Düşman Kim ? - 3 Düşmanı Kim Belirliyor?

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 27 Şub 2016 2 yorum
            -Yüzyıl önce "İnsanlara su satmalıyız." dediğimizde. "Dereler, pınarlar, göller, yağmurlar özgürce su taşırken, insanlar suya neden para versinler?" diyerek bize çılgın olduğumuzu söylemişlerdi. Onları öyle bir korkuttuk ki, para ödemeden su içebilen kalmadı.                                                                                                  
                                               (Jonathan Crary - 7/24)

Maddeperestlik/paratapıcılık her dinin içine sızmış en yaygın mezhep[i] ve ahlaki tahribatın en ciddi müsebbibi olmasına rağmen toplumun gözünden kaçırılır. Böylece toplumun onları düşman olarak görmesi önlenilir.


Modern zamanların peygamberleri (haber getireni) medya sağolsun.

Başlıca görevi bizim gibilere kimin dost kimin düşman olduğunu öğretmek olan kitle yönlendirme araçlarından bize gösterilen düşmanlar çok farklıdır. Onlar bize, bizim gibi güçsüzlerden (mustazaflardan) birilerini hedef gösterip, biri olmazsa diğerine ikna ederler. Demiştik. Devam edelim.

Mesela, toplumun tüm sahtekarları bir araya toplansalar, hasılatları;  sıradan bir bankanın kaldırdığının yanında devede kulak bile değildir. Ancak bankalar aleyhinde gazetelerde aşağılama kampanyaları düzenlenmez. Mahvettikleri, perişan ettikleri aileler gazetelerde boy boy sergilenip kınanmazlar. Tam tersine, muhafazakar gazetelerin bile en itibarlı sayfaları onların reklamına ayrılmıştır. Aynı gazetelerin başka sayfalarında düşman olarak önümüze konulanlar ruh hastaları, cinnet geçirenler, kadınlara saldıranlar, cinciler, falcılar, muskacılardır.  

Mesela reklamcılık denen sektör; “yalanın, yalan olmadığı” bir yapı üzerine kuruludur. Tüm gün medyayı kullanarak yaptıkları numaralar ne aldatma ne yalancılık ne de üç kağıtçılıktır. Medyanın bize gösterdiği üç kağıtçılar, büyük sermayesi olmayan uyanıklardır. Mesela “kabir azabından koruyan kefen” pazarlayan hocaları ekrana getirip yalancılıklarını, üç kağıtçılıklarını gözümüze sokarlar. Halbuki, hocanın yaptığı ürünün özelliklerini abartmaktan, yani reklamcılıktan başka bir şey değildir. Büyük sermayeye helal olan onun gibilere haramdır. Sahtekar hocalar, din pazarlamacıları, uyduruk dinciler her sosyal medyada en sık rastlanılan düşman edinilmesi gereken figürlerdir.

Mesela bir telekom şirketinden aldığınız sabit fiyatlı hatta fazla fatura gelmesi, bilmediğiniz hizmetlere, sigortalara üye yapılmanız sahtekarlık olarak tanımlanmaz. Sosyal medyada hakaret video ve capsleriyle kampanyalar düzenlenmez. Ama bir yerlerde telefon dolandırıcısı yakalanmışsa, günlerce onun üzerinden sahtekarlığın tanımı yapılır. Kimsenin aklına telekomcuların, sigortacıların, bankacıların aynı yöntemi kullandıkları gelmez.

Dünya’yı Cehennem’e çeviren enerji savaşlarıdır. Bu savaşların arkasındaki dev sermaye şirketleri her gün önünden geçtiğimiz  Bp, Shell, Total, ExxenOil, Lukoil, Gazprom gibi şirketlerdir. Onlar ülkeler yıkıp, ülkeler kuranlardır. Milyonlarca insanın kanı karışır ellerine, milyonlarca insanı açlığa mahkum eder, yurtlarından sürerler. Ancak sosyal medyadaki linç kampanyaları onların aleyhine değildir.

Bu şirketlerin yönlendirmesi ile Irak işgalinden beri ABD, İngiliz, Fransız koalisyonunun Orta Dünya’da öldürdüğü mazlum sayısı 1,5 milyonu buluyor. 15/02/2015 tarihli “Suriye İnsan Hakları Ağı” isimli kuruluşun verdiği rakamlara göre DAEŞ’in Suriye’de öldürdüğü sivil sayısı ise 831’dir. Bölgeye yeni giren Rusya’nın bile öldürdüğü sivil sayısı DAEŞ’i katladı. Ancak medyada ABD, Fransız, İngiliz koalisyonu Orta Dünya’nın kurtarıcısı,  DAEŞ, Hizbullah, Nusra, Aleviler, Sünniler, Şiiler, Kürtler, Türkler, İranlılar, Araplar ise birbirlerini boğazlayan vahşiler sürüsüdür.  Medya tarafından ikna edilmiş bizlerin bile asıl düşmanlarımız hakkında yazdıklarımız birbirimiz aleyhinde yazdıklarımızın yüzde biri bile değildir.

Toplumun dikkati; toplumun diğer mustazaflarına/güçsüzlerine yönlendirilerek, büyük soyguncular/katiller dikkatlerden kaçırılır. Metod şudur, “Onların içinden birkaç uyanık yakala genelle, abart, şişir,  tekrarla, tekrarla, tekrarla. Nasıl olsa birileri ikna olup, diğerlerine düşmanlaşır.”

Yaşanmış ve hatta her gün yaşanan bir örnek.

Bankacıların tuzağına düşmüş bir abimiz. Kredi kartları patlamış, aldığı krediler şişmiş, evine, arsasına, araçlarına haciz gelmiş. Avukatların tacizinden bıkıp şehir dışında, bilinmeyen bir adrese taşınmış.  Abimiz, sosyal medya hesaplarından “İslam’da recm var mı?” tartışmasının içine dalıp “Başımıza her ne geldiyse, bu zihniyetteki insanlar yüzünden geldi.” diyerek bir kesime laf saydırıp, hakaretler ediyor.  Ahir ömründe recm edilen bir tek kişi görmeyen, görmüş birine rastlamayan, rastlama ihtimali de neredeyse hiç olmayan biri, her an tepesinde olan tefecileri fark edemiyor “recm”cilere yönlendirilebiliyor.

Bu nasıl mümkün oluyor?
Demiştik ya modern zamanların peygamberleri sağolsun.

Daha büyüklerden bir örnek verelim. Bütün kamuoyunun tanıdığı saygıdeğer hocamız; bir alevi dedesinin elini öpüp, Hacı Bektaşı Veli’den medet isteyen başbakanı mektupla, uyarıp ikaz etmiş. 3-4 sayfalık ayetlerle dolu, gayet sağlam bir metin. Metinle ilgili bir itirazım yok.

Yalnız bu metinin yazıldığı tarihlerde Soma faciası yaşanılmış, toplumların ruhunu çürüten maddeci ahlakın, parasını korumak için yüzlerce işçiyi ölüme yollayışını canlı canlı seyretmiştik. Aynı tarihler, Suriye olaylarının zirvede olduğu milyonlarca Suriyelinin caddelerimizde aç, susuz, evsiz, yurtsuz dolaştıkları 500 TL’lik evlerin, onlara  1500’e kiralanmaya çalışıldığı dönemdi. Hemen hemen aynı günlerde Anadolu’nun güzide bir şehrinin, güzide bir sevgi evinde(!) kalan, Aziz Allah’ın hepimize emaneti, bir kız çocuğunun 34 Sünni Müslüman Türk evladı[ii] tarafından nasıl sevildiğini(!) öğrendiğimiz günlerdi. Aynı tarih Türkiye’nin en büyük silahlı örgütü PKK’nın bile başaramayacağı bir örgütlenme ile her okulun önüne tezgah açmayı başaran Bonzai’cilerin katline neden oldukları okul çocuklarının haberlerinin ardı ardına geldiği dönemlerdi. Ve aynı dönem Doğu’da yaşanan sulh çabalarının bozulmaya çalışıldığı dönemdi. Çatışmalarda vurulmuş nice beden bir acı yumağına dönüşüp, tüten ocaklarını söndürüyorlardı. Geriye ne çok yetim, ne çok tazecik dul kalıyordu. Onların hallerini kimsecikler göremiyordu. Aynı sevgili hocamız gibi.   

Hocamızın görecek, Başbakan’a şikayet edecek, onu uyarıp HAK’ka sevkedecek derdi, bir Pir’in elinin öpülüp öpülemeyeceği, ölmüş birinden medet umulup umulamayacağı idi. Ama Başbakan sabaha kadar medet medet diye kıvransa da kıvranmasa da, ya da pirin elini bin defa öpse de öpmese de bir yetimin başını okşamış, bir tecavüzcüden bir sahipsizi kurtarmış, bir esrar satıcısının eline vurmuş, bir dul kadının yalnızlığını paylaşmış, bir mültecinin üzerine battaniye sermiş olmaz ki. Altı üstü kendi Ahiret’i ile ilgili bir şeydir. Gider Allah’la hesabını görür. Ve Aziz Allah hesap görenlerin en iyisidir.[iii]

Aziz ve muhterem hocalarımızın, şeyhlerimizin, alimlerimizin, profesörlerimizin ve onlara uyanların ve de bizlerin bütün gün medyada tartışıp durduğumuz, birbirimize hakaretler edip kavgalaştığımız konuların kıblesinin “hayr” olduğunu düşünmüyorum. Hedefte gerçek düşmanlar yok. Biz birimizin etini, kanını, ruhunu yeyip hırlaşan mustazaflarız.

Nasıl oluyor da onca gerçek acının ortasında Müslüman ruh, Müslüman bilinç bu ruhsuz, bu ebter[iv], bu anlamsız, bu boş, bu kavgacı, çatışmacı, düşmanlaştırıcı yola yönlendiriliyor? Nasıl oluyor da gerçek düşmanlarla yüzleşmek yerine anlamsız, ne idüğü belli olmayan düşmanların ardında, sorunların içinde boğulabiliyor?

Belki bu sorunun cevabını bulabilirsek; niçin,  Orta Dünya[v]’da savaşan tüm mustazafların/güçsüzlerin düşmanı emperyalizm olduğu halde, hepsinin silahının ucunda bir başka mustazafın olduğunu da anlayabiliriz.

(İnşallah bu konuda bir yazı daha .)
                                                                                                     Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelevvel  - 1437




[i] Vurgu Safiüddin Erhan Beyden alınmıştır.
[ii] Vurgu Yusuf Ziya Kosifoğlu Beye aiddir.
[iii] Enam 62: “Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.”
[iv] Ebter; kısır, verimsiz.
[v] Orta Doğu, tanımında ifade ettiği gibi İngiltere’nin siyasi bakışının ürünüdür. Dünya’nın ortası anlamında Orta Dünya tanımını kullanmayı tercih ediyorum.  

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

2 yorum:

Lavender dedi ki...

Hocam çok güzel ifade etmişsiniz, Allah basiretinizi artırsın.

tvb@ dedi ki...

Allah razı olsun

Yorum Gönder