Uhud'un okçuları.

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 21 Eki 2016 2 yorum
Hasan Aycın
 Uhud'un Okçuları                                                                                                                                         
Resuller, yeryüzüne insanlara nezaketi öğretmek için teşrif buyurmuşlardır.”  (S. Erhan)

İşitmek anlamak değildir. Çünkü anlamak “iş”le değil “hal”le ilgilidir. Mesela eskiler “Kuran’ı anlayamazsın.” dediklerinde; Kur’an’ı işitemezsin, mantığı kavrayamazsın demezler; bu bakışla “hal”ine yansımaz, hal edinemezsin derler. Çünkü anlamak işitmek değil, “hal” edinmektir.



Müsaadenizle Al-i İmran Suresi 159. ayetin,  Resul'de “hal”e dönüşü üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.   
Önce bir hatırlatma, sonra bir soru;

Hatırlatma; Uhud Savaşında Hazreti Resul, Uhud tepesine 70 kişilik bir okçu grubunu yerleştirip yerlerini terk etmemelerini tembihliyor. Görevleri ordunun arkasını korumaktır. Ama savaş kazanılır gibi olunca okçuların çoğu emri unutarak yerleştirildikleri yeri ganimet toplama maksadıyla terk ediyorlar. Müşrik atlıları arkası savunmasız kalan İslam Ordusuna ağır bir darbe vuruyor. Hz Hamza’nın da içlerinde bulunduğu seçkin ve yetişmiş 73 sahabe şehid[i] oluyor. Nezaketlilerin gözdesi Resulün yetiştirdiği öncü kadro çok ağır bir yara alıyor. İslam ordusu dağılıyor, Hazreti Peygamber de kasığından ve yüzünden yaralanıyor.

Soru; Ganimet hırsı ile tepeyi terk edip ağır zayiata neden olan söz dinlemeyenlere Hazreti Peygamber hangi cezayı verdi? Nasıl sitem etti? Nasıl azarladı? Neler yapıp yaptıklarını onlara ödetti?

Bildiğim kadarı ile hiç bir şey. Ne bir ceza ve ne de bir kınama.

Ayet bu olayın üzerine geliyor, olması gereken “hal”i, mü'mini tarif ediyor;
Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. O halde onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşavere et. Karar verince artık Allah'a güven (ve o işi yap). Zira Allah, O'na güvenenleri sever.”  (Al-i İmran Suresi 159 (Cemal Külükoğlu meali))

Resulullah’ın okçulara karşı tavrı, ayetin "hal"e dönüşmesidir. Ayet modern zamanlar insanının anlamakta zorlanacağı bir davranış modelini tavsiye ediyor. 

Bu ayetten ve ayetin hayata geçirilişinden görebildiklerimi müsaadenizle madde madde paylaşmak istiyorum;

1 – Hayr (iyilik) Aziz Allah’tandır. “Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın.” 

Merhamet ve diğer insanı insan kılan sıfatlar Aziz Allah’tandır. Allah ruhundan üfleyerek bu emanetleri/sıfatları insana vermiştir. Mü’min bu sıfatların bekçisine denir. Sahibine değil.

Dolayısı ile Aziz Allah’ın sana emaneten verdiği sıfatlarla başkalarına üstünlük, yücelik taslama. Onlar senden önce hataya düştüler diye onları aşağılama, hor ve hakir görme. Yücelik, temizlik günahsızlık, hatasızlık, mükemmellik Aziz Allah’a aittir. Sana değil. Tevhid Allah’ta birleşmektir, bende veya sende değil.

2 – Merhamet ve yumuşaklık asıldır. “Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı.”

Kamil mü’min sertliği değil yumuşaklığı esas alır. KABA’lık, kaba hatlılık,  kabahattir.
Cem olmak, cemaat olmak, tevhid etmek asıldır. Ayrılmak, parçalanmak, dağılmak hastalıktır.

Meryem Suresinde Aziz Allah Hazreti Yahya’nın (sav) sıfatlarını sayarken “..O[ii] yumuşak huylu, ince düşünceli biriydi…” der. Eğer hedefimiz despot bir yapı kurup, tepesine kurulmak ise en iyi yol insanlara kaba davranıp onları korkutmaktır. Ancak istediğimiz Dar’üs Selam’ı inşa etmek ise yapılması gereken gönüllerin fethedilmesidir. 

Kusurlarından dolayı insanlara karşı sert, kaba, cezalandırıcı, intikamcı, kınayıcı, alaycı olan, onları sürekli eleştiren, diliyle sokan kimseler kalpleri hastalıklı kimselerdir. Onlar insanları bir araya getiremez, aksine bir araya gelmiş olanları dağıtırlar. Tevhidi parçalarlar. Çevrelerinde insan bırakmazlar. Asıl yenilgi o zaman gelir. 

Eğer Resul intikamcı, kinci, kaba, incelikten yoksun ve hoyrat olsaydı asıl o zaman yenilen olacaktı.

Şairin ifadesi ile;                Cihanda cennet-ül me'vaya muvafık yar-i hem-demdir.
Muhalif şahse bir 'adem kariyn olmak cehennemdir
                                                                                                La’edri
(Cihanda Cennete benzer hal, tatlı dilli yarla/dostla olmaktır.
Her şeye muhalifle yakın olmak Cehennem azabıdır.)

3 – İyi niyeti görmek gerek. “O halde onları bağışla”

Hayra bakmak, hayrı görmek, hayrı mayalamak gerekir. İnsanlar eksiktir, hatalıdır, kusurludur. Aranırsa onlarda kusur mutlaka bulunur.  Mükemmel olan Aziz Allah’tır. İnsanda mükemmeli aramak haramdır.

Şerden bakmak, şerri görmek, şerri mayalamak Şeytan’ın halidir. Kibire işaret eder. İntikam ve kin şerr’i görenin, gözetenin ve besleyenin halidir. Şerr bulaşıdır, saldırgandır, işgalcidir, moral bozucudur, ümid kırıcıdır, ifsad edicidir. Tevhidi parçalar.

Ey Resul, o okçular, herkes senden kaçarken yanında olanlardı. Onlar o dağa seninle olmak için, senin emrinle çıktılar. Orada ölebileceklerini biliyorlardı. 3-4 kat fazla düşman karşısında korkularına teslim olmadılar. Gözlerini onlardaki iyiliğe çevir, şerre değil.  

3 – Kaldıramayacakları yükü yükleme, yapamayacaklarını bekleme.  “kendileri için Allah'tan af dile”

Dikkat edilirse Hazreti Resule "affet" emrinin ardından "Sen, onlar için Allah'a istiğfar et.” deniliyor. 

Resulden, yerlerini terk ederek hata yapan okçuları affetmesinin istenilmesi anlaşılabilir, ancak uğranılan hezimette fark edebildiğimiz bir hatası olmayan Hazreti Resul’e ümmeti adına “Allah’a istiğfar et, özür dile” emri verilmesi sanırım tefsire ve tevile muhtaç.

Tövbe, pişman olmaktır. Bu hatayı tekrar işlemeyeceğim kararını vermektir. Kişinin "keşke yapmasaydım, bir daha yapmam" demesidir. Kendi ile ilgili bir eylemdir. İstiğfar, zarar görenlerden özür dilemek, kalplerini yeniden kazanmak, zararı karşılamak, kendini affettirmeye çalışmak demektir. Hata ettiğinin önünde kibrini ayaklar altına almak, yüz dökmektir, af dilemektir. Diğeri ile ilgilidir.

Bu hali ile istiğfar, tövbeden çok daha zor ve üstündür.

Anladığım kadarı ile onlar istiğfar bilincine erişmiş olsalardı bu suçu işlemezlerdi. İşlemişlerse zaten bunu fark edecek durumda olmadıkları için işlediler. Onlardan yapamayacakları, altından kalkamayacakları, anlayamayacakları bir şeyi talep etmek onları ezer, küstürür, kırar, huysuzlandırır. Buna gerek yok.

O yükü sen üzerine al ve onlara ne yapacaklarını yaparak göster. Hal ile anlat. Zaten anlayabilecek durumda olan seni takip edecektir. Diyor olabilir.

4 – Danışmak iyileştirir. “..onlarla müşavere et”

Buraya kadarını daha önceden fark etmiştim. Bundan sonrası için gönlümün açılmasına vesile olan Yeşil Efendinin yerini Allah Cennet eylesin.

Kendimden bilirim, aramızda sorun olan arkadaşla ister özür bizden dilensin, ister biz onlardan özür dileyelim; arayı düzeltemedik. Kırılmış dal onarılamadı. Sanırım ayetin sonrasında bu derdin şifası anlatılıyor.

Onca şehidin aileleri ve dostları bu hatayı kolay kolay unutamayacaklardı. Tepeyi terk edenler isim isim bilineceklerdi. Küsülecek, uzak durulacak, çenesini tutamayanlarca kınanacaklardı.
Konuşulmasa da için için kanayan yara bu topluluğu Merhametlilerin padişahı Resulün ekibinden koparacaktı. 

Affetmek, bu yaraları iyileştirmeye yetmiyor. Affedenler de iyileşse affedilenler de kanamaya devam ediyor.

Hani o büyük felakete sebep olanlar var ya. Hani sen onları affetmiştin ya. Şimdi onlara git ve işleri onlara danış. Fikir sor. Derdini, sıkıntını, kederini anlat. Onları dinle. Beraber çare bulmaya çalış.

Bunu yapabilirsen kırılan iyileşir, gönüllere şifa ve ülfet gelir. Bizdensiniz, size güveniyoruz, kardeşimizsiniz diye hissettirir. Danışmak;hürmet ettiğini, kendinden saydığını hissettirmenin yoludur. Tevhidi yeniden inşa eder.

5 – Güven, Aziz Allah’a!  “Karar verince artık Allah'a güven (ve o işi yap).”

“Onları affettiğimiz yetmiyor birde işlerimizi onlara mı danışacağız? Onlar ihanet ettiler, güvenimizi boşa çıkardılar, çok acılara sebep oldular. Bir daha yapmayacaklar mı?”

Sen Allah'a güven ve onlardan dinlediklerini, danıştıklarını, beraberce karar verdiklerinizi uygula. Yapıyormuş gibi, dinliyormuş gibi yapma. Bu onları bir daha kırar.

Allah’a inanıyoruz deseler de insanların pek azı Allah’a itimad[iii] eder. Büyük çoğunluk sadece kendine güvenir.

Allah, insanı en iyi tanıyandır. En iyi bilendir. Göreceksin bunun sonucu çok daha hayırlı olacak. Allah'a güven.

Akılları yatmasa da, korkuları evhamları zirve yapsa da Allah’a itimad edenler, O’nun katında en yüce yerlerdedir. Aziz Allah kendine güvenenleri sever ve mahcup etmez. 

Sonuç; Onlar İslam’dan da Resül’den de kopmadılar. Eğer Hazreti Resul onlara kaba ve intikamcı yaklaşsaydı başlattığı hareketi bitirecek, kendi hareketini vuracaktı. Asıl yenilgi o zaman olurdu.

Allah’a itimad edip, O'nun tavsiye ettiği ahlak ile ahlaklanmış Aziz elçinin tek başına hiçbir imkana sahip olmadan başlattığı hareket 20 yılda Dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir harekete dönüşüp Batı’da İber yarımadasına Doğu'da Çin’e ulaştı. Bir sürü Medeniyet kurdu. 1400 sene sonra hala gariplerin, fakirlerin, mazlumların ümidi.

"Allah’a iman edip, O’na itimad etmeyen" bizler ise birbirimizi yemekle meşgulüz. Buna “Kur’an ahlakı” diyoruz.   
                                                                                      Ahmet H. Çakıcı
                                                                              Alanya /Muharrem, 1438                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       





[i]  Hamidullah, Muhammad (1962). Hz. Peygamberin Savaşları. YeniŞafak. ISBN 975-473-284-1 s.12-13.
[ii] “Biz ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh inceliği vermiştik. O, Allah'tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi.” Meryem 13-14
[iii] Safiüddin Erhan


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Allah razı olsun, Ahmet abi.

Adsız dedi ki...

Elimizde sürekli okuduğumuz Kur'an'lara rağmen;
Resulullah'ın ahlakıyla biz Müslümanların ahlakı arasında uçurumvari farklar var.
Bilmek ile yaşamak aynı şeyler değil, Resulullahın o muhteşem ahlakından nasiplenmek için, her hâlini "hal" edinmek şart.

Epeyce eski bir yazınız, ancak ben yeni okudum.İstifade ettim, teşekkür ederim.
Bu yazılarınız blogda kaybolup gitmesin,paylaşın ki istifade edenler çok olsun.

Yorum Gönder