devrededir. Bir çok kararı ÇOCUK adına
Ailesi, akrabaları ya da cemaati alır.
Bu yetki onlara SORUMLULUK da verir.
Başına bir şey geldiğinde Annesi
oradadır, babası oradadır, Dedesi, kardeşleri, yeğenleri, amcaları, teyzeleri,
dayıları, halaları, komşuları ve diğer tüm KATMAN katman cemaatler onu
düğününde, derneğinde, cenazesinde, hastalığında, doğumunda, fakirliğinde,
düşmüşlüğünde YALNIZ bırakmamak için devrededir.
Hayat ancak BÖYLE kolaylaşır ve
güzelleşir, diyor sanırım.
***
Aldığımız hazzın gerçekliği ve irademizin gücü
konusunda her zaman şüphedeyizdir. Garip bir şekilde bundan hiç bir zaman emin
olamayız. Diğerlerinin aldığı haz sanki daha belirgindir.
Kendi aldığımız hazza daha yakın olduğumuzdan, kendi
hazzımızdan kuşku duymak için daha uygun konumdayızdır.
Herkesin kendi AKLINA güvenmesi gerektiğini isteyen
önerme kendilerine ait bir görüş sahibi olmak için daha tecrübeli kişilerin
görüşlerine bel bağlama eğilimini küçümser. Belki de bu aldığımız haz
konusundaki kökten kuşkunun sonucudur.
Jean BAudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:169
"Sapere Aude", (Kendi aklını kullanmaya
cesaret et ya da kendini KENDİ AKLINA teslim et) önermesi İnsanların kendilerini
kendilerinden daha TEcrübeli insanlara teslim etme güdülerini anlamak istemez.
Halbuki bunun insanın kendini teslim ettiği peşinde koştuğu HAZLARIN sonunda
duyduğu PİŞMANLIK hissi ile doğrudan bir bağlantısı vardır, diyor sanırım.
***
Artık inanmıyoruz.
Ama inanıyor denilene inanıyoruz. Artık
sevemiyoruz; yalnızca seveni takdir ediyoruz.
Artık ne istediğimizi bilmiyoruz.
Başkalarına bakıp onların istediklerini istiyoruz.
İstemek Bilmek ve Yapabilmek eylemleri
terk edilmedi, İKİNCİ bir mercie devredilerek İLGA edildiler.
(Hükümsüz/işlevsiz kılındılar.)
Zaten artık her hâlükârda ekranlar,
videolar, röportajlar arasında yalnızca BAŞKLARINCA görülmüş ve beğenilmiş
olanları görmeye muktediriz.
jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:169
"Aklını kimseye emanet etme"
"Bırak şeyhi, şuhi, üstadı, alimi AKLINI Kendin kullan" dediklerinde;
ilimsiz, tecrübesiz, hikmetsiz ve irfansız -ki bunlar yıllarca verilen emekle
birikir- nasıl AKLEDECİĞİMİZİ sormadık.
Sonuçta TV'lerden bize verilenleri
tekrarlamayı düşünmek sandık; Birilerinin seçip, ayıklayıp, düzenleyip ÖNÜMÜZE
koyduklarını seyredip nasıl düşüneceğimize, nasıl davranacağımıza, nasıl
giyineceğimize, ne söyleyeceğimize, ne dinleyeceğimize, ne yapacağımıza, nasıl
konuşacağımıza KARAR vermelerine öylesine alıştık ki başkalarının
seyretmediğini seytedemiyor, dinlemediğini dinlemiyor, yapmadığını yapmıyor,
konuşmadığını konuşamıyoruz.
Aşağılık MAYMUNLAR OLUN! denildi OLDUK, diyor sanırım.
Her hâlükârda, insanın kendi kendini
denetlemesindense, başka biri tarafından denetleniyor olması daha iyidir.
İnsanın kendi tarafından ezilmesi,
sömürülmesi, hırpalanması ve kullanılmasındansa başka biri tarafından ezilmesi,
sömürülmesi, hırpalanması ve kullanılması da iyidir.
Bu anlamda, daha büyük bir özerkliği,
yani tüm denetim ve baskı biçimlerinin özgürlük ortamında derinleşmiş
içselliğini hedefleyen özgürleşme ve bağımsızlık hareketinin tümü bir GERİLEME
biçimidir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:170
Birisi ile davalaşırken, karşıdakine
"sen kendi hükmünü ver, ben sana tabi olayım" demezsiniz, arada
TARAFSIZ bir HAKEM olmasını istersiniz. ZİRA insan kendi menfaati, egosu,
kibri, nefsi, hevası, çıkarı karşısında ADİL bir varlık olması çoooook
nadirdir. Diyor ya, insan çok ZALİMDİR ve CAHİLDİR.
"Kendi AKLINI KULLANMAYA kalkan
yani elinde SAĞLAM Bir İP olmayanın vereceği hüküm de bu cahilliğin,
zalimliğin, menfaat ve dünya sevgisinin BASKISI altında olacaktır. Yani
başkasına vermediği HÜKÜM Verme yetkisini kendi ŞAHSINA verir.
Diğer taraftan insanın başkası tarafından
SÖMÜRÜLMESİ öfke, hırs, mücadele ve KAVGAYI (cehdi) kışkırtırken KENDİ KENDİSİ
tarafından sömürülmesi depresyonu ve nörolojik problemleri kışkırtır.
Modern insan HER İKİ durumun da baskısı
altında kalmış bir varlıktır, diyor sanırım.
Ciddi tespitler bunlar.
***
Nasıl ki, bir başkası tarafından
denetleniyor olmak daha iyiyse, kendinden başka biri tarafından mutlu ya da
mutsuz edilmek de her zaman için daha iyidir.
Yaşamımızda bize bağlı olmayan bir şeye
bağlı olmak her zaman daha iyidir.
Bu varsayım bizi her türlü kölelikten
kurtarabilir. Kendi varoluşum da dahil, bana bağlı olmayan bir şeye boyun eğmek
zorunda değilim. Doğduğum andan itibaren bağımsızım, aynı anlamda ölümümde de
bağımsız olabilirim.
Bundan daha gerçek hiç bir özgürlük asla
olmamıştır.
Tüm oyun, tüm koz, tüm tutku, tüm
çekicilik bundan doğar.
Bize tamamen yabancı olmakla birlikte
üstümüzde gücü olan şeyden; ötekisi olup da baştan çıkarmamız gereken kimseden
doğar.
JEan Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı,
s:171
Yaratılmamdan, ellerimden, gözlerimden,
ailemden, milletimden, dilimden, rengimden, vatanımdan, toprağımdan, çağımdan
SORUMLU ben değilim. Bunları ben seçmedim, girdiğim bir imtihanın neticesi,
başarılı ya da başarısız olmam da sebep değil
Yani bunlar için, NE benim gibi olan
herhangi birine bir BORCUM var, ne de onlar karşısında bir eziklik ya da
aşağılık kompleksi duymam için bir sebep.
İşte bu durum insanı ÖZGÜR kılar.
Tanrının karşısında bile.
Dilerse İSYAN edip Cehennemi bile
seçebilir, diyor sanırım.
DİŞİLİK de bu "şehvetli" ironiye katıldı.
Kadınlar, erkeklerin kendilerini kadın sanmasına izin
verirler. Oysa kadınlar gizliden gizliye kendilerinin kadın olduklarına
inanmazlar. (Çocukların, çocuk olduğuna inanmadıkları gibi.)
İnanmaya izin veren inanandan ve inandırandan her
zaman için üstündür. Kadının cinsel ve politik özgürleşmesindeki tuzak tam da
kadınları kadın olduklarına inandırmak oldu.
O zaman da kadınlık ideolojisi baskın geldi ve kadın
hakları, mevki, düşünce gibi şeyler kadınların kendi özlerine olan inançla
birlikte baskın geldi.
Artık "özgürleşen" kadınlar kendilerinin
KADIN olduklarını söylüyorlar; böylelikle kendilerini özgür insanlar olarak
gören erkekler de kölelik içine düştüler.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:172
Kadın olduğunu iddia eden kadın,
"KADINLIĞINA" şüphe düşmüş kadındır. Artık onun KADINLIĞI ispata
muhtaç bir şeydir.
(Tavşan, Tavşan olduğunu ispat etmeye çalışmaz. Tavşan
kılığına girmiş bir şey ancak "Ben tavşanım" diye bağırarak
tavşanlığını ispata çalışır Gibi)
ÖZGÜRLEŞEN kadın KADINLIĞINI kaybederken karşısındaki
erkeği de ERKEKLİKTEN eder.
Zira ERKEK ancak KADININ iltifatına TALİP OLDUĞU zaman
ERKEKLEŞİR. O zaman SAVAŞA gider, Dövüşür, KAHRAMAN olur. iltifatına talip
olunacak, beğenecek, kahramanım diyecek kadın kalmadığında, ortalığa "ben
de senin yaptığını yaparım" diyen kadınımsılar dolduğunda ortada erkek de
kalmaz, diyor sanırım.
Erkekler ERKEKLiklerini yitirdiklerinde TOPLUM başka
toplumlara köle olur, diyor sanırım.
Öteki, ortaya çıktığında asla bilemeyeceğimiz bir şeyi
ele geçirir: O sırrımızın, bizden kaçan şeyin bulunduğu yerdir. Aslında biz
ÖTEKLİNDE kendimizden kaçarız...
Öteki, kendimi sonsuz dek yinelememi engelleyendir.
Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, s:176
Öteki bizi sürekli değişime, yenilenmeye,
değerlendirmeye, melezleşmeye zorlayarak çürümekten kurtarır.
Sigaya çekerek kendimizle hesaplaşmamızı sağlar.
Böylece DONUK bir halde sonsuz bir döngüye girerek kendi kendimizi YOK etmemize
engel olur.
0 yorum:
Yorum Gönder