Tekkeden Kerametler 24- Kudüs Taburu ve Bursa Mevlevihanesi

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 12 Oca 2024 0 yorum

Beyefendinin âdeti böyle…

Bayram namazını Üftade Camiinin girişinin sol tarafından çok dar bir merdivenle çıkılan yukarı mahfilde kılar. Namazın ardından eş, dost birkaç muhibban ile o küçücük mahfilde halka çevrilip salavatlar eşliğinde bayramlaşılır.

Sonrasında Üftade Hazretlerinin kabri ziyaret edilip kısa bir zikrullah geçilerek eskiden Sa’diyye tarikinin mensuplarının devam ettiği Dondurma Tekkesinin haziresinin önündeki kaldırım taşı döşeli yoldan, diğer hamuşanla[1] (susmuşlar) birlikte Osmanlıyı kuran kadrodan pek çok isim ve onlarla birlikte Bursa’nın hafızasının da yüzlerce yıllık selvi ağaçlarının altında dinlendiği Pınarbaşı Mezarlığı istikametine doğru ağır ağır ilerlenir. Tarihi sur kapısını geçince kıble tarafında kalan mezarlığın kenarından geçen yola bitişik türbede şahidesinde Cünûnîi Ahmet Dede yazan kabrin başında durulur ve eller gökyüzüne açılır.

Köşesinde ufak bir türbe, türbenin çevresinde üç beş mezar ve pek çok arabadan başka bir şey bulunmayan bu otoparkın önünde yapılan -dışardan seyredene oldukça garip gelebilecek- sessiz ayine beyefendinin 1970’li yıllardan beri devam ettiği söyleniyor kulağımıza.

“Ya Rabbi, bu mekânı yeniden ihya eylemeyi nasip ve müyesser eyle.”

Başlarda yalnız başına yapılan bu ayine sonraları Feriduddin Ulusoy Bey de katılmaya başlıyor. Daha sonra birkaç kişi daha… Yapılan iş öyle akla mantığa sığacak gibi değil. Zira çoktan mekân belediyenin eline geçmiş, bürokratik engeller yığılmış, mekânın hakkını arayacak kimse kalmamış, ayağa kaldırılmaya kalkılsa böylesi bir maliyeti karşılayacak kimse yok, hatta orada bir Mevlevihane olduğunu hatırlayan bile kalmamış.

Ancak Beyefendi ettiği duaya öylesine inanıyor ki, Belediye otopark yapmak için meydanı asfaltlamaya başlayınca; “Yazık olacak o kadar masrafa! Yakında sökecekleri asfaltı niye döküyorlar ki?” diyerek söyleniyor çevresindekilere.  

Mekân denilen eski Bursa Mevlevihane’sinin bulunduğu yer. Tekkelerin 1925’te sırlanmasından sonra bir ara mescid, bir ara karakol, bir ara da askeri depo olarak kullanılmış. Sonra arazinin yarısına su deposu yarısına da ilkokul yapılmış.

Nihayetinde belediyenin su deposunu yıkıp, dergâhtan kalan son izlerin üzerine asfalt dökerek otoparka dönüştürdüğü Mevlevihane’nin hikâyesi oldukça hazin.

Bursa Mevlevihanesi

Larendeli (Karaman) Ahmet Mevlevi Efendi, Kadı Paşazâde Hazret-i Çelebi Hüsrev efendiden icazetini aldıktan sonra atalarının memleketi olduğu rivayet edilen önce Şehrizur tarafına (İran- Irak sınırına yakın Süleymaniye civarı) oradan da Bağdat’a gider (1610)[2].

Rivayete göre daima vecd ve istiğrak (dalgınlık) âleminde olduklarından “Cünûnî” Ahmet Efendi mahlasıyla anılmaya başlanır. “Cünûnî” Ahmet Efendi ömrünün ikindi vaktinde yoldaşları ile Konya’yı ziyaret ettiklerinde Konya Mevlana Dergâhı postunda oturan Ebu Bekir Çelebi, Cünûnî Ahmet Efendiye “Burusa, Burc-ı Evliya[3] iken [4]orada Mevlevi Dergâhının olmaması bizim için taaccüp meselesidir” diyerek Bursa’ya gidip bir Mevlevi Dergâhı kurmasını teklif eder. Lakin Cünûnî Ahmet Efendi ihtiyarladığını ve Larende’ye dönüp son günlerini orada geçirmek istediğini söyleyerek teklife yanaşmaz.

Ebu Bekir Çelebi birkaç gün sonra teklifini bir sitem ile Cünûnî Ahmet Dedeye tekrar eder: “Mevlânâ’yı biz, Burûsa’ya göndermek sadedinde idik. Ancak kelam-ı hayr-encâmımızı gûş-ı kabule almadılar”.

Teklif mi, yoksa teklifteki sitem mi bilinmez Cünûnî Ahmet Dede’ye yıllar önce görüp unutturulduğu bir rüyayı hatırlatır: Bağdat’ta iken gördüğü rüyada Dedenin eline, “Bir gülistanda (gül bahçesinde) açılmış taze bir gül verilir. Gülü alan Dede, koklar ama gülden koku alamaz. “Şu gülün kokusu güzelliğine eşdir. Ne olurdu kokusunu da alabilseydim” der. Rüyada kendisine “Gülün kokusu sana Burusa’da erişir” denilir.[5]

Rüyayı hatırlaması ile “gülün kokusunun peşine düşen” Cununi Ahmet Dede Bursa’ya gelerek Pınarbaşı mevkiine Dergâhı imar etmeye başlar. (1615)

Mevlevi Taburu

Bursa Mevlevi hanesi 400 yıl aralıksız “insan yetiştirme” hizmetini verdikten sonra posta, Mehmet Şemseddin Efendi oturur. Yıl miladi 1915’tir. Bu yıllar 1. Dünya Savaşı yıllarıdır ve Padişah, Halife sıfatı ile cihad ilan etmiştir.   

Padişah 5. Mehmet Reşad Efendinin Mevlevi meşrep olmasının da getirdiği bir heyecan ile Mevlevi Dergâhlarından gönüllü müridan Konya’da bir araya gelerek önce bir tabur[6] sonra bir alay[7] teşkil ederler. Mehmet Şemseddin Efendi de 67 dervişi ile birlikte Konya’da yerini almıştır.

Mevlevî Taburu’nun gönül erleri, başlarında Mevlevî sikkeleri, sırtlarında derviş cübbeleri, ellerinde silahlarıyla 3 Şubat1915 tarihinde Harbiye Nezareti önünde toplandılar. Mevlevî Taburu’na katılanlar arasında, Mevlevîlerin yanı sıra Kadirî, Rifâî ve Bektaşî gibi diğer tarikat mensupları ve herhangi bir tarikat mensubu olmayanlar da vardı.[8] İlk etapta toplam 47 Mevlevihane’den 1026 civarında şeyh ve derviş, Gönüllü Mevlevî Taburu'na katılmıştı. [9]  

“Mücahidin-i Mevleviye” olarak anılan alay İzmir, Edirne, Ankara, Kastamonu, Haleb, Şam, Sivas, Burusa, Karahisar-ı sâhib, Kütahya, Manisa, Gelibolu, Urfa, Ayıntab, Lazkiye, Maraş, Kudüs, Trablus, Aydın, Muğla, Tokad, Samsun, Erzincan, Burdur, Isparta, Eğirdir, Niğde, Çorum, Amasya, Antalya, Ertuğrul, Kerkük, Kayseri, Eskişehir, Aydın Güzelhisarı, Ermenek, Kilis, Beyşehri, Tire, Denizli, Demirci, Ulukışla Dergâhlarından toplanmıştı.

Mehmet Şemseddin Efendi yaşının hayli ilerlemiş olması nedeniyle Konya’daki Dergâhın başına vekâlet için bırakılmış[10], Konya Dergâhının Dedesi Veled Çelebi Efendi, beraberindekiler ile Konya’dan hareket edip Suriye’deki birliklere katılmıştır. Yol ve iaşe masraflarına kadar her şeyi kendileri karşılamak kaydı ile Şam’a vasıl olan kafile, burada diğer Mevleviler ile buluşup Filistin Cephesine sevk olundular.[11]

Halep Mevlevîhanesi post-nişîni Ahmed Remzi Dedenin bu alaya yazdığı güfte yine Halep Maarif Müdürü Nezih Bey tarafından nev’eser makamında bestelenmişti: Eser,

“Mevlevî Taburu teşkil eyledi Sultan Reşad
Avn-i Hakk’la eyleriz meydan-ı harpte bir cihad”
mısralarıyla başlıyor idi.[12]

Askerliği bilmemeleri nedeniyle daha çok cephe gerisinde ve sıhhiye işlerinde görevlendirilen Mevlevi Alayı mensuplarının kimileri alışık olmadıkları iklim, kimisi salgın hastalıklar, kimisi de cephelerde şehid düştü. 1918 bozgunundan sonra Anadolu’ya geri gelen pek az oldu. Bursa Mevlevihane’sine ise dönen kimse kaydedilemedi.

1925’te kapısına devlet tarafından kilit vurulmadan önceki 10 sene boyunca Bursa’nın diğer dergâhları ıssız, semasız, şeyhsiz ve dervişsiz kalan bu dergâhı şenlendirmek, şad etmek ve gidenleri anmak için bayramlarda bu mekânda toplanmayı adet edindiler.

Sanırım Beyefendinin yeniden ayağa kaldırmak için ellerini semaya açması bu insanların aziz hatırasına bir saygı duruşu idi.

Duanın gücü ile 100 sene önce gizlenmiş, hatırası hafızalardan bile silinmiş bir Dergâhın yeniden ayağa kalkacağına inanmakta zorluk çekenleri utandıracak şekilde tam da Beyefendinin dediği gibi o asfalt söküldü. Filistin Cephesine giden dervişlerinin ardından kapısına kilit vurulan Mevlevihane, Filistin’de El Aksa Tufanı başlamadan sadece 1 gece önce ihya edilmiş halde ziyarete açıldı.[13]

Açılış gecesi orada bulunanların salat-u selam getirerek ve gülbang-ı Muhammediyi zikrederek Üftade Türbesinden Mevlevihane’ye doğru yaptıkları yürüyüş, Mevlevihane’nin son şeyhi ve 67 dervişinin Filistin’e cihada giderken yaptıkları Mevlevihane’den Üftade’ye doğru yürüyüşün ters istikametinde idi. Meseleyi bilenlerde bu durum, sanki 108 yıl sonra dervişler Filistin’den geri gelmiş Mevlevihane’ye doğru yürüyüşe geçmişler hissi uyandırıyordu.

İnşallah Mevlevihane’nin ihyası hem Filistin’in hem Aziz Allah’ın yolunda serden ve yardan geçebilenlerin yeniden ihya olmakta olduklarının işareti ve müjdesi olur.

Amin.

Zeyl: Yine beyefendiden işitmiştik: “Elleri açıp edilen duayı küçümsüyorlar. Fiili dua gerek diyorlar.

Hâlbuki dua, önce kalbe düşmeli, sonra dile düşmeli ki, fiile geçebilsin. Dile düşmeyen dua, kalbe de düşmemiştir; fiiliyata nasıl geçsin?

Kalbe düşmeden dile düşen duaya, kişinin kendi inanmamıştır ki, başkaları neden inansın?

Eğer dilin söylediğine KALB de gerçekten inanıyorsa, o zaman nice olmaz görüneni oldurur yaradan?”

Derleyen: Ahmet Hakan Çakıcı
Rebiülahir 1445   
 


[1] Hamuşan: Susmuş olanlar. Mevlevilerde kabir ehline verilen isim.
[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/cununi-ahmed-dede
[3] Burc-ı Evliya: Evliyaların kalesi. Bu lakapla anılan iki şehir vardır birincisi ŞAM diğeri Bursadır.
[4] Burc-ı Azam ikidir: Birincisi Burc-ı Enbiya bilad-Şama verilen lakaptır. Diğeri Burc-ı Evliyadır ki Oda Bursa’ya verilen isimdir.
[5] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/214684
[6] Tabur: En az dört bölükten oluşan, 400-1300 kişilik askeri birlik.
[7] Alay: En az 4 taburdan meydana gelen, 1300-3000 kişilik askeri birlik.
[8] Aynı Sempozyum, Sezayi Küçük Bildirisi
[9] BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA MEVLEVÎ ALAYI VE GÖNÜLLÜ TOPLULUKLAR ULUSLARARASI SEMPOZYUMU’ Bildirisi, Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Vatan Savunmasında Mevlevihaneler, s:34
[10] KMMA, Dosya No: 51/36-37; Köstüklü, “Vatan Savunmasında Gönül Erleri, Mücahidin-i Mevlevîyye Alayı”, s. 221. 
[11] Aynı Sempozyum, Nizamettin Arslan,  Hasan Hüseyin Adalıoğlu Bildirisi
[12] Aynı sempozyum, Prof. Dr. Nuri Köstüklü
[13] Verdikleri maddi ve manevi destekle Mevlevihane’nin ayağa kaldırılmasına büyük hizmetleri olan Bursa Belediye Başkanı Alinur Aktaş Beyin ismi de Mevlevihane’nin kapısına asılan kitabe ile tarihe kaydedilmiş oldu.

Burc-u evliyaullah ki Berusa diyar-ı huzur
Munkariz olmuş idi Mevlevihanesi eyyam-ı mürur
Şehremini iken Alinur heman eyledi mamur
Feyzgah oldu muhibban-ı mevleviyana tekye-i mezbur
Safiya söyledim itmamına tarih makam-ı sürur
Dergeh-i Mevlana oldu nurun alâ nur


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder