Yaş, Bu Yaşam Yahu!

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 2 Oca 2022 3 yorum

Uzun zamandır toplumda moda: Karı koca birbirlerine “Hayaatıım” diye sesleniyor.
Hâlbuki Cumhuriyet döneminde Arapça “hayat” kelimesi günlük dilden düşsün diye yerine “yaşam” kelimesi yerleştirilmeye çalışılmıştı. Birçok yerde “yaşam” kelimesi “hayat” kelimesinin yerini almayı başardı ama iş “hayatım” kelimesinin yerini almaya gelince boşluğu dolduramadı.

Kulaklarımız, “Yaşamım” kelimesini garipsiyor, “Yok, olmadı!” diyor. Bunda bir acılık var, yerini bulmadı, “Hayatım” kelimesinin ardına takılıp gelen o hissiyatı vermiyor/veremiyor, diyor.

Hadi biraz Asım Gültekin’cilik oynayalım:

Yaş-a-mak kelimesi, sanırım YAŞ kelimesine yaslanıyor.

Kubbealtı sözlükte “Yaş”a verilen anlamlar şöyle:
1) Kendi suyunu yitirmemiş, kurumamış, kurutulmamış. 2) Islak, nemli. Karşıtı: KURU. 3) Doğuştan itibaren geçen ve yıl birimiyle ölçülen zaman. 4) (Argo) Olumsuz, riskli, güvenilmez, zor, güç, korkulu.

Yani, “YAŞ” öncelikle su, sulu veya ıslak demek.

“Gözyaşı”, gözden çıkan suya, gözün ıslanmasına verilen isim.

“Gözlerin YAŞARMASI” gözlere su gelmesi ise “YEŞERMEK” ağaca/dala su gelmesi, suyun ağaçta ya da dalda ilerlemesi olarak düşünülebilir.

“YAŞIL/YEŞİL/aşıl/eşil” kelimeleri, damarlarında “su” dolaşan, suyu çekilmemiş anlamına geliyor.

“YAŞ’ı ne, başına ne?” deyimi yaşın küçüklüğüne işaret olduğu gibi, “YAŞ’ını almış” deyimi de YAŞLILIĞA işaret ediyor.
 
O zaman “YAŞLI” kelimesini, çok “yaşı” olan; çok “yaş“, çok “su” almış, çok su içmiş, çok su görmüş ya da damarlarında çok kan dolandırmış kişi anlamında düşünsek sanırım hata etmeyiz.

Kelimemize yani “YAŞAM”a gelelim. Olumsuzundan hareket edersek KURUMAK YAŞ’ın çekilmesi demekse YAŞAMAK kurumadan yani suyun damarlardan çekilmesinden önceki duruma denir, diyebiliriz. Bu hali ile “yaşamak” dünyaya, dünyeviye, dünya DİRİLİĞİNE işaret ediyor gibidir.

Bu nedenle olsa gerek “YAŞAR” kelimesi, ölmemesi için çocuğa dua olsun maksadı ile verilen bir isim.

Bir de olumsuz çağrışımı var: YAŞA/suya basılmaz çünkü üzerinde insanı taşımaz. Yani ona güven olmaz, risklidir, endişe vericidir. Çünkü ayağı “Yaş’a” gelenin başı hastalıktan kurtulmaz. “O iş yaştır” yani kendisine ÜMİT bağlanılmaz.

“YAŞ’ın arasında kuru da yanar” denildiğin de YAŞ, “suçlu”, “kabahatli” anlamlarını yüklenirken, “YAŞ tahtaya basma” derken “güvenilmez, emniyet olunmaz” anlamlarını yüklenir.

Kökündeki “yaş” kelimesi “yaşam”ın güvenilmezliğini, “kabahatlere bulanmış olduğunu, her an elden gidebileceğini de hissettiriyor. Bu bana, “yaşam” kelimesinin içinde gizlenmiş, dünya hayatının güvenilmezliğine dair bir atıf var, hissini veriyor. “Sakın yaşama güvenme, her an bir sıkıntıya düşebilir, ümitlerin ve yatırımların boşa gidebilir, aniden terk edebilirsin, bu iş yaş” der gibi.

Sanırım bu yüzden kulak “yaşamım” kelimesine itiraz ediyor ve sevdiğine; YAŞ ve güvensiz bir zeminden
hitap ediyorsun, diyor olabilir.  

  
Gelelim “HAY-AT” kelimesinin köküne.  

Sanırım kelimenin kökü “Hay/Hayy” kelimesi. Allah Teâla’nın isimlerinden biri.

Arapça kökenli olan “Hayy”ın sözlük anlamı Kubbealtı Sözlük’te ezelî ve ebedî DİRİ olan, uyuklama, yorulma gibi noksanlıklardan uzak olan. Var. Diri, tam ve mükemmel mâniasıyla hayat sâhibi” diye geçiyor.

“İbn Cerîr et-Taberî[1], ilgili âyetlerin tefsirini yaparken hay ismine “başlangıcı ve sonu olmayan (ezelî ve ebedî)” mânası verir ve Hayy ismine “kâinatı yönetme esasından” hareketle anlam verenlerin de bulunduğunun notunu düşer.”[2]

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ise “ebediyen ölümlü olmayan” mânasından başka “hiçbir şeyden gafil bulunmayan, asla yanılmayan ve unutmayan” şeklinde de anlamlar vermiştir[3].

Hay’dan türeyen “Hayat” kelimesi ise sözlükte; “Organların, canlının varlığını devam ettirecek şekilde işlemesi ve canlıların, organlarının gösterdiği faaliyet sonucunda varlıklarını sürdürmesi durumu, sürüp giden yaşama, canlı olma, dirilik. Karşıtı ÖLÜM”  Diye tarif ediliyor.

Konumuzla ilgili olabilecek Hayy kelimesini temel almış diğer kelimeler:

“Haya”, erkeklik bezi, er bezi, husye, testis. Yani, yeni bir hayatın başlangıç yeri, kaynağı.

“Hayal”, 1)Var olmayan şeyleri varmış gibi zihinde tasarlama yeteneği, tasavvur etme gücü:1) Gerçekleşmesi imkânsız veya güç olan fikir, düş, rüyâ. 2) Aslı olmadığı halde zihinde kurulan şey, düş.

“Hayalet”, Maddî bir gerçekliği bulunmadığı ve gerçekte var olmadığı halde varmış gibi canlanan görüntü, hayâlî suret.

Hayır”, Râgıb el-İsfahânî de “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey”[4]. Yani ilahi nizama, HAYY’a layık, O’na uygun.

“Hayırlı”, kökü HAYY’a yani Hakka Bağlanan, Hakkın rızasına uygun. Hayy’ın DİRİNİN, ölümsüzün, unutması ya da, fark etmemesi mümkün olmayanın rızasına uygun veya HAYY’ın içinde olduğu.

“Hayrat”, HAY’a adanmış, Hayır yoluna adanmış. Karşılığı HAY’dan beklenerek halka hediye edilmiş.

Köklerin anlam birliğinden hareket edersek HAYAT kelimesi, Hay’a bağlı, Varlığını HAY’dan alan, HAY’ın iradesinde bağımlı, HAY’ın uzantısı gibi anlamları da içerdiği pekala söylenebilir.   

Dikkat edilirse “YAŞAM” kelimesinin tüm çağrışımları dünya ve dünyevilikle ilgili iken “Hayat” kelimesinin çağrışımları hep maddi dünyanın ötesine doğru yöneliyor.

Yaşam tanımlanmamış bir canlılık halini ifade ederken, Hayat kelimesi her an diri ve uyanık olana, kâinatı yönetene, olmazı oldurana, insanın gücünü aşan işlere doğru yöneliyor.

Mesela “hayat arkadaşım
[5]” dediğimizde uhrevi bir şeye işaret edilirken “beraber yaşıyoruz” demenin daha dünyevi, sınırları ve sorumlulukları belli olmayan, zevke taalluk eden bir birlikteliğe işaret etmesi sanırım bundan.

“Burada ‘hayat’ var,” dediğimizde ampirik (ölçülebilir) değerlerden çok insanın ruhuna sevinç ve sürur veren bir şeyler kastedilirken, “burada yaşam var” kelimesi “burada canlı organizmalar var” anlamında daha ölçülebilir bir şeylere işaret eder.   


Hülasa:
“Hayat” kelimesi kendinin dışına çıkan bir diriliğe, HAYY olana (Allah’a) kendisini izafe ederek dünya ötesi bir “sürekliliğe, devamlılığa, canlılığa işaret ederken, “Yaşam” kelimesi dünyevi ve BEN’e yönelik bir diriliğe işaret ediyor gibidir.

“Hay-at”, dünyevi zamanı işaret ettiği gibi ölüm sonrasını, kişiyi, ASLA ölmeyecek, her zaman diri olana bağlarken, “yaş-am” kelimesi geçici çürük bir zeminde var olmaya çalıştığının farkında gibidir.  

Yazıyı şöyle bağlasak olur mu?

“Hayy” olanla bağımız koptukça, “AHİRET”e inanmakta tereddüde düştükçe, ‘Diriliği’ dünyadan ibaret görmeye başladıkça, ölüm ve sonrası ile bağ koptukça, HAY’la, “Hay-at”la da bağımız kopuyor, YAŞ (çürük) bir yaşamla kendimizi sınırlıyoruz.

Yani Kalplerimiz değiştikçe kelimelerimiz de değişiyor HAYY’ın yerini YAŞ, “Ölümsüz bir Hayatın” yerini “dünya yaşamı” alıyor.  

Kısaca, Yaşıyoruz, ama “hayatta” olup olmadığımız belli değil.

Zeyl 1: Diriliğin kaynağı olarak Allah’a işaret eden ve Allah’ın isimlerinden olan HAYY kelimesinin, “benim hayat kaynağım sensin” anlamında insanlara hitaben kullanılmaya başlanması, Türkiye Müslüman toplumundaki zihni değişime ve çarpılmaya işaret ediyor olsa gerek.  


Zeyl 2: “Asım Gültekin’e saygı ve hürmetlerimle” diye bitirecektim yazıyı. Sonra aklıma geldi, Müslümanlar Rablerine kavuşanların ardından saygı duruşunda bulunmazlar; rahmet diler, bir sadaka verip ya da bir Fatiha okuyup ruhuna hediyye ederler.

 

Zeyl 3: Biliyorum “Asım Gültekin’in tadını vermedi yazı. Lakin elimizden gelen buydu.

Doğrusunu Allah bilir.   


Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelahir 1443 / ALANYA



[1] 2 ve 3 nolu dipnotlar İslam Ansiklopedisinin Hay maddesinden alınmıştır. https://islamansiklopedisi.org.tr/hay

[2] Câmiʿul-beyân, III, 4-5

[3] Teʾvîlâtü’l-urʾân, vr. 61b, 71a, 659a

[4] İslam Ansiklopedisinin Hayr maddesinden alınmıştır. https://islamansiklopedisi.org.tr/hay

[5] Nişanyan Sözlüğe göre 1930-1955 döneminde 'hayat kadını' deyimi "kariyer sahibi kadın, ev kadını zıddı" anlamında kullanılmıştır. Daha sonra anlamı değişmiş ve fahişe anlamında kullanılmaya başlanmıştır.


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi, hem en büyük neticesi, hem en parlak nuru, hem en latîf mâyesi, hem gayet süzülmüş bir hülâsası, hem en mükemmel meyvesi, hem en yüksek kemali, hem en güzel cemali, hem en güzel ziyneti, hem sırr-ı vahdeti, hem rabıta-i ittihadı, hem kemalâtının menşei, hem sanat ve mahiyetçe en hârika bir zîruhu, hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikati, hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi koca kâinatın bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudatla münasebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en hârika bir mu’cize-i kudrettir.

Hem en büyük bir küll kadar –hayat ile– küçük bir cüzü büyülten ve bir ferdi dahi küllî gibi bir âlem hükmüne getiren ve rububiyet cihetinde kâinatı tecezzi ve iştiraki ve inkısamı kabul etmez bir küll ve bir küllî hükmünde gösteren fevkalâde hârika bir sanat-ı İlahiyedir.

Hem kâinatın mahiyetleri içinde Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine şehadet eden bürhanların en parlağı, en kat’îsi ve en mükemmeli hem masnuat-ı İlahiye içinde en hafîsi ve en zahiri, en kıymettarı ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en manidar bir nakş-ı sanat-ı Rabbaniyedir.

Hem sair mevcudatı kendine hâdim ettiren nâzenin, nazdar, nazik bir cilve-i rahmet-i Rahmaniyedir. Hem şuunat-ı İlahiyenin gayet câmi’ bir âyinesidir. Hem Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerîm, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanın cilvelerini câmi’ ve rızık, hikmet, inayet, rahmet gibi çok hakikatleri kendine tabi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir.

Hem hayat, bu kâinatın tezgâh-ı a’zamında öyle bir istihale makinesidir ki mütemadiyen her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor. Ve zerrat kafilelerine, güya hayatın yuvası olan cesedi o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir mektep, bir kışladır. Âdeta Zat-ı Hay ve Muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı latîfleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi beka veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor.

Hem hayatın iki yüzü yani mülk, melekût vecihleri parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvidir. Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya dest-i kudret-i Rabbaniyeden çıktığını aşikâre göstermek için sair eşya gibi zahirî esbabı hayattaki tasarrufat-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahluktur.

Hem hayatın hakikati, altı erkân-ı imaniyeye bakıp manen ve remzen ispat eder. Yani hem Vâcibü’l-vücud’un vücub-u vücudunu ve hayat-ı sermediyesini hem dâr-ı âhireti ve hayat-ı bâkiyesini hem vücud-u melaike hem sair erkân-ı imaniyeye pek kuvvetli bakıp iktiza eden bir hakikat-i nuraniyedir.

Hem hayat, bütün kâinattan süzülmüş en safi bir hülâsası olduğu gibi, kâinattaki en mühim bir maksad-ı İlahî ve hilkat-i âlemin en mühim neticesi olan şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbeti netice veren bir sırr-ı a’zamdır.

İşte, hayatın bu mezkûr yirmi dokuz ehemmiyetli ve kıymettar hâssalarını ve ulvi ve umumî vazifelerini nazara al. Sonra bak, Muhyî isminin arkasında ism-i Hayy’ın azametini gör. Ve hayatın bu azametli hâssaları ve meyveleri noktasından, ism-i Hay nasıl bir ism-i a’zam olduğunu bil.....


Risale-i Nur Külliyatı dan 30.Lema 'nın Beşinci Nüktesi

Adsız dedi ki...

Yazınızı çok beğendim , üstadım hazretlerinin hayat hakkındaki ciltleri dolduracak derecede derinlikli cemiyetli tarifi aklıma geldi paylaşayım dedim (ayrıntılı bilgi için esere başvurabilirsiniz , sevgiler ve saygılarla)

Ahmet H. Çakıcı dedi ki...

Çok teşekkür ederim. İltifat etmişsiniz. Yazı için yenin teşekkür ederim

Yorum Gönder