Yüz Elli Yıldır Sonu Gelmedi!

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 8 Kas 2022 0 yorum

150 Yıldır Sonu Gelmedi: 

Yeniden Takrir-i Sükun. (Dezenformasyon Yasası)

Asıl konuya girmeden çok da eski olmayan bir hatırayı hatırlatalım.

CHP’li vekil “iyi de” dedi: “Bizim seçmen için sorun yok. Ya siz bu Sözleşmeyi kendi seçmeninize nasıl anlatacaksınız?”

Muhtemeldir ki, CHP’li vekilin neyi ima ettiğini anlamamıştı birçok Ak Partili vekil.

İstanbul Sözleşmesi Meclisten geçmiş tüm partilerin oy birliğini kazanmıştı. Sadece doğu vilayetlerinden ilahiyat profesörü bir vekil çekimser oy kullanmıştı. O vekil de ertesi gün meclise dilekçe vererek kendisinin sehven çekimser oy kullandığını oyunun “kabul” yönünde değiştirilmesini rica etmişti.

Sözleşmenin albenisi yüksekti; “Kadına yönelik şiddeti” önleme iddiasındaydı ancak Bulgaristan vekili Slavço Atanasov’un dediği gibi “içine iğneler gizlenmiş bir pamuk şeker[1]” gibiydi. 

İtiraz edenler, kadın düşmanı, ortaçağ yobazı, kadınları dövmek için fırsat arayan dağ ayıları falan ilan edildi. En azından Ak Parti düşmanı olmalıydılar. Zira yapılan böyle büyük bir hizmeti takdir etmemek için nadan biri olmak gerekirdi.

Meselenin anlaşılması neredeyse 10 sene aldı. Sözleşme toplumu eşcinsel ahlakı düzeyinde yeniden formatlama işlevi görüyordu. Zaten birçok Avrupa ülkesi ya maddelere çekince koymuş ya ön imzayı atmış ama yürürlüğe koymamış ya da hiç imzalamamıştı. Sonunda iptal edildi. Ama hâlâ tüm kurumları ile ruhu hayatta. Verdiği ve vereceği toplumsal tahribatın boyutlarını yaşayarak görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz sanırım.

Yeni bir yasa daha geçti meclisten: Sosyal Medya Yasası.

Yasa paketinin amacı, sosyal medya ortamındaki YALAN ve İFTİRA furyasını disiplin altına alıp bitirmekmiş.

Güzel, alımlı ve zihin çelen bir hedef daha.
Kim böyle bir niyete ve amaca karşı çıkabilir ki?

Sosyal Medya Yasası, aynı emperyalizmin zorladığı yasalar gibi çok hızlı, muhalefet tarafından engellenmeden ve ne olduğu anlaşılmasına müsaade edilmeden meclisten geçiverdi. Hükumet destekli medyadan da, Batılı fonlarla beslenen medyadan da, ne topa giren ne de -birkaç cılız sesin dışında- itiraz eden oldu.

Baştan söyleyelim: Kesinlikle sosyal medyayı düzenleyecek bir yasaya ihtiyaç var. Bu gecikmiş bir zorunluluk haline geldi.

Ancak bu zorunluluğun içinde de “pamuk şekerin içine gizlenmiş iğneler” olabileceği fikri insanı ürkütüyor.

Özellikle 40 maddeli paketin 29. maddesi bizce, çok keyif kaçırıcı. Bu maddeyi sadece biz tartışmadık; Ak Partili vekilimizin de bahsettiği gibi ABD’li yetkililer dahi bu maddeyi merak etmiş ve bizimkilerle konuşmuşlar, “Nasıl geçecek” diye. Sonunda ABD’lilerle madde üzerinde tam olarak anlaşılmış[2].

Söz konusu 29. Madde şöyle:

“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

Eğer, önünü görmeyen bir iyi niyet ile hadiseye bakmıyorsak her kelime insanı fena halde rahatsız edebilir. Zira yasa maddesi tamamen muğlak, her tarafı her tarafa oynayan, nereye çekersen oraya gidebilecek, nereye koysan oraya uyabilecek PLASTİK kelimeler ile bezenmiş. Daha çok darbe anayasalarında rastlanacak cinsten.

Mesela GERÇEĞE aykırı bilgi ne demek? Kimin gerçeğine aykırı bilgiyi yaymayı yasaklıyoruz?

Post-Truth (Gerçek/Hakikat Sonrası) diye adlandırılan bir çağda HAKİKATİN kaynağı kim? Kim, bize itiraz edemeyeceğimiz gerçekleri va’z edecek?

Mesela bize hakikati söyleyecek olan Kur’an mı? Yoksa Tanrı tanımaz elitlerin yazıp önümüze koyduğu Anayasa mı? Yoksa Başkan mı veya Bilim Kurulları mı?

“Yok! Biz “gerçekler” derken insanlar arasındaki olayları kastediyoruz” deniliyorsa, her olay insan adedince yorum, insan adedince değerlendirme demek değil midir? Yorumlardan ya da anlatılardan hangisinin GERÇEK ya da hakikat olduğunu nasıl bileceğiz?

“Kasıtlı üretilmiş yalan, uydurma veya iftira içeriklileri” diye cevap verilebilir.     

Lakin düşünün bi! Ulus Devletlerde, piramidin en üstünde duran, gücü elinde tutan, hesap sorma yetisine sahip olan politikacıların, bürokratların, memurların “GERÇEK değil” dedikleri pek çok şey daha sonra GERÇEK çıkmadı mı? Gerçek dedikleri pek çok şey de YALAN değil miydi? Hatırlıyor musunuz Çernobil faciasından sonra kameraların önünde “radyasyon riski yok” diye çay içen politikacıları?

(Düşünün bir, devletin resmi istatistiklerini tutmakla görevli en DOĞRUCU kurumu bile verdiği halkın günlük hayatına uymayan “enflasyon” rakamları ile DOĞRULUĞU hakkındaki itibarını sorgulatır hale gelmedi mi?)

Nasıl olur da onların HAKEMLİĞİNE daha doğrusu HAKKIN ne olduğunu belirleyen TANRI konumlarına itimat edeceğiz?

Eğer, “gerçeği gizleyenler, halkı gerçek olmayan senaryolarla korkutanlar” iktidarı elinde tutan güçlüler ise onların yasayı suiistimal etmesini nasıl engelleyeceğiz? Bu durumda “gerçek sorgulaması” güçlülere dokunamayan, sadece güçsüzlerin başının üstünde sallanan bir kılıç olmayacak mı?

Böyle olursa sorgulayan ama sorgulanamayan, kendini Doğrunun ve GERÇEĞİN kaynağı olarak gösteren İktidarlar/güçlüler, TANRI ilan edilmiş olmayacak mı?

Hayır, öyle olmayacak! Biz güçlülerle güçsüzler arasında DOĞRUNUN hakemliğini yapacak, ADİL ve TARAFSIZ kurumlar/KURULLAR teşkil edeceğiz; mesela, “Din adamları” ile denilebilir. (Türkiye’de bu denilemez de. Hadi, dedik varsayalım.)

İlahiyatçıların aynı hâkimler/kadılar gibi zoru gördüklerinde ya da menfaati devreye girdiğinde duruma uygun FETVALAR verdikleri yüzlerce fıkraya konu olmadı mı? (Hâkimlere yeniden döneceğiz.)

Ya da bilim adamlarından…

BİLİMİN tarafsızlığı gerçekten bir tarafsızlık mıdır? Diye sorarız. Zira onların maaşlarını, ikramiyelerini veya fonlarını verenlerden özgür olduklarını iddia etmek biraz fazla safdillik olmaz mı?    

Hem bilim adamlarının yıllarca okullarda okuttukları nice teori, daha sonra yalanlanmadı mı? O bilim adamları zamanında anne sütüne sağlığa zararlı, sigaraya faydalı demediler mi? Tereyağ faydalı mı faydasız mı diye birbirlerine girmediler mi? Hangi hakla GERÇEĞİN Temsilcisi olacaklar?

Dikkat edilirse GERÇEĞİN yani TANRININ, HAKKIN, HAKİKATİN (HAKK, Aziz Allah’ın ismidir) kim olacağı sorusunun “Gücü elinde tutan Yönetici Zümreden” başka bir cevabı yok önümüzde.

Ancak bu madde sanki araya sıkıştırılan “genel sağlığı tehdit” kelimesine yer açmak için ihdas edilmiş gibi.

Şu GENEL SAĞLIĞI tehdit etme maddesi ne demek?

Kızartmalar, fast food yiyecekler, gazlı içecekler, genetiği ile oynanmış ürünler kamu sağlığına tehdit değil mi? Suni tatlandırıcılar yedirilmiş, kimyasal boyalı cicili bicili ürünler çocuklar için zararlı değil mi? Yetmiş türlü sıkıntının sebebi alkol, insani bilinci gidermiyor mu? Besinlere bulaşan ilaçlar, kimyasallar, hormonlar, koruyucular kanserojen etkiye sahip değil mi? Yoksa 4G ve 5G iletişim santralleri hakkında tutulan insan sağlığı raporlarını mı açıklamaya karar verdiler? (Sahi suni ETLERİN faydalı mı yoksa zararlı mı olduğu GERÇEĞİNİ bize Bill Gates mi söyleyecek?) 

Yoksa her geleni yatırıp kesen normal doğumu unutturan kadın doğumculara mı, alacağı promosyon için her semptoma antibiyotik yazarak Türkiye’yi antibiyotik firmalarının cennetine dönüştürenlere mi ayar verilecek?

Fabrikalarının bacalarına filtre takmayan, atık suları arıtmadan denize salan sanayiciler mi toplum sağlığını tehdit edenler?

Genel halk sağlığının konusu bunlar değil mi?

Kanaatimize göre bunlar değil.

Sanırım daha çok küresel ilaç şirketlerinin PROPAGANDASINI boşa düşüren ve böylece, bu şirketlerin güç ve ekonomik gelir kayıplarına sebep olan kelimeleri ya da onların medya üzerinden kitlelere yaptıkları büyüyü bozan görüntüleri yasaklamaya niyetliyiz.

Yani muhtemeldir ki; “Genel Halk Sağlığı” ilkesi Küresel egemenlerin Yeni Dünya Düzeni (New World Order) dedikleri ve İKLİM krizi adı altında hayata geçirdikleri politikaların (İnsan Haklarının kısıtlanması, Alternatif piyasaların baskılanması, kitle ve nüfus kontrolü, aşı, pandemi vs.) önündeki muhalefeti sustururken; İç, dış tehlike, kamu düzeni, korku ve dehşet yayma bahanesi ile konuşulan her şeyin belgelendirilme mecburiyetinde bırakılması da hükumete oy kaybettiren kelimelerin kontrolünü hedefliyor gibi. (Burada geçmiş dönemin Büyük girişimcilerinden Selim Edes’in Emlakbank Genel Müdürüne verdiği  rüşvetin belgesini soranlara söylediği sözü hatırlatmak istiyorum: Rüşvetin belgesi mi olur lan pe…k.)       

Müsaadenizle “Genel Halk Sağlığı” üzerinden “Bilim Kurullarının” bizlere GERÇEĞİN kaynağı olarak sunulması meselesi üzerinde –hafızamda kaldığı kadar ile pandemi sürecini özetleyerek- daha ayrıntılı durmak istiyorum.

Halk Sağlığı Her Şeyden Önemli!

Gecenin 00:30’nda Sağlık Bakanımızın gazetecileri apar topar yataklarından toplayarak ülkede 1 (sadece bir) covid vakasının tespit edildiğini duyurması ile pandemi sürecine girmiştik. Ve hemen ardından bütün toplumu korku ve endişeye sevk eden haberler ve görüntüler 7X24 TV’lerden evlerimize akmaya başladı. Asla, halkı korkutma ve endişeye düşürme gibi bir niyeti olmayan Sağlık Bakanımız, her akşam TV’lerden ölü raporu vermeye başlamıştı, insanı dehşete düşüren korkunç görüntüler eşliğinde.

İlk tespit edilen covidlinin hemen ardından teşkil edilen “Bilim Kurulu” ile sürecin yönetiminin Bilim Kuruluna devri yapılmıştı. Bu anormal değildi zira sari hastalıkla mücadele hakkında GERÇEĞİ Bilim adamlarından daha iyi kim bilebilirdi?

Ancak Bilim Kurulu ilk günden itibaren sürekli bilim karşıtlarınca manipüle edildiklerini, kötü niyetli kişilerce iftiraya uğradıklarını, cahiller tarafından halkın korkutularak kandırıldığını, alternatif tıpçıların kendilerine pazar açmak için modern tıbbın çözümlerini kötülediklerini ve GERÇEKLERİ saptırdıklarını, YALAN SÖYLEDİKLERİNİ vs. söyleyerek bu kişilere karşı kamuoyunu dikkatli olmaya, onları dinlememeye, yetkilileri bunlarla mücadeleye çağırdılar.

Ama süre içinde fark ettik ki aslında KESİN GERÇEĞİ bilen bilim adamlarımız o kadar da gerçeği bilmiyorlarmış.

Mesela Bilim Kurulu üyesi bir Profesör HIV ve Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçların corona tedavisinde çok etkili olduğunu TV’lerden açıklayarak tedavi protokolüne bu ilaçları yazdıklarını açıklamıştı.[3]

Nitekim Sayın Sağlık Bakanımız o dönemde HIV tedavisinde kullanılan ilaçlardan 1 milyon kutu alarak depoladıklarını ve bu çok etkili ilacın en yaygın olarak Türkiye de kullandığını duyurmuştu.[4]

Ama sosyal medyada corona hastalarına günde 2 kez, 4’er 4’er kullanlandırılan ilacın, birkaç sene önce mucize ilaç olarak büyük bir ilaç firmasınca piyasaya sürüldüğü ancak beyin kanaması, pıhtı ve inme gibi problemlere neden olduğu fark edilince Avrupa’da yasaklandığı, firmanın elinde kalan ilaçları Türkiye’ye çok ucuza sattığı şeklinde bir dedikodu yayıldı[5]. Nitekim ilacı kullanmaya Avrupa hiç yanaşmamıştı.

Sayın Ömer Döngeloğlu gibi tanınmış simaların ani ölümlerini bu ilaçlara bağlayan paylaşımlar sanal medyadan ortalığa yayılınca Bilim Kurulu üyeleri toplumu “komplo Teorisyenlerine” inanmamaları konusunda defalarca uyardı. Onlar halkın sağlığı ile oynayan bilinçsiz cahil kimselerdi. Bilim Kurulunun tavsiye ettiği ilaçlar ihmal edilmeden harfiyen kullanılması iyileşmek için şarttı.

Ancak 8 Mayıs 2021’de Sağlık Bakanlığı yayınladığı bir genelge ile sessizce ilacın kullanımını tedavi protokolünden çıkarıverdi[6].

Benzeri süreç, corona tedavisinde kullanılan sıtma ilacının da başına geldi. Üstelik bu ilaç 8’er 8’er günde iki kez hastaya veriliyordu.

Kısa sürede sosyal medyada ilacın patentinin Japonya’da olduğu ancak ilacın hastaya verilmesinin Japonya’da yasaklandığı, patentini Japonlardan alan Hindistan’da üretiminin yapıldığı oradan ham alınan ürünün Ankara’da hap haline getirilerek devlete satıldığı; ürün üzerine 2 tane laboratuar çalışması olduğu, iki çalışmanın da ortak raporunda ilacın yan etkileri arasında zatürre, kalp krizi, karaciğer problemleri, çoklu organ yetmezliği vs. olduğu konuşulmaya başlandı.

İlacın, içenleri daha ağır hale getirdiği, faydasının olmadığı söylentisi ile hastaların içmekte tereddüt ettikleri ilacı Bilim Kurulu şiddetle hastalara öneriyor ve “komplo teorisyenleri insanların hayatları ile oynuyor, onlara kesinlikle kulak asmayın” uyarısını yapıyorlardı.

Ancak 2021 yılında Amerikan sağlık kuruluşu FDA bu ilacın tedavide hiçbir faydasının tespit edilemediğini konu eden bir araştırma yayınlayınca[7] bu ilaç da 2 senenin ardından tedavi protokolünden çıkarıldı.

Yine bu dönemde doktorlar arasında kopan; herkese hemen her yerde zorunlu kılınan maske ve karantina uygulamalarının, esnaf kapatmanın faydalılığı/faydasızlığı tartışmaları hâlâ kulaklarınızdadır sanırım.

Ancak bunlardan çok daha büyük bir fırtına aşı meselesi üzerine koptu.

Bilim Kurulu ve aşı firmalarının temsilcileri salgının durdurulmasının ve milyonlarca insanın ölümünün engellenmesinin tek yolunun kitlesel aşı olduğunu ve aşıların çok güvenli, testlerinin tamamlanmış olduğunu iddia ediyorlardı. Çocuklar ve hamileler de hiç çekinmeden vurulabilirdi.

Ancak sosyal medyada anında karşı bir refleks gelişmişti; aşı yapılmayan ülkelerde hastalığın olmadığı, Afrika gibi çok düşük aşı oranı olan ülkelerde bırakın kitlesel ölümleri, aşı yapılan ülkelerden daha az ölüm oranları olduğu konuşulmaya başlanmıştı. Üstelik aşıların etkilerinin onlarca yıllık gözlemler ile ancak bilinebileceği, 2-3 aylık bir süreçle yan etkilerin tespit edilmesinin mümkün olmadığı, iletiden iletiye yayılmıştı.

Bilim Kurulu üyeleri aşıların tüm testlerinin yapıldığı, tüm kontrollerden başarı ile geçtiği, aşı karşıtı doktorların kötü niyetli oldukları, Komplo Teorisyenlerinin “Kul hakkına girdikleri, insanları, hatta kitleleri riske attıkları, onların ölümlerinden sorumlu oldukları, sorumsuz insanlar oldukları, bireysel menfaatleri için şarlatanlık yaptıkları” vs. gibi bilimsel bilgilerle(!) bu iddialara cevap verdiler.

Ancak aradan 1 sene geçtikten sonra Avrupa Parlamentosu'nda ilaç firmalarıyla yapılan bir oturuma katılan Pfizer yetkilisi Albert Bourla, Bilim Kurulu üyeleri kadar kesin konuşmuyordu: Kendisine sorulan “Pfizer'ın kovid aşısı piyasaya sürülmeden önce, hastalığın yayılmasını engelleyip engellemediği test edildi mi? Eğer test edildiyse, verileri komisyonumuzla paylaşmanız mümkün mü?” sorusuna “Aşılar piyasaya sürülmeden önce bulaşmayı engelleyip engellemediğini biliyor muyduk? Hayır.” Cevabını veriyordu.[8] Aynı toplantıda şirketin 2021 yılındaki cirosunu da 45 milyar dolar olarak açıklıyordu.

Üstelik hemen hemen aynı günlerde Amerika’nın Florida Eyaleti Sağlık Şefi Cerrah Dr. Joseph A. Ladapo, “mRNA aşıları vurulan 18-39 yaş arası erkeklerde kalbe bağlı ölüm oranlarında %84 oranında artış görüldüğünü, bu artışın aşılanmamış grupta olmadığını” gösteren bir raporu sosyal medya hesabından paylaştı[9].   

Galiba aşı konusunda da Bilim Kurulumuzun topluma verdiği bilgi doğru çıkmamış, aksine “GERÇEĞİ GİZLEMEKLE” suçlanan kesimin haklı olabileceğine dair deliller ortaya çıkmaya başlamıştı.

Dikkat edilirse halkı dehşete düşürdüğü, korku ve panik yaydıkları, genel sağlığı tehdit ettikleri iddia edilenlerin gerçekten bunu yapıp yapmadıkları göründüğü kadar NET değil. Üstelik halkın sağlığını korumak, onları tehlikelere karşı uyarmakla görevli GERÇEĞİN TEMSİLCİLERİNİN ne yaptıklarını bildiklerine dair de elimizde kesin bir kanıt yok.

Salgının en başında “bol bol sarmısaklı paça çorbası” için dediği için dalga geçilip akademik lince uğratılan Canan Karatay Hanımın tavsiyelerinin salgın sonunda Bilim Kurulu üyelerince dahi kullanılan en popüler tavsiye olması da itimadı zedeleyen bir başka meseleydi sanırım.

Dolayısı ile bu yasa üzerinden “Ana Akım Medyaya”, “Modern Popüler DİNE/Bilime, Küresel ilaç firmalarının ajanslarına, Bilim Kurullarına ve benzeri yapılara karşı muhalefeti kıstığımızda, tartışma ortamını ve alternatif bilgi kaynaklarını yok ettiğimizde bundan faydalanacak olanın HALK olduğu oldukça şüpheli.

Burası şüpheli ancak KÜRESEL SERMAYENİN ve sömürgeci kültürel ve EKONOMİK politikaların uygulayıcılarının önündeki muhalefetin ezileceği kesin gibi duruyor.

Halkın Endişesi

Diğer yandan;

“Halkı endişeye, korkuya, paniğe sevk edecek kamu barışını bozmaya elverişli” yayınlar yapmak ne demek? Bir yayının halkı endişelendirip endişelendirmediğine kim karar verecek?

Mesela ben ekonomik verilere, devletin borç ödemelerine bakıp “yüksek enflasyonist ortam en az 10 sene daha sürecek, daha da fakirleşeceğiz” dersem halkı endişeye sevk eden bir haber mi yapmış olacağım?

Ya da bir parti lideri diğerine televizyonlardan, “Bayyyy Cemal gelirse özgürlüklerinizi kısar…” diye başlayan sert bir nutuk irade ederse, halkı korkutan, karşı tarafı kışkırtan dolayısı ile kamu barışını bozmaya yönelik bir hamle yapmış sayılacak mı?

Şu anda özellikle hükumet destekli medyada Yunan Adalarında Amerika silahlanmasına yönelik büyük bir hareketlilik olduğuna dair yayınlar yapılıyor. Bu savaş demek ve savaş; ölüm, kan, acı, yokluk, yoksulluk demek. Dolayısı ile bu haberleri yapan basın, halkı korkutmak ve endişeye sürüklemek amacıyla yayın yapıyor diyebilir miyiz?

“Yok! Bunlara hâkimler karar verecek.” Denilebilir.

Hâkimler! Cevabı sanırım çok tatmin edici bir cevap değil.

Zira ulus devletlerin Yasama, Yürütme, Yargı üçlemesi üzerine dayalı denge teorisi çökeli çok oldu. Yargının ve yasamanın, atama yetkisini ve maaşını elinde tutanlara tam bağımlı olduğu artık kimsenin sembolik bile olsa itiraz etmediği bir başka “gerçek”.

Gerek 28 Şubat sürecinde, gerek 28 Şubat öncesinde ve sonrasında adalet mekanizmasının siyasi yapıya ne kadar entegre olduğunu ve kararların adaletten çok siyasete bağımlı olduğunu gördüğümüzü sanıyorum. (Mesela FETÖ yapılanmasının içinden simitçi, çaycı, börekçi bile çıkarken hiç siyasi ayağının çıkmaması size de garip gelmedi mi?)

Biraz daha hafızayı zorlarsak o hakimlerin Türkiye'de "don" davasından Başbakan astıklarını bile hatırlamak mümkün. 

Sevgili Bakanımız dahi geçenlerde “bitmez nafakalar” sorununun yasalardan değil, risk almak istemeyen HÂKİMLERDEN kaynaklandığından şikâyet etmiyor muydu? Gerçi sanırım kimse bakanımıza hak vermedi zira siyasi erkle çatışan durumlarda hâkimlerin risk almak istememelerini kimse garipsemez, materyalizmin kutsandığı topraklarda?

Dolayısı ile hâkimler de, TANRI’NIN koltuğu olan “hakikatin kaynağı” olmaya uygun figürler değil kanaatimizce.

“Yahu Ak Parti iktidarda!

Haksızlığa ya da kanunun suiistimaline müsaade etmez” diyecek Ak Parti sempatizanlarına, defalarca söz vermesine rağmen “geçe bırakılmamış evlilik” mağduru olan GENÇ evli mağdurlar karşısında ne kadar tedirgin ve ürkek davrandığını ve mağduriyetleri gideremediğini, Feminist kadın ve Queer LGBT Dernekler karşısındaki mütereddid AİLE politikasını, hâlâ Toplumsal Cinsiyet Politikalarının eğitimde ve kamu kuruluşlarında devam etmekte olduğunu ve 20 senedir sivil anayasayı yapamadığını hatırlatırım. Yani bu topraklarda yapılan hatanın telafisi öyle kolay olmuyor.

Unutmamak lazım bir hata yarım saatlik meclis oturumu ile işlenebiliyor ancak düzeltilmesi on yılları, bazen yüzyılları bulabiliyor.

Üstelik Koltuk babamızın mülkü değil, bir gün bir başkasının eline geçecektir.

Olur da o koltuğun sahibi değişirse bir Bilim Kurulu üyesi çıkıp “Ben doktorum. Başörtüsü sağlığa zararlı, başın ve saçların güneş görmesi lazım” derse, “çocuklara dini eğitim vermek psikolojilerini bozuyor” derse, “sakallılar toplumda korku ve endişe yayıyor” derse, bu GERÇEKLERE karşı çıkmak 3 senelik hapis gerektirecek farkında mısınız?

Sonsöz!

Kendi iktidarımızı veya taraftar olduğumuz yapıyı tahkim etmek amacıyla konuşma, tartışma, itiraz kanallarını tıkamak daha önce sayısız kralın, diktatörün ve tiranın denediği bir uygulamadır. Bu iktidarın ömrünü uzatır ancak toplumu korkak, ürkek, karaktersiz, izzetsiz ve ahmak kılar. Sansürü ve konuşma imkânını kısarak uygarlık üretmiş, erdem sahibi olmuş hiçbir topluluk yoktur.

Sahi emin misiniz, Dilipak’a bile Akit TV’de program yaptırtmayan tek boyutlu bir sansür ortamının hayırlı bir şey olduğundan?

Sahi siz emin misiniz, Yüce Devletlilerimizin küresel şirketlerin, küresel para babalarının değil de daha çok sıradan halkın endişelerini dert edindiklerinden?

Sahi emin misiniz 1925 yılında “dinsel gericiliğe” karşı ülkede huzuru temin etmek için çıkarılan Takrir-i Sükun Yasasını, bugün halkın genel sağlığını bahane ederek diriltmenin faydalı bir eylem olacağından?

Sahi emin misiniz, Meclisten geçen bu yasanın, 150 yıldır topluma atılmış nihayetsiz kazıklar zincirinin devamı olmadığından?

Ahmet Hakan Çakıcı

Rebiülevvel 1444/ALANYA

Zeyl: Bu yasayı destekleyen bir beyefendi, “Bu yasa nesli ve aileyi koruyacak” demiş.
Madem derdimiz nesli ve aileyi korumak neden yasayı “halkın genel sağlığını tehdit eden” diye geçiriyoruz da “halkın genel ahlakını tehdit eden” diye geçirmiyoruz. Böylece YANLIŞ anlamaları ve manipülasyonları da önleriz?

Yoksa “Ahlaka uygun yasa” kelimesini bırakın yasaya, ağzımıza almaya bile cesaret edemiyor muyuz?  


[1] https://timebalkan.com/bulgaristan-meclisi-istanbul-sozlesmesini-onaylama-surecini-durdurdu/

[2] https://t24.com.tr/haber/akp-li-vekilden-sansur-yasasi-itirafi-bu-yasayi-ve-ozellikle-29-uncu-maddeyi-amerikali-ilgililerle-konustuk,1065684?fbclid=IwAR3ypmCP7ffSWdYQWXqKF7SErj7zHPzZzMj577DbHNfxSzlcrSm4ieB89Xo

[3] https://www.posta.com.tr/son-dakika/koronavirus-tedavisinde-kullanilan-ilaclar-aciklandi-2243859

[4] https://www.yeniakit.com.tr/haber/bakan-fahrettin-koca-gurur-duyun-deyip-acikladi-1-milyon-kutu-ilac-mujdesi-1169203.html

[5] https://medyascope.tv/2020/03/20/doktorlardan-saglik-bakanligina-saglik-calisanlari-icin-koronaviruse-karsi-plaquenil-onerisi-ilacin-kutu-maliyeti-17-lira/

[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik-bakanligi-koronavirus-tedavisinde-tartisilan-ilacin-kullanimini-durdurdu-1834510

[7] https://www.nature.com/articles/s41598-021-90551-6

[8]https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pfizerin-yetkilisinden-soke-eden-kovid-asisi-itirafi-testlere-tabi-tutmadan-piyasaya-suruldu-586481h.htm?ysclid=l9dwd2178d396832192

[9] https://content.govdelivery.com/accounts/FLDOH/bulletins/3312697


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder