Allah Neyim Olur? 5 - Kime İnsan diyeyim? Vahyin Muhatabı İnsandır.

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 17 Şub 2012 2 yorum
Kime insan diyim?
Vahyin muhatabı “insan”dır.
Grup çalışmamızda “insan kimdir?” sorusu haftanın sorusuydu.
Bir önceki hafta  “Arkadaşlar biz “insan” diye kime deriz ?” Bu sorunun üzerinde tefekkür edip/beyin patlatıp/vakti yorup öyle gelelim demiştik.

İnsan kimdir? Kime insan denir? 
Kimdir “ insan bu” dediğimiz?
Kimdir  “insan değil bu” dediğimiz?


Kafa yoran arkadaşlardan gelen tanımları toplayınca; “ İnsan, yeryüzüne nefes alıp veren,  iki ayağı üzerinde durup konuşan, derdini anlatabilen, arzu eden, tanımlaya bilen, seçebilen (irade gösteren) alet kullanan, duygulanan, aşık olan, düşünen, sanat icra edebilen, bir insandan doğan, ekonomi/iktisadı inşa edebilen  vs ……………..varlığın  ismidir.” Gibi bir tanım cıktı ortaya.

Ancak tarifin kendi içinde bile bu kadar uzun ve karışık olması önerilen tanımların sorunlu olduğunu  göstermez mi? Yani biz ya da sosyoloji ve hatta felsefe  kime insan diyeceğiz sorusunun karşısında ortak bir kanaat geliştirememiş diye düşündük. Hepimizin bu konuda kafası karışıkmış gibi geldi bize. Her fikir kendi ikliminden, hizbinden, coğrafya ve zamanından cevaplamaya çalışmış bu soruyu.
O halde bizimde kendi tanımımızı üretmemizin sakıncası yoktur sanırım. Mademki herkes kendinden (kendi kutsalından)  insanı tarif ediyor.

Acaba fıtrattan hareket ederek bu soruyu cevaplaya bilir miyiz? Sorusundan yola çıktık.
 Kızdığımız sinirlendiğimiz anlarda “insan mısın ulen sen?” “insan olan bunu yapmaz!”, “insan ol, insan!”, “insanlığını yitirmiş.”, “insanlık yoksunu”, “ insan değil!”, “insanlığın bittiği an'” gibi deyimler öfkenin, aklın yerine geçtiği , reflekslerin kontrol edilebilenin yerini aldığı anlarda dilimizden (gönlümüzden) dökülebilir. Bu deyimlerle muhatabımızın hangi sıfatlarının altını çizerek görünür kılmak isteriz?

 Ve ya “insanlık” “insanlıklı” “insancıl biri” “insanlığı yüksek” gibi deyimlerle hangi sıfatların görünür  olmasını, dikkatlerin o sıfatlara yoğunlaşmasını talep ederiz.

“İnsan olan bunu yapmaz”  deyimini beraberce sorguladığımızda;  “insana yakıştırılamayan” sıfatlardan tespit edebildiklerimiz  “kan dökücülük, zorbalık, yalancılık, zalimlik, fitnecilik, dedikoduculuk, iftiracılık, tecavüzkarlık, aldatma, sahtekarlık, dolandırıcılık, nankörlük, cimrilik, namussuzluk, edepsizlik, utanmazlık, şerefsizlik, acımasızlık, hainlik, ihanet vs ” oldu.  Bunların tamamı Kuran’da lanetlenen Şeytan’ı tanımlarken sayılan  haller ve sıfatlar.

“İnsan bu” diye bilmek için muhatabımızda görmek isteyeceğimiz sıfatlar ise “merhamet, vefa, cömertlik, doğruluk, saygı, edep, terbiye, haya, namus, izzet, şeref, cömertlik, koruyan, yardım eden, adil, dürüst, sabırlı… “ Bunların tamamı da Allah’ın isimleri yani Esma-ül Hüsnadan ya da bu isimlerin türevleri.

Kızıp sinirlendiğimiz ya da benciliğimizi/kibrimizi yenip takdir etme ihtiyacını hissettiğimizde kullandığımız kelimeleri  tahlil edince ortaya böyle bir tablo çıkıyor. Bu tespitlere bakarak, şu sonuca varmak sanırım saçma olmaz.

Yaratılan Allah’ın sıfatlarını üzerinde biriktirdiğince “insan”a yaklaşıyor, Allah’ın sıfatlarını terk ettiğinde o sıfatların yerini şeytani haller alıyor ve insanlıktan uzaklaşıyor. 
Tin suresinde “Biz insanı en güzel halde yarattık ama o aşağılıkların aşağılığı oldu..” mealindeki ayetin anlattığı da bu olsa gerek.

Kişi gönlünde/kalbinde/ruhunda/benliğinde/vucudunda Rabbinin sıfatlarını taşıdıkça insanileşir. Kişi Rabbinin sıfatlarından uzaklaştıkça, Şeytanın sıfatları orayı işgal edip şahsı insanlıktan uzaklaşır.  Şahıs insanlığını yitirir ve aşalık bir varlığa dönüşür. Bizim bu kelimlerden anladığımız bu oldu.
Mevlana’nın söylemeye çalıştığı da bu olsa gerek. “Allah, kulunda kendini görmek ister.” Evet Allah kulunda kendi sıfatlarının hayat bulduğunu, hakim olduğunu görmek ister.  Tasavvufilerin “Kul’u Allah’ın (cc) aynasıdır ya da tersi Allah (cc) kulunun aynasıdır.” Ve  Ali  Şeriati’nin “ben Allah’ın akrabasıyım, insanım yani” dediklerinde anlatmak istedikleri de bu olabilir.

Halifelik bu olsa gerek.  Halife, bulunduğu yerde Allah’ın sıfatlarının yaşayanı, yaşatanı, yayanı, hatırlatanı, sahip çıkanıdır. Buna “insan” dense yeridir. O zaman şöyle desek edepsizlik etmiş olur muyuz ? Yeryüzünde Allah’ın halifesi, Allah’ın sıfatlarını taşıyan insandır.

Kuran’da insanın yaratılışı anlatılırken meleklerden “yeryüzünde kan döküp fitne çıkaracak birini mi yaratacaksın” şeklinde gelen itiraza Allah (cc) “Ben bilirim. Siz bilmezsiniz.” Diyerek itiraz ederken, Şeytanın “ Ben sıratı müstakim üzerinde oturup onlara vesveseler, bahaneler bulacağım” sözlerine “Sen benim Salihlerime dokunamazsın” diyerek cevap verir.Bu haliyle şeytana ve meleklere karşı “ben insanın kefiliyim” demiş olmaz mı  aziz Allah (cc) ?  Vekili demiyorum kefili diyorum.

Maide suresinde Yahudileri lanetlerken  “onlardan merhameti aldık, ve kalpleri taş kesti” denir. Allah  (cc) bir kavimden onlara vermiş olduğu bir sıfatını geri aldığında onlara azap etmiş olur. Çünkü bu sıfatları olmayanların Allah’ ile( vahiy ) muhatap olmaları mümkün değildir. Onlar duysalar da işitemezler, görseler de ibret alamazlar, kalpleri taş kesmiştir hissedemezler.

Çünkü vahyin muhatabı, insandır.

Ne demek bu?  “vahyin muhatabı insandır demek” İnsanileştiğimiz oranda vahye muhatap oluruz demek değil midir? Yani, İnsaniyetini kaybettikçe insan vahyi de yitirir insanlığı ile beraber ?
Ters ten söyleyelim “vahyin” kendisini açması için insanileşmek gerek.

Toparlayıp sorularımızı soralım.

İlk sorumuzu şöyle soralım ben kendi insan tanımıma göre  “insan”mıyım? Ben kendi insan tanımıma göre “insan” sayılabilir miyim ?

Bu anlamda vahye ne kadar muhatabım yahut vahiy beni ne kadar muhatap alır?
İkinci soruyu şöyle toparlayalım;

Sahip olduğum öncelediğim sıfatlarım/huylarım/ Allah’ın halifesine yakışır mı? Bu sıfatlara bu hallere bu özelliklere bu karaktere Allah kefil olur mu?

Söz verdim, sözümü tutarım kefilim Allah. Allah’ın rızası bende her şeyden öncedir, kefilim Allah. Yalanım yok, kefilim Allah.Cimri değilim, kefilim Allah. Şikayeti olan Allah’a gitsin, kefilim Allah.

Şikayet getirecek olana kefil olur mu Allah?

                                                     Ahmet H. Çakıcı     05/04/2012  ALANYA

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

2 yorum:

Eyüp dedi ki...

Tin suresinde “Biz insanı en güzel halde yarattık ama o aşağılıkların aşağılığı oldu..” mealindeki ayetin anlattığı da bu olsa gerek.
...

5- Sonra onu, esfelesâfîlîne iade ettik.

Summe, sonra demektir ve zamansal bir süreci anlatır. Burada en güzel potansiyel ve şekilde yaratılan insanın iman edip sâlih amel işlemesi için tanınan hayat süresi manasındadır.

Redde, bir şeyin bizzat kendisinin geldiği yere geri çevrilmesidir. ''Radettuhu fertede'', ''Onu geri döndürdüm, o da geri döndü.'' demektir. Bu anlam şu âyette de geçer: “İşte böylece, o’nu annesine iade ettik.” Kasas:13 Bebek Musa, annesinden ayrılıp Allah’ın yardımı ile kısa bir seyahatten sonra süt anne olarak gerçek annesine iade olmuş, geri dönmüştür.

Tîn sûresinde esfelesâfîlîne iade eden kulun kendi kendisi değildir, bu fiilin faili Allah’tır. Fail Allah ise el-Hayr olan Allah’tan şer sâdır olmayacaktır. Zira ''Başınıza gelen her hayır Allah’tan, her şer kendi ellerinizdendir.'' diyen Nisa sûresi 79. âyeti çok nettir. O zaman esfelesâfilîn, genel olarak algılandığı gibi ruhsal ve manevî anlamda çöküşü anlatan olumsuz bir durum değil, Allah’ın kesintisiz ecre kavuşmamız için koyduğu hayırlı bir hüküm olmalıdır.

Sufl, yüksekliğin zıttıdır. Sefule, indi; fehuve sefil, “O alttadır.” anlamlarına gelir. Esfele, daha yükseğin zıttıdır. Çukurun dibi, en derin yeridir. Bu manada Nisa sûresi 145 şöyledir:“Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı (el esfeli) tabakasındadırlar.” Bu âyetten de açıkça anlaşıldığı gibi tabakalı olan ve derin çukur manasındaki cehennemin fizikî olarak en aşağı dip kısmına Kur’an “esfeli” demektedir.

Esfelesâfîlîn tamlaması ise en güzel bir şekilde, yani bedende yaratılan, nimet ve imkânlar verilen insanın bu bedeni er ya da geç terk edip öleceği ve verilen bedenin geldiği yere iade olunacağı hatırlatılmaktadır. Sanıldığı gibi esfelesâfîlîn;aşağılık, bayağı, rezil ve sefih manasında olumsuz bir kullanım değil; en altta, zeminde olan arz/yer ve toprak manasındadır. Kur’an insanın inşasının arzdan olduğunu ve bunun amacının ölüm gelmeden önce tevhide bağlı kulluk olduğunu Hz.Salih’in dilinden şöyle ifade eder: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzdan/yerden yaratan ve orada, size imarettiren O’dur.” Hud:61.

İncir ve zeytin(Suriye, Filistin,bir bütün olarak Akdeniz bölgesine, civar yerlere), Sina Dağı ve emin beldeye yemin edilerek; geçmişte yaşamış peygamber ve insanlar, şimdi yaşayan ve gelecekte Kur'an'a muhatap olacak tüm insanlar, yukarıdaki âyetlerde ''ahsenitakvimve esfelesâfîlîn'' kavramlarıyla dile getirilmiş olan insanın elementeryaratılış yolculuğundaki en güzel kıvamda yaratılışı ve sonrasında ölüp toprak oluşu anlamında, yaratılışın kendisiyle başladığı başlangıcın en başlangıcı, en alt ve ilk noktası olan toprağa iade edilişi/döndürülüşü hakikatine şâhit gösterilmektedir. Bütün insanlar, toprakla(esfelesâfîlîn)başlayan bu elementer yolculuktaki en güzel kıvamdaki yaratılışa(ahsenitakvim) ve en alt duruma(toprak-esfelesâfîlîn) iade edilişine hem gözleriyle, hem de bizzat kendi bedenleri ve ölüp toprak olmalarıyla şahitlik etmektedir. Bu bağlamda esfelisâfîlîn, insanın elementer yaratılış sürecindeki en altta/en dipte yeralan toprağa dönüş olarak algılanmalıdır. İade edilmek de, bu ilk hâle döndürülmeye işaret eder. Özetle ahsenitakvim ve esfelesâfîlîn ifadeleri,elementer yaratılış döngüsünü ifade etmektedir. ( Elementer YaratılışDöngüsü: esfelesâfîlîn-ahsenitakvim-esfelesâfîlîn/toprak-insan-toprak)

Her nefis ölümü tadar; ancak ölüm, iman edip sâlih amel işleyenler için ecrin kesilmesi değil, kesintisiz ve tarife sığmaz bir şekilde artarak devam etmesidir. Şimdi bir sonraki âyetle devam edelim…

http://www.kurandanhayata.com/TiN_S%C3%9BRESi_haberi_408.aspx

Ahmet H. Çakıcı dedi ki...

Eyüp Bey,
istifade ettim. Çok teşekkür ederim.

Yorum Gönder