Batı zihni ile İslam’a bakmak 3 – Kur’an bize Yeter!-1

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 6 Nis 2015 0 yorum

                                                                                                 

Bir önceki yazıyı “Sünnet, hadis ve menkıbelerin doldurduğu alanlar da “Sen boşalt. Onlar doldursun.” metodu ile tahrip edildi.”  diyerek sonlandırmıştık. Oradan devam edelim.

Modern zamanların Müslümanları, müsteşriklerden öğrendikleri usul (Batı zihni) ile İslam Medeniyetinin mirasına bakarak geçmiş dönem Müslümanlarının tecrübe, belge ve bilgilerinden faydalanma şartını (sahih) o bilginin ispat edilebilirliği veya güvenirliği ile ölçmeyi denediler.

Bakışlarını şüpheye çevirdiler.

Söz, sahibine ulaşabilirse, senedini getirebilirse “sahih”tir, dediler. ("Sahih"in anlamı için bir sonraki yazıya bakınız.)



Odağını değiştirince bir sürü problem dikiliverdi modern zaman Müslüman’ının karşısına.

Her şeyden önce sıradan Müslümanların işi değil bu. Ciddi okuma ve emek gerektiriyor. Hedefinde profesyoneller var. Toplum yok.  

Aynı rivayetin bir kaynakta sahih görülürken, diğer kaynakta çürük görülmesi, ravilerin güvenirliği, ravi zincirlerindeki kopukluk, hizbi görüşlerin rivayetleri etkilemesi, mürsel, muttasıl, şaz, meşhur, mütevatir, ahad, kutsi, muallak, hasen gibi tartışmalar sıradan bir Müslüman’ın altından kalkabileceği tartışmalar değil.

Rivayeti dinleyenden bile şüphe duyarken aradaki ravileri araştırmaya girişmek manasız bir iş. Üstelik böyle bir zahmetin getireceği faydanın ne olacağı da belli değil.

Aynı olayın farklı rivayetlerinden hangisinin “sahih” olacağı veya farklı düşünce ekollerinden hangi ekolün yorumunun makbul olacağı da belli değil.

100 metre ötede, 1 saat önce vuku bulan olayın şahitleri bile anlaşamıyorken, 1400 sene önce, binlerce kilometre ötede, bambaşka bir gelenekte yaşanıp, onlarca kulağın araya girmesiyle anlatılanlara güvenmek 
Modern Dünya Pozitivist İnsanı’nın işi değil.

Geçmişten gelen belgeler güvenilmez olduğunda o belgelere dayanarak edilmiş içtihad, o belgelerle düşünmüş ulema, o belgelere dayanarak yazılmış kitaplarda güvenilirliğini yitiriyor.

Medeniyetlerine Batı penceresinden bakmaya yönlendirilen Müslümanlar,  aldıkları pozitivist eğitimin kibri ile ilk kez bu sorunların farkına kendilerinin vardığının vehmine kapıldılar. Ve İslam Medeniyetinin tüm mirasından kuşkulandılar.

Farkındaysanız, bu yöntemle hadislerin, imamların, ulemanın, sanatın, edebiyatın, geleneğin değeri  sıfırlanıp, kaynak/referans vasfını yitiriyor.

Bu yöntemle menkıbeler de çöplük hükmündedirler. Çünkü onların neredeyse tamamı akla/mantığa (en azından Batı Medeniyeti Mantığına/Pozitivizme) aykırıdırlar ve hiç birinin senet zinciri yoktur.

“Bize Kur’an yeter.” ile Medeniyetin unsurları reddediliyor.

Şüphe/ispat odaklı bakışın modernist Müslüman düşünceyi getirebildiği yer  “Bize Kur’an yeter!” Güvenilebilecek hiçbir şey kalmadı. Mantığı oldu. Bu kelimeyi samimiyetle dile getirenlerin aslında neyi, ne maksatla reddettiklerini görebildiklerini sanmıyorum.

“Bize Kur’an yeter!” Camileri yıkalım. Bize Kur’an yeter! Çocuk yapmayalım. Bize Kur’an yeter! Pilav yemeyelim. Diyen biri saçmalıyordur. Çünkü bunlar Kur’an’ın alternatifi değildir.

Belki Kur’an’ın alternatifi İncil, Tevrat ya da Upinişadlar olabilir. Kurucu, temel, asıl, inşa ve ihya edici  iddiaları vardır. Ama Kabe değildir. Cemaat değildir. Tarikat değildir. Hoca, Şeyh, ulema değildir. Buhari, Müslim veya Mesnevi de değildir. Bunların toplumda oynadıkları işlev, yüklendikleri görevler farklıdır.

Dikkat edilirse, “Kur’an bize yeter!” denildiğinde Kur’an’ın yerine teklif edilmiş bir şeye itiraz edilmiyor, o temelin üzerine inşa edilmiş olanların reddedilmesi isteniyor. Temeli Kur’an olan bu medeniyetin 1400 yıllık süreçte inşa ettiklerinin reddi isteniyor.

Aldatmaca bu noktadadır. Medeniyetin unsurları Kur’an’ı devre dışı bırakıyormuş veya Kur’an’ın inşa edeceği topluma engel oluyormuş, eğer bunlar yok edilirse herkes müminleşecekmiş ilizyonu ile Medeniyetin çocuklarını medeniyete saldırtılıyor. Bu illüzyon ile bakılınca dost düşman birbirine karışıyor. İslam Dünyasının iki yüzyıldır maruz kaldığı şiddetin müsebbibleri ile şiddete maruz kalanlar birbirinden ayrılamıyor. 

Ümmetin neyi koruması,  neden korunması gerektiği, neye ihtiyacı olduğu, tehlikeli olanın ne olduğu, dost, düşman sisler arasında karışıp, bulanıyor.

Hadislerin, ulemanın, sanatın, kitapların, menkıbelerin ve hatta hurafelerin toplum nezdinde görmüş olduğu işlevi Kur’an görmez, göremez. Böyle bir iddiası da sorumluluğu da yoktur. Peygamberin işlevini Kur’an görecek olsaydı, insanların içine gökten direk indirilirdi. Zamanın işlevini Kur’an görebilseydi, tek seferde insanlara sunulurdu. Birlikteliğin işini Kur’an görebilseydi, insanlar tevhide çağırılmazdı. Medeniyetin işlevini Kur’an görebilseydi, Peygamber Hira Mağarasından çıkmaz, Medine’ye gitmezdi. Beyt’in işlevini Kur’an üzerine alabilseydi Kabe inşa edilmez, Hac emredilmezdi.

Medeniyetin unsurlarını terk etmemizi isteyenler, bunların yerine önerdikleri hiçbir şey olmadığının farkında değiller. Çünkü boşlukları onlar doldurmayacak. Boşluğun doldurulması gerektiğinin bile farkında değiller. Sadece boşaltıyorlar. Arkadan gelenler de boşluğu dolduruyorlar.

Sorunu daha iyi görebilmek için bize bu teklifi getirenlerin boşalttığımız alanları ne ile doldurduklarını düşünün.

Bize Kur’an yeter! Deyip Ulemayı itibarsızlaştırdıklarında insanlar Kur’an alimi mi oldular? Yoksa Ulemanın yerine TV uzmanlarını mı dinliyorlar?

Bize Kur’an yeter! Tekkelere, medreselere, tarikatlara ihtiyaç yok deyip boşaltanlar, boşalan kitleleri camilerde mi yoksa stadyum, halı saha, kahvehane, AVM’lerde mi ağırlıyorlar?

Bize Kur’an yeter! Diyerek sünneti (İslam Medeniyeti davranış modelini) terke çağıranlar, bize yeni bir Medeniyet mi sunuyorlar? Yoksa boşluğu Batı Medeniyetini taklitleri mi dolduruyor? (Kıyafetlerinize, evlerinize, şehirlerinize, çocuklarınıza bir bakın. Oralarda hangi medeniyeti görüyorsunuz?)

Gençlerin elinden Mesnevi’yi Yunus’u aldığımızda; ellerine, Kur’an’ı mı yoksa Oscar Wilde’ı, Elif Şafak’ı mı alıyorlar?

Boş iş bunlar diyerek tespihattan, Kur’an süzmekten vazgeçirdiğimiz insanlar ellerine Kur’an meallerini mi alıyor? Cep telefonlarını, Facebook’ları mı? 

Nafileler, nafiledir. Boşuna yorulmayın diyerek nafilelerden vazgeçirilenler, nerelerde yoruluyorlar?

Kandil, mevlid, zikir gecelerini boşalttığımızda insanlar çok daha bilinçli bir hale mi geliyorlar? Yoksa Televizyon başlarında mı sabahlıyorlar? TV ekranlarından topluma aileyi, ahlakı, insanı, dini, zamanı yeniden tanımlayıp tüm coğrafyayı Batı Medeniyeti üzerinden dönüştürdüklerini görüp yine de insanları bu gecelerden TV başlarına göndermek Kur’an’a mı hizmet oluyor?

Boşluk, boş kalmıyor.  Red edilen tüm unsurların yeri (peygamber dahil) bir başka medeniyetin ürünleri tarafından dolduruluyor.

Bizler, Batılı Modernistlerin bize verdiği alan boşaltma görevini yerine getiriyoruz. Arkamızı dönüp boşalttığımız alanları nelerin doldurduğunu görebilecek fırsat ve basiretimiz yok.

(Nasipse devam ederiz.)
Önceki Yazı ; Batı zihni ile İslam’a bakmak 2 – Saldır ve Boşalt. 
Sonraki Yazı     ; Batı zihni ile İslam’a bakmak. 4 – Sahihte nedir?
                                                                                                                  Ahmet H. Çakıcı

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder