Byung Chul Han - Psikopolitika / ÖZET

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 30 Oca 2021 2 yorum

Byung Chul Han ağır ağır duvarını ören bir duvar ustası gibi her kitabı ile Modern dünyaya dair eleştirilerine bir tuğla daha ilave ederek duvarını örmeye devam ediyor. Psikopolitikada toplumların artık Foucault’un iddia ettiği gibi biyopolitika ile yönetilmediklerini –buna ihtiyaç kalmadığını-, gelişen teknoloji ile 360 derecelik bir açı kazanan banoptikonlar üzerinden toplumların içten gelen şiddet (nefs, heva, iç güdü, korku, bilinçaltı vs) harekete geçirilerek, dışardan şiddet uygulamaya ihtiyaç kalmadan yönetildiklerini iddia ediyor. Ona göre, toplumların psikolojilerini yönlendiren bu psiko-politikalar ile modern birey artık tüm değerini yitirmiştir.
Kitap Metis Yayınlarında çıkmış ve 89 sayfa. Muhteşem bir tercümesi yoksa da okunamayacak durumda da değil.

Kitabı Kamil Güller özetledi.
Lütfen unutmayın! Hiçbir özet, kitabın yerini tutmaz.

PSİKOPOLİTİKA

NEOLİBERALİZM VE YENİ İKTİDAR TEKNİKLERİ
BYUNG-CHUL HAN

                                                        İstediğim Şeyden Koru Beni
JENNY HOLZER

ÖZGÜRLÜĞÜN KRİZİ

Özgürlüğün sömürülüşü: Dış”sal baskılardan ve kendine yabancı zorlamalardan kurtulmuş olduğunu sanan bir proje olarak ben, daha iyi bir performans sergileme ve mükemmelleşme şeklindeki “iç”sel baskılara ve zorlamalara boyun büküyorum. Bizzat özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendne has bir dönemde yaşıyoruz. “Yapabilme Özgürlüğü”, emirler ve yasaklar üreten “yapmalısından” daha fazla zorlama ve baskı üretiyor hatta. “Yapmalısının” bir sınırı var lakin “yapabilirsin” zorlamasının sınırı yoktur.

Özgürlük zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir. Ama zorlamanın karşıtı olması gereken bu özgürlüğü kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ve ruhsal tükeniş özgürlüğün derin krizinin dışavurumlarıdır.

Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde MUTLAK KÖLEDİR. Karşısında onu çalışmaya zorlayan bir efendi yoktur.

Bir girişimci olarak neoliberal özne başkalarıyla amaçtan yoksun ilişkilere girmekten acizdir. Hâlbuki özgür olmak dostlar arasında olmak anlamına gelir. İnsan kendini ancak iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde gerçekten özgür hisseder. Neoliberal rejimin yönelmiş olduğu tümden tekilleşme bizi gerçekten özgür kılmaz.

Neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir. Heyecan, oyun ve iletişim gibi özgürlüğün pratiğine ve dışavurum biçimlerine ait ne varsa sömürür. İnsanı iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Ancak özgürlüğün sömürülüşü sayesinde maksimum kazanca ulaşır.

Marx’a göre bireysel özgürlük sermayenin hilesi, sinsi oyunudur. Sermaye, özgür rekabet üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer. İnsan birbirleriyle özgürce rekabet ederken sermaye çoğalır. Bireysel özgürlük sermaye tarafından kendi çoğalması için ele geçirdiği ölçüde köledir. Yani sermaye üretmek için bireyin özgürlüğünü sömürür. Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir.

Bireysel özgürlük aracılığıyla sermayenin özgürlüğü gerçekleşir. Böylelikle özgür birey sermeyenin cinsel organı durumuna indirgenir. Günümüzde aşırı bir biçime bürünen bireysel özgürlük sonuçta bizzat sermeyenin aşırılığından başka bir şey değildir.  

Sermayenin diktatörlüğü: Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm işçiyi bir girişimci haline getirir. Başkası tarafından sömürülen işçiyi komünizm değil, neoliberalizm ortadan kaldırır. (Artık birey kendini sömürür ve eline geçeni götürüp kapitaliste kendi elleri ile verir. Kimsenin onu sömürmeye ihtiyacı kalmamıştır. AHÇ) Bugün herkes KENDİ ŞİRKETİNİN KENDİNİ SÖMÜREN İŞÇİSİDİR. Herkes birey olarak hem efendi hem köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı haline dönüşür.

Kendini sömüren performans öznenin yalnızlaşmasının sonucu olarak, ortak eyleme girişebilecek siyasi bir biz oluşmaz.

Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve utanç duyar. Sisteme karşı direnişe izin vermez. Neoliberal öz-sömürü rejimindeyse insanın öfkesi daha ziyade kendine yöneltir. İnsanın kendine yönelttiği bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar.

Bugün kendi ihtiyaçlarımız için değil sermaye için çalışıyoruz. Sermaye bize görsel medya üzerinden sanki bizim ihtiyaçlarımızmış gibi algılattığı kendi ihtiyaçlarını satıyor.

Borçtan kurtulmuş, yani gerçekten özgür durumdaysak gerçekten eylemde bulunmamız gerekir. Muhtemelen eylemde bulunmak zorunda kalmamak, yani özgür olmamak, sorumlu olmamak için sürekli olarak borçlanıyoruz. Yüksek düzeydeki borçlanma özgür olmayı henüz başaramadığımızın bir kanıtı değil mi? SERMAYE BİZİ TEKRAR BORÇLU/SUÇLU KILAN YENİ BİR TANRI DEĞİL Mİ?

Özgür olmak (nefsin dürtülerinden kendimizi arındırmak) zorunda kalmamak için öldürmemiş miydik Tanrıyı? Tanrı karşısında hepimiz suçlu/borçluyuz.

Şeffaflığın Diktatörlüğü: Dijital ağ başlangıçta sınırsız özgürlük ortamı olarak coşkuyla karşılanmıştı. Microsoft’un reklamı internette sınırsız bir özgürlük ve hareketlilik telkin ediyordu. Sınırsız özgürlük ve iletişim top yekun kontrol ve gözetlemeye dönüşmüş durumda. Sosyal medya da giderek artan bir şekilde toplumsal olanı gözetleyen ve acımasız bir şekilde sömüren dijital panoptikonlara benziyor.

Digital kontrol toplumu özgürlüğü yoğun bir şekilde kullanır. Bu da gönüllü olarak bulunduğun yeri aydınlatma ve soyunma sayesinde mümkün olur… Böylece verilerin egemenlere verilmesi içerden gelen bir görünme ihtiyacının sonucu gerçekleşir. Digital Panaptikonun verimliliği de buradan kaynaklanır.

Sır, yabancılık ya da başkalık sınırsız iletişimin önünde engeldir. Bu nedenle şeffaflık adına ortadan kaldırılır… Ama bu zor kullanarak gerçekleştirmez. Söz konusu olan gönüllü soyunmadır.

Şeffaflık aygıtının bir başka sonucu topyekûn bir uyumdur. Sapmaları bastırmak şeffaflık ekonomisinin bir parçasıdır.

Günümüzde gözetleme, gözetleme olmaksızın da gerçekleşmektedir. İletişim adeta görünmez moderatörler tarafından düzleştirilir ve genel kabul düzeyine indirgenir. Bu birincil içsel gözetleme gizli servislerin ikincil, dışsal gözetlemesinden çok daha sorunludur.

Neoliberalizm yurttaşı tüketici haline getirir. Tüketici olarak seçmen ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgen bir biçimde, homurdanarak, şikâyet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi. Siyasetçiler ve partililer de bu tüketim mantığı uyarınca davranır. Böylelikle de tüketici olarak seçmeni tatmin etmesi gereken tedarikçiler durumuna düşerler.

Günümüz siyasetçilerden talep edilen şeffaflığın siyasi bir taleple ilgisi yoktur… Angaje olmuş bir yurttaşın, pasif bir seyircinin talebidir. Katılım şikâyet ve yakınmadan ibarettir. Seyirci ve tüketicilerle dolu şeffaflık toplumu bir seyirci demokrasisi oluşturur.

Bugün dijital psikopolitika çağına doğru gidiyoruz. Bu siyaset pasif gözetlemeden aktif yönlendirmeye doğru ilerliyor. Bu da bizi özgürlüğün yeni bir krizine itiyor. Big Data kapsamlı bilgi edinmeye olanak sağlayan çok etkili bir psikopolitik araçtır. Bu bilgi, insan ruhuna nüfuz etme ve onu düşünce öncesi düzeyde etkilemeyi mümkün kılan bir iktidar bilgisidir.  

Big Data böylelikle de gelecek hesaplanabilir ve yönlendirilebilir hale gelir. Şahıs kendini niceliğini saptanabilir, ölçülebilir ve yönlendirilebilir bir şey olarak olumlar. Ama bir şey özgür değildir. Big Data şahsın ve özgür iradenin sonunu ilan eder.

Akıllı telefon dijital bir kutsal nesne, hatta dijital kutsal nesnenin ta kendisidir. İktidar gözetleme işini bireye devrederek verimliliğini arttırmış olur. Akıllı telefon, sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir.

AKILLI İKTİDAR

Güç kullanarak insanlara emir ve yasaklardan oluşan bir korse giydirmek için büyük çaba harcayan disiplinci iktidar verimsizdir. İnsanların kendiliğinden egemenlik ilişkilerine boyun eğmelerini sağlayan iktidar tekniğiyse çok daha verimlidir.  Kendine has verimliliği, yasak ve yoksun bırakma yerine hoşnutluk ve tatmin sağlamasından kaynaklanır. İnsanlara boyun eğdirmek yerine, onlarda bağımlılık yaratmayı amaçlar.

Akıllı ve dost iktidar baskılayıcı olmaktan ziyade ayartıcıdır. Olumlu duyguları uyandırıp bunları sömürmeye çalışır. Yasaklamaktansa ayartır. Özneye karşı çıkmak yerine ona yaklaşır.

Akıllı iktidar sürekli olarak iletişimde bulunmaya, paylaşmaya katılmaya, fikirlerimizi, ihtiyaçlarımızı, isteklerimizi, tercihlerimizi duyurmaya ve hayatımızı anlatmaya davet eder. Bu dost iktidar baskıcı iktidardan daha güçlüdür adeta.

Neoliberalizm “Like/Beğendim” kapitalizmidir. Bu kapitalizm disipline etmeyi amaçlayan zorlama ve yasaklarla iş gören 19. Yy. kapitalizmden tümüyle farklıdır.

Neoliberal rejimin iktidar tekniği incelikli, kaygan, akıllı bir biçime bürünmüş olup hiçbir şekilde görünür değildir. Bu nedenle birey yönlendirildiğinin farkında değildir. Bu yüzden kendini özgür sanır.

Akıllı iktidar hoşa gitmeye çalışarak ve bağımlılık yaratarak hükmetmeyi amaçlar… Özgür seçim, sunulanlardan birini alma özgürlüğüne feda edilir.  Bu da “Beğendim” kapitalizmi için şu soruyu gündeme getirir: İSTEDİĞİM ŞEYDEN KORU BENİ.

KÖSTEBEK VE YILAN

Aile, okul, hapishane, kışla, hastane ve fabrika kuşatmanın disipline edici mekânlarıdır. Disipline edilecek birey sırayla bu ortamların birinden diğerine geçer. Disiplin altına alınmış toplumun hayvanı köstebektir.

Yılan, disipline toplumun ardılı olan neoliberal kontrol toplumun hayvanıdır. Köstebeğin aksine hareket alanı kapalı mekânlar değildir. Köstebek işçidir. Yılan girişimci. Neoliberal rejimin hayvanıdır yılan. Kapitalist sistem daha fazla üretkenlik sağlamak için köstebek modelinden yılan modeline geçer.  

FOUCAULT’NUN İKİLEMİ

Foucault biyopolitikayı kapitalizmin, biyolojik olanla, bedensel olanla ilişkilendirir. Son tahlilde en geniş anlamıyla bir beden politikasıdır.

Kapitalizmin mutasyona uğramış biçiminden birisi olan neoliberalizm bedensel olanla ilgilenmez. Ortopedik müdahale yerine estetik müdahaleye bırakır. Disipline edici ortopedinin yerine estetik cerrahi ve spor salonları alır.

Günümüzde homines sacri dışlanmışlar değil, sistemin içine alınmış olanlar’dır.

Verimliliği artırmak için bedensel dirençler aşılmaz, psişik ya da zihinsel süreçler optimize edilir… Dinçlik ve seksilik, çoğaltılacak, pazarlanacak ve sömürülecek yeni ekonomik kaynaklar haline gelmiştir.

Neoliberal operformans öznesi “kendinin girişimcisi” olarak kendini gönüllü ve tutkulu olarak sömürür. Bir sanat eseri olarak kendilik, neoliberal rejimin tümüyle sömürebilmek için ayakta tuttuğu güzel ve aldatıcı görüntüdür.

Neoliberal rejimin iktidar tekniğini ince bir biçim almıştır. Doğrudan bireyi ele geçirmez. Daha ziyade bireyin kendiliğinden, tahakküm bağlamını kendi içine yansıtacak ve bunu özgürlük olarak yorumlayacak şekilde kendine etki etmesini sağlar. Kendini optimize etme ve boyunduruk altına girme, özgürlük ve sömürü bu noktada aynı şey haline gelir. Özgürlük ve sömürüyü kendini sömürme şeklinde bir araya getiren bu iktidar tekniği Foucault’nun gözünden kaçmıştır.

ÖLDÜREREK TEDAVİ

Neoliberal PSİKOPOLİTİKA giderek daha incelikli sömürü biçimleri icat etmiştir. Çok sayıdaki kendini yönetme atölyeleri, hafta sonu  kursları, yaşam koçları, kişilik geliştirme seminerleri ve zihin antrenmanları kendini optimize etme ve verimliliği artırma konusunda sınır olmadığı vaadini dile getiriyor.

Gerçek değer üretim çağı artık sona ermiştir. Hatta günümüz finans kapitalizminde değerler radikal biçimde yok edilmektedir. Neoliberal rejim tükenme çağını başlatmıştır. Şimdi sömürülecek olan ruhtur. Bu yüzden ki bu yeniçağa depresyon ya da tükeniş gibi ruhsal rahatsızlıklar eşlik eder. (Türkiye’de 2018 de 55 milyon kutu antidepresan kullanıldı. Soner Yalçın )

Sistemin optimize edilmesi ile örtüşen bu kişinin sürekli kendini optimize etme çabası yıkıcıdır.  Kendini mükemmelleştirmeye çalışmanın kendini tümüyle sömürme olduğu ortaya çıkar.

Neoliberal kendini optimize etme ideolojisi, dini hatta fanatik özellikler kazanmıştır. Yeni bir boyun eğdirme biçimini temsil eder… Olumsuzluk yoksa hayat solarak “ölü varlığa” dönüşür. Hayatı canlı kılan olumsuzluktur.  Acı, deneyimin varlığı için gereklidir. Sadece olumlu duygulardan ve tecrübelerden oluşmuş bir hayat insan hayatı değildir. İnsan ruhu, derindeki gerilimini tam da bu olumsuzluğa borçludur.

Sınırsız optimizasyon talebi acının bile sömürülmesini buyurmaktadır. Sadece optimizasyon amacıyla sömürülebilecek acıya izin vardır. Neoliberal rejimin öznesi kendini optimize etme buyruğuyla, sürekli olarak daha fazla performans gösterme baskısıyla harap olur. Tedavinin öldürme olduğu ortaya çıkar.

ŞOK

Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” isimli eserinin ilk kahramanı “Doktor ŞOK” lakaplı Dr. Ewen Cameron şok uygulayarak insan beyninden kötülükleri silinebileceğini yeni bir kişilik inşa edilebileceğini iddia ediyordu. Adeta insanı yeniden formatlama ve yeni bir yazılımdı amacı.

Naomi Klein’in ikinci kahramanı Milton Friedman’dır. Milton Friedman’a göre felaketlerden sonraki toplumsal şok durumu, toplumun neoliberal yeniden şekillendirilişi için bir fırsat, hatta en uygun andır. Buna göre neoliberal rejim şok ile iş görür. Şok ruhu siler ve boşaltır... İnsan felaket sonrası henüz felçli, travmatize bir haldeyken neoliberal yeniden şekillendirmeye maruz kalırlar.

Elektroşokun etki mekanizması neoliberal psikopolitikanınkinden tamamen farklıdır. Etkisini felce ve ruhsal içeriklerin imhasına borçludur. Temel özelliği olumsuzluktur. Hâlbuki psikopolitikaya olumluluk hâkimdir. Olumsuz tehditler yerine olumlu uyaranlarla iş görür. “Acı ilaçlar değil”, Like/Beğendim kullanır. Ruhu şokla sarsıp felç etmektense okşar. Ruhu ayartır, ona karşı gelmek yerine eşlik eder. Arzularını, ihtiyaçlarını, isteklerini, “silmek” yerine not alır. Davranışları engellemek yerine öngörüler sayesinde onları önceden tatmin eder. Neoliberal psikopolitika baskı altına almak yerine, hoşa gitmeye, tatmin etmeye çalışan akıllı politikadır.

DOSTBIG BROTHER

Neoliberal rejimin iktidar tekniği yasakçı, korumacı veya baskıcı değil ileri dönük, müsamahakâr ve destekleyicidir. Tüketim bastırılmaz, aksine en yüksek noktaya getirilir. Darlık değil olumlulukta bir bolluk, hatta aşırılık söz konusudur. Hepimiz iletişimde bulunmaya ve tüketmeye yönlendiriliriz. Orwell’in gözetim devletini tanımlayan olumsuzluk, yerini olumluluk ilkesine bırakır. İhtiyaçlar bastırılmaz kışkırtılır. İşkence ile itiraf almanın yerini gönüllü kendini sergileme alır. İşkence odasının yerini akıllı telefon almıştır. Big Brother DOST bir şehre takınmıştır artık. Gözetimi verimli kılan da Bu DOST tavrıdır.

Dijital panoptikon, sakinlerinin kendilerini gönüllü olarak sergilemesinden yararlanır. Kendini sömürme ve kendini ışıklandırma da aynı mantığı izler. Her seferinde özgürlük sömürülür. Dijital panoptikonda enformasyonu irademiz dışında elimizden alan bir Big Brother bulunmaz. Kendimizi kendi isteğimizle sergiler, hatta çıplaklaştırırız. Herkes kendinin panoptikonudur.

HEYECAN KAPİTALİZMİ

Neoliberal rejim, verimi ve performansı artırmak amacıyla, heyecanları kaynak olarak kullanmaktadır… Özgür olmak heyecanlarını serbest bırakmak değil midir? Heyecan kapitalizmi, özgürlüğü kullanır. Heyecan özgür öznelliğin ifadesi olarak kabul görür. Neoliberal iktidar tekniği tam da işte bu özgür öznelliği sömürmektedir.

Heyecanlar öncelikle durum değişikliklerinde, algı değişmelerinde ortaya çıkar. Akılcılıksa süreklilik, sabitlik ve kurallıkla birlikte görülür. Verimi arttırmak için sürekliliği giderek aşındırıp istikrarsızlık üreten neoliberal ekonomi, üretim sürecinin heyecana dayanmasını teşvik eder. İletişimin hızlanması iletişimin heyecan kazanmasını kolaylaştırır, çünkü akılcılık heyecanlılıktan yavaştır. Adeta hırsızdır. Böylece hızlanma baskısı bir heyecan diktatörlüğüne yol açar.

Tüketim kapitalizmi ayrıca talep ve ihtiyaç yaratmak için heyecandan yararlanır… Günümüzde tükettiğimiz şeyler değil heyecandır.

Son tahlilde günümüzde tükettiklerimiz şeyler değil, heyecanlardır. Şeyleri sonsuz olarak tüketmek mümkün değildir, ama heyecanlar için bu mümkündür… Neoliberal psikopolitika heyecan üzerinden kişiyi derinden yakalar. Heyecanın kişilerin psikopolitik yönlendirilişinde son derece etkili bir araç olması bu yüzdendir.

OYUNLAŞTIRMA

Oyun işe heyecan katar, hatta işi dramatikleştirir, böylelikle de motivasyon yükselir. Çabuk elde edilen başarı deneyimi ve ödüllendirme sistemi sayesinde performansın ve kazancın artmasını sağlar. Heyecanlarıyla hareket bir oyuncu kendini akılcı hareket eden ya da sadece görevini yerine getiren bir işçiden çok daha fazla verir işine.

Zenginlik üretimi mikro elektronik devrim sonrasında giderek artan bir şekilde insan emeğinden bağımsızlaşmıştır. Ancak toplum, emeğin giderek daha da gereksiz hale getirildiği bugünkü post-Fordist dönemde her zamankinden daha fazla bir iş toplumu niteliği taşımaktadır.

Asıl skandal olan, sömürü olarak, bizzat emeğin kendisinin sömürülmesi değil, sadece onun sermaye tarafından sömürülmesi olarak görülmesidir.

İnsan lükse yönelik bir canlıdır. Lüks, esas anlamıyla bir tüketim pratiği değildir. Daha ziyade zorunluluktan arınmış bir hayat biçimidir. Özgürlük zorunluluktan sapmaya, çıkmaya dayanır. Lüks zorluğu engelleme yönelimini aşar. Lüks günümüzde tüketim tarafından ele geçirilmiştir… Özgürlük olarak lüks, tıpkı oyun gibi, ancak çalışmanın ve tüketimin dışında söz konusu olabilir. Bu anlamda çileciliğe komşudur.

BIG DATA

Digital gözetimin verimliliğinin nedeni perspektifsiz olmasıdır. Analog optiğin özelliği olan perspektif sınırlamasından kurtulmuştur. Digital optik her bakış açısından gözetlemeyi mümkün kılar. Böylelikle kör açıyı devre dışı bırakır. Perspektifli analog optiğin aksine ruha kadar iner bakışı.

Dataizm: Veriperverlik: David Brooks New York Times’de bir veri devrimimden söz ediyor. Duyurusu tıpkı peygambervari YENİ İNANCIN ADI “DATAİZM”tir. Şimdi büyük miktarlarda veri toplama imkânı var. Veri devrimi bize bugünü ve geleceği anlamak için harika bir araç sunar.

İkinci Aydınlanma dediğimiz bu dönemin parolası “şeffaflık”tır… İkinci Aydınlanma’Ya ruhunu veren şey veri totlitarizmi veya veri fetişizmidir. Bütün ideolojileri geride bırakabileceğine inanan Dataizm bizzat ideolojidir. Dataizm dijital bir totalitarizme gider. İhtiyacımız olan şey, dijital Aydınlanma’nın köleliğe dönüştüğü konusunda bizi aydınlatacak üçüncü bir aydınlanma’dır.

Birinci aydınlanmanın ortamı akıldı. Ama akıl uğruna muhayyile, bedensellik ve arzu baskılanmıştı. Aydınlanmanın meşum diyalektiği bunların barbarlığa dönüşmesine yol açar. Aynı diyalektik enformasyona, verilere ve şeffaflığa dayanan İkinci Aydınlanmayı da tehdit eder. İkinci Aydınlanma yeni bir şiddet biçimi var eder. Aydınlanmanın diyalektiği, mitleri yıkmak için ortaya atılmış olan Aydınlanma’nın bizzat her adımda mitolojiye bulaştığını söyler: “Sahte açıklık mitin öteki adıdır.”

Adorno şeffaflığın da mitin öteki adı olduğunu, Dataizm’in sahte bir açıklık vaadinde bulunduğunu söylerdi. Aynı diyalektik, ideolojiye karşı çıkan ikinci Ayınlanma’nın da bir ideolojiye, hatta veri barbarlığına dönüşmesine yol açar.

Quantified self -Nicelikleştirilmiş Benlik :Kendini ölçme ve kontrol etmenin bedensel ve zihinsel performansı artırması beklenir. Ancak bu esnada toplanan yığın halindeki veriler, (dakikadaki nabız sayınız, ateşiniz, attığınız adım sayısı, kilonuz vs.) “Ben Kimim”? sorusuna cevap vermez… Kendilik, anlamdan yoksunluk haline gelene kadar veriler şeklinde yuvarlanır.

Nicelikleştirilmiş Benlik sayılar üzerinden kendini tanımaya varılamaz. Sayılar kendilik hakkında hiçbir şey anlatmaz. Kendilik dediğimiz şey varlığını anlatmaya borçludur. Saymak değil anlatmaktır kişinin kendini bulmasını ya da kendini tanımasını sağlayan.

İnsanın kendisi hakkında tuttuğu notlar kendilik etiğine hizmet eder. Dataizm her türlü self-tracking’ten ahlak ve hakikati boşaltır ve onu sadece bir kendini kontrol tekniğine dönüştürür… Böylece kendini izleme giderek artan bir şekilde kendini gözetleme halini alır.  Günümüz öznesi kendini sömüren aynı zamanda kendini gözetleyen bir girişimcidir. Kendini ışıklandıran, kendini gözetleyen bir özne olarak, içinde hem mahkûm hem gardiyan olduğu bir panaptikon taşır yanında. Dijitalleşmiş, ağa bağlanmış özne kendinin panoptikonudur. Böylelikle gözetleme işi tek tek herkese dağıtılmış olur.

Hayatın Tam Protokolü: Bugün her tıklamamız, arama amacıyla girdiğimiz her kavram kayda geçirilir. İnternetteki her adımımız gözlenir ve kaydedilir. Hayatımız tümüyle dijital ağa yansır. Dijital genel görünümümüz kişiliğimiz, ruhumuz hakkında son derece doğru bir iz bırakır, belki de olduğumuzu sandığımız kendimizden daha doğru ya da eksiksiz bir iz. (S:68)

Hayatımız, yapıp ettiklerimiz, alışkanlıklarımız hakkında bilgi verir... Web 3.0 hayatın tümüyle protokole geçirilmesini mümkün hale getirir. Artık her gün kullandığımız nesneler tarafından da gözleniriz.

Dijital toplu hafızada mahkûmuzdur adeta… Muhtemelen oldukça unutkan olan Big Brother’ın aksine Big Data hiçbir şeyi unutmaz.  Sadece bu nedenle bile digital platform Bentham’ınkinden çok daha verimlidir… Artık ABD2li adaylar seçmenlerin 360 derecelik görüntüsüne sahipler… Böylece Seçmenlerin özel hayatına, hatta ruhuna göz atmak da mümkün hale geldi. Seçmenlere kişiselleştirilmiş duyurularla hitap etmek ve onları etkilemek amacıyla micro-targetting kullanılır. İktidar mikrofiziğinin bir pratiği olarak mikro-hedefleme veri güdümlü bir psikopolitikadır. Zeki algoritmalar seçmen davranışı hakkında tahminde bulunmayı, seçmenlere hitap etme biçimlerini optimize etmeyi mümkün kılar. Kişileştirilmiş hitaplar bu tarzdaki reklamlarla neredeyse aynıdır. Seçimlerle alışveriş, devletle Pazar, yurttaşla tüketici giderek daha büyük bir benzerlik gösterir birbirine. Mikro-hedefleme psikopolitiğin genel pratiği haline gelmektedir.

Psikopolitik, ruhsal süreçlere öngörücü bir şekilde nüfus edebilecek durumdadır. Muhtemelen özgür iradeden hızlıdır. Böylelikle onu geçebilir. Ne var ki bu tam da ÖZGÜRLÜĞÜN SONU anlamına gelecektir.

Dijital bilinçdışı : Hamileliğin belirli bir haftasında bir kadının canının belli bir ürünü çekmesi, bilincine bağlı olmayan bir korelasyondur. O ürünü alıverir, nedenini bilmeksizin. Öylesine. Bu öylesine, Freud’un bilinçli Ego’dan saklı olan İd’ine psişik bir yakınlık gösterir muhtemelen… Big Data eylem ve eğilimlerimizin bilinçdışı âlemine nüfus etmeyi sağlayacak olursa ruhun derinliklerine el atan ve onu sömüren bir psikopolitika tahayyül edilebilir.

Optik biliçdışından ancak kamera sayesinde haberdar oluruz, tıpkı dürtüsel biliçdışından psikanaliz sayesinde haberdar olduğumuz gibi.

Big Data kişinin birey olarak farkına varmadığı kolektif eylem örüntülerini de açığa çıkarabilir. Böylelikle de kolektif bilinçaltı erişebilir hale gelecektir. Optik bilinçdışına benzer olarak mikrofizik ya da mikropsişik ilişki ağına dijital bilinçdışı denilebilir. Bu durumda dijital psikopolitika kitlelerin davranışına bilincin ulaşamadığı bir düzeyde hâkim olabilecektir.

Big Deal - Büyük İş: Kişisel veriler eksiksiz bir şekilde ticarileştirilir ve paraya çevrilir. Günümüzde kendilerine ekonomik olarak sömürülebilecek veri paketleri olarak davranılan insanların ticareti yapılır. Böylelikle insanlar bizzat meta haline gelir. Big Brother ve Big Deal ittifak kurar. Gözetleme devleti ve Pazar bir hale gelir. 

Veri şirketi Acxion üç yüz milyon ABD vatandaşının, yani neredeyse nüfusun tamamının kişisel verileriyle ticaret yapmaktadır. ABD vatandaşları hakkındaki bilgisi FBI’ınkinden daha fazladır.  Acxion insanları 70 kategoriye ayırır. Düşük ekonomik değere sahip insanlar waste, yani “çöp” olarak tanımlanır. Pazar değeri yüksek tüketicilere shooting star grubunda yer alır. 36-45 yaş grubundaki bu “hedef kitle” dinamik, sabahları koşmak için erken kalkan, evli ama çocuksuz, gezmeyi seven ve Seinfeld dizisini seyreden insanlardan oluşur.

Big Data yeni bir dijital sınıflı toplumun oluşmasına yol açar. “Çöp” kategorisindeki insanlar en alt sınıfı oluşturur. Derecesi kötü olan insanların kredi talebi reddedilir. Böylece panaptikonun yanında bir de “Bannoptikon” (ihraç, yasak) ortaya çıkmıştır.

Çöp kendisinden kurtulunması gereken bir şeydir. “Bunlar fazlalıktır, insan çöpüdür, toplumun atılmışlarıdır –tek kelimeyle-; atıktırlar. “Atık”, işe yaramazlığın ta kendisidir. Bannoptikonun en önemli görevi, atıkların değerli ürünlerden ayrılıp çöplüğe taşınmak üzere bir kenara konmasını sağlamaktır.

Unutmak: İnsan hafızası zorunlu olarak unutmayı içeren bir anlatı, bir öyküdür. Dijital hafızaysa eksiksiz bir toplanma ve yığma.

Ruh: Big Data kavramdan ve ruhtan toksundur. Big Datanın vaat ettiği mutlak bilgi mutlak cehaletle çakışır.

Teori de parçalarını kendi içinde kavrayan ve içine alan/içeren bir çıkarımdır. Chris Anderson’un duyurusunu yaptığı “teorinin sonu” sonuçta ruha veda demektir. Big Data ruhu çürütür. Salt veriyle beslenen beşeri bilim aslında artık beşeri bilim değildir. Bütünlüğe ulaşmış veri bilgisi ruhun sıfır noktasındaki mutlak cahilliktir.

Günümüzde bizzat algı, sonsuz dijital ağda oradan oraya atladığından, çıkarsamaya varmaktan acizdir. Kendini tümüyle dağıtmıştır. Bir ANLAM üretmeyi düşünce dolu bir oyalanma ortaya çıkarabilir ancak. Resimlerin ve bilginin hızla değiştiği bir ortamda gözleri kapamak ve düşünerek bir anlamın farkına varmak mümkün değildir. Akılcı her şey bir çıkarsama ise Big Data akıldan yoksun bir çağdır.  

Olay: Birinci Aydınlanma esas olarak istatiksel bilgiye duyulan inançla bağlantılıdır…

Nietzsche’nin gözünde istatistiğin sayıları insanın bir sürü hayvanı olduğunu, “insanların aynılaşmasının arttığı”nı kanıtlar sadece… Big Data esas olarak toplu davranış kalıplarını görünür kılar. … Yani Big Data eşsizliğe, biricikliğe kapalıdır. Olaya kördür. İstatistiksel açıdan olası olan değil, olası olmayan, tekil, olay belirleyecektir tarihi, insanın geleceğini. Bu anlamda Big Data geleceğe de kördür.

ÖZNENİN ÖTESİNDE

Neoliberal psikopolitika, psikolojik programlama ve yönlendirme aracılığıyla hâkim olan sisteme sabitlik ve süreklilik kazandıran bir tahakküm tekniğidir. Bu nedenledir ki özgürlük pratiği olarak yaşam sanatı, psikolojiden kurtarma, arındırma biçimini almak zorundadır. Tabilik aracı olan psikopolitiği silahsızlandırır. Özne psikolojiden arındırılır, hatta boşaltılır ki henüz adı olmayan bir yaşam biçimi için serbest olabilsin.

BUDALALIK

DELEUZE 1980’deki Spinoza konuşmasında “söyleyeceğim tamı tamamına şudur: Budalayı oynayın. Budalayı oynamak her zaman felsefenin görevi olmuştur” der. Felsefe başından beri budalalıkla yakından ilişkilidir. Yeni bir ifade tarzı, yeni bir dil, yeni bir düşünce ortaya atan her filozof zorunlu olarak budala durumuna düşmüş olacaktır.  Sadece bir budala tamamen öteki olana erişebilir. Budalalık, olaylar ve tekilliklerden oluşan ve her türlü özneleştirme ve psikolojileştirmeden arınmış bir içkinlik alanı açar düşünceye.

Felsefe tarihi bir budalalık tarihidir. Sadece hiçbir şey bilmediğini bilen Sokrates budaladır. Her şeyden şüphe eden Descartes da Cogito ergo sum budalalıktır. Düşüncenin iç kasılması başka bir başlangıcı mümkün kılar… Deleuze, Kartezyen budalanın karşısına başka bir budala çıkarır: ”Eski budala kendinden çıkarak varacağı apaçıklıklar peşindeydi. BU esnada her şeyden şüphe ediyordu… Yeni budala ise hiçbir apaçıklık istemiyor… absürt olanı istiyor. – bu tamamen yeni bir düşünce anlayışı.- Eski budala HAKİKATİ yeni budala ise absürt olanı düşünmenin en yetkin konumuna geçirmek istiyor.

İletişimin hızlandırılmasının söz konusu olduğu durumlarda aşırı hassasiyet ötekine karşı geliştirdiği bağışıklığın harekete geçmesi nedeniyle bir engel yaratır. Sınırsız iletişim alış-verişi durdurur. O halde iletişimin hızlanması için bağışıklığın baskılanması gerekir. İletişim benzerin benzere tepki verdiği durumda en yüksek hızına ulaşabilir. Ötekiliğin veya yabancılığın direnci ve inadıysa aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. İletişim tam da aynıların Cehenneminde en yüksek hıza ulaşır.

Budalalık neoliberal tahakküm iktidarına, sınırsız iletişime, sınırsız gözetlemeye karşıdır. Budala “iletişim” de bulunmaz. İletişimde bulunulamayacak olanla iletişim kurar. Bu nedenle de sessizliğe gömülür. Budala susma, sessizlik ve yalnızlığın özgürlük alanlarını yaratır… Deleuze daha 1995’te bu susma siyasetini duyurmuştu: Bu siyaset iletişim ve duyuruyu neredeyse zorunlu kılan neoliberal psikopolitiğin karşısında yer alır: “Günümüzde zor olan fikrimizi özgürce duyuramamak değil, içlerinde söylenecek bir şey bulacağımız yalnızlık ve susmanın özgürlük alanlarını yaratmaktır. BASKICI GÜÇLER bugün fikrimizi söylememizi engellemiyor. Tam tersine, BİZİ BUNA ZORLUYOR. BAZEN HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEMEK ZORUNDA OLMAMAK VE SUSABİLMEK NASIL BİR ÖZGÜRLÜKTÜR? Çünkü ancak o zaman giderek daha ender görülen bir şeyi ortaya koyabiliriz. Gerçekten söylenmeye değer bir şeyi.”

Zekâ arasında seçmek anlamına gelir. Sistemin getirdiği bir arasından’a esir olduğu ölçüde tam olarak özgür değildir zekâ. Sistem içerisindeki seçenekler arasından seçim yapmak durumunda olduğu için dışarıya erişimi yoktur. Yani gerçek bir seçme özgürlüğü değil, ancak sistemin sunduğu seçeneklere sahiptir. Zekâ bir sistemin mantığını izler. Sisteme içkindir. O anki sistem o anki zekâyı belirler. Zekâ tamamen öteki alana ulaşamaz. Yatay olanda ikamet eder, budalaysa hâkim sistemi, yani zekâyı terk etmek suretiyle dikey olana temas eder. 

Budala bir özne değildir. Daha ziyade çiçeksi bir varoluştur. Işığa doğru basit bir açılış.  

Kamil Güller

Cemaziyelahir 1442, ALANYA


 

 


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Kitabı okumadan önce bir giriş mahiyetinde ve oldukça faydalı oldu. Emeğinize teşekkürler. Ancak burada psiokopolitika ve big data eleştirileri okurken dahi big dataya ürün olmak, ne kadar içinden çıkılmaz bir hâlde olduğumuzu göstermesi hasebiyle ne ilginç ne tuhaf değil mi?

Adsız dedi ki...

Ayn

Yorum Gönder