AN'ın Aklı Yetmez

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 12 Oca 2022 0 yorum

 An’ın Aklı Yetmez!

İlahiyat fakültesi mezunu dostumuz, bir cemaatte hocalık yapan arkadaşını ziyaret için görev yaptığı öğrenci yurduna gidiyor. Hoca Efendi sohbet esnasında “Üstat, senin ağzın laf yapar. Çocukları toplasam da onlara birkaç kelam etsen” diyor. Bizimki “Tamam” deyince çocuklar toplanıyor. Ama bizim arkadaş dersin başında Hoca efendiye, “Çocuklarla rahat rahat sohbet etmek istiyoruz: Sizden rica etsem bize izin verir misin?” diyor. Hoca Efendi biraz rahatsız olsa da dışarı çıkıyor. Sohbet sırasında bizim arkadaş “Çocukların, kaba hatta fiziksel şiddete varan davranışlardan şikâyetçi olduklarını” fark ediyor.
Sohbetin sonunda Hoca Efendi biraz da tedirgin gelip;
-“Üstat, nasıldı?” diye soruyor.

- “Çocuklar sizi çok seviyorlar” diyor bizimki. Hoca Efendi rahatlayarak;
- “Ben de onları çok seviyorum” diyor. Bizimki kendine attığı pasın, ayağına geri geldiğini fark ederek;
- “Ama” diyor, “Sevginizi gösterme tarzınızdan şikâyetçiler”. Hoca duruyor, biraz da şaşırmış halde;
- “Üstat, biz sevginin nasıl gösterileceğini bilmiyoruz ki, bunu bize öğretmediler. Bizim büyüklerimiz bizi takdir ettiklerinde bile, ensemize bir şaplak vurup, “Aferin ulen eşek sıpası” der, hırpalayarak sevgilerini ifade ederlerdi. Biz de gördüğümüzü devam ettiriyoruz”, demiş.
- “Öyle değil mi?”, dedi bizim arkadaş: “Biz, babalarımızın yanında ayaklarımızı uzatamaz, yatamaz, çocuklarımızı kucağımıza alamaz, öpüp okşayamazdık.”
Hikâye güzeldi ve gerçek gibi duruyordu. Ancak çok fazla bugüne ve çok fazla “Anlık Akla” hitap ediyor, diye düşündüm. Yani belki de çok eksikti.

Ne demek istediğimi açmadan önce Kitab-ı Kerimden size, zaten bildiğiniz bir kıssayı hatırlatarak birkaç kelam etmeme müsaade ediverin.

Malumunuzdur, Kehf Suresinde Hz Musa (as) ile Hızır Aleyhisselamın yolculukları anlatılır. Yolculuğun başında Hızır Aleyhisselam Hz Musa’ya  (as) “Benle yolculuğa dayanamazsın” der ama Hz Musa (sa) kararlıdır ve sabredebileceğini söyler. İlk olarak Hızır aleyhisselam, bindikleri gemiyi tahrip eder. Hızır’ın (as) durup dururken, bir tüccarın ekmek teknesi olan gemiyi tahrip etmesine Hz. Musa, haklı olarak müsaade etmek istemez. Hızır (as) “Hani müdahale etmeyecektin?” der. Hz. Musa (as) “Haklısın, hata ettim! Bir daha yapmam” der. Ardından Hızır (as) bir çocuğu öldürür. Hz. Musa (as) yine bir zulme karşı çıkmak adına Hızır’a (as) “Günahsız bir çocuğu neden öldürüyorsun?” diye itiraz eder. Hızır (as) “Hani soru sormayacaktın?” diyerek Hz Musa’yı (as) bir daha tersler. Hz Musa (as) “Yine haklısın. Eğer bir daha sana müdahale edersem beni yanından uzaklaştır” der. Sonra bir kavimle karşılaşırlar. Kavim onlara hem kaba davranır, hem yiyecek hiçbir şey vermez. Buna rağmen Hızır (as) önlerine çıkan büyük kısmı yıkılmış bir duvarı onarmaya girişir. Hz Musa, “Yahu, bunlardan hiçbir hayır görmemişken, neden onlara günlerdir bedavaya hizmet ediyoruz?” diyerek sesini tekrar yükseltir.

Tamam” der Hızır (as) “Refikliğimiz (yol arkadaşlığımız) buraya kadarmış.” Şimdi sana yaptıklarımın hikmetini anlatayım ve ayrılalım: Gemiyi tahrip ettim, çünkü ilerde korsanlık yapan bir güçlü kral vardı. O’nun geminin güzelliğine bakıp, gemiye el koymak için bu salih insanları öldürmemesi ya da köle yapmaması için onun güzelliğini giderdik. Sonraki çocuk, ilerde anne babasına çok zulüm edecek, onları zelil edecek biri idi. Biz anne babasını ondan gelecek şerre karşı koruduk. Son olarak, onardığımız duvarın altında salih bir kulumuzun ölmeden önce çocukları için gizlediği altınlar vardı. İstedik ki, o duvar yıkılıp altındaki altınlar ortaya çıkmasın ve salih kulumuzun gömdüğü o altınlar evlatlarına ulaşsın.”[1]

Dikkat edilirse Hz Musa (as) her üç hikâyede de “AN’LIK AKLA” göre haklıdır.

Öyle değil mi, “Neden durup dururken bir adamın teknesinin tahrip edilmesine, bir çocuğun öldürülmesine ya da boş bir işe emek ve ömür harcanmasına göz yumalım? Hangi, hakla böyle bir şeyi, savunur ya da tavsiye edebiliriz?“ O ‘An’ın içinde Hz. Musa (as) tamamen haklıdır, kimse ona itiraz edemez.

Ta ki, korsanlar ortaya çıkana kadar.

AN’LIK AKLI aşan bir “GELECEK tasavvuru” (ilerdeki Korsan Kral) ya da “GEÇMİŞ tasavvuru” (gömülü altınlar, geçmiş ile bugünün ilişkisi ) veya insan fıtratı üzerinde etkin olan faktörler (insanın cibilliyeti) fark edildiğinde ANLIK AKIL boşa düşebiliyor. Zira rasyonel aklın idrak sınırları çok dar bir çerçeve ile sınırlı. ‘Menfaat’, ‘Maslahat’ ve ‘şehvetin’ “An’ın Aklını” kuşatması, işgal etmesi, ona tasallut etmesi uzağı görmesine engel olan farklı boyutlardaki miyopilere sebep olur. Bu sınırlar aşıldığında “An’ın Aklının” aldığı kararın, vardığı sonucun, çıkardığı hissenin kadüklüğü, ebterliği, körlüğü de ortaya çıkabilir. Bu yüzden insanlık, binlerce yıldan süzülüp gelen insani birikime, tecrübeye (geleneğe) ve bilgeliğe muhtaçtır.

Şöyle ki;

Maymunlar, onlarca denemeden sonra daldaki cevizi düşürebilmek için “çubuk” kullanmayı öğrenebilirler. Ancak edindikleri tecrübeyi çocuklarına aktaramadıklarından dolayı her nesil cevizi düşürmek için çubuk kullanmayı yeniden keşfetmek zorunda kalır. Yani tecrübe birikmez. Ve maymunlar uygarlık geliştiremezler. Zira uygarlık dediğimiz yapılar binlerce yıllık birikimin bir toplumda bir coğrafyada yoğunlaşması/odaklanması ile ancak ortaya çıkabilirler. İnsan, tecrübeyi aktarabilme becerisine sahip olduğu için uygarlıklar var edebilmiştir. Bu anlamda insani birikim yani gelenek, insanlık için hayati bir öneme sahiptir. 

Ancak insanlık, insani bilgeliğin aşamayacağı onun fevkindeki durumlarla da karşı karşıyadır.  Bu durumlarda daha üst bir mercinin “Aklına” muhtaçtır. Heidegger’ın deyişiyle “insanlığın kilitlendiği, kısır döngüye girdiği, hayvaniyata doğru geri gidişinin söz konusu olduğu (tüm tecrübelerin unutulduğu) ya da kendi kendisinin varlığını tehdit edecek bir sürece evrildiği anlarda ‘Yüce İnsanlar’ çıkıp tıkanmaları aşmışlardır.” Onların getirdikleri sınıfsal, bireysel ve grupsal menfaati aşan, insani kamplaşmanın, gücün ve nüfuzun etkileyemediği, “An’lık Aklın” ve tecrübenin ulaşamadığı ‘değer’lerdir. (İnsanlığın sürekli birbirlerini kırmasına neden olan insan kurban etme âdetinin Hz İbrahim(as) tarafından hayvan kurban etmeye dönüştürülmesi gibi müdahaleler ya da insanlığa, binlerce yıldır dinlerin tanımladıkları değerlerin haricinde tek bir değer dahi tanımlayamamış olmamız gibi. )

Bu anlamda insanın kılavuzu; “Anlık Aklı” aşan insani tecrübenin hasılatı olan “geçmiş ve gelecek tasavvuru” ve onu da aşan “üst değerlerdir” denilebilir. 

Bize göre kıssanın bize verdiği hisse bu şekilde anlaşılabilir.

Dönelim bizim hocanın hikâyesine:

Öğretmenler ile öğrencilerin arasındaki ilişkilerin resmi ve soğuk yüzü ile baba ve çocuğu arasındaki mesafenin uzaklığı üzerine tartışmalar 1900’lerin başından itibaren Avrupa’nın gündemine giriyor. Tartışmalar hoca ile talebe arasındaki mesafenin insani kibirden kaynaklı bir lüzumsuzluk olduğu, kaldırılması gerektiği, hocaların öğrencilerine, büyüklerin küçüklere sevgilerini rahatça ve sınır koymadan ifade etmeleri üzerine yoğunlaşıyor.

Hoca ile talebe arasındaki mesafenin kırılmasının ilk sonuçları 1950’lerden itibaren görülmeye başlansa da bunun medyaya yansıması 1980’leri buluyor. ABD’de 1950-2002 yılları arasında 4 binden fazla Katolik rahip, 10 bin 667 çocuğa cinsel istismarda bulunmakla suçlanıyor.[2] Fransa’da ise 1950’lerden beri Katolik Kiliselerinde tacize uğramış çocuk sayısının 216 bini geçtiği tahmin ediliyor[3]. Katolik Kilisesinin sonunda vardığı yer şu anda sadece Vatikan’ın kapısında incelenmek üzere 10.000’den fazla “pedofili” ile suçlanan papaz dosyasının bekliyor olması.

Ancak bu sadece kiliselerin sorunu değil elbette: Yetişkinler ile çocukların arasındaki sınır ve mesafenin yakınlaştırılması ile pedofili Avrupa toplumlarında öylesine yaygınlaştık ki, artık Queer’ler üzerinden pedofilinin suç olmaktan çıkarılıp meşrulaştırılması için çalışmalar yapılmaya ve pedofililerin “anlayışla” karşılanması gerektiğine dair propagandaya bile başlandı[4]. Hatta Hollanda’da iş, küçük çocuklara ürkütmeden yaklaşma taktikleri veren “Pedofili’nin El Kitabı” basılıp satılabilecek düzeylere kadar geldi.[5] Daha da ileri gidilip Pedofili Partisi kurulup seçimlere girmeye kadar işi vardırdılar[6].  

Diğer yandan daha önce çocukla yetişkin arasındaki mesafenin kırılmasına öncülük eden, “Çocuklara sevginizi açıkça göstermelisiniz” diyenlerden hala insaf ve vicdan sahibi olanlar, şimdi gidişatı değiştirmek ve çocukları korumak için üst üste kanunlar çıkarıp, ‘çocuğun başını okşayanları’ bile yıllarca hapse atmakla tehdit eder hale geldiler.        

Aynı durum baba ile çocuk arasındaki mesafenin kırılması ile ailenin içinde de ortaya çıktı. Babayı, aradaki mesafeyi kaldırıp çocuğu ile ARKADAŞ olmaya” ikna eden Avrupa’da ensest vakaları öylesine çoğaldı ki, iş babayı tamamen evden atmaya/uzaklaştırmaya kadar vardı. Hatta çözümü evlilik kurumunu tamamen ortadan kaldırarak hem kadını hem çocuğu korumaya almakta görenler bile var.

Yani Avrupa’nın ilahi hikmet ve basiretten yoksun, binlerce yıllık tecrübeyi ve İlahi Aklı “Aptallık Mahsulü” sayan; her insanı kendisi gibi bilip insanlığı fabrikasyon, tek bir standart üzerineymiş gibi algılayan; insanın cibilliyetinin, hayvaniyatının/nefsinin ne kadar güçlü bir motivasyon aracı olduğunu görmezden gelen ‘Anlık Aklı’ ile aldığı kararlar, başına çok daha beter belalar açmış durumda. Her getirdiği çözüm daha önceki sorundan daha beter bir soruna neden oluyor.

Ancak sorun sadece bu da değil.

İlk örnekteki gibi, binlerce yıllık insani tecrübeden süzülerek gelen geleneği ciddiye alarak hoca ile öğrenci mesafesini koruyarak arızayı (kaba şiddeti) ıslah etmenin yollarını arayacağımız yerde, kaba şiddeti hastalıklı bir müsavat (eşitlik) adına, o mesafeyi de yok ederek kaldırmaya kalkınca; hoca, baba ve diğer büyükler üzerinden önceki nesillerin tecrübelerini çocuklara yani gelecek nesle aktarmanın da yolunu kesmiş olduk. Daha açık ifade ile uygarlığın gelecek nesillere naklinin de önünü kesmiş olduk. Zira insan hürmet etmeyip saygı duymadığı kendisinden daha bilge, yüce görmediği birinden öğüt de alamıyor. Öğretmen ile öğrenci, baba ile çocuk, amir ile memur arasındaki mesafe kalktığında tecrübe aktarımı da duruyor.

Herkes, her şeyi maymunlar gibi, DENEYEREK, her nesilde yeniden keşfetmek zorunda kalarak bulmaya çalışıyor. Önceki nesillerin önümüze getirip bıraktığı değerler anlamsızlaşıyor, kıymet ve anlam yitiriyor. Onların içinden sadece ŞEHVETİMİZE seslenenlere kulak verebiliyoruz sadece hevamıza seslenenleri görebiliyoruz.

Hürmet ve saygı olmayınca, âlim, cahilin elinde palyaçoya; irfan ve hikmet dolu bir eser geyik muhabbetine; şaheser bir medrese kafeye/kahvehaneye dönüşüyor.

Kendimizi ANLIK verilere bakarak çok zeki, çok akıllı sayıyoruz: Ne geçmişin tecrübesinden faydalanacak bir basiretimiz ne de gelecekten üzerimize gelen tehlikeyi sezebilecek bir hikmetimiz var. Kibrimiz tavan yapmış, hayatı aklımızın sınırlarından ibaret sayıyor, Tanrı’yı dahi sallamıyoruz.

Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelevvel 1443, KIRŞEHİR


[1] Kehf Suresi 60-82. Ayetler.
[2] https://www.trthaber.com/haber/dunya/vatikanin-taciz-sicili-kabarik-616590.html
[3] https://www.haberturk.com/papa-fransa-da-216-bin-cocugun-cinsel-istismar-magduru-olmasi-nedeniyle-uzgun-3212285
[4] https://www.lalibre.be/belgique/societe/2021/08/12/elle-nuance-normalise-et-meme-excuse-la-pedophilie-la-poetesse-delphine-lecompte-au-centre-dune-vive-polemique-apres-des-declarations-sur-la-pedophilie-VUYIJWMCANGF3OFEAKQFQLA634/
[5] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48598231
[6] https://tr.euronews.com/2020/09/07/hollanda-da-cocuk-pornosunu-savunan-pedofili-partisinin-yeniden-faaliyete-gecmesine-tepki


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder