Eğer müsaade ederseniz bu konuda bir kaç kelime etmek istiyorum. Derdim bir fikri size kabul ettirmek değil. Bu nedenle “Kandiller var idi, yok idi” diye ayetler ve hadisler getirerek herhangi bir iddiayı ispatlamaya çalışmayı düşünmüyorum. Sadece bu konunun çok daha farklı perspektifleri ve boyutları olabileceğine işaret etmek istiyorum.
1- İmam Gazali Asr Suresinin ilk ayeti olan "Asra (zamana) and olsun ki; İnsanların çoğu hüsrandadırlar" ayetini "İnsanların çoğu vakitlerini-zamanlarını “hüsrana” giden yollarda harcarlar. Hayra tebdil edemez, onun peşinde koşamazlar" diye te'vil ediyor[1].
Bizim tecrübemiz de bu ayeti doğrular nitelikte: Toplumun büyük çoğunluğu -çok azı hariç- vakitlerini BOŞ işlerde harcamayı, ilgilerini, heva ve heveslerine yöneltmeyi, ömürlerini, şehvetlerinin yöneldiği alanlarda tüketmeyi tercih ediyorlar, kanaatindeyiz.
Bu bir vakıa, bunu kabul etmek lazım.
Bir ümran iddiamız var ise, - Eğer Resulüllahın hayatını olduğu gibi bu döneme taşımayı beceremeyeceksek, ki bunun mümkün olmadığı sanırım aşikardır- bu büyük çoğunluğun vakitlerinin büyük kısmını kendi dinimizin "aklı, ruhu, mantığı, sünneti çerçevesinde geliştireceğimiz “Bid’at”lerle (sonradan ortaya çıkmış adetlerle, amellerle) doldurmamız gerekir. Buna eskiler “bid’at-ı hasene” derler. (Güzel/hayırlı bid'at)
Kanaatimce bunun altında yatan mantık şudur: “HAYRA gidemeyeni ŞERDEN uzak tutmak, hayırdır.”
Eğer "Bana ne! Yine de onlar tüm bid’atlerden uzak dursunlar" dersek hiç bir kabın BOŞ kalamayacağı, boşluğun HAVA/HEVA ile doldurulacağı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalırız. Ve bizim doldurmadığımız o yeri, “hakim” emperyalist kültürün bid’atlerinin gelip doldurduğunu çaresizlikle seyrederiz.
Öyle değil mi? TV, Cep Telefonu, Face, Whatsup, Instagram, halı saha, Cafe, balık tutma, fitness, vücut geliştirme, jogging, AVM, tatil, dışarda yemek vs. kapitalizmin getirdiği tüketim dininin bid’atleri değil mi? Bunları ‘bid’at mi hurafe mi’ diye tartışabiliyor muyuz? Kandil gecesi camide namaz kılmanın sakıncasını fark edip ona rezerv koyabiliyorken, kapitalizmin bid’atlerinin hayatımıza hiç çekincesiz girdiklerini fark edememek sorun değil mi? Bu bid’atler nelerin yerine, hangi boşlukların üzerine gelip oturdular, üzerinde düşünülmeyi hak etmiyorlar mı?
Üstelik asıl sorun şurada ki, o emperyal bidatler kendi mantıklarını yani dinlerini de yanlarında getiriyorlar. Bize kendi dinlerinin hayat biçimlerini, düşünme biçimlerini, ilişki biçimlerini, değer ve değersizlik ölçülerini de dayatıyorlar.
Burada Modern İslamcı düşüncenin sorununun şu olduğunu düşünüyoruz: O “Geleneksel bid'atler gelmesin!” derken, boşluğu doldurabilecek hiçbir şey önermiyor. Önermediğini de fark edemiyor. Yani “boşluğun” farkında olduğuna dair bir işaret yok.
O bidatlerden kurtulursak saf altından mü'minlere dönüşeceğimizi vehmediyor.
Ardına bakıp örümcek adamların, Bentenlerin, stadyumların, K-POPçuların, tatillerin, cafelerin, TV'lerin, FACElerin, İnstagramların aslında Ali’namelerin, Hamza’namelerin, evliya menkıbelerinin, ilahilerin, mukabelelerin, zikirlerin, tekkelerin, komşulukların yerini doldurduğunu onların boşluğuna yerleştiklerini fark edemiyor. Camiden, namazdan, Kur’an tilaveti dinlemekten, zikirden, tespihten “bid’attir” diye kopardığı Müslümanı, TV başına evlilik programları seyretmeye gönderdiğini göremiyor.
Yani aslında Modern İslamcı Hareket, Emperyal kültür için ön Temizlik yaptığının henüz ayırdına varabilmiş değil, diye düşünüyoruz.
2- Kandil geceleri camiye gitmek, namaz kılmak, ilahiler okumak gibi eylemleri sırf bizim uygun gördüğümüz zamanda ve zeminde olmadığı için “Bid’at mi?” diye tartışan Müslümanların önemli bir kesiminde artık krediye faize, sekülerizme, liberalizme, kapitalizme, demokrasiye, Batılı aile ve toplum modeline itirazın kalmamış olduğunu hatırlatmak isterim.
Müslümanların kandil var mı yok mu, şefaat var mı yok mu, içtihad kapısı açık mı kapalı mı? gibi tartışmalara yönlendirilerek DÜNYADAN koparıldıklarını hatta sessizce İslam'la asla uyuşması düşünülemeyecek laiklikten LGBTQ'ya kadar pek çok unsurun savunucusu pozisyonuna getirildiklerini de fark etmek gerekir, diye düşünüyorum.
Burada Son Dönem Osmanlı Suriye’sinde Islahat Hareketleri isimli kitaptan, bir hatırlatma yapmak istiyorum: Eserde 1850-1900 yılları arasında Suriye’deki ilk Modernist İslamcı hareketler inceleniyor. Merkezinde Cemaleddin el Kasımi, Ahmed İbn Teymiye, Abdülkadir ez Cezayiri gibi dönemin isimlerinin bulunduğu ortamın tartışılan konuları kitapta şöyle sıralanıyor (Aklımda kaldığı kadarı ile):
- Şefaat var mı, yok mu?
- İçtihad kapısı açık mı, kapalı mı?
- Kur’an abdestsiz tutulur mu, tutulamaz mı?
- Ölülere dua edilir mi, edilemez mi?
- Türbeler şirk mi, değil mi?
- Mezarlarda kuran okunur mu, okunmaz mı?
- Devran ile zikir olur mu, olmaz mı?
- Kandiller var mı yok mu?
Bu dönemin üzerinden 150 sene geçmiş, 150 sene. Bu arada ortada İslam Devleti kalmamış, Şeriat kaldırılmış, Şeriatten geri kalan tüm kanunlar aşama aşama anayasalardan kazınmış, ülkeler Batılı hegemonyaya hem kültürel hem siyasi hem de ekonomik olarak teslim olmuşlar. Ama hala biz bu konular üzerinde tartışıyoruz.
Hala bu konular sürekli gündemimize getiriliyor ve orada tutuluyor.
Sizce bu normal mi?
Bizi bu konularla oyalayanlar bizi gerçek dünyadan koparıyor, çevremizde olup bitenleri anlamamızı engelliyor, Müslüman enerjiyi boş bir zemine boşaltıyor, Müslüman aklı bloke ediyor ve Müslümanları bu konular üzerinden parçalıyor/düşmanlaştırıyor olmasın?
3- Mitolojik anlatılar toplumların “KAHRAMAN” ihtiyacını yani “kendine güvenme” ihtiyacını karşılar. Özellikle çocuklar bu konuda kesinlikle ihmal edilmemelidir[2].
Mesela:
Ali’namelerde, Hz Ali'nin (ra) derisine ok girmezdi, kılıç saplanmazdı, bakınca dağların ardını görürdü, Hayberin dökme demir kapısını bir tekmede yerinden sökmüş ve eline alıp kalkan olarak kullanmış, yüz kişiyi tek başına dağıtmıştı.
Bunlar bid’attir, hurafedir, uydurmadır; çocuklara anlatılmaz, dediler.
Sonra Süpermen, Batman çıktı: Onlara da kurşun işlemiyor, bıçak kesmiyor, koca binaları gözleri ile eritiyor, dağların ardını duyuyor, tek başlarına 100 kişiyi dövebiliyorlardı.
Ama onlar bid’at ya da hurafe değillerdi. Onlar sadece çocuk filmleri idi. Bir sakıncası yoktu yani.
Hz Ali, yere yatırıp kafasını kesmek üzere olduğu müşrik, suratına tükürünce elindeki kılıcı bırakıyor ve "İşin içine nefsim girdi. Allah rızasının içine nefis karışmamalı. Artık seni öldüremem" diyerek bize salih amelin içine kişisel tatminlerin (ekonomik, sosyolojik, psikolojik) girmemesi gerektiğini öğütlüyordu.
Süperman ve Örümcek adam ise "banka soyguncuları" ile sürekli savaşıyor, bilinç altımıza, bankaların masum yapılar olduğunu, bankaları soyanların haydut olduklarını iteliyorlardı.
Şimdi çocuklarımız ne Hz Ali ne de Hz Hamza kıyafeti giymek istiyorlar: Onlar Örümcek Adam, Süpermen kıyafetleri ile dolaşıyor ve bankacı olmak için can atıyorlar.
Ahmet H. ÇAKICI
Recep 1442 / ALANYA
[1] İmama
Gazali, Kalplerin Keşfi, s:
[2] Bu bölüm
daha önceki bir yazımızdan alıntılanmıştır.
* Bu yazı aynı adla https://www.hertaraf.com/koseyazisi-bu-bir-kandil-yazisi-degildir--musadenizle-2119 adresinde yayınlanmıştır.
1 yorum:
Kalemine yuregine saglik dostum.
Yorum Gönder