Komplo kelimesi Türk Dil Sözlüğünde “topluca ve gizlice yürütülen plan” olarak tanımlanıyor. Ancak konu hakkında yazılan yazılara bakınca anlamın bundan ibaret olmadığı da anlaşılıyor. Kabaca bunları kendi kelimelerimle özetlemeye çalışırsam: “Gerçek olmayan ya da hakkında yeterince delil olmayan, içinde sıradan insanların anlayamayacağı özel simgeler ve mesajlar barındırdığı iddia edilen, insanlara düşman olmuş kötüleri ve onların kötü niyetli planlarını ifşa ettiğini iddia eden ve kendi içinde sürekli değişebilen bir mantık örgüsü olan modern zaman mitleri” şeklinde tanımlandığını söylemek mümkün.
Yani açık açık ifade edilmese de büyük
medya ve akademisyen çevrede “bol bol boş vakti olanların, boş gevezelikleri”
olarak görülüyorlar denilebilir. Hatta daha da ileri gidilerek “Psikiyatri biliminde “paranoid bozukluk”
olarak isimlendirilen bu durum saldırganlık, kin, nefret, utanç ve suçluluk
duygularının inkâr edilmesi ile oluşan yıkıcı nitelikteki duyguların bir
nesneye yansıtılması ile sonuçlanır[1]”
denilerek psikolojisi bozuk, kendi kendine hikâyeler üreten, sataşacak yer
arayan avare insanların hikâyeleridir denilmeye çalışılıyor.
(Burada
ufak bir hatırlatma araya girmek istiyorum; “paranoid bozukluk” olarak
tanımlanan, istihza ile karşılanan ve hatta aşağılanan “şüphecilik” ve
“güvensizlik” duygusu, insan neslini, tarih boyunca yok olmaktan kurtaran en
önemli yetidir. Her ne kadar kişiden kişiye değişen şüphecilik meziyeti bazıları
için normal kabul edilen sınırın ötesine geçse ve diğer insanların gözünde
“paranoyak”lıkla suçlanacak kadar ileriye gitse de normal dönemlerde “paranoyak”
görülen baş belası tiplerin pek çok anormalliği ilk fark edenler olduğunu da hatırlatmakta
fayda var sanıyorum.)
Bizim kanaatimize göre özellikle pandemi
dönemi esnasında kelime bir anlam genişlemesine uğradı. Bu nedenle hali hazırdaki
tanımların artık “Komplocu” diye isimlendirilen zümreyi tanımlamakta yeterli olmadığını
düşünüyoruz. Müsaadenizle bu konuyu biraz deşmek istiyorum.
Bize göre komplo teorileri 4 başlık altında incelemek mümkün:
1- Halkların Müsekkini Olarak Komplo Teorileri: Ümitsizlik İdeolojisi ya da Avare İlmi
Komplo Teorilerine getirebileceğimiz
ilk tanım, “ümitsizliğe düşmüş toplumların sığınağı” tanımıdır.
Bu tür komplo teorilerini daha çok
toplumların korku ve endişeye düştüğü, bunaldığı ya da geleceğe dair güzel
ümitlerini korumakta zorlandığı anlarda yaygınlık kazanan geçmişin apokaliptik
(yok oluş, kıyamet) anlatılarının yerini alan “modern kıyamet hikâyeleri” olarak değerlendiriyorum.
Toplumlar açıklayamadığı ya da kabullenemediği
meseleleri bunlar üzerinden kendi için kabul edilebilir kılıyor. İnsanlar, kontrol
edemedikleri ancak sürekli maruz kaldıkları, öngöremeyecekleri olaylarla dolu
bir dünyada olmanın yarattığı kaygı ile başa çıkmakta zorlandıklarında, bilinmeyeni
ve belirsizliği ruhlarında yeterince tolere edemiyorlar.
Bu tür toplumsal endişenin yükseldiği,
içgüdülerin alarm zillerini çaldığı durumlarda normal zamanlarda kendilerinin
dikkatini çekmeyen olaylar arasında özel bağlantılar kurmaya meyilli hale
geliyorlar. Tıpkı önemli kararların eşiğinde insanın günlük hayatta başına
gelen olaylardan, gördüklerinden, duyduklarından ya da öğrendiklerinden hatta
rüyalarından özel mesajlar, ipuçları ve derin manalar çıkarmaya, aralarında ilintiler
kurmaya, bağlar olduğunu düşünmeye eğilimli oldukları gibi. (Nitekim Whitson ve
arkadaşlarının 2014 yılında yaptıkları bir çalışmada “belirsizlikten kaçınma
eğilimi daha yüksek olan insanların komplo teorilerine daha yatkın oldukları”
iddia edilmiştir.[2])
Dikkat edilirse hayatımızı altüst eden
kararları alan egemenler, halkın arasında gezen, onlarla yiyip içen kişiler
olmaktan çıkıp gittikçe toplumdan uzak, halkın göremediği, dokunamadığı,
ulaşamadığı kişiler olup “gayba karıştıkça(!)” onların hakkında anlatılanlar da
o kadar mitolojikleşiyor, o kadar efsaneleşiyor ve adeta Tanrısal nitelikler
kazanıyor.
Alınan kararlara itiraz edebilme,
onları değiştirebilme ya da etkileyebilme ümidi kalmadıkça ve ufuk, alt
tabakalar için her geçen gün biraz daha karardıkça adeta, “ilahi nitelikteki
özel MERCİLERİN” komploları ile bir çaresizliğe itildiğimize dair açıklamalar
revaç bulmaya başlıyor. “Açıklama fanatizmi[3]“ diye
tanımlanan bu teoriler kurguladıkları senaryolar ile hem alt tabakalara “Biz her
şeyin farkındayız!” güveni verirken aynı anda bir tenakuz dâhilinde “büyük bir
komplonun içindeyiz yapacak bişi yok, git evine yat!” der gibi sorumluluğu
savma ve psikolojik rahatlama hissini de veriyor.
Böylece
bu tür komplo teorileri ile dünyanın OLUMSUZ olduğu kabul edilen gidişatına
müdahale etmeyen ya da edemeyen toplumun atalet halinde olmasına rağmen kendine
olan öz saygısı korunmuş oluyor. Bu pozisyon, bireysel olarak güçlüler
tarafından aşağılananların, güçlü ve egemenlere, “sizin numaranızı yemedim, sizin
kadar zekiyim” diyebildikleri yani “FAKİR kibrinin” meşruiyetinin sağlandığı
aynı zamanda kendileriyle aynı sosyal statüsünde olan “acayip gerçekleri fark
edememişleri” aşağılayarak, onlara üstünlük taslamanın ve büyüklenmenin
imkânını veren bir pozisyon olarak da değerlendirilebilir.
Ciddi bir fark var
Yalnız,
Modern dönem Kıyamet Mitolojilerinin geçmiş dönem kıyamet söylencelerinden
önemli bir farkı olduğunu düşünüyoruz.
Geçmişin
insanı, iletişim kurmak için “dışarı” çıkmak zorundadır. Dışarı çıkmak, farklı
fikir ve düşüncedeki insanlarla karşılaşmak da demekti. Yani bilgi ve hikâyelerin
-gettolar hariç- “doğal şartlar dâhilinde” dengeli bir dağılım içinde olduğu
ortamlara girmek zorunda kalırdı. Çünkü dışarısı, seçenekleri kontrol etme
imkânı vermeyen rastlantısal bir meydandır.
Hâlbuki
modern iletişim araçları insanlara bilgiye kolay ulaşım imkânı sağlarken bir
taraftan da onları YANKI ODALARI denen hapishanelere mahkûm ediyor. Bu gönüllü
mahkûmiyet toplumsal büyülenmelerin hızına ve şiddetine müthiş bir ivme
kazandırabiliyor. Modern insan, sosyal medyada kendi görüşünü destekleyen,
kendisi gibi konuşan, düşünen, anlayan binlerce insanla baş başa kaldığı yankı
odalarında zaten benimsediği kelimeleri binlerce insandan tekrar tekrar
işiterek kendini defalarca, kendi sesinin YANKILARI ile büyüleyebiliyor.
Yani gelişmiş iletişim araçları, geçmişin sabit GETTO’larına her an her yerde
olabilme, her yere taşınabilme, dışarda iken de içinde olabilme imkânı veriyor.
Bu durum bir taraftan, mitolojik unsurların çok kolay yayılımını sağlaması yani kitlelerin gerçeklerden ve hayattan koptukları ATIL kalarak UYUŞTUKLARI bir ortam var ederken, diğer taraftan egemenlerin manipülasyonlarına dirençli bir ortam da var ediyor.
2- Egemenlerin İktidar Aleti: Manipülasyon Aracı olarak Komplo Teorileri
Komplo Teorilerin tanımlamak için
kullanabileceğimizi düşündüğümüz ikinci tanım: “Büyük Sermaye ve iktidarların,
sahip oldukları ya da kontrol edebildikleri Medya şirketleri (özellikle TV) ve
sosyal medya vasıtası ile kalabalıkları korkutarak veya ayartarak[4] yönettikleri
ya da yönlendirdikleri bir tür İKTİDAR aygıtı” tanımıdır.
İktidarlar yönetmek için korkuya,
korku ortamına, toplumları endişeye sevk etmeye ihtiyaç duyarlar. Byung Chul
Han’ın deyişiyle “Korku, ELİTLERİ meşrulaştırmak ve disiplin önlemlerine zemin
sağlamak için genelde “iktidarlar tarafından” ÜRETİLİR. İKTİDARI besler. Nihai
amaç yöneticilerin değişmemesidir. Platon’un tanımlaması ile “Kralca Yalanlar”dır
bunlar.
Malumunuz özellikle postmodern dönemde
devletler, hem maliyeti yüksek hem de toplumlarda yönetime karşı büyük direnç
gelişmesine sebep olan, kaba şiddet yolu ile toplumları itaate zorlamak yerine
Byung Chul Han’ın ifadesi ile rıza üretimine dayalı “psikopolitika” ile -belki
de daha uygun bir ifade ile psikolojik manipülasyonlarla- toplumları
yönetmektedirler. Bu iktidar biçiminde toplumlara silahla bir şey dayatmak
yerine onların zihinlerine sanal korkular ile hükmetmeye çalışmak öne çıkar. Vesveselerle
zihinleri yönlendirebilenler iktidarı da kontrol ederler[5].
Nitekim pandemi döneminde sadece
TV’ler ve sosyal medyadan yayılan korku ve vesveseler ile asker, polis ya da
başka bir kolluk kuvvetine ihtiyaç duymadan yüz milyonlarca kişinin kendi
evlerine hapsedilebileceğini gördük.
Bu yöntemi başarı ile uygulayabilmek
için “bilgi” -özellikle sıradan insanlara dair, sıradan insanların günlük
hayatının bilgisi- çok büyük bir önem kazanmıştır. Nitekim Chul Han’a göre özellikle
sosyal medyadan toplanan “bilgi, İnsan
ruhuna nüfuz etmeye ve onu düşünce öncesi düzeyde (bilinçaltını-AHÇ) etkilemeyi
mümkün kılan bir iktidar aygıtına dönüşmüştür.[6]”
Sıradan insanlara hükmetme ve
yönlendirme kuvveti olarak bilginin üretimi ve üretilmiş bilginin yeniden
işlenmesi (manipülasyonu) iktidarlara
sadece hayalini kurdukları ya da ihtiyaçları olan hamleleri yapma imkânı vermez;
“eylemlerini halkın iradesi ya da isteği gibi sunma ve meşrulaştırabilme imkânını”
da verir.
Örnekleyelim ki, izahı kolay olsun.
Bu konuda en çok kullanılan ve en
bilinen örnekler sanırım Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında ürettirdiği Komplo
Teorileridir. Amerika’nın Irak’ı işgali öncesi Irak’ta bulunduğu iddia edilen
ve işgalin gerekçesi olarak gösterilerek toplumsal desteğin devşirildiği “Irak’ta
insanlık için tehlikeli olan kimyasal silahların var olduğu” iddiası; aynı
savaş sırasında Irak askerlerinin bombardımanı ile patlatılan petrol
rafinerilerinden sızdığı iddia edilen petrole bulanmış karabatak görüntüleri; daha
sonra Kuveyt’in Amerikan Büyükelçisinin kızı olduğu ortaya çıkan 15 yaşındaki
bir kızın hıçkırıklar içinde Irak’ta hastanelerde bebeklerin ölüme terk
edildiklerini anlattığı görüntülerin, Amerikan yönetiminin Amerikan toplumunu
savaşa razı edebilmek için uydurup, basın üzerinden yayıp, kullandığı “Komplo
Teorileri” olduğu ortaya çıkmıştı.
Nitekim son Aksa Tufanı
operasyonundaki ABD Başkanı Biden’a bile söylettirilen “Hamas’ın kafasını
kestiği İsrailli 40 çocuk” haberi de bu neviden egemenlerin toplumsal RIZA üretimine
yönelik ürettikleri Komplo Teorilerindendi. (Bu noktada, yalan olduğu ortaya
çıkan “Hamas’ın 40 İsrail’li çocuğun kafasını kestiği” iddiası BATILI
kamuoyunda infiale neden olurken, 20.12.2023 tarihi itibari ile “gerçek” İsrail
bombaları ile katledilen 8000’den fazla “gerçek” çocuğun Batılı Egemenlerde ve
medyada bir hassasiyet uyandırmamasının altını çizmeden de geçmemek gerektiğini
düşünüyorum.)
Ancak bu sadece Amerikan hükumetinin
kullandığı bir yöntem değil: Bu yöntem, özellikle iç kamuoyunda oyları düşen ya
da uyguladıkları politikalarda isabet etme becerisi gösteremeyen ya da
beklediği neticeyi alamayan pek çok hükumetin ya da güç odağının kendi
beceriksizliklerini ya da hatalarını kapatmak için sıklıkla başvurdukları bir yöntemdir.
Bazı basit olayları hatta olmamış olayları abartarak toplumları korkutmak,
panik havası yaratmak ve bunların neticesi kitleleri mevcut hükumetlerin
etrafında toplamak ve iktidardakilerin iktidarını devam ettirebilmek için “Komplo
Teorileri” üretiminin birçok devlet tarafından sıklıkla başvurulan bir yöntem
olduğunu söylemek sanırım hata olmaz.
“Yaptım ama hele bir sorun neden
yaptım?” diyerek güç ve iktidarı koruma amaçlı üretilen komplo teorilerinin,
“Dış güçler” söylencesinden “Herkes bize düşman” sloganına, “Rakip parti
gelirse iç savaş çıkacağından”, “İçinden geçmekte olduğumuz şu hassas dönem”
gevezeliğinden, “Dinciler gelirse herkesi kıtır kıtır keseceğine” ya da “Tüm
kadınları kuma” yapacağına kadar pek çok kullanım biçimi vardır. Dikkat
edilirse bunlar halkların menfaatine değil daha çok iktidar sahibinin
iktidarının korunmasına yarayacak korkutma araçlarıdır.
BU noktada şöyle bir
bilgi vererek konunun ne kadar ciddi olduğunu hissettirebileceğimi ümit
ediyorum. ABD’de sosyal medya postlarının 7 ila 3’te 1’inin sahte olduğu ve
para karşılığı üretildikleri tahmin edilmektedir. Çin'de ise internette yer
alan viral hikâyelerin %50-%80 arasında tasarlanmış halkla ilişkiler mesajı
olduğu tespit edilmiştir (Han, 2018).[7]
Lütfen dikkat edin, tekrarlama ihtiyacı
hissediyorum: Çin’de sanal âlemde üretilen bilginin yarısından çok fazlası (Bazı
alanlarda neredeyse %80) devletin ürettiği bilgi. Bizim ülkemizde oran daha
düşük bile olsa internet ortamında üretilen FACE, İnstagram, Twitter ya da
TİKTOK’tan yayılan “BİLGİNİN” önemli bir kısmının devletler ya da sermayeye
bağlı reklam ajanslarından üretilmiş bilgi olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
Yine altını çizmekte fayda görüyorum; bu yöntemi kullananlar sadece devletler değildir: Bu yöntem, basın ve medyayı kontrol gücünü elinde tutan sermayenin de sürekli başvurduğu bir yöntemdir. Rakip firmanın Yahudi firması olduğunu ya da cuntacıların adamı olduğunu, ürünlerinin içinde domuz yağı olduğunu iddia eden, aşı vurulmayanların öleceğinden, maskesizlerin hastalık yaydıklarına, hayvansal gıdaların kalp krizi yaptığına, çamaşır suyu ile yıkanmayan yerlerden mikroplar fışkırdığına, ineklerin gazının havayı kirlettiğine kadar pek çok değişik “komplo Teorisi” ile toplumların vesveselendirilmesinin ürün satma stratejilerin bir parçası olduğuna sanırım hepimiz şahidiz.
Komplo Teorileri üreterek rakip devleti ya da toplumu istediği konuma doğru itmeye çalışmak o kadar sık kullanılan bir yöntemdir ki propagandası ALENEN yapılır: İlk Şart, önce kendiniz inanacaksınız.
Komplo
Teorilerinin devlet yönetiminde, bazen halkları sevk ve idare etmek için bazen
kralı korumak için yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanması medyanın toplum
içinde yaygınlık kazanması ve bu hikâyelerin toplumları etkileme güçlerinin
fark edilmesi ile oldu. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde radyo ve TV’lerin
yaygınlaşması ile hemen her devletin kendine Propaganda Birimi kurmuş olması bu
işin önemini kavradıklarına ve sıklıkla kullandıklarına delil sayılabilir.
Nitekim bu dönemde ABD’liler komünist ülkelerde yaşayan halkların “hapishanede yaşayan insanlar” olduğuna dair birçok komplo teorisini piyasaya sürerlerken, Ruslar da kendi kontrol ettikleri medyadan dünya üzerinde meydana gelen neredeyse tüm olumsuzlukların arkasında ABD’nin bulunduğuna dair komplo teorilerini piyasaya yayıyorlardı. (KGB’nin ‘Ebola Virüsünü CIA laboratuvarlarından yanlışlıkla ya da deneme amaçlı Afrika’ya salındığına’ dair ürettiği haberler gibi). Adeta “Komplo Teorileri Meydan Savaşlarına” sahne olan bu döneme “Soğuk Savaş Dönemi” adı verilmesi, Komplo Teorilerinin, konvansiyonel silahların meydana çıkmadığı savaşların silahı olduğunu bize söylüyor sanırım.
3- Komplo Teorisi Suçlaması: Muhalefetin imkânsızlığı
Aslında 2. Tanımın bir versiyonu
olarak da düşünülebilecek üçüncü tanım da: “Egemenin propagandasına paralel
düşmeyen ya da onu ketleyen ya da bu propagandayı işlevsiz kılmaya aday her
türlü muhalefeti, susturma ya da itibarsızlaştırmaya yönelik suçlamalarının
ortak ismi.” tanımıdır.
Yani Egemenin gücünü, pozisyonunu, meşruiyetini
sarsabilecek, onun manipülatif yönlendirmesini açığa veya boşa düşüren her
türlü muhalefet egemen tarafından “Komplo Teorisi” olmakla suçlanarak, etkisiz kılınmaya
çalışılabilir.
Bu noktada Slavoj Zizek’ten bir fıkra
alıntı yapmak istiyorum.
Hasta perişan halde psikiyatristin
kapısından girer ve “Yatağının altında bir timsah olduğunu eğer uyursa o
timsahın kendisini yiyebileceğinden korktuğunu” söyler. Doktor adama bazı
tavsiyeler vererek 15 gün sonra kontrole gelmesini söyler. 15 gün sonra adam daha
da perişan bir halde gelir: “O günden beri hiç uyumadım” der. Psikiyatrist bu sefer
adamın geçmişine bir yolculuk yaparak travmaları ile yüzleşmesini sağlamaya
çalışır ve 15 gün sonra kontrol için tekrar çağırır. 15 gün sonra hasta, adeta
sürünerek tamamen çökmüş bir vaziyette gelir. “O timsah hala orada” der.
Psikiyatrist “Anlaşıldı ilaçsız olmayacak” diyerek bazı sakinleştiriciler ve
uyku hapları ile 15 gün sonra tekrar buluşmak üzere yollar. Ancak adam 15 gün
sonra gelmez. Psikiyatrist “Sorun çözüldü ki, gelmedi” diye düşünerek sevinir.
Birkaç ay sonra ortak bir tanıdıkları
ile karşılaşınca biraz da gururlanarak hastanın halini sorar. Ortak tanıdık, “Bilmiyor musunuz? Korkunç bir şey oldu. Uyurken
yatağının altından çıkan bir timsah onu yedi.” Der.
Bu tür komplo teorileri yatağın altında
gerçekten timsah bulunduğunda egemenlerin, dikkat dağıtmak ve kimsenin yatağın
altına bakmasına izin vermemek için toplumlarına yutturdukları dikkat
dağıtıcılar, kafa karıştırıcılar ya da uyku hapları olarak değerlendirilebilir.
Nitekim bir önceki yazıda Irak’a saldırma öncesinde ABD’nin ürettiği komplo teorilerinden bahsetmiştik. Tıpkı 2. Dünya Savaşının başlamasına neden olan Polonya sınırındaki Alman birliklerine yapılan baskının, “Savaş çıkarmak için Almanların kendi kendilerine yaptığı bir saldırı” olduğu iddiasının Alman yöneticilerce, “İngilizlerin Komplo Teorisi” olarak suçlanmasının kendisinin “Komplo Teorisi” olduğunun açığa çıkması gibi[8]. Nitekim ABD’li yöneticiler de, ABD’nin Irak’ı vurmak için bahane ürettiğini iddia edenleri “Komplo Teorisyenliği” ile suçlamıştı.
Günümüz ulus devletlerinde iktidarları
yıpratacak ya da güçlü bürokratların pozisyonunu zedeleyecek her türlü muhalefetin,
“komplo teorisi” suçlaması ile susturulması adeta bir devlet yönetme sanatı haline
geldi. Öyle ki, üniversitelerde “Politik Uygulama Usul Dersi” adı altında
dersinin verilmeye başlanması kimseyi şaşırtmaz sanırım.
Bu yöntemle, demokrasilerin sürekli
krizler var ederek vatandaşları merkezin/iktidarın çevresinde tutma
çaresizliklerinden dolayı, bitmeyen bir nakarat olarak tekrarlamak zorunda
oldukları “içinden geçmekte olduğumuz şu zor günlerde” vecizesine(!)
getirilebilecek her türlü eleştiri “mutlu
ve mesut günlere ulaşmamızı istemeyenlerin komplosuna gelmek” olarak
tanımlanarak, sistemin ömründen yiyen krizler, sistemin ömrüne ömür katan ab-ı
hayat suyuna dönüştürülebilir.
Bu yöntemle her türlü ekonomik
başarısızlık “ülkeye dış güçlerin ekonomik saldırısı” olarak bir kahramanlık
hikâyesine dönüştürülebilir ya da Devlet yöneticilerine yönlenebilecek her
türlü eleştiri, gelişememiş ülkelerde sıklıkla rastlanan “Yeri Doldurulamayacak
Yüce Lideri” iktidardan düşürmek için fırsat kollayan dış güçlerin oyununa
gelmek olarak değerlendirilebilir.
Bu öylesine işe yarayan bir yöntemdir
ki, en savunulmayacak hale düşen, mesela rüşvet alırken yakalanan ya da bir
seks skandalına adı karışan bürokratlar bile -alışkanlıktan olsa gerek- hiç
düşünmeksizin refleks dâhilinde kendilerine KOMPLO kurulduğu savunusuna
girişirler.
Bu durum toplumsal zeminde sağlıklı bir konuşma, tartışma, müzakere ve mütalaa yapabilme ortamını zehirler. Herkes dış güçlerin oyuncağı olmama, komplo teorilerinin tuzağına düşememe, egemenin ya da egemenin komplo teorisi ile büyülenenlerin öfkesini üzerine çekmeme adına, “hassas zamanlar(!)” geçinceye kadar “vatana” ya da “lidere” sadakat gereğince belirlenmiş sınırlar içinde konuşma ve düşünmeye davet edilir. Ama özel ve hassas zamanların sistemin yaşaması için İHTİYAÇ olduğu, hiçbir zaman bitmeyecekleri, gereksiz bir teferruat olarak gündeme gelmez.
Diğerleri gibi bu yöntem de özel
sektörce başarı ile kullanılabilen bir yöntemdir. Belki de bunun için
verilebilecek en “Başarılı (?)”
örnek, sigaranın kanser yaptığı iddialarını Komplo Teorisi olarak tanımlayarak,
sigara şirketlerinin “Zararlı olmayı bırakın, stresi önler, ömrü uzatır, kadınları
özgürleştirir” sloganları ile neredeyse yetişkin her iki kişiden birini sigara
tiryakisi yapabildikleri kampanyadır.
Pandemi dönemi sürecinde de “hastalık
ve ölüm rakamlarında verilerin yanlış olduğu”, “pandemi nedeniyle 500 milyon
insanın öleceği iddiasının doğru olmadığı, panik yaratma maksatlı olduğu”, “sıradan
nezle ve grip vakalarının covid-19 olarak tanımlanıp rakamların şişirildiği”, “Pandemi
ilan edilmesi için gerekli şartların oluşmadığı”, “Pandemi tedbirlerine hevesli
ülkelerden gelen bilgiler ile diğer ülkelerden -özellikle Afrika ülkelerinden-
gelen verilerin arasında tenakuz olduğu”, “konuya itiraz eden ve konuyu iyi
bilen ciddi insanların susturulduğu ve tartışmaya izin verilmediği“ gibi, toplumu,
konuyu müzakere etmeye davet eden çağrıların tamamı Komplo Teorisi iddiası ile yaftalanarak
susturulmaya çalışılmıştı.
Hatta bunların BİLİM düşmanı olarak
kanuni tedbirlerle susturulması bile teklif edilmişti.
Aynı aşı kampanyaları öncesinde olduğu gibi…
Aşı kampanyalarına gelişen itirazlarda
“mRNA aşıların test verilerinin doğru olmadığı”, “Bu aşıların aşı olmayıp
genetik müdahale olduğu”, “İzinler için gerekli olan deneme fazlarının hiç
birinin tamamlanmadığı”, “3 senelik, 5 senelik 10 senelik, 20 senelik uzun
vadeli etkileri hakkında hiçbir fikrimiz olmadığı”, “Aşı firmalarının yüksek
SATIŞ gayesi ile yan etkileri hakkındaki bilgileri gizledikleri”, “Çok hızlı ve
yangından mal kaçırır gibi izinlerin verildiği”, “insanlığın bir deneye tabi
tutuluyor olabileceği” gibi eleştiriler son derece makul eleştiriler iken bu
eleştirilere cevap verilmeden eleştirileri getirenlere direk “Komplo
Teorisyeni” damgası vurularak susturulması da bu tür komplo teorilerine örnek
olarak verilebilir kanaatindeyiz.
Birkaç günlük bir örnek de, yıllardır hemen herkesin diline düşmüş olan süper zenginlerin pedofilik skandallarının “komplo Teorisi” olarak tanımlanması meselesidir. Nitekim bu iddia ile mahkeme kararları çıkartılarak internet ortamına düşen bilgilerin kaldırılması ve haber yapılmasının yasaklanması dahi mümkün olmuştu. Ancak Jeffry Epstein Davası tutanaklarının kamuoyuna açılması ile birlikte anlatılanların komplo teorisi olmadığı, gerçeğin ta kendisi olduğu ortaya çıktı.[9]. Üstelik Komplo Teorilerini kıskandıracak şekilde, ABD eski Başkanı Bill Clinton’dan insanlığın kurtarıcısı olarak takdim edilen Bill Gates’e, İngiliz Kraliyet ailesinden Prens Andrew’e, İsrail Cumhurbaşkanı Ehud Barak’a kadar birçok çok ünlünün ismini skandalın içine çekerek.
Ancak bu noktada altını çizmekte fayda görüyorum; iktidardaki politik kesimin muhalefeti “komplo Teorisi” üretmekle suçlayıp susturması ile özel sektörün özellikle büyük sermayeyi kontrol eden yapıların toplumsal muhalefeti komplo teorisi üretmekle suçlayıp susturması arasında ciddi bir fark vardır. Demokratik ve yarı demokratik ülkelerde siyasiler, Komplo Teorilerinin ya da muhalefeti susturma çabalarının açığa çıkmasının bedelini seçmenlerinin önünde zora düşerek, seçimi kaybederek, popülaritelerini yitirerek ödeme tehdidi altındadırlar. Ancak Özel Sektörün yani Büyük Sermayenin Komplo teorilerinin karşısında genelde bir tehdit yoktur. Onlar siyasilerden çok daha az hesap verir konumdalar. Yani yaptıkları genellikle, büyük bir pişkinlik çerçevesinde yanlarına kar kalır.
Nitekim özel sektör, şu ana kadar
ortaya çıkan gerek aldatma, gerek manipülasyon amaçlı Komplo Teorileri nedeni
ile hiçbir sorgulamaya maruz kalmış değil. O dönemde Komplo Teorisyenliği ile
suçlanarak susturulanların neden susturuldukları ya da bu susturma girişiminin
gelecekte tekrar etmemesi için ne yapılabileceği gibi bir tartışma ortamı da
var edilemedi.
Bu demektir ki, dünyayı hem ekonomik hem siyasi olarak alt üst edebilecek “İklim Felaketi”, “Carbon Aya İzi”, “Küresel Isınma” ve diğer emperyal sömürgeci dayatmalara karşı getirilen eleştirilerin sağlıklı bir şekilde tartışabileceği iklimi hala var edemediğimiz gibi bu dayatmalara karşı gelişen muhalefetin de “Komplo Teorisyenliği” ile suçlanarak susturulmaya çalışılacak olma ihtimali hayli yüksek.
4- Ters Komplo Teorileri
İktidar ya da sermaye kontrolündeki medyanın yönlendirmede başarısız veya etkisiz kaldığı, kitleleri ikna edemediği, yani GÜDEMEDİĞİ alanlarda muhalefeti parçalamak, kafa karıştırmak için desteklermiş, açarmış, aydınlatırmış gibi görünen, sağ gösterip sol vuran, muhalefeti İTİBARSIZLAŞTIRAN, kafaları bulandıran, fikri ve muhalif hareketi tıkayan, bölüp parçalayan KOMPLO Teorileridir bunlar.
Şöyle bir örnek vereyim: Pandemi döneminde denenmemiş ve etkileri belli olmayan deneysel mRNA AŞILARA karşı oldukça makul bir zeminden hareket eden ciddi bir muhalefet gelişmişti. Bu ciddi muhalefetin ardından “Aşıların içinde mikroçip var”, “Aşılarla beyinlerimizi kontrol edecekler”, “5G teknolojisi ile uzaktan aşılıları patlatacaklar” gibi Komplo Teorileri medyadan piyasaya yayıldı. Enteresan olansa aşıları savunanlar ile bu haberleri yapanların aynı merkezler olmasıydı.
Bizim kanaatimize göre bunların
egemenler tarafından üretilen TERSİNE Komplo Teorileri oldukları yönünde. Zira
bu tür dengeyi tutturmakta zorlanan uç haberler, aşılara karşı olan muhalefete
bir şey katmadığı gibi, aksine halka "bunlar uçuyor, saçmalıyor"
dedirterek AŞILARI sorgulayanları itibarsızlaştırarak “komplo Teorisyenliği”
ile yaftalanmalarını ve seslerinin kısılmasını kolaylaştırdı.
Ters Komplo Teorilerinin bir başka kullanım alanı da, rakip egemenlerce birbirlerinin Toplumsal projelerini bozmak ya da akamete uğratmak olduğu kanaatindeyiz.
Mesela
Aksa Tufanının hemen ardından geliştirilen Hamas’ın aslında İsrail’in
kontrolünde olduğunu iddia eden komplo teorileri gibi. Kurucusu Şeyh Ahmet
Yasin, tekerlekli sandalyesinde tepesine atılan İsrail Füzeleri ile şehid
edilmişken, sonrasında gelen liderlerin tamamı şehid edilmiş ya da şehid
edilmeyi bekliyorken ve her operasyondan sonra bizzat militanların ve
yöneticilerin evleri İsrail tarafından hedef alınarak ailelerinden onlarca
insan öldürülürken Hamas mücahitlerinin aslında İsrail’le anlaşmış kişiler
olduğunu iddia ediyordu bu teoriler. Yani Hamas militanları kendi ailelerini,
evlerini, mülklerini hatta kendilerini yok ettirmek için İsrail ile anlaşıyorlar,
İsrail’de aslında kendi adamlarını ve ailelerini öldürüyordu.
Bu, tersine
komplo teorileri ile Müslüman toplumlarda Hamas’a verilen blog halindeki
kitlesel destekte kısıtlı da olsa çatlaklar meydana getirebilmiş ve şüphe
uyandırmayı pekâlâ başarabilmiş olması İsrail İstihbaratının ve propaganda
biriminin başarısı olarak kabul edilebilir.
Aynı tarz
Ters Komplo Teorilerinden bir başkasında da, Petrollerini Batılı şirketlerden,
birçok darbenin ardından kurtaran ve bu nedenle 40 senedir ambargo altında olup
ABD ile adı ilan edilmemiş 40 yıllık bir savaşın içinde olan ve her fırsatta
birbirilerinin en seçkin bilim adamlarına, üslerine, konsolosluklarına ve en
üst rütbeli generallerine kadar füze yağdıran İran’ın ve Amerika’nın aslında
aynı safta oldukları ya da İran’ın Amerikan tarafından kontrol edildiği iddia
edilebiliyor[10]. Bu
tersine komplo teorisi ile Müslüman kitlenin farkında olmadan ABD ve İsrail
yanında yer alması, hiç değilse tarafsız kalmaya zorlanması, asıl sömürgecinin
ve düşmanın kim olduğunun unutturulması ve görünmez kılınması ve böylece
Müslüman kitlenin ABD/İsrail ile İran kapışmasında en azından tarafsız, hareketsiz,
edilgen hale düşürülmesi hatta birbirleri ile çatıştırılması mümkün olabiliyor.
Anlayabildiğim kadarı ile İktidarlar ya da
sermaye kendine karşı gelişen muhalefeti, yine kendilerinin ürettikleri,
kendilerine muhalefet edermiş gibi görünen akla, mantığa, izana sığdırmakta
zorlanılan Komplo Teorileri ile itibarsızlaştırma ya da kendilerine karşı olan
muhalefeti kendilerine çalışan ajanlarmış gibi sunan, nihayetinde muhalefeti
bölen, parçalayan ya da tereddüt içinde hareketsiz kılan Komplo Teorileri
üreterek elimine ediyorlar.
Komplo Teorisi Yememek için Ne Yapabiliriz?
Bir komplo Teorisine yakalanıp BÜYÜLENMEMEK için ne yapabiliriz sorusuna verebileceğimiz mucizevi bir cevap YOK. Ancak zaman içinde tecrübeye isnat edilebilecek birkaç kelimemiz birikti. Müsaadenizle onların altını çizmek istiyorum.
1- Asla akıldan çıkarılmamalıdır ki, “her bilgi bir emir içerir”. Mesela biri “Tanrı var” diyorsa, “ona kul olmalısın” da diyordur. Ya da “Tanrı Yok” diyorsa “bırak bu din, ahlak, ibadet, namus vs. işlerini” de diyordur.
Bu demektir ki, biri bize -özellikle EMEKSİZ-, hazır bir bilgi veriyorsa bize
aynı zamanda emrediyordur. O halde bize
bir bilgi verildiğinde, “Bu bilgi bana neyi, emrediyor?” sorusunu ya da “Bu
bilgi beni hangi pozisyona itiyor?” sorusunu yanıtlamak yolun yarısını almamızı
sağlar kanaatindeyim.
2- Bu bilgiyi bana veren KİM? Sorusu da önemli bir sorudur. Bilginin, özelikle Komplo Teorilerinin sosyal medyada gerçek sahibini, bulmak imkânsıza yakındır. Ancak bu noktada, İmam-ı Azam’ın meşhur olmuş, “Hırsızı bulmak için altının en son nereye gittiğine bak” ilkesi bize yol gösterebilir.
Yani bilginin beni ittiği pozisyon, “KİMİN işine yarıyorsa, bilgi, ONUN tarafından üretilmiştir”, yargısı büyük oranda bize doğru klavuzluk edecektir. Zira bu bilgiden kim menfaat elde ediyorsa, bilgiyi üreten yani oyunu kuran da genellikle odur.
3- En tehlikeli komplo teorileri “KENDİ KEŞFETİKLERİMİZDİR”. Zira insan MALINA çok düşkündür. Eğer bir fikri, düşünceyi kendisi keşfetmişse ona çok daha fazla sahipleniyor, çok daha sıkı kolluyor. Bunu gayet iyi bilen manipülasyonerler toplumlara, “tüm doneleri verilmiş ancak son noktası konulmamış, keşfedilmeyi bekleyen komplo teorileri” hazırlıyorlar. Kişi parçaları birleştirince önündeki resmi fark ediyor, komplo teorisinin tamamı metinde yazılı olmadığı için Komployu ilk kendisinin keşfetmiş olduğunu, kendisinden önce kimsenin fark edemediğini sanıyor. O komplo teorisi böylece onun malı oluyor. NE yazık ki, kendisi ile aynı anda birçok kişinin aynı şeyi keşfetmiş olmasından şüphelenen insan sayısı çok azdır. En zor ve KESİN İNANCA dönüşen dolayısı ile en çok dikkat edilmesi gereken Komplo Teorileri de bunlar oluyor sanırım.
4- Şunu da akıldan çıkarmamak gerekir ki, 1800’lerden itibaren üniversiteler iş dünyasının yan kuruluşlarıdır. Sermayenin bazen doğrudan bazen dolaylı yollardan hizmetinde çalışırlar. Yani genel olarak tarafsız ya da toplumların tarafında değil, patronların yanında hatta direk onların sözcüsü ve memuru olarak oyunun içinde yer alırlar. Ne yazık ki, “mevcut sistemi ya da ahlaki zemini sorgulama, namuslu ya da şahsiyet sahibi olma, üniversitede verilen eğitime dahil olmadığı gibi diploma almanın ön şartı da değildir. Üstelik uzman denilen kesim büyük oranda maaşlarından başka bir geçim kaynağı olmayan maaş bağımlısı insanlardır. Bu onların sermayenin nüfuz ve etkisine maruz kalabilecekleri çok açık bir pozisyonda olmalarına neden olur.Bu nedenle
özellikle bu kesimden gelebilecek -hainliğe demeyelim- entelektüel ya da akademik
kibir kaynaklı ahmaklığa karşı toplumun dikkat sahibi olması gerektiğini
düşünüyorum. Nitekim pandemi süreci boyunca bu kesimin halk nezdindeki
itibarının ciddi miktarda aşınmış olması bu konuya dikkatin arttığına işaret
ediyor olabilir. (Elbette izzet ve şahsiyet sahibi akademisyen, öğretim
görevlisi, doktor, uzman vs.’yi tenzih ediyor, saygı ile selamlıyorum.)
5- Her ne kadar hoşumuza gitse de, kendi görüşlerimize destek bulsak da “kaynağını” bilmediğimiz haberleri yaymamamız gerektiği kanaatindeyim. Bunun aynı zamanda ilahi Bir emir olduğunu da hatırlatmak isterim[11]. Kaynağını bilsek de “POZİSYON ve YÖN olarak” BİLGİ hayra işaret etmiyorsa ya da HAYRI teklif etmiyorsa onu da yaymamanın daha hayırlı olduğu kanaatindeyiz. Büyük ihtimalle bu bizi Aziz Kudretin Hayırlı işlerinde kullandığı biri yapmazsa da, Şeytan’ın şerr işlerine alet olmaktan da koruyacaktır.
Bizim ilmimiz buna yetti. Aziz Allah doğrusunu bilir.
Ahmet Hakan Çakıcı
12 Cemaziyelahir, 1445 / ALANYA
[1]
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1114066
[2] https://evrimagaci.org/insanlar-neden-komplo-teorilerine-inaniyor-7716
yazısından alınma pasajlar vardır.
[3]
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1114066
[4]
Tanım Byun Chul Han’dan alınma.
[5] Nisa Suresi 118. Ayet-i Kerime: “… Ve o da: "Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım,
onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım…”
Nas Suresi: “De ki:
Sığınırım ben insanların Rabbine, İnsanların hükümdarına, İnsanların ilahına, O sinsi vesvesecinin şerrinden.
O ki, insanların göğüslerine
vesveseler fısıldar. Gerek
cinlerden, gerek insanlardan.”
[6]
Byung Chul Han, Psikopolitika
[7]
https://sssjournal.com/files/sssjournal/2c5c76ad-7ecc-4860-9411-f1c63a6c0091.pdf
[8]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Komplo_teorileri_listesi
[9] https://www.haber7.com/dunya/haber/3380572-abd-skandalla-sarsildi-jeffreyin-fuhus-agindaki-siyasetciler-ifsa-oldu
[10] Derdimiz
İran savunması yapmak değil; manipülasyonlardan sıyrılarak hem vakayı hem kendi
durduğumuz yeri doğru bir şekilde tespit edebilmeyi başarmak
[11] Hucurat
Suresi 6. Ayet-i Kerime: Ey iman edenler!
Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu araştırın. Yoksa
bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz.
0 yorum:
Yorum Gönder