Bana sorulsaydı insanı;
"unuttuğunu unutan varlık" diye tarif ederdim.
İnsan kelimesinin nereden türemiş olduğuna dair kanaatimi ise - yakınlık arkadaşlık anlamındaki- ÜNS kökü yerine -unutmak anlamındaki- NİSYAN kelimesinden yana kullanırdım. Çünkü insan unutmaması gerekeni UNUTABİLEN bir varlıktır.
İnsan yaratma ve rızk verme bakımından gerçekte hiç bir gücünün olmadığını ona hatırlatan ne varsa unutur; üst üste karanlıklar içinde olduğunu, daha başında, yokluğun karanlığında (anne karnında ve öncesinde-AHÇ) ve nihayetinde hislerinin karanlığında (bebekliğinde-AHÇ) olduğunu unutur.
Her biri yek diğerinden daha ağır yoksunluklar içinde olduğunu, daha başlangıçta ışıktan yoksunken, nihayet bilgiden yoksunluğunu unutur. Gözüne görme, kulağına işitme, aklına düşünme yetisini kendisinin vermediğini unutur. İnsan ne varsa unutur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, Önsöz'den
Anneni ilk gördüğün anı hatırlıyor musun? Babanı? Dünyayı? İlk yürüdüğün anı? İlk yediğin yemeği, emdiğin sütü? Altını kirlettiğini? Anne karnındaki zamanını? Geçen sene ne yaptığını? Geçen hafta ne yediğini?Hatırlamıyorsun diye bunlar olmadı diyebilir misin? Ya daha gerisini de hatırlamıyorsan?
Durum ne olursa olsun unutmanın şaşkınlığı içinde debelenmektense hatırlamanın deruni varlığı daha iyidir.(Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s: 29 )
İnsan, anne
karnındaki zamanını unutur, doğduğu anı unutur, ilk yürümesini, ilk annesini
görmesini, ilk kelimelerini unutur.
Yediğini
içtiğini unutur. Kendisine yapılan
iyilikleri unutur, kendisine verilen emekleri unutur. Sonunda çocuklarını hatta
kendisini bile unutur.Unutmaya
kendisini, kendisinin yaratmadığını unutarak başlar.Kendi aklını,
kendi gözünü, kendi kulağını kendisinin programlamadığını imal etmediğini
unutarak devam eder, diyor sanırım.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s.155 (Mezid'ten)
Birisi elinde Kırbaçla başımızda beklemiyorsa düzenli saatlerde biryerlerde olmayı, o yerden izin verilmedikçe ayrılmamayı, sevmediğimiz, inanmadığımız, hatta karşı olduğumuz işleri yapmayı kölelik olarak görmüyoruz, diyor sanırım.
---------------
Onların
kalpleri Hakikati kavrayamayacak durumdadır. (Araf 179)
Onların
kalpleri mühürlenmiştir. Artık kavrayamazlar.
(Tevbe 87)
Biz
onların kalplerinin üzerine hakikati kavramaların Engel bir perde indirdik..
Kalplerine ağırlık verdik. (Kehf 57)
Bu
ayetlerin üzerine düşününce FIKH, kalp ile bilmek (ilim) ya da kalp ile anlamak
(Fehm) demektir.
Bu anlayışla fakih ile kastedilen anlam, anlayış ve kavrayışında KALBİNİ vasıta edinen demektir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:684
Rasyonalite, BEYİN ile düşünmektir. AKIL, kalp ile düşünmeye denir.Yani EGOnun ve Menfaatin seviyesinden (hayvaniyattan), HAKKIN rızası seviyesine (insaniyat) çıkmaktır.Kalp ile bilmeye İLİM, Beyin ile bilmeye sanırım MALUMAT sahibi olmak DENİYOR.Kalp ile Akletmeye FIKH, beyin ile düşünmeye Menfaati koruma/yaşama gayreti deniyor, diye anladım.
----------------
"Nihayetinde insan, hakkın ve doğrunun kendi görüşünde, bâtıl ve yanlışın başkasının görüşünde bulunduğuna inanarak kendi görüşünü donuklaştırmamalıdır."
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s.33
Kendisinin kesin doğru, karşıdakinin kesin yanlış olduğunu düşünen, kendini DONDURUR. Sanırım bu, istiğna (kendisini kurtulmuş, mutlak doğru) görme makamıdır.Haf ve Reca (ümit ve korku) makamı insanı diri tutar da diyor olabilir.
İnsanın
UNUTKANLIĞI öyle bir derecedir ki; hayrı şerr, Şerri hayır sanabilir.
Bununla kalmaz, muhteşem aforizmalar icad ederek, kesin postulatlar ortaya atarak, büyük ve iddialı tezler ileri sürerek HAK ilan ettiği batıla; iyilik saydığı kötülüğe- teorik kılıflar bulup durur.Böylece o kendisine, varoluş ve işleyişe dair tek yasası, unutmaktan ibaret olan kurgusal bir dünya kurar.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:28
İnsan öylesine
unutkan ve öylesine "dostunu düşmanını" bilmezdir ki; düşman
edindiğinin kendi dedesi olduğunu, idol edindiğinin düşmanı olduğunu bile fark
etmeyebilir; Hayrı ve şerri öylesine karıştırabilir ki, kendisini sömürenleri
TANRI, özgürleştirmeye çalışanları düşman edinebilir. Öylesine demagogtur ki,
teşhirciliği özgürlük; deyyusluğu centilmenlik, gavvatlığı çağdaşlık,
fahhişeliği İŞÇİLİK diye BİLE tanımlayabilir, diyor sanırım.
Bu
dünyanın başına gelen ve onun modernite ile olan tarihini şekillendiren en
büyük unutmanın, yatay boyutlu insanı iğdiş eden, çift yönlü bir unutma
olduğunun altını çizelim.
Modern insan kamu yönetiminin ve ibadetin, kendi hayatında olabildiğince iç içe olduğunu unutmuştur. Halbuki insan hayatın içinde olduğu müddetçe ibadet etmekte, ibadet ettiği ölçüde hayatın içinde olmaktadır. Gel gör ki, modern hayat ibadeti ve siyaseti, insan nezdinde farklı hatta zıt şeyler olarak tanımlamıştır. Kamuoyu yönetimi ile siyasetin ayrılması EGEMENLERE alan açmış ve kalabalıkların tam anlamı ile boyun eğmesini sağlamıştır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:30
Tanrı
fakirlerin yanında GÜÇLÜ, zengin kapitalistlere, firavunlara, diktatörlere,
tağutlara itiraz eden kurumun adıdır NE zaman ki DİN ve devlet işleri ayrıldı
numarası ile TANRININ (fakirlerin) GÜÇLÜLERİ sigaya çekmesinin önü kesildi
ZENGİN ve güçlüler, yönetici elitle anlaşarak ALT tabakaların yurtlarından,
paralarına her şeylerine el koydular, diyor sanırım.
----------------
Siyasi aktör fiziki dünyaya yönelik işlerde söz sahibi olup tamamen bunlara dair pratiklere hükmetme gücüne sahip olunca daha da yükselerek daha fazla iktidar elde etmenin yollarını aramaya başlar.
Böylece şahsına karizma ve metafizik değer, eylemlerine ise dokunulmazlık ve kutsallık atfetmeye başlar. Sonuç olarak FİZİKSEL bir durumu METAFİZİKSEL bir idealizm durumuna yükseltir
BU anlamda siyasi aktörün metafizik âlem ile konumlanışı son kertede fiziki âlemi metafizik alem kategorisine yükseltme uğraşısıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:75
1- Tanrıyı ve
GAYBI reddedenler, TAnrıyı ve GAYBI yok ettiklerinde KENDİLERİNİ Tanrının
yerine koyar, GAYBI şahıslarını için üretirler.
2- İnsan ufak
bir başarı elde edince Şeytan kulağının dibinde bitiverir: "Sen var ya
seeeeen, acaipsin! Müthiş öngörülerin var.Senin zekanla
yarışacak kim varmış? Şans küpüsün. Tanrı seni Koruyor, arkanda. Senin yerini
alabilecek kimsecik yok!" diye fısıldamaya başlar.
Bu insanda,
Tanrılaşma Temayülünü harekete geçirir.
Fiziksel ALEM
metafiziksel bir boyut kazanır.
Tanrıya YOK
diyenler kendileri TANRI rolü kesmeye başlarlar, diyor sanırım.
Zeyl: "Sana bir fetih geldiği zaman İSTİĞFAR et, Rabbine yakınlaş" denmesi boşuna değil sanırım. (17.12.2022)
NEFSİN, insan üzerinde bir iktidarı olmasa, insanın insan üzerindeki tahakkümünün bu şekilde Tanrılaşmış iktidar tasallutuna dönüşmesi söz konusu olmazdı.
Bunun sebebi nefsin görevinin insana, her şeyi kendi benliğine nispet ettirmesidir.
İnsan,
her iyiliği kendisine MAL etme güdüsüne kapıldığında despotlaşır. Fakat nefsi
ona despotluğunu da sevdirir. (Despotluğunu göremez.) Köleleşir, köleliğini
sevdirir (Köleliğini göremez.); Haksızlık eder, haksızlığını sevdirir (haksız
olduğunu göremez).
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:46
Yeşil Efendiden alıntılamıştık.
"Nefsaniyet
öyle kötü bişidir ki, insana iyiyi kötü gösterir. Hz Yusuf'un kardeşleri
nefsaniyetlerinden kendilerini iyi, Yusuf'u kötü bilmediler mi? Onu kuyuya
atmayı iyi bir şey görmediler mi?" (17.12.2022)
------------------------
Allah'ın
birliğini ifade eden vahdaniyet kavramı, yaratılış itibari ile insanın kalbine
doğal ve içgüdüsel olarak yerleştirilmiş olmasaydı, insan, bilmediği şeyi
istemeyeceği için bu sıfatı Allah'tan gasp ederek, uluhiyet makamına kendisinin
layık oldu iddiasında bulunamayacaktı.her halukarda ateist, fiziki kavram ve
olgulara bir değer atfetmeye çalışarak, zat-ı ilahiye makamını alaşağı etmek
pahasına kendi Benlik ve Zatını Yükseltir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:95
Aslında
BENLİĞİNİ ve ZATINI fark ettirmek isteyen Ateist; YOK dediği Tanrının koltuğuna
oturmak ister, diyor sanırım. 17.12.2022
------------------------------
Dindarlık, kesbi, yani sonradan kazanılmış olmayan, yaratılışa ait fıtri bir davranıştır. Metafizik değerlerin fiziki dünyaya aktarılmasının ifadesi olarak teşhid (gelecekte olanı) tahayyül etmek değil, (geçmişte Elest Bezmi'nde olanı) hatırlama (tezekkür) faaliyetidir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:85
İnsan dünyayı
gelecekte hayal ettiği şeylere göre inşa etmez; Geçmişte sahip olduklarının
özlemi ile inşa eder. Yani bilmediği bir şeylerin arayışı ile değil, geçmişten
gelen doğrudan hatırlayamadığı ama kalbinde özlemini duyduğu,tanımlayamadığı
ama ruhunda hissettiği şeylere tekrar kavuşmak için çalışır, diyor sanırım.
Geçmiş
dediğimiz, Dünya'ya doğum öncesi.
Olur mu öyle
şey demeyin: Anne karnındaki zamanı hatırlıyor muyuz ki, daha öncesini
hatırlayalım. Biz hatırlamıyoruz diye o YOK demek değildir ki. (17.12.2022)
-------------------------------------
Allah'ın birliğini ifade eden vahdaniyet kavramı, yaratılış itibari ile insanın kalbine doğal ve içgüdüsel olarak yerleştirilmiş olmasaydı, insan, bilmediği şeyi istemeyeceği için bu sıfatı Allah'tan gasp ederek, uluhiyet makamına kendisinin layık oldu iddiasında bulunamayacaktı. her halukarda ateist, fiziki kavram ve olgulara bir değer atfetmeye çalışarak, zat-ı ilahiye makamını alaşağı etmek pahasına kendi Benlik ve Zatını Yükseltir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:95
Aslında BENLİĞİNİ ve ZATINI fark ettirmek isteyen Ateist; YOK dediği Tanrının koltuğuna oturmak ister, diyor sanırım. (17. 12.2022)
Agnostik (düşüncesini üzerine inşa ettiği ŞÜPHECİLİK zemininden şüphe etmez). Bir taraftan hiçbir şeyi bilemeyeceğini iddia ederken, bir taraftan da bunu bildiğini söyler. Mesela TANRININ varlığının bilinemeyeceğini söylerken (tanrı'yı askıya alıp orada bekletirken) bu bilgiyi kesin bilgi olarak sunar. Böyle Agnostik TAnrının bilinemeyeceğini KESİN BİLGİ haline getirir. Halbuki AGNOSTİK felsefesinin gereği olarak bu bilgiden de şüphe etmeliydi.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:97
Her şeyden
şüphe ederim ama kendimden değil, diyor sanırım.
Zeyl: Aklıma
cahiliyedeki Arapların Önce elleri ile put yapıp sonra acıkınca onu yemeleri
geldi.(19.12.2022)
-----------------
İnsanın yaratışındaki ilk misak/sözleşme Allah ile yapılan ahittir. Bunun onun ruhundaki etkisi uluhiyet ve vahdaniyyet ihtiyacı olarak kendini belli eder. BU etki nedeniyle ömrü boyunca tapınacak bir şey arar.
Ya Tanrıya tapınır ya da onun yerine tapınacak bir tağut (para, EGO masa, kasa , nisa, lider, ideoloji, takım vs.) bulur.
HAk ile BAĞ-lantı (ibadet) koptuğunda o bağı bağlayacak bir PUT arayışı başlar.
Abdurrahman TAha'dan anladığım kadarı ile.
Zeyl: Dindarların
Rablerinin önündeki secdeleri hemen fark edilir bir tapınmadır. Ancak Para,
GÜç, Makam, GÖSTERİŞ, KİBİR ile edilen secdeler daha Gizli KAPAKLI secdeler
oldukları için hemen fark edilmeyebiliyor. (19.12.2022)
Sadece ve sadece, ruha ölümsüzlük bahşedebilecek olan ahlaki vasıflar ile donanmış muhabbet/mutluluk arayışındaki kişi, varlığın sırrını anlamayı talep edebilir. Çünlükü VARLIĞI kavramak ahlaki erdemlerle vasıflannmanın ön şartıdır. Ahlaki güzelliklere sahip olmak ise huzurlu olmanın şartıdır. Huzurlu olmak ise ölümsüz olmanın şartıdır.
Abdurrahman
Taha. Dinin Ruhu, s:141
Zor iştir TANRI
olmaya çalışmak. Sıradan bir insan olmamak için çırpınmak. (22.12.2022)
Ve
bu ontolojik bir hakikattir.
Bu hakikat insanı kendisini hissedebilen bir varlık haline getirir.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:147
"Artık daha az yiyeceğim" diyorsun, "sigara içmeyeceğim" diyorsun, "artık kızmayacağım" diyorsun, "Kafama takmayacağım" diyorsun,
"Daha
fazla harcamayacağım" diyorsun, "dostlarıma gösteriş
yapmayacağım" diyorsun; Ama sonra eline imkan geçince nefsinle yani
KENDİNLE cedelleşmeye başlıyorsun.
Sonunda GALİP
gelip sana Aklına, dinine, imanına, ahlakına, sağlığına, huzuruna, keyfine,
ailene, geleceğine rağmen EYLEM yaptıran şeye NEFSİM diyorsun. Halbuki o,
senden gayrı bir şey değil.
O Sensin, diyor
sanırım.
Zeyl: BU konu
önemli zira bundan sonra gireceği EGEMENLİK ve İKTİDAR tutkusu konusu bunun
üzerinden işlenecek. (22.12.2022)
Bir dini aktörün (Mü'minin, Müslümanın) motivasyonunu sağlayan şey Allah'a kul olma (taabbud) O'nun rızasına erme isteğidir; lakin bir siyasi aktörün motizvasyonunu sağlayan şey EGEMENLİK (teseyyüd) TAHAKKÜM ETME isteğidir. Mü'min motivasyonunu daha ebedi alemde iken ruhuna yüklenmiş FITRİ hafızadan alırken, diğeri enerjisini kendisine şehadetler aleminde (dünyada) verilmiş nefsinden alır. Yani siyasi aktörün kutsal alemi (CENNETİ) dünyadır.
Abdurrahman TAHA, Sinin Ruhu, s:149
Her ne kadar
"Vatandaşa hizmete sevdalıyız", "Bizim derdimiz Allah
rızası" deseler de aldanma asıl mesele TAHAKKÜM ETME şehvetidir, diyor
sanırım.
Zeyl: Vatandaşa hizmet Aşkının diğeri ismi YEryüzü TANRISI olma AŞKI'dır diyor olabilr mi? (23.12.2022)
---------------------
Siyasi aktör bilerek ya da bilmeyerek fıtratına yerleştirilmiş ibadete dayalı semantik alanı, nefsani alana transfer etmeye çalışır.
Ancak siyasi aktör, bu semantik alan vasıtası ile dini aktörü taklit ederek İBADET ve TAPINMA eylemlerine yönelmez,tam tersine fiziki dünyada kendini TANRI yerine ikame etmek suretiyle kendi egemenlik alanını inşa etmeye çalışır. Öyle ki metafiziksel alemde Tanrının ne kadar yetisi varsa hepsini bu alemde kendisinde görmek ister.
Abdurrahman
TaHA, Dinin Ruhu, s:150
Siyasi aktör
eleştirilemez, sorgulanamaz, hesap sorulamaz, karşı gelinemez, itiraz edilemez,
HEr şeyi bilir, HEr şeye KAdir, Her istediğini yapar; "OL deyince
oldurtan, isteyince GÜLDÜRTEN, isteyince AĞLATAN, herkesin önünde boyun eğdiği
hatta secdeye kapandığı vs. bir VARLIK olmak isterken aslında yaptığı TANRIYI
yeryüzünde taklit etmeye çalışmaktır, diyor sanırım. (23.12.2022)
Dini aktör, uluhiyet ve rububiyet sevgisini ruhunda taşımasına mukabil, siyasi aktör bu sevgiyi NEFSİNDE taşır...
Bu yüzden siyasi aktör, vatandaşların zahiri alanına egemen olma arzusu ile yetinmeyerek, onların bedenlerini de kendi emrine verilmiş meta olarak görür. Hatta daha ötesi onların kalplerini de esir alarak, batıni amellerinin egemenliğini de kendi eline almaya çalışır.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:151
Geçmişin Diktatörlerinin,
Firavunlarının Despotlarının Tanrıcıklarının askerleri, paralı satın alınmış
elemanlar vardı. Şimdi onların sanal medyası, Yapay zekalı takip sistemleri, TV
kanalları, kameraları var.
Yatak odasına kadar takip edip, kişinin kendinin dahi farkında olmadığın özeliklerini fark etmek, her anını kontrol etmek, KALPLERİNİ diledikleri gibi EĞİP BÜKMEK istiyorlar. Hiç de başarısız sayılmazlar. (24.12.2022)
------------------------------
Onlardan her biri ellerindeki yetki çok az bile olsa kendi iktidarlarına bir kafa tutan olmaksizin mutlak bir egemenlik alanı kumrak istediklerini fark edersiniz. BU egemenlik sanki, devlet mekanizması içinde salgın bir hastalıktır. BU mutlak egemenlik Tanrılarının her biri aynı anda bir üst yöneticinin kölesidir. Bir çok milletin siyasi tarihinin, kendi egemenlik alanlarını TANRINIn egemenlik alanı gibi kullanan bu tür adamlarla dolu olduğunu kim inkar edebilir ki?
Abdurrahman
TAHA, Dinin Ruhu, s:154
İnsanın en
kuvvetli ARIZİ duygusu belki de Nefss-i Emmaredir. (Tanrılaşma Temayülü) BU
arızi duygunun en kolay tatmin edilebileceği fırsatı, Devletin Gücünü arkasına
alan makamlar verir.
Fırsatı
yakalayan BÜROKRASİNİN VE MEMURİYETİN Tanrılarının pek çoğu da bu fırsatı
sıradan halkın, gariplerin üzerinde kana kana ya da tepe tepe kullanır, diyor
sanırım.(24.12.2022)
Despot
köleleri üzerinde kendi despotizmini hakim kılmak için daimi surette icraatına
devam eder... Gönüllü köle zahirde köle olsa da batında egemendir. Despot,
zahirde onu tuğyana ve despotizme sürüklemiştir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:157
Despota
"kul" olan gönüllü kölelerin köleliğe razı olmaları DESPOTA kul
olduklarında kendilerinden aşağıdakilere TANRILIK taslama imkanı elde
etmelerindendir. Gönüllü köle bir taraftan lidere taparken TAPINMA ve iBADET
İhtiyacını giderir, bir taraftan da kendinden aşağı insanlar üzerinde
TANRILAŞMA GÜDÜSÜNÜ (nefs-i emmaresini) tatmin eder, diyecek sanırım.(
27.12.2022)
Egemen,
farkında olmadan kendi egemenliğine dönük açgözlülüğünü elinin altındakilere de
aşılar. Böylece gönüllü köle bir gün kendisinin de böylesi bir egemenliğe
ulaşabileceği arzusuna kapılır.
Egemenliğe yönelik bu açgözlülük öylesine şiddetli bir nefsani arzudur
ki, ona kapılan kişiyi makam, onur ve daha fazla mülkiyet ve iktidar elde
etmeye sevk ederken kalplerdeki değerini, insani kabiliyetini düşürür.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:159
Çoğunlukla,
mal, mülk, para, iktidar, egemenlik (Tağutilik) ancak BEDELİ İnsaniyet, bedeli
merhamet bedeli Ahiretin feda edilmesi ile ödenerek elde edilmiş
dünyalıklardır, diyor sanırım.
Mal, mülk,
iktidar, hırs, gösteriş, hamakat (ahmaklık) Topluma Üst tabakalardaki
GÖRGÜSÜZLERİN Edepsizlerin, kıt akıllıların bulaştırdıkları hastalıklardır da
diyor olabilir. (27.12.2022)
Zalim tarafından kavramların, manipülasyonlarla kendisine yönlendirilerek kişisel diktatörlük ve despotlaşma aracı kılınmasından ibarettir tuğyan kavramı. Tuğyan, GÖNÜLLÜ KÖLENİN "bir gün FIRSAT benim de yüzüme gülecek" beklentisi ile despota hizmeti devam ettiği sürece olabilecek en kötü kölelik biçimine dönüştüğünden; bireyin aç gözlülüğü, Hırsı, Tamahı sürdüğü müddetçe özgürleşmenin önündeki en büyük engeldir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, S:159
-----------------------------------------------------------
Kendini TANRI
zanneden zalime ya da despota kul olup hizmet eden kalabalıkların "Bir gün
ben de TANRI gibi olucam" hırsı, hevesi ve şehveti ile sıra beklemesi, o
kalabalıkların HÜRRLEŞMESİ, kişilik ve kimlik kazanması için en büyük engeldir
diyor sanırım. Zeyl: Despotluğun SİYASİ arenada tespiti KOLAY.
Ancak hırs,
tamah, İktidar üzerinden İŞ DÜNYASINDAKi köleleşmenin özellikle Byung Chul
Han'ın vurgulaması ile performans kölelerinin köleliğini fark etmek kolay
olmuyor, sanırım. (30.12.2022)
Egemenlik
isteği siyasi figürde sadece siyasi alanla sınırlı kalmaz: Daima daha da
şiddetlenerek ve artarak yeni arzu ve süfli istekleri de doğurmaya başlar. Öyle
ki, bu süfli ve alçak arzularını toplumdan gizleyen ve iç yüzünü örtmeye
yarayan bazı adlar ve yeni tanımlar icat etmeye kadar varır iş. Örneğin basit
bir ego tatminini bile kamu yönetiminin iradesi olarak sunabilir veya şahsına gösterilecek kutsamanın ve saygının
devleti, makamı ve kanunları kutsamak olduğunu bile iddia edebilir. Fıtrat yani
asli hafıza, gerek mülkiyet gerek egemenlik duygusunun arızi yönlerini ıslah
etmeye çalışır. Kişiye sürekli mülkün ve egemenliğin TANRIYA ait olduğunu
eninde sonunda insanın elindeki tüm mülkün ve egemenliğin alınacağını
aşılayarak onu ıslah olmaya çalışır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:161
Kuruma, Koltuğa
saygı diye bişi uydurur TANRILAŞMA (Uluhiyet) güdüsünü, EGOSUNU senin üzerinde
tatmin eder. BU kişiye en güzel öğüt ÖLÜMDÜR diyor sanırım.
-----------------------------
Siyasi aktörlerin, kamu yararına hizmet etmek ve adaleti sağlamak için kendisini adamış bir grup olduğunu farz etsek bile bu siyasi grup adanmışlığının arkasında duramaz. Çünkü siyasi pratik, nefsani nispeti kendisine klavuz edinmiştir. Şöyle ki, siyasi aktör adalete uygun icraatlarını savunmaya geçer geçmez nefsani nispeti kendisine referans alır. Adaletin sadece kendisinin tespit ettiği şeyden ibaret olduğu hazzı ile adaleti nefsine isnat etme arzusu devreye girer. Bu husus -kişisel çıkarını, kamu çıkarı ile özdeşleştirdiği doğrultuda- hizmet ettiği maslahatı ya da savunduğu meseleyi kendisine nispet etmese de böyledir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:163
Adaleti yerine getirmek isterken ADALETİ kendinden, kendi nefsinden, düşüncelerinden ibaret görmeye başlayan birinin kendisi toplumun başına bela olur. Zira insan adaleti ve Hakkı çoğunlukla kendi menfaati ve nefsinin hoşuna gidenler ile karıştırır. Güçsüz ve mazlum iken HAK HAK diye iniler, güçlenince HAK benim der. (31.12.2022)
-----------------------------------
Siyasi düzey sanki (bir Ahiret bilincine yaslanmadığı için-AHÇ) "Hiç kimse fark etmediği ya da ispat edemediği sürece yasal olmayan şeyleri yapmakta hiç bir sakınca yoktur" ilkesini kendisine referans alır. Bu nedenle siyasi pratik açıktan barışçıl bir yönetim şekli gibi
görünse
de işin iç yüzü alttan alta süren bir savaş ya da savaşa hazırlık sürecinden
ibarettir.
Bu
anlamda (diğerlerinden üstün olma savaşında-AHÇ) "Siyaset, tüm diğer
yolları hizmetine alıp savaşa daha güçlü devam etmektir" demek sanırım
uygundur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:166
Ölüm sonrası
korkusu ve HESAP verme bilinci yok ise GÜÇLÜ İnsana DUR diyebilecek bir kudret
yoktur. Tek tapınılacak şey MENFAATTİR. Siyaset, menfaat tapıcılığında en etkili
enstrümanlardan, silahlardan biridir.
Menfaatine
tapınanlar o yüzden politik arenada sıklıkla görülür, diyor sanırım.
(31.12.2022)
Siyasi
aktörün başlangıçtaki niyetleri, onu mutlak egemen ve yegane lider yapacak
fiziki alemi metafizik alem kategorisine yükseltmek suretiyle (Parti liderini, sıradan insanı "O olmazsa
olmazdık", "Halife" veya "Allah'ın gölgesi konumuna"
yükseltmek gibi-AHÇ), gelişim ve dönüşümlere uğrayarak "iktidarını
derinleştirmeyi tek amaç" gören hedef ile noktalanır.
Sanki
artık siyasi aktör, kutsal ve sorgulanamaz bir Tanrıdır. O hedeflerine erişmek
için fıtratının reddettiği ve aklının kabul etmediği her şeyi yapma uğruna
önüne çıkabilecek hiç kimseyi tanımaz hale gelir. Veya ahlakının çift kutuplu
ya da siyasetinin çift kutuplu olması artık onun umurunda değildir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:157
Siyasi aktörün
zamanla başlangıçta inandığı değerlerle ters düşen eylemleri onu rahatsız etmez
olur. Ve "vaz geçilmez lider" ya da TANRICILIK oyununa gittikçe daha
çok kapılır diyor sanırım.
İktidar,
nefsani nispeti kendine referans alır.
Nefs
ile ilgili nispete konu olan her şey, kendi zati özelliği bakımından bir
mülkiyet ilişkisidir. ... Halbuki insanın kendisi de zatı ve benliği itibari
ile Tanrıya ait bir mülkiyet nesnesidir…
Siyasi
aktör, Tanrının bütün aleme sahip mülkiyetine öykünerek, kendi beşeri mülkiyet
alanını Tanrısal bir egemenlik alemi olarak değerlendirir.
Bu sebeple egemenlik iktidarı, melekut alemine özgü tanrısal bir egemenlik kavgasından ibarettir denebilir…
BU
egemenin, fiziki alemi ifade eden şehadet aleminde rububiyetini, yani
tanrılığını gerçekleştirmek üzere metafizik alemde Tanrı'ya kafa tuttuğu
boyutlardan bir diğeridir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:170
Kendisi bir
MÜLK iken ve Tanrının mülkiyet alanından çıkamazken (Yani ne dünyaya gelirken
ne de dünyadan giderken kendi kararını veremezken), sahibinin mülküne konmaya
çalışır. Hatta O'na kafa tutmaya kalkar, diyor sanırım. (02.01.2023)
Egemen,
mutlak manada baskı ve zorlama gücünü elde etmekle yetinemez. Çünkü rububiyet
(Rab olma) ve Tanrılık isteği tabiatında içgüdüsel olarak mevcuttur ve kendi İKTİDARINI KUTSAL bir sebebe
bağlayarak KUTSALLAŞTIRMA isteği onun duygularına hakim olmuştur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:171
Elde ettiği güç
ile her insanın fıtratında olan Tanrı gibi olma isteği ortaya çıkabilmek için
fırsat yakalamıştır, diyor sanırım.
Orta Dünya coğrafyası, özellikle son yüz elli yılda egemenliği ele geçirip kendisinin, ALLAH Tarafından, Yüce hedefler için toplumlarının başına tayin edilmiş olduğunu düşünen ve bunu halklarına kabul ettirmeye çalışan NİCE Tanrısal(?) lidere şahitlik etti ve etmeye devam ediyor, diyor sanırım.
(Zeyl: Abdurrahman Taha FAS'lı bir Müslüman alimdir. Ve hala orada yaşamaktadır.)
-----------------------------
Egemenin Tanrısal egemenliğinin bir işareti de ceberrutluğudur.
Bilindiği gibi bir şeyi topluma kabul ettirebilmenin iki yolu vardır. Ya toplumu akli yönden ikna eden istidlal (deliller göstererek ikna) yöntemidir, Diğeri de iradeler üzerinde baskı kuran zor yöntemidir. Tanrısal egemenliğe soyunmuş iktidar toplumuna başına ne geldiğini anlayabilmesi için gerekli vakti
tartışma zeminini tanımaz. Aksine insanların,
yapmadıklarında cezalandırılacakları, muhalefetlerinde hüküm giyecekleri
tehditleri ile "yapıp ettiklerini" oldubittiye getirir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:172
Hükumetlerin toplumlarına ne oldu bittiğini anlamalarına fırsat vermeden kanunlar, cezalandırmalar üzerinden bir şeyler dayatması DİKTATÖRYAL düzenin işaretlerindendir, diyor sanırım.
Zeyl: Sorun şu
ki, izzetini yitirmiş, köleliğe alışmış, şeref derdi kalmamış toplumlar için
HÜRR bir ortam artık ihtiyaç değildir. Hatta köleliğini/ceberruta kul olmayı
sever bile. (03.01.2023)
ŞİDDET, iktidara ait kuvvetin ifadesidir.
EGemenin burhana dayalı (kitlelerin rızasına dayanan-AHÇ) gücü olmadığında silah kullanımına dayalı şiddet bizzat halka dönük bir tehdit unsurudur. Egemen, egemenliği altındaki milleti bizzat İLK ve en büyük düşmanı olarak görür. Savaşılan bizzat kendi halkıdır. Bu savaş iki ordunun karşılıklı cepheleşmesi gibi değil daha çok büyük savaşı engellemek için sürdürülen önleyici savaş stratejisi üzerinden işlleyen şiddet gösterisi gibidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:173
İlk düşmanı
kendi halkı olan DESPOT, halkını yenmek için tüm dış düşmanlarla işbirliği
yapabilecek durumdadır., diyor sanırım.
Zeyl: Bunu
okuyunca İsmet İnönü'ye atfedilen "Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel
düşmanınızdır. Kimse işitmesin, millet düşmanınızdır." lafı geldi aklıma
Günümüzde
devlet ile şiddet arasındaki bağ, çok sıkı bir bağdır.
Eskiden beri farklı tonlarda da olsa şiddeti egemenler, iktidarlarının devamı için normal bir vasıta olarak görmüşlerdir.
Çağdaş devlet, belirli bir sınır dahilinde vatandaşları üzerinde uygulayacağı direk bedeni şiddeti meşrulaştırma konusunda büyük başarı kaydetmiş yönetici bir CEMAAT olarak tanımlanabilir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:173
İngiliz sömürge valisi 1700'lerde hakim olduğu Hindistan'da "Şeriatla devlet yönetilemez. Kimseyi öldürme ya da dayak atma iznini bana vermiyor. Sadece, birini öldüreni öldürebiliyorum. Ona'da diyor ki "affederseniz daha hayırlıdır."
Diye şikayet ediyordu. Modern Devletin kitlelere attığı en büyük kazık: "Yönetici elitlerin çıkarını devlet menfaatiymiş gibi tanıtıp bu uğurda halka BEDENİ şiddet ve işkence edebilmeyi MEŞRU gösterebilmiş olmasıdır, diyor sanırım.
---------------------------------------------
İnsanlar arasındaki çatışma ve savaşlardan doğan doğal şiddeti sonlandırma ve barışcıl bir iklime kavuşturma adına devlet güçlendirilerek birey olabildiğince zayıflatılmıştır.
Kuşkusuz bu durum, bireylerin, -asla gözden kaçmaması gereken şekilde- temel hakları hariç diğer bütün haklarını otoriteye devrettiği bir devlet inşası ile mümkün olmuştur.
Ancak, kişinin bireysel egemenlik haklarının tamamının devredildiği devlet, tanımlanmamış bir egemenlik ve sınırsız bir iktidarla metamorfoza uğramış (şuurunu kaybetmiş) bir canavara ya da başka bir deyişle Leviathan'a (İncil'de kötülük canavarı) dönüştürülmüş oldu.
Artık kendini DEVLET olarak tanımlayan bir iktidarın şiddetinden, kimse kendini güvende göremez.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:174
İnsanlar
arasındaki çatışmaları durdurabilmek için HAKEM konumundaki -TANRININ
öldürülmesi ile kendisinden daha üst mercii kalmamış olan- MODERN DEVLETE,
insani hakların pek çoğu devredilince DEVLETİN kendisi ceberrut bir yapı olarak
bireylerin karşısına dikildi. Dilediği gibi din dayatır, DİL dayatır, ahlak
dayatır, topraklarına el koyar, köylerini kasabalarını boşaltır, onları
kalabalık metropollere yığar, emlak kıtlığı ile bir çoğunu kiracı haline
getirir, bir daireye bir ömür çalıştırır, sürgün eder, küresel şirketlerle iş
tutup sokağa çıkmayı yasaklar, evlere hapseder, ticaretini engeller, acaip
şeyleri içmek/yemek/vurulmak zorunda bırakır ve KİMSE ONU SİGAYA çekemez: zira
artık o SORGUYA çekilemez bir yeryüzü TANRISIDIR, diyor sanırım. (05.01.2023)
Devletin kendi halkına yönelik bir şiddet aygıtına dönüşmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü iktidarın şiddetini ancak başka bir iktidar sınırlandırabilir.
Öyleyse iktidarla birlikte gelen şiddette sorun sadece bu şiddetin kullanımı ile ilgili aşırılık değil, aynı zamanda bizzat İKTİDARIN kendi mahiyeti/özü ile ilgili bir sorundur.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:175
İnsan yaratılış
itibari ile hem zalim, hem cahil, hem unutkan, hem de nankör bir varlıktır.
Eğer ona sınırsız bir iktidar verirseniz diğerlerini KULLAŞTIRACAK kendini
TANRILAŞTıracak bir düzen kurar. Mutlaka onun iktidarını ve egemenliğini
sınırlayacak, kontrol edecek, sigaya çekecek bir başka iktidar ile dengelenmesi
gerekir. Yani Egemenin iktidarını denetleyecek bir iktidara ihtiyaç vardır.
ULUS DEVLETİN
Tanrıya/şeriata olan düşmanlığı işte tam da Tanrının/şeriatın güçsüzlerin
tarafını tutması, bu egemenlik alanını sınırlaması, kontrol etmesi, sigaya
çekmesi nedeniyle idi, diyor sanırım. (05.01.2023)
Egemen iktidar talep ederken belli bir sınır çizmez.
BU yüzden ne zaman bir mülkiyete sahip olsa eline geçen mülkü daha fazla iktidar imkânın peşinde koşturur. Eline geçen tüm güçleri başka başka mülkler edinmek, bütün mülkleri başka başka güçler elde etmek için kullanır. Döngü böylece devam eder.
BU açgözlülük ve hırs ölüme kadar sürer.
Tam da egemenin güce ve iktidara karşı bu tutumu ve davranışı; beşeriyetin nefsinde olan eğilimim şiddeti ve gücü hakkında bize bir fikir verir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:177
İnsandaki
Tanrılaşma Güdüsünü (NEFS-İ Emmare) fark etmeden, onu bu konuda terbiye etmeden
ve bu güdüye karşı tedbir almadan kimi başınıza getirirseniz getirin Elinin
altındakileri kendine KUL eder. İster devlette, ister iş yerinde, ister
ailede... Diyor sanırım. Zeyl: Yazıyı okurken aklıma, iktidarı boyunca onca
servet yığan Demirel'in ölümüne yakın ayakta duramaz, kirpiklerini açamaz halde
olmasına rağmen yeniden iktidar olmak için çırpınmaları geliyor. (06.01.2023)
Egemen ilk ilkede kendisinde Tanrısal sıfatlar vehmederek egemenliği altındaki her şeyin sahibi olduğuna inanır. İkinci seviyede artık sadece kendisine değil, eşyaya da metafiziki (gaybi) bir kudsiyet vermeye meyleder.
Böylece bu kutsallığı hareket noktası yapmak suretiyle Tanrısal gücü hak eden ve ZOR kullanmaya hakkı olan tek ve biricik (kul huvellahu ehad-AHÇ) otoritenin kendisi olduğunu zanneder.
Thomas Hobbes'un dediği gibi "İnsani güdülerin en başına -bütün insanların ortak bir eğilimi olarak-insanların asla kendisi ile mücadeleyi bitirmelerinin mümkün olmadığı, ancak ölümle kurtulabilecekleri İkitidar Hırsını (Tanrı gibi olma isteği) koyarım.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:177
En sıradan en
mütevazi birine verin bir kapı bekçiliği işi, görün ondaki TANRIYI. "BENİ fark etmelisiniz" havalarına
girer sonra becerebilirse tuvaletini (eşyalarını) dahi kendine özel kılar
(Dokunulmaz kılar, kutsallaştırır).
Zeyl 2: BEN DE o oyunu oynayanlardan biriyim galiba (06.01.2023)
---------------------------------------
İktidarın sarhoşluğu ölümün sersemletici etkisini unutturur. Mülkün getirdiği kuvvetin büyüsüne kapılmış bu nedenle mağrur ve despot bir hal almıştır. Sonunda yığdığı mal miktarı ile birlikte büyüyen zulmünün çevresi, izzet ve büyüklenme duygusu tarafından tamamen örülmüştür. Nihayet kendisini iktidarla özdeşleştirir. İktidarının var olması kendi varlığı, iktidarını kaybetmesi yokluğa düşmesi olur. İktidara yönelik gücünün birazcığını kaybetmektense, iktidarı altındaki kitlenin tamamının helak olmasını tercih edebilir.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:179
İktidarın
serhoşluğuna kapılan iktidarından olmaktansa dünyayı yakar, Peygamberin
torununu bile kılıçtan geçirir, diyor sanırım. (07.01.2023)
------------------------------------
Galip taraf, diğer tarafın kendi üstünlüğünü tanımasını sağlar sağlamaz pratikte bütün vasıtaları kullanarak fiziki olarak mağlup tarafa boyun eğdirir ve mağlup taraf, efendisine olan köleliği gereğince bu vasıtalara uymayı görev bilir ve efendisinin bu pratikten doğan kazanımlarını dilediği gibi ve keyfini çıkararak kullanmasına imkan verir. Ne var ki galip tarafın görünen yüzünün makyajı durumundaki bu egemenliğin altında onu çirkinleştiren batıni bir kulluk ve tapındırma (tanrılık-AHÇ) olgusu yatar.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:181
Biri birini
yendiğinde, biri birine bir şekilde üstün olduğunda, biri birini elinin altına
aldığında ALTLIK-ÜSTLÜK ilişkisini aşan bir İLAHLAŞMA Temayülü devreye giriyor.
Biri birine güç
yetirdiğinde beni İLAH olarak tanı, bana tapın demeye başlayabiliyor diyor sanırım. (09.01.2023)
Halbuki
galip taraf iki yönden mağlup tarafın kölesidir.
Efendi, hayatı boyunca aslında kölesinin sırtından geçinmeye ve onun verdiği hizmete mecbur ve bağımlıdır. Köle adeta efendisi ile doğa arasında bir vasıta durumundadır ve nihai olarak efendi, kölenin çalışmasına tabidir. Bu anlamda eğer köle çalışmazsa efendi, yaşayamayacağı için, efendinin, kölenin mahkumiyetinden daha büyük bir mahkumiyeti vardır.
İkinci olarak doğanın içinde onunla fiziki mücadelede olan kölenin özgürlüğünü ele alıp kendini ve çevreyi değiştirebilme enerjisi ve gücü vardır. Lakin Efendi, çalışmayı ve emeği unutması nedeniyle, doğanın getirileri ile mücadele etmeye teşebbüs dahi edemez. Bu itibarla yenilmiş toplumlar bağırlarından çıkardıkları hareketler ile tarihe müdahale edebilirken efendiliğe alışmış toplumlar edilgen ve seyircidirler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:182
Hazreti Resul
"BU iş gariplerle" olacak diyorsa elbet bir sebebi var. (09.01.2023)
------------------------------------------------
İktidar,
ister monarşi sisteminde olduğu gibi tek kişinin elinde olsun; ister cumhuriyet
sistemlerinde iddia edildiği gibi halkın elinde olsun, insanların ondan daha
büyüğünü yerine koymayı tahayyül edemeyecekleri bir şeydir.
BU da onu sınırlayacak herhangi bir şey YOK demektir
Bu
çok can sıkıcıdır zira sınırsız iktidarın sonuçlarının çok kötü olabileceğini
öngörebiliriz. Ama ortalıkta HİÇ iktidar olmamasının sonuçları ondan daha da
beter olabilir. Zira iktidarın olmaması her ferdin komşusu ile iktidar
mücadelesine girmesi anlamına da gelebilir.
Ancak
sınırsız bir iktidarı reddederken iktidarı sınırlandırabilecek ikinci bir
iktidar ortaya çıktığında bu sefer ona boyun eğmekten başka çıkar yol kalmadığı
fark edilir. Zira iktidar boyun eğdirir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:183
İktidarın
zulmünden kurtulabilmek için yerine getirilen iktidar öncelikle kendilerini
oraya getirenlere boyun eğdirir, diyor sanırım.(10.01.2023)
Maddeperest
dünyada GÜÇ kutsaldır. Dolayısı ile gücü yani iktidarı ele geçiren de
kutsanmaya layıktır. Bu sebeble Hobbes, muktedire ölümlü TAnrı der. İktidar
sahibinin metazifikleştirilmesinin alameti, hiçbir insanın ya da kurumun onun
iktidar alanında ona kafa tutamayacağı kadar
Tanrısal mülkiyet ve tanrısal gücün ifadesi
olan melekut ve CEberrut gibi ilahi sıfatlarla iktidarını kutsal örtülerle
örtmüş, çevrelemiş olmasıdır...
Artık iktidarında olanlardan dilediğini hayatta bırakır, dilediğini öldürür. Bazılarının ecelini öne alır, bazılarının erteler.
O yaptıklarından mes'ul tutulamaz. Zira hayatta bırakmak ya da öldürmek gücünü elde etmedikçe EGEMEN Tanrılığını ispat etmiş olamaz.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:185
"Konu ile
ne alakası var?" diyeceksiniz belki ama çağrışım yaptı.
Türkiye'nin hem derin devlet hem görünen devlet anlamında en güçlü teşkilatlarından birinin lideri bile güpe gündüz sokak ortasında infaz edebilme cesareti gösterilebiliyor.
BU ortalıkta
lâ-yüs'el, kendini "Sorgulanamaz;
Hesap Sorulamaz, ettiklerinin bedelini ödemez,
yaşatır ya da
öldürür" gören bazı Tanrıcıklar olduğuna işaret sayılabilir mi?
Ya da şöyle
soralım; Güçlü bağlantıları olan zenginlerin marinalarına, otellerine,
fabrikalarına AÇIK AÇIK el konulabildiği; En derin yapıların başındakilerin
infaz edilebildiği yerde sıradan insanların konumu nedir? (11.01.2023)
... Ancak muktedir yani egemen için can alıp ömür vermek yetmez: Onun asıl hedefi bedenleri biyolojik olarak hayatta bırakırken, nefisleri öldürür. Zira nefislerin öldürülmesi canların alınıp bedenlerin yok edilmesinden daha işlevseldir.
Zira İKTİDAR varlığını ve bekasını canlılığını yitirmiş nefsler ve bedenlerin varlığına borçludur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:187
EGEMEN
iktidarının varlığını sürdürebilmek için, sorgulama ve şuurunu yitirmiş
derecece de ÖLÜ; ama verilen emri yerine getirebilecek ve rant döngüsünün
işlemesini sağlayabilecek derecede CANLI kullara ihtiyacı vardır diyor
sanırım. (12.01.2023)
------------------------------------------------
Korku,
gelecekte kötü bir şeyin olacağı endişesi ile insanın kalbinde meydana gelen
bir daralma hissidir.
Aslında korku, Rabbani maksada ulaşabilmesi için insanın fıtratına yerleştirilmiş duygulardan biridir.
İnsan zevkinin peşinde koşup, sevmediği
hoşuna gitmeyen sorumluluklarından kaçması ile kendisine ya da çevresine
verebileceği zararlardan sebatla uzak durabilmesi ancak ona önerilen ilahi
korku anlamında kullanılan takva kelimesi ile mümkündür..
Öyle ise TAKVA korku olmadan olamaz.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:188
EGEMEN gücü
eline geçirince eğer kendisine hesap soracak bir TANRIDAN korkmazsa onu
zevkleri uğruna insanları perişan etmekten ne alı koyar? diye soruyor sanırım.
(12.01.2023)
------------------------------------------------
Egemenin politikalarının, iktidarı altındakileri içine sürüklemeye çalıştığı hedef, "Allah'a kulluk ediliyormuşçasına kendisine kulluk edilmesidir."
Öyle
ki, Egemene kulluk alanı ile Allah'a kulluk alanı çatıştığı zaman ahali
kendisine kulluğu tercih etmelidir.
Bu takdirde egemen, kendi baskıcı iradesini iktidarı altında bulunana bizzat Allah'ın iradesi olarak dayatır. Kitlenin ilahi iradeye muhalefet etmek ve kendi iradesine teslim olmak suretiyle Allah'a isyan etmiş olması kesinlikle umurunda olmaz
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:190
Bir başka güç
tarafından sınırlanmamış egemenin ister devlette, ister partide, ister iş
yerinde, ister cemaatte kendini TANRI olarak görmeye başlaması, hatta kendi
emir ve isteklerinin Tanrının emir ve isteklerinin önüne geçirmesi insani
cibiliyetin bir arızasıdır, diyor sanırım. (13.01.2023)
------------------------------------------------
Allah'tan korkmanın (takva) hedefi Allah'a YAKINLIK kurmaktır. Ancak egemenden korkmanın hedefi ondan elde edilen menfaati kaybetmemektir. (Allah'tan korkmak AHLAKLI insanı, Egemenden korkmak, köle ruhlu insanı ortaya çıkarır-AHÇ)....
Daha özlü şekilde söylemek gerekirse; "Korkan, kendisine nispet edilen şeyi yitirmekten endişe eden kimsedir." Bu itibarla egemene duyulan korkunun gerçek mahiyeti kişinin egemenden bir lütuf olarak geldiğini düğşündüğü şeyin kaybedilme endişesidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:192
Yeşil Efendi "İnsan ya emelinin ya eleminin kölesidir. Kim neye ümidini bağlamışsa artık ona köledir" diyordu.Cahil insan ya emelinin peşinde koşar ya da korkularının önünden kaçar" da demişti.
Modern Egemen tam da bu ikisinden insanı KÖLE ediyor sanırım.(14.01.2023)
Egemen, sürekli biçimde iktidarı altında olanların kendisine boyun eğmeleri için gerçeği çarpıtarak, vehimler, desiseler, korkular üreterek iktidarına uygun motivasyonlar üretecek stratejilere yönelir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:195
Çocuklar
küçükken koşa koşa uzaklaştıklarında arkalarından "oğlum bak bakalım
oralarda köpek var mı?" diye seslenirdim. Çocuğun aklına oralarda köpek
olabileceği düşünce daha ileri gidemezdi.
Kalabalıklar,
çocuklar gibidir. Eğer egemen onların akıllarına uygun korkular, vesveseler
düşürebilirse ,istediği yere onları sürer götürür, diyor sanırım.
Mesela tarihin
en komisyoncu, en ihaleci, en emlakçı/rantçı partisi geldiğini düşünün
kalabalıkları eğer biz gidersek ÖCÜLER gelir diye korkutabilirse, toplum
ihaleleri, komisyonları, rantçıları unutup ÖCÜ gelmesin diye çalışmaya başlar,
diyor gibi. (14.01.2023)
Egemen, vatandaşlarının hayat ve güvenlik haklarından başlayarak, bütün haklarını koruma karşılığı onlardan bağlılık yemini ve itaat sözü almıştır.
Ama
egemen kitlelerden söz alır almaz (seçilir seçilmez) kendi seviyesinin onlardan
üstün olduğunu her fırsatta kitleye hatırlatır.
Bunu özellikle KENDİ VAADLERİNİ yerine getirmediğinde hiç bir yükümlülüğün altına girmezken, halkın yükümlülüklerini yerine getirmesi için aldığı tedbirlerle gösterir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:195
Zeyl 1: Egemen
seçilmeden önce biz halkın içinden biriyiz, halkla beraberiz, Anam, bacım,
kardeşim edebiyatı ile gelir. Seçildikten sonra özel korumalar, özel arabalar,
konvoylar ardından halka bakan YÜCE bir iLAHA dönüşür.
Zeyl 2: Mesela
egemen, biz gelirsek enflasyonu yeneceğiz derken çok ağır bir enflasyon ortamı
getirebilir. Bunun ne cezaevi, ne yargı, ne istifa, ne görevden el çektirme
gibi bir bedeli vardır.
Mesela 7 sefer
giden Süleyman Demirel sekiz sefer geri gelebilir. Ama vatandaş eğer bir borcu
ödeyeceğini kabul eder ve ödemezse kendisini ceza evinde bulabilir, gibi
bişiler söylüyor sanırım. (14.01.2023)
------------------------------------------------
Zorlama, baskı veya şiddetten korkmak ölümden korkmaktan daha beterdir. Ölümden korkan, zorlama ve baskıdan korkmayabilir ama şiddet ve baskıdan korkan ölümden de korkar.
Zira
baskıdan korkan, bedeni hakkında olduğu kadar ruhu hakkında da kendini güvende
hissetmeyen biridir.
BU nedenle egemenin dilediği zaman şiddetle korkutarak şekil verebileceği kişidir...
Her ne kadar şiddet ve baskı iktidardan geliyormuş gibi görünse de aslında korkuyu kişiye aşılayan şey bizzat nefsin kendisidir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:195
İnsan
köleliğinin en zoru BEKLENTİLERDEN, ümitlerden, menfaatlerden, KONFORDAN,
rahatlıktan yani nefsin arızi isteklerini karşılama çabasından boyun eğilen
köleliktir, diyor sanırım.
Nefsine köle olan topluluklarda İZZET, ŞEREF ve SECAAT o yüzden pek rastlanılmayan sıfatlardır demeye çalışıyor da olabilir. 16. 01.2023
Özlü bir ifade ile insanın nefsi ne kadar kuvvetlenirse, nefisle ilgili korku da o kadar artar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:195
Nefs
kuvvetlendikçe rahatının bozulmasından, konforundan olmaktan, İŞ yapmak zorunda
kalmaktan, gelirinin düşmesinden öylesine korkmaya başlar ki, KÖLE olmaya bile
razı olur. Ne izzeti kalır ne şerefi.
Nefisleri şişmiş, Rahata ve konfora tapan toplumlar kısa sürede güçlüklere dayanabilen, Emek ve gayret göstermeyi bilen toplumlar tarafından işgal edilirler. 16.01.2023
Araçsal
aklın ikiliği, negatif bir diyalektik içinde tekrar tekrar kendisine yönelen ve
kapitalizmin vaatlerini silen krizler ve toplumsal sorunlar üreten kapitalist
tahakkümün temelinde yatar. Araçsal akıl, toplumu tek boyutlu bir hale getirme
çabasını ifade eder.
Ne zaman büyük bir krizin çıkacağını asla bilemeyiz, ancak toplum araçsal bir akla dayandığı sürece, er ya da geç böyle bir krizin ortaya çıkacağından emin olabiliriz.
David Chandler, Dijital Nesneler Dijital Özneler, s:67
AKIL, Batıda
"rasyo" seviyesini ifade eder.
Yani kişinin kendi menfaatini bilme yetisini.
Ancak
menfaatine tapınan topluluklar, sıradan insanlara vaatlerini yerine getirmekte
çok zorlandıkları gibi her şeyi tekdüzeleştirirler. Zira menfaatçilik HAYIRLI
olanın değil en karlı olanın peşine düşer, diyor sanırım. 16.01.2023
------------------------------------------------
Baskı
stratejileri arasında kitleyi bir veya birden çok düşmanın pusuda beklediği
tehdidi ile korkutmaktan daha etkilisi yoktur. Böylece kitle, düşman korkusu
ile sürekli düşmana karşı tetikte durmaya ondan gelecek tehlikeyi gözetlemeye
(ve liderin etrafında olmaya) devam eder.
Çünkü kötülüğü en iyi simgeleyen şey bir düşman imajıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:196
Mafya yolunuzu
kesiyor. Ve sizden düzenli haraç istiyor.
Sebebini
sorduğunuzda "Sizi Koruyacağız" diyor.
"Kimden?"
Diye soruyorsunuz. "Birileri size çökmesin diye", diyor.
Aslında bize
çöken MAFYA'nın kendisidir. Ancak Mafyanın söylediğine inananlar, hayali bir
çökmeden korkarken kendilerine gerçekten çöküldüğünün farkına varamaz.
Böyle bir
ülkede, halk, ülke Amerikan üsleri ile dolu iken liderin onları Amerika'dan
koruduğuna inanabilir.
Amerika çökecek
diye kendilerini korkutanların ihalelere, emlaklere, otellere, enflasyonla
maaşlara bile çökmesini fark edemezler.
Bu Stalinden,
Hitlerden, Saddam'dan, Mao'dan, Pol Pot'tan, Kaddafiye, Esed'den SUUD'a,
Mısır'a kadar tüm liderlerin oynadığı oyundur, diyor sanırım. 17.01.2023
Başlangıçta
egemen güç, halk ile yöneticiler arasındaki anlaşmayı koruyan ve yasanın
bekçiliğini yapan kişi sıfatı ile ortaya çıkmış olsa da, gittikçe kitleye
hizmet etme işi, onlara en dolambaçlı yollardan boyun büktürme, aşağılayarak
kişiliksizleştirme stratejilerine dönüşür.
Yönetici, insanları köleleştiren ve boyunduruk altına alan bir otorite halini almış, insanların canlarına da ruhlarına da hükmeden bir güce dönüşmüştür.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:196
Bir zamanlar biri formüle etmişti meseleyi: "Harun gibi gelip, Karun gibi gitmek". 17.01.2023
------------------------------------------------
Egemen, Tanrısal bir mülkiyet haline getirdiği iktidarını korumak için her türlü korkutma vasıtasını kullanır hale gelir.
Nihayet
egemenlik alanı içinde bulunan her kişiye korkudan bir pay düşer. Öyle ki
toplum, egemenin ürettiği korkuları kopyalayarak
kendi kendini korkutmanın bir aracı haline gelir. Hatta kendi güvenliğinin bir parçası olması gereken adalet sisteminden, özgürlükten yani kendisini korkudan koruyacak kurumlardan dahi korkar.
Daha
da kötüsü o korkmaktan da korkar. Korku kültürü, toplumun her kademesine
yayılır
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:196
Abdurrahman
Bey, sanırım korkutarak bir toplumun şahsiyetsizleştirilmesini anlatıyor.
Daha da kötüsü toplum, artık korkmamaktan korkar hale gelir.
Medya ve basın korku kültürünü pazarlar, düşünürler teorik temellerini atarlar ve aksiyonerler korkunun reklamını yaparlar.
Baskı
kültürünü pazarlayan tedavüldeki kavramların en popülerlerin bazıları:
Halkın
gelecek endişesi, olayların gidişatına dair kaygı, uygulanan politikalarda
yönelik endişe, gözlemcilerin sürekli daha kötüye gidildiğine yönelik
propagandası gibi durumlardır.
Bu kavramlar olumlu kavramlar gibi görünse de insanları sürekli teyakkuza, diken üstünde olmaya, endişeye sevk eden hususlardır.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:197
Korkutulmuş
toplumlar korku, endişe, kaygı döngüsüne girdiklerinde artık dışardan
korkutulmaya ihtiyaç duymazlar.
Korkuları,
KENDİLERİ üretmeye başlarlar. Bu onları ümitsiz, bedbin, endişeli ve daha da
İTAATKAR kılar demeye çalışıyor sanırım.
Hz Musa
Kıssasını anlatırken eskiler, "İsrail oğullarının kendi taleplerine rağmen
Allah'ın emrini çiğneyerek Filistin'e gidememelerini, Mısır'da
gözlerine/ruhlarına sinen korkunun tezahürü" olarak anlatırlar. 40 yıl
çölde gezip kölelik görmemiş bir nesil büyüyünce onlarla gidip Filistin'e
girerler diye te'vil ederlermiş. 18.01.2023
Özetle
birey, sindirme ve baskı politikaları ile abartılı korkuları içselleştirip
kaygılar geliştiren bir korkağa dönüşmüştür. Öyle ki, o, sadece fiziksel olarak
korkuya teslim olmaz;, bütün iç dengesi ile bu korku sarmalına teslim olur ve
egemenin kendisine dayattığı
hemen her şeyi kendi özgürlüğü ve selameti için tasarlanmış vasıtalar olarak görmeye başlar.
O
halde, korkuya götüren kaygı politikaları, bizi ÖZGÜR KILMASI mümkün TEK kişi
olarak sunulan egemene KUL olmaya dair üretilen politikalardan ibarettir
denilebilir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:198
Ulus devletler
ürettikleri VAZGEÇİLMEZ, olmazsa olmaz, olmazsa biz de olmayız tipi LİDERLERDEN tanınır.
Bir de Hiç bitmeyen,
hiç eksilmeyen,
sonu gelmeyen "İçinden geçmekte olduğumuz şu hassas dönemde" veya
"Birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğumuz bu günlerde"
cümlelerinden. Diye yazıyordu
Zygmunt Bauman. (19.01.2023)
------------------------------------------------
Kendi
iç dünyasında bir ödlekten başka bir şey olmayan birinin, ülkeyi yönetebilecek
kendisinden başka kimsenin olmadığına, kendisinden daha adil bir yöneticinin
olamayacağına dair kesin bir kanaate sahip olduğunu görürsün.
Baskı
politikaları ile egemen, iktidarı altındakileri; onları sağırlaştıran,
körleştiren ve dilsizleştiren bir pespayeliğe sürükler. Egemenliği altında
kalanlar artık doğruyu yanlıştan ayırabilecek temyiz kuvvetini kaybettikleri
gibi KORKUNUN gerçek manasını da yitirmişlerdir.
Çünkü
yöneticiye karşı hissettikleri endişe aslında bir zalime karşı hissedilen
korkudan ve kaygıdan ibarettir. Bundan daha kötü bir korku da yoktur. Çünkü
kendisine karşı korku ve kaygı beslenen
zalimleştiği gibi, korkan ve kaygılanan da en az korkulan kadar
zalimleşir.
Çünkü
yöneticiye karşı hissettikleri endişe aslında bir zalime karşı hissedilen
korkudan ve kaygıdan ibarettir. Bundan daha kötü bir korku da yoktur. Çünkü
kendisine karşı korku ve kaygı beslenen
zalimleştiği gibi, korkan ve kaygılanan da en az korkulan kadar
zalimleşir.
Zira insan adalet için kaygılanır ancak korkuyorsa orada adalet değil zulüm vardır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:201
Korku ve endişe
içinde yaşayan ve bunu fark edemeyecek kadar içselleştiren bireyler hayatlarını
ancak korkutarak devam ettirebilecekleri sanrısına kapılır.
"Korkan,
korkutur" diyor sanırım.
Zeyl: Tanrıdan korkan "mahlukatı korkutmadan" yaşamayı, insandan korkan, insanları korkutarak selamete ulaşmayı hedefler. (20.01.2023)
Demokratik
yönetimlerde de egemen, korkuyu iktidar vasıtası olarak kullanır. Ancak bu
yönetim biçiminde iktidar, korkunun üretimini, kendi ve yandaşlarının tekeline
almaz: Korku, aynı endüstriyel üretimde olduğu gibi toplumda, diğer siyasi
aktörlerle beraberce ortaklaşa üretilir.
Ama
korku üretiminin yolu yöntemi tek değildir, meşrebe göre değişir: Mesela sağcı
siyasi aktörler, düzensiz göçmenler, mülteciler üzerinden korku üretirlerken,
solcular faşist politikalar korkusunu pompalar. Sosyal toplumcu aktörler sosyal
kazanımların kaybedildiği,
maaşların eritildiği, sigorta sisteminin çökeceği gibi korkuları topluma pompalarlar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:204
KORKU
ihtiyaçtır. O yüzden insan kendine KORKACAK bir şey arar. Siyasal egemen bu
zaafını kendine GÜÇ olacak şekilde işler ve toplumu kendine KUL edinir, diyor
sanırım.
Egemen içerde, halkı dış DÜŞMANA karşı korkuturken, dışardan sistematik bir kampanya halinde dayatılan talimatları yerine getirmekte tereddüt etmez. Zira kendilerinin YÖNETİCİ, geri kalan herkesin parya olduğu bir dünyada tek gayeleri edindikleri rant kaynaklarını korumaktır.
Böylece
tek gayeleri diğer ülkeler üzerinde hegemonya kurmak olan küresel ağababalarının
çıkarlarına hizmet ettikleri kadar kendi toplumlarındaki kamusal alanlara ve
toplumsal barışlarına hizmet etmeyen bir sistem işler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:207
Bir taraftan
ülke düşmanın DİLİ, edebiyatı, kültürü, geleneği, medyası, ile işgal ettirilir hatta düşmanın üsleri her
tarafa kurulur, okullar onun DİLİ ile eğitim verir, onun emrettiği kanunlar
meclislerden OY BİRLİĞİ ile geçer,
Diğer taraftan
da halka o düşman ülkeye karşı özgürlük savaşı verildiği masalları anlatılır,
diyor sanırım. 23.01.2023
Demokratik sistemlerde korku üretim merkezi olan egemen kendini siyasi mevta haline getirebilecek olan seçimlere yönelik kendi korkularını dile getirmez; seçimi kazanmayı ve otoritesinin devamlılığını garanti etmesini ümit ettiği şekilde vatandaşlarının korkularını körükler.
Kendini düşmana karşı en güvenilir sığınak olarak sunarken, düşmanı sadece ulusal güvenlik için büyük bir tehdit olarak değil dünya güvenliği için de büyük bir tehdit olarak tanımlar.
Hükumet
olarak asla bu düşman ve şerr odakları ile attığı köprüleri onarmaya
yanaşmayacaktır.
Bu söylemle hamaset duygusu, vatan aşkı ve fedakarlık ruhu toplumda yeniden canlanacak, birlik ruhu güçlenecek ve vatandaşlar en azından seçim sonuna kadar çektikleri sıkıntıları ve baskıyı unutacaklardır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:206
Demek ki FAS'ta
işler böyle yürüyor 23.01.2023
Fert
kendisine nispet edilen şeye sahip olma noktasında tek ve yalnız olmayı ve
ikinci bir tarafın ona yönelik nispetinde kendisine kafa tutmamasını ister ve başkalarında olmasını kabul etmediği bu
teklik ve yalnızlık duygusundan ÖZEL bir
HAZ alır.
Çünkü
bu nispetle ikinci bir kişi de olmayan özelliklere sahip TEK kişi olduğunu ve
alandaki nispetle başka hiç kimsenin kendisi ile çekişmeye (niza'ya)
giremeyecek kadar kendisinin BÜYÜK (özel) olduğunu hisseder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:219
İhlas Suresinde
"Kul hüvallahu EHAD" denir. Yani "Sadece Allah'tır TEK
olan."
İnsan TANRIYA
özendiğinden nefsine, egosuna teslim olduğunda yani CAHİLLEŞTİĞİNDE; TEK olma,
ÖZEL olma, FARKLI olma, acaip olma, KİMSE GİBİ OLMAMA yani TANRI olma sevdasına
düşer.
Kendisinin ÖZEL
biri olduğunu "sıradan insanlar" fark etsin diye ARaBALARA, yatlara,
katlara, TAKILARA, MARKALARA, çocuklarına servetler yatırır; Kimsenin yapmadığı
işler yapmaya, kimsenin giymediği şeyler giymeye, kimsenin düşünmediği şeyler
söylemeye çalışır.
Bütün hayatı
kendinin (dolayısı ile ÇOCUKLARININ)
ÖZEL olduğunu ispatlama gayreti ile geçer. Gücü eline
geçirirse de KENDİSİNE tapındırmaya çalışır.
İnsandaki bu duygu EN ALTTAKİNDEN en TEPEDEKİNE kadar herkesi etkiler. İmkanları ölçüsünde de dışa vurur. 24.01.2023
------------------------------------------------
Kişi,
tek karar verici konumda olmakla yetinemez, aynı anda muhatap tarafın kendisine
hizmet etmesini tekeline alıp , hiç bir karşı koymaya ve münazaraya kalkışmadan
taleplerini yerine getirecek şekilde kendisine tabi olunmasını da ister.
Ancak
egemenin, efendilik talebinin bir boyun büküşle yani korku ile olması onu
tatmin etmez; onun egemenliğine gönüllü bir şekilde isteyerek, severek razı
olunması konusunda oldukça aç gözlüdür.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:220
Sanırım
"İlahlık", egemene KORKU ile itaati, "RABLİK" egemene
isteyerek gönüllü itaati temsil ediyor.
İlahi Kudret
bile peygamberine "insanlara öğüt ver, tavsiyede bulun. Onların üzerine
zorba değilsin" der.
Zayıfların
üzerinde TANRICILIK oynama fırsatını yakalamış ZORBA ise "kullarına"
bu imkanı vermez. HEM bana itaat edeceksin hem de BENİ SEVECEKSİN der.
Zeyl: Galibe tam da "Ya Sev Ya Terk ET" diye sloganlaşan ruh halini anlatıyor sanırım.
Bu devletlerde her grup, kendisini başka gruplara muhalefet üzerinden tanımlar. Bunu ancak diğer grubu DÜŞMAN olarak ötekileştirerek yapar.
Düşmanlaştırılmış
olanın ahlaki olarak KÖTÜ ya da estetik olarak çirkin olması gerekmez. Sadece
ÖTEKİ olması yeterlidir.
Öteki yani SINIRLARI belirlenmiş çözümsüz ve ardı arkası gelmeyen kamusal ya da genel tartışmaların, zıtlaşmaların, çekişmelerin (niza') devam ettirilebileceği bir yabancı olması yeterlidir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:223
İktidara
iktidar katan, hataları meşrulaştıran, halkı korkutarak çevrede toplayan,
uygulanan yanlış politikaları kapatan, düşmanın, sonu gelmez, ardı arkası
kesilmez, VERİMSİZ, GEREKSİZ, tartışmalarda ÖTEKİNİ temsil etmesi yeterlidir.
Bu bazen
Suriyelilerdir, bazen Afganlılar, Bazen irticadır, bazen cemaatlerdir, bazen
dış mihraklardır, bazen EYYYYY CHP,
diyor sanırım.
Zeyl: Dikkat ederseniz bu tür tartışmaların SINIRLARI bellidir. Asla GERÇEK SORUNLAR dile getirilmez, de diyor sanırım. 25.01.2023
------------------------------------------------
Siyasette asıl unsur nefsin ta kendisidir.
Dinler,
dindar kişinin en önemli düşmanı olarak kendi benliğinin (nefsinin,
hevalarının, arzularının, süfli duygularının) arızi taleplerini tarif ederler.
Hiç bir şey bu düşmanla mücadele etmek kadar önemli değildir.
Nefis eksenli düşmanlık, gerçekte siyasi düşmanlıktan çok daha politize bir şeydir. Zira nefsi düşmanlıkta kişinin kendisini Tanrılaştırma temayülü, nefsine Rablik vermesi diğerinin bu ilahiliğe boyun eğmesi (kul olması ) beklentisi vardır.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:227
Siyasi düşmanla anlaşabilir, Sulh edilebilir.
Ya, ele imkan
ve GÜÇ geçtiğinde TANRILAŞMA güdüsü, diğer insanları KUL edinme eğilimi
dolayısı ile zalimleşme temayülü nasıl bir barışla sonlandırılır? Mümkün değil.O yüzden
"BEN var ya BEN" temelli nefsi düşmanlıklar, Siyasi düşmanlıklardan
çok daha beterdir, diyor sanırım.
Zeyl: Her ne
kadar siyaset, derken politikadan bahsediyor olsak da perde ardında asıl konu
NEFS tatminidir, diyor sanırım. 26.01.2023
Gerçekte tanım ve keyfilik asla bir araya gelemeyecek iki kavramdır.
Lakin
kişi keyfiyetine göre tanımlamaya başlayınca işin sonu yoktur. Arzusuna göre
yaptığı tanıma başta tabi olsa da sonra keyfi başka bir arzunun girdabına
kapılıverir. Böylece hem tanım hem sınırlar değişir.
Bu tanıma ulaştığında da üçüncünün girdabına kapılıverebilir. BU şekilde sonsuza kadar sürebilir.
İktidar
arzusu bu sınırsız sürece en iyi kanıt olarak önümüzde durmaktadır. Siyasi
aktör seçimi kazanarak başkaları üzerinde hakimiyet kurduğunu hisseder hissetmez
onu
bu mevki tatmin etmemeye başlar ve nefsini TAnrılaştırmanın hazzına kapılır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:241
Hukukun olduğu
yerde SINIRLAR vardır. Ancak GÜCÜN hukuku şekillendirdiği yerde HUKUK Egemenin
nefsine, beklentilerine, keyfiyetine göre değişeceğinden SINIRLAR kalkar, HUKUK
algısı da Adalet algısı da bozulur.
Lut Kavminin
yok ediliş gerekçelerinden biri de ADAVET yani sınır tanımamaları idi, diye
biliyorum.
Hukukun, EGEMENİN keyfiyetine kaldığı yerde ADALET olmaz, diyor sanırım. 26.01.2023
------------------------------------------------ ️
Habermas, sistemin hayatın tüm alanlarının üzerine çöktüğünü, güç ve paranın simgelediği maddiyat aleminin kavramlar ve değerlerden oluşan 2. alemi işgal ettiğini ve tahakkümü altına aldığını söyler.
Çünkü bizim için artık soyut değerlerden çok, matematik kesinliğinde tanımlanmış bir hayat söz konusudur. Aritmetikte müzakere olmaz. Çünkü burhan (kesin bilgi, delil) otomatik veya mekanik bilgiye indirgenmiş durumdadır. (kalbi, ruhi, vahyi, tecrübi bilgi YOK sayılmıştır.-AHÇ)
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:255
Yaptığının
yanlış olduğunu biliyor, istediğinin HAK olmadığını biliyor, söylediğinin
VİCDANA uygun olmadığını biliyor, geçiminin dine uymadığını görüyor
"amaaaa" diyor PİYASA ŞARTLARI böyle, "Amaaaa" diyor
KANUNLAR izin veriyor, "Amaaaa" diyor HERKES BÖYLE yapıyor.
Kalpten,
ahlaktan, değerlerden, insanlıktan uzak; tasarlanmış, planlanmış, kurgulanmış
MADDEPEREST bir kültür bizi İŞGAL EDİYOR, diyor sanırım.
Zeyl:
Bankacıların TEFECİLİK ahlakı bankalardan sızıp toplumu işgal etti, de diyor
olabilir. 27.01.2023
Matematiksel
düşünce ne kadar kuvvetli olursa olsun konu hakkındaki belgeler ne kadar
detaylı olursa olsun, BEN'in ortaya çıkması muhtemel İYİLİĞİ kendisine nispet
etmeye yönelik eğilimini ortadan kaldırmak
mümkün değildir.
BENLİK mekanik bir yapı değildir ki, yasalar veya kanunlara tabi olsun veya melek değildir ki,
İRADESİNİ,
tercihlerini veya ÜSTÜNLÜK iddiasını, övgüye olan ihtiyacını tamamen terk
etsin.
BEN LİĞİ, EGOYU, NEFSANİYETİ, bütün iyilikleri kendisine MAL etme güdüsünün terbiyesi ancak kendi içinde meydana gelebilecek vicdani veya bilinçsel değişimle (şuur) mümkündür.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:257
------------------------------------------------
Nice
RASYONALİTENİN zirvesine çıkmış Bilim adamları, profesörler, felsefeciler, İş
adamları, Bürokratlar, Politikacılar vs. "sen yaptın, ben yaptım"
kavgalarına düşüp ÖNE ÇIKMAK için, FARK EDİLEBİLMEK için, şöhret olmak için,
para için
birbirlerini suçlar, birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışır, birbirlerinden
çalar.
Yani EGONUN
veya NEFSİN onların üzerindeki tahakkümü devam eder.
Rasyonel (kuru) AKIL bu duyguyu terbiye edebilen bir vasıta değildir, diyor sanırım. 28.01.2023
Gördüğümüz kadarı ile şu anda yeryüzündeki yönetim şekilleri içinde en üstünü demokratik rejimlerdir. Ancak bize takdim edildiği gibi demokrasinin tek şekli yoktur. Onun şekli ve tezahürleri devlete hakim olan zümrenin durumuna göre değişir.
Öyle
ki demokrasilerde iktidar ve güç özel hayata müdahale etme seviyesine varacak
kadar genişleyebilir. İç güvenliği koruyup sadece temel özgürlükleri güvenceye
alacak kadar da daralabilir.
Demokrasilerdeki
farklı tezahürler rejimin nispi ve göreceli doğruluğu anlamında değil de
genelde onun mutlak üstünlüğü gibi yorumlanır. Böylece sanki bu rejimden daha
üstün ve mükemmel bir sistem yokmuş gibi
algı oluşturularak, küresel ölçekte GÜÇLÜ ve
hegomonik
yapılar tarafından demokrasiyi ikame etme bahanesi ile SİLAHLI müdahalenin ve
hegemonyanın bahanesi olarak kullanılır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:269
1- Diktatöryal
yapılar, genelde İKTİDARLARINA tehdit olarak görmedikleri yerde halklarının ne
yapıp ettiğine karışmazlar hatta bununla ilgilenmezler. Modern demokrasiler
DEMOKRASİDEN aldıkları güç ile insanları küresel yapılarla girdikleri ilişkiler
çerçevesinde istedikleri an eve kilitleyebileceklerini, vücutlarına
istemedikleri şeyleri almak zorunda
bırakabileceklerini,
onları her an gözlemek istediklerini,
vatandaşlık puanı ile itirazları sindirebileceklerini, ticaretlerini
durdurabileceklerini hatta AĞIZLIK takmadan sokağa çıkamaz hale
getirebileceklerini ispat etmişlerdir.
2- Amerika'nın
getirdiği DEMOKRASİNİN özgürlük değil; Amerikan hegemonyasına ve KAPİTALİZMİNE
boyun eğildiğinin, tüm varlıkların ÖZELLEŞTİRME ve LİBERALİZM adı altında
küresel sömürgeci şirketlerin yağmasına açıldığının anlamına geldiğini fark
etmeyen kalmamıştır sanırım. 28.01.2023
Görev, ilahi emir alemine yönelik metafiziki ve fenomenolojik (çoklu anlamlar dünyası-AHÇ) bir olgudur...
Müzakerede
bulunanın, tartışmanın ya da konunun kurallarına tabi olması ya da
prosedürlerde yazan şartları yerine getirmesi onun HAYRA tabi olduğunu anlamına
gelmez.
Aksine o, yöntemlere muvafakat ettiğinde ve toplumda adaleti gerçekleştirmek istediğinde bunları yerine getirmek için hazır olduğuna ŞAHİT olmalıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:275
Kısacık
paragrafta neler var neler:
- Eğer kişi
kendisini İLAHİ bir misyona bağlamışsa HAYIR, İYİLİK, İNSANİYET vs. için
yaşayabilir. Eğer arkada ebediliğe yönelik bir misyon bilinci yoksa geride
sadece (psikolojik, sosyolojik ya da ekonomik) MENFAATÇİLİK ya da ZEVKÇİLİK
kalır.
Yani
"İhsan (karşılıksız vermek, hizmet etmek) Müslümanın vasfıdır. gavurda
olmaz."
YETERLİLİK
diploma hatta eğitimden ÇOK önce SALİH BİR NİYET ve görev (dava) bilinci
gerektirir. Modern prosedürlerde eksik olan TAM DA budur.
Hayra niyet
aranmaz, DİPLOMA aranır.
- ŞAHİT/ŞEHİDİN
ana misyonu canı bedeli bile olsa ADALET niyetinin fiiliyata geçirilmesidir,
Gibi şeyler
anladım. 30.01.2023
Zira
gerçekten HAKKI talep eden kişi adaletin gereğini yerine getirmeyi göze
alabilir.
kişinin
kendi nefsi ile kuracağı ilişkiyi de içine alır... Kişi kendi nefsinde adalet
sıfatını yerleştirmedikçe kendi nefsini ilgilendiren konularda adaleti gereği
gibi yerine getiremez.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:275
Kişi kendi
nefsinin farkında değilse,
AKLI nefsi
tarafından işgal edilmişse, paraya olan zaafı, kadına olan zaafı, güce olan
zaafı, gösterişe olan zaafı, masaya olan zaafı, birine KUL OLMAYA olan zaafı
onu ADALETİ yerine getirmekten; ya da HAK için ödenmesi gereken bedeli
ödemekten alıkoyacaktır.
Mesele
NEFSİMİZ, egomuz, kibrimiz, menfaatimiz, şehvetimiz, ümitlerimiz, şanımız, şöhretimiz, şak
şakçılarımız, bizden faydalanan parazitler araya girdiğinde bütün bunlara
rağmen HAKKA sadık kalmak, HAKKIN şahidi olmak meselesidir.
Nefsi, Şeytani ya
da heva kaynaklı kuvvelerin verdiği kararlar üzerinde etkisi olduğunu
hissedememiş birinin sadece DİPLOMA ile adaleti yerine getireceğini beklemek
AhMAKLIKtır diyor sanırım.30. 01.2023
Şehadette, şahitlikte asıl olan başkasını dikkate almaktır. Öyle ki, bu dikkate alma oranında şehadet değer kazanır. başkası ne kadar dikkate alınmışsa şehadetin değeri o kadar artar. Başkası dikkate alınmamışsa şehadetin değeri azalır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:280
- Kişinin BEN
İYİYİM, BEN MÜSLÜMANIM demesi işe yaramaz BAŞKALARI ona şahitlik ederse o
şahidliğin kıymeti olur. Değilse en zalim tip dahi kendisinin ÇOK İYİ olduğunu
iddia edebilir.
- "Onlar
kınayıcının kınamasından korkmazlar" ayetini Yeşil Efendi "Onlar
kafalarına göre her türlü YOBAZLIĞI; kabalığı, edepsizliği, terbiyesizliği
yapar kimseden UTANMAzLAR diye yorumlamamak lazım. Onlar Kınanacak İŞ yapmazlar
ki kınanmaktan korksunlar" diye yorumlar. 01.02.2023
Dini pratik ile siyasi pratiği birbirinden ayırmadan vatandaşların kendi kendilerini yönetmeleri mümkün değildir iddiası boş bir iddiadır. Çünkü:
1-
Ne dini pratikler ne de siyasi pratikler birbirlerinde ayırılabilecekler
pratiklerdir.
2-
Dini pratikler ve siyasi pratikler arasında manipüle edilemeyecek kadar net
sınırların çizilmesi probleminin çözümü yoktur.
3-
Dini pratiklerin siyasi, Siyasi pratiklerin dini ve taabbudi olmadıkları
iddiası doğruluğu şüpheli bir iddiadır.
İnsan fıtratında aslolanın genişlik olması gerektiğini söylemekteyiz. Lakin seküler paradigma insan ontolojisini daraltarak SİYASİ EGEMENE alan açar.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:292
Sekülerizmin,
SERBEST CİNSELLİK/CİNSEL ÖZGÜRLÜK rüşveti ile dini alanı daraltılması
toplumun İNSANİ irade alanını daraltma pratiği ile neticelenir. Dini alan daraldıkça SİYASİ EGEMENİN Tanrılık alanı artar. Siyasi erke ve Ekonomik güce sahip olan üst zümrenin, toplumun yani parçalanmış bireylerin servetine el koymasının önünde engel kalmaz , diyor sanırım. 01.02.2023
------------------------------------------------
Oysaki,
Tek Tanrılı dinler dünyayı büyüden arındıran yapılardır. İnsanı, yüce Allah ve
masum peygamberler vasıtası ile şer'i (hukuki) hükümler sayesinde bir arada
yaşama imkanı veren ve dolayısı ile uygarlaştıranlar dinlerdir.
İnsanlığa
teklif ettikleri şeriata (hukuka) dayalı toplum ile hem dünyevi maslahatlarını
hem de uhrevi (ruhi-AHÇ) kurtuluşlarını temin ederler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:295
İnsanları Kitap
(ortak metin), Şeriat (HUKUK) etrafında toplayan ilahi dinler oldu.
Bunu
"büyünün esrarına", "sihrin korkusuna" kapılmış inanları
uyararak/uyandırarak yaptılar.
Şimdinin
büyücüleri, yeni sosyoloji ve psikoloji yardımı ile yepyeni formüller
geliştirdiler ve TVLERDEN, Akıllı telefonlardan, reklam panolarından yaptıkları
sihirler,
büyüler ile toplumları çok daha güçlü şekilde KORKUTMANIN, etkilemenin, büyülemenin yollarını buldular. İnsanlar atomlarına ayrılıp paramparça oldukça onların hem dünyaları hem ahiretleri berbat oldu, diyor sanırım. 02.02.2023
Bazıları Hz İsa aleyhisselamın "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Allah'ın hakkını Allah'a verin" sözünü; Hristiyanlığın, uhrevi olanla dünyevi olanın arasını ayırdığı fikrine delil olarak kullanırlar.
Ancak burada sözün bağlamından koparılması ve kasıtlı bir şekilde anlamın çarpıtılması söz konusudur: Zira konu Yahudilerin münafıklarından bir kısmının Hz iSa'ya gelerek, -onu oyuna getirmek için- imparatora vergi vermelerinin uygun olup olmadığını sormaları üzerine açılmıştır.
Hz
İsa, onlardan bir para istemiş ve paranın üzerindeki resmin ve üzerindeki
yazıların ne anlama geldiğini sormuş; onlara vergi vermek ile Sezar'a bağlılık
arasındaki ilişkiyi göstermiş, Allah'a kul olmakla Sezar'a kul olmanın
arasındaki farkı hissettirmiştir.
Ardından
"Her kim Tağut'a (Sezar'a) kulluk etmek istiyorsa tağuta kulluk etsin, Her
kim Allah'a kulluk etmek istiyorsa Allah'a kulluk etsin" demiştir.
Yani o, iki farklı ve meşru iLAHİ kategori tanımlamamış, ortada iki farklı tapınma eylemi olduğunun vurgulamıştır.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, S:300
- Abdurrahman
Bey'İn yorumu ile Hz İsa'nın sözü Kafirun Suresinde geçen "Senin dini
sana, benim dinim bana" kelimesinin karşılığı oluyor sanırım.
- Sanırım, bu yorum isabetli. Zira her ne kadar Sekülerizm din ile devleti ayırdığını söylemiş olsa da bugün BATI'da dine hiç yer kalmamıştır. O kadar ki, GAYLERDEN papaz çıkarmak için KÜRESEL TANRILAR papanın tepesine binebilmişlerdir. 02.02.2023
------------------------------------------------ ️
Kendisinden
daha büyük bir TANRIYA boyun eğmeyen Egemende asıl olan, eşyayı (iyiliği ve
mülkü) kendine nispettir. Bu yüzden benliğin egemenliği, benliğin kendi
yasasının koymasını da gerektirir. Ve her yasakoyucu, yasayı kendi nefsine
nispet eder.
Bu noktada konulan yasaların doğruluğuna inanmak ancak insanın kendi fiillerini kendisinin yarattığını kabul etmesiyle mümkündür.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:303
EGEMEN bütün
iyilikleri ve mülkleri kendisine mal etmeye meyilli olduğu gibi KANUNLARI
yapmaya da meyillidir.
Zira kanunları,
sınırları belirleyemeyen bir TANRININ Tanrı olması mümkün değildir.
Koyduğu
kanunların HAYIRLI neticeler vereceğini düşünmesi aynı zamanda o kanunların
etkilerini de kontrol edebileceğini yani bu etkileri yaratmaya kadir olduğunu
da kabul etmesi ile mümkündür
Zeyl:
Bahsedilenin sadece LİDER olmadığını, hikayenin hepimizin hikayesi olduğunu,
Büyük çoğunluğun hakimiyet alanında bir TANRI kesildiğini hatırlatırım.
03.02.2023
Seküler paradigmayı benimseyenler, insanın, kendi fiillerini yaratmış olduğu düşüncesini mutlaka benimsemek durumundadırlar. Çünkü onların şehadet ettikleri ilk insani düzey, insanın kendi iradesini kendisinin yönlendirmesi gerektiğidir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:304
Birisi çıkıp
ben artık DİYET yapacağım "yemeyeceğim" diye kendine SÖZ verir.
Sofrayı görünce BİRİSİ "şimdi yeyiver, yarın başlarsın" der. Başka
BİRİSİ "kendine söz verdin, YEME" der. Sonra BİRİSİ de son kararı
verir. Başka birisi de bundan vicdan azabı çeker ya da pişman olur.
Bir başkası da
"oh iyi yaptın" der.
Burada ilk SÖZÜ
veren kim? YE diyen kim? YEME diyen KİM? Son kararı veren KİM?
Bunlar akla
EFENDİLİK etmek için fırsat kollayan NEFS, Heva, Şehvet, Ego, Kibir, Şeytan,
Kalp, VİCDAN, Hikmet, İRFAN vs.'dir.
İnsan kendisini
kontrol etmez, BU efendilerden birine TABİ olur.
Sekülerizm tüm
bunları RED EDER ve MENFAATÇİLİK güdüsüne "akıl" derken, -menfaatine
göre- NEFSE, hevaya ya da Şeytan'a teslim ediyor olmasını İRADESİNİ kullanmak
olarak tanımlar, der, diyor sanırım.
Ancak bu yolla
HAYRA ulaşmak mümkün değildir.
İlk anda ŞEHVET
tatmin edilmiş olsa da gelecekte BELA gizlidir, zira insan etkileri/fiilleri
kontrol edemez, diyor sanırım
Zeyl: Mesela Batı, Çocuklar üzerindeki BABA/HOCA OTORİTESİNİ kırmanın çocukları mutlu edeceğini düşündü. Ancak Çocukla baba/hoca aynı seviyeye indirilince PEDOFİLİ toplumun her katmanına yaydı, gibi. 03.02.2023
------------------------------------------------ ️
Allah'ın
iradesinin insan iradesi ile çatıştığını varsaymak insanın düşünebilme alanını
iki yönden daraltır.
İlk olarak kendi fillerini, zanlarını, şüphelerini Allah'ın iradesine eş gördüğü için Allah'ın iradesini tercih etme şansını yitirir.
Oysa
insan ne zaman ihtiyarını ilahi iradeye uygun olarak kullansa fiziki dünyası
içine düştüğü darlıktan kurtulmakta, olabildiğince genişlemektedir.
İkinci husus, Allah'ın iradesi ile kendi iradesini eşit gören insan kendisini İlahi iradeye teslim edemez.
Halbuki
kendini İlahi iradeye teslim etme iradesine sahip ferde hiç bir şey dar gelmez
ve hiç şey ile darlığa düşmez.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:316
İnsanın
Kendisini TANRI gibi sanması onu iki yönden perişan eder:
1- İlahi
müdahaleler, Hz İbrahim'in insan kurban edilmesine son verip, kurban olarak
koyunu işaret etmesi; Hz Lut'un ahlak tanımı ile insan neslini emniyetini
sağlaması; Hz Nuh'un gemisi; Hz Davut'un demiri işlemesi; Hz Süleyman'ın ADİL
hükümdarı; Hz Musa'nın özgürlük bilinci;
Hz Muhammed'in
zalime boyun eğmeme (sadece Allah'a kul olma) kadınları BİREY olarak tanımlama,
temizlik bilinci vs. gibi ilahi müdahaleler insanlığın buhrana düştüğü anlarda
insanlığa kademe sıçratan onu buhrandan çıkaran müdahalelerdir.
2- Bireysel
anlamda bireyin ilahi iradeye boyun eğmesi, psikolojik olarak onu müthiş
kuvvetlendirir: Eza, cefa, zulüm karşısında çoook uzun soluklu direnç ağlar;
yaşama anlam katar, kendi ile barışık bir ruh hali sağlar. Hayatı tahammül
edilebilir kılar.
demeye çalışmış
sanırım. 04.02.2023
Bu
itibarla Allah'ın iradesine uymak, insanın iradesini pratikler evreninde
olabildiğince özgür hale getirir. İlahi iradeye boyun eğiş arttıkça özgürlük de
o oranda artar. Öyle ki insan, öyle bir
seviyeye ulaşır ki, kesintisiz olarak ilahi yardımı hisseder hale gelir.
Bu sayede hiç bir şeyin kendisini aciz bırakamayacağını, kendisine hiç bir şeyin engel olamayacağını hisseder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:318
- Dikkat edilirse modern devletin aldığı her karar; SIRADAN halkın hareket alanını biraz daha daraltmaya, KONTROL EDİLEBİLİR, gözetlenebilir, tahmin edilebilir kılmaya, GÜNAH (SUÇ) işleyemez, HATA yapamaz hale getirmeye yönelik kararlardır.
- Kanser
hastası bütün vücudu eriyip bittiği halde, acılar içinde olmasına rağmen
yaşamak için direnir de sapasağlam ve zenginlik içinde olduğu halde TANRISINI
yitirmiş bedbaht hayata tutunmakta zorlanır.
Diyor olabilir.
04.02.2023
"Allah ile olan bağlantı, dikey bir bağlantı olup temel ekseni aşkınlık ve yücelik kavramına dayanmakta iken, insan ile olan bağlantı, yatay bir bağlantıdır ve temel ekseni nefse dayalı rekabettir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:326
Allah ile rekabet edemezsiniz.
O rekabet
edilemeyecek kadar yücelerdedir. Ona teslim olmak, 'O'nun önünde eğilmek'
insana yük vermez.
Lakin seküler zeminin TANRISI yoktur, ilişki YATAYDA tanımlanmak zorundadır. İnsan her an ve yerde rekabete girmek zorundadır. Para rekabeti, mal rekabeti, gösteriş, koltuk, bilgi, liderlik, kaşık, rant ... rekabeti. Diğerinin düşmesi AVANTAJ haline gelir. İşte burada hayat MÜCADELEDEN ibaret olur. Ömür kemik kapma boğuşmasıdır. (11.03.2023)
Dinin nötralize edilmesi, metafizik(ruhi) manaların fiziki dünyaya etkisini (teşhid) yok etmek demektir. İnsan için, iki dünyayı bir araya getirebilecek olan kuvvetin yokluğa mahkum edildiği varlık alanından daha sığ ve dar bir yer olamaz.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, S:327
İnsanın tamamen
dünyadan soyutlanarak dağ başında bir hücreye kendisini hapsetmesi ile para,
emlak, borsa, kriptodan ibaret dasdaracık bir "menfaat" dünyasına
kendisini hapsetmesi arasında fark yoktur, diyor sanırım.
Lakin ilkinde
kimseye zararı olmaz, ikincisi ufacık bir menfaat için yüzbinlerin kanına
girer, diyerek itiraz etmek istiyorum. (13.03.2023)
Sekülarizmin
akıllara yerleştirmeye çalıştığının aksine- Din özel alanda olamaz. Din ancak
kamusal hayatın içinde var olabilir. Din direk kamusal alanı hedeflerken, onun
özel hayata hapsedilmeye çalışılıyor olması, sekülarizmin değerler piramidini
tepetaklak etmek istemesindendir
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:328
Din zenginlerin
malında fakirlerin hakkı vardır; HAKKI tutun, ona taraf olun ve ayağa kaldırın;
Faiz yemeyin, insanları köleleştirmeyin; HAKK'tan başka bir şeye boyun eğmeyin;
Allah'tan başka hiç bir şeyi İLAH edinmeyin, der.
İyilikte
yardımlaşın, kötülüğü beraberce engelleyin; Gariplere sahip çıkın, kimseyi
aldatmayın, unutmayın üstünlük takvadadır, der.
Bunlar TOPLUM
olmadan olmaz. Din ancak TOPLUMDA (Medine'de) şehirde var olabilir.
- Sekülerizm de dindir. Yönetici, Güçlü ve ZENGİN tabakanın Kanunları vardır; Zenginlerin FAkirlerin mallarına çökmeleri kanunlara uygundur; Güçlü ve Zenginlerin fakirlere yardım etmemeleri kanunlara uygundur; Üstünlük PARADADIR. tapınılacak tek PUT güç putudur; ahlaklılık değil Zenginlik erdemdir.
Bunların yerleşmesi için DİNİN ÖZEL alana hapsi gerekir, Diyor sanırım.
İdarecilerin dindarlıktan nasiplenmiş olmaları yeterli değildir.
Zira
sekülerizmin dinden alınmış özgürlük eşitlik gibi kavramlar üzerinden metafizik
dünyayı maddi dünyaya indirerek kendi hizmetine almaktaki mahareti dindarlık
ile laiklik arasındaki farkın sadece
nicelik farkı olduğunu düşündürterek ÖZDE bir farkın olduğunu hissettirmez...
Böylece onlar dindarlığın imani değerleri korumaya çalışmaktan öte laiklikten bir üstünlüğü olmadığını kabul ederler.
BU
doğrultuda dini hassasiyete sahip olsa da yönetici,
laiklik sarmalının ağına takılıp zaafa uğrar ve hissetmeden dinin ruhundan uzaklaşır. Bu duruma GAFİL SEKÜLERİZM adını vermekteyiz.
UYANIK sekülerizm kendi bilincine sahip sekülerizmi ifade eder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:334
Dikkat ediyor
musunuz:
Tüm süreç
seküler zeminde ilerliyor; Anayasalardan dinden ve ahlaktan geriye sadece
"öldürmeyin" emri kaldı, seküler anayasalar geçerli, Yönetici
elitlerin dedikleri vahiy oluyor, tek tapılan değer ÇIKAR; ekonomi, RANT
ekonomisi; BANKACILAR, TEFECİLER, komisyoncular,
Rantiyeciler
toplumun itibarlıları; her tipte Uzmanlar, toplumun PAPAZLARI; halkın hayali
bir rantiye (kira geliri) yakalayıp sırt üstü yatmak.
Yani
SEKÜLERİZMİN tüm TANRILARI ortada ama iktidar DİNDAR.
Ve her türlü
olumsuzluk dindarlığın üzerine yıkılıyor.
İşte buna GAFİL SEKÜLERİZM diyorlarmış. 15.03.2023
------------------------------------------------ ️
Icık zor ama önemli:
İdareci
ruhani mukavemet gücünü eline geçirmedikçe daima gafil sekülerizmin kucağına
düşer. İnsanın varoluşunu aşağılayan seküler tavrı referans alan bu daralma ve
sığlaştırmadan daha gizli bir şey yoktur.
Çünkü
siyasi yetkili daima nefsi ile yapıp ettiği icraatlarında laiklik ile içli
dışlıdır ve bu esnada kendi nefsini tezkiye etmek suretiyle bundan korunduğunu
ve aklına hayranlığı nedeniyle, laikliğe karşı nefsini koruma altına aldığını
zanneder.
Hatta bulunduğu makam itibari ile gücüne aldanarak kendi varlığının, laikliğin genişleyip toplumu yutmasına karşı ona bahşedilmiş İLAHİ bir sorumluluk olduğu vehmine kapılır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:336
Nasr Suresinde
"Bir zafer verilip insanların akın akın sana geldiğini gördüğünde, Allah'a
hamd ile İSTİĞFAR (tövbe) et, bağışlanma dile" buyuruluyor.
Neden insana
bir Fetih, bir başarı nasip edilince TÖVBE etmesi ve Allah'a sığınması
gerekiyor?
Galiba
insanların övmeleri ve Şeytan'ın vesvesesi öyle güçlü bir KENDİNİ BEĞENME
fitnesi var ediyor ki, bir müddet sonra kendini ACAİP ÖZEL, Tanrı tarafından
seçilmiş hususi vazifeli bir elçi gibi görmeye başlıyor, diğer insanlara BÖCEK
gibi bakmaya başlıyorsun.
(Fark etmese de
Tanrıyı değil, kendini YÜCELTİYOR.)
Artık edip
eyleyen Allah değil, "o" oluyor, ya da onun yaptıkları ALLAH'ın
yönlendirmesi gibi oluyor.
Gizli sekülerizm yani İLAHİ öğretinin fiili olarak devreden çıktığı /umursanmadığı YÖNETİCİNİN ya da YÖNETİCİ ELİTİN TANRI olarak insanlara kendilerini dayattığı sistemdir bu, diyor sanırım. 16.03.2023
------------------------------------------------ ️
17.03.2023
Kuşkusuz,
dinin TEKELLEŞTİRİLMESİNİN, insanın varoluşu üzerindeki zararı, dinin devre
dışı bırakılmasının (sekülerleştirilmesinin) zararından hiç de az değildir.
Hatta teokratik tutum seküler ve laik
tutumdan daha da kötü bile olabilir.
Çünkü sekülerizmin dini devre dışı bırakması, belli sınırlar dahilinde olsa bile vatandaşa kendi dini konusunda değerlendirme hakkı tanır. Dini tekeline alan ise bu hakkı vatandaşına tanımaz.
Halbuki
dinin özü belli bir yöne kanalize edilmeyi kabul etmez.
Tersine din, akıldan duyguya varıncaya kadar bütün idrak alanlarının beslenmesini sağlayacak şekilde ruhun ihyası üzerine temellenir.
Aklın
genişlemesi, ancak dinin deruni manaları ile mümkünken, duyguların incelmesi
ise dini ahlakın realiteye aktarılması ile mümkündür.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:341
Açıktan Dini
düşman edinmiş zorbanın zararı, DİN adına çalıştığını söyleyen zorba kadar
değildir diyor sanırım. Çünkü Din HER TÜRLÜ insana şifa olmak içindir.
KENDİ modelini,
kendi fikrini, kendi tarzını, kendi zevkini yani BİZZAT kendini başkasına
zorlayan kendisi gibi olmayan insanları KIRAR, DÖKER.
İlkinde kırılan
kıranın Zalim olduğunu bilir, ikincisinde, zulmün dinden geldiğini sanır, diyor
sanırım. 17.03.2023
Sekülerizm,
başka bir yönetim modeli dayatarak dindar insanın hayatını, yönetme hakkını
elinden alır. Oysaki onun burhanı ve VİCDANI referans alan inancı ve düşüncesi
dikkate alındığında ortaya çıkan yönetim modeli, seküler dünyanın vaad
edemeyeceği farklı alemleri ona bahşeder.
Seküler yönetim dini aktörü, onun insaniyetini kat be kat aşağı çeken nefsani yönetim biçimlerine yönlendirir... Gökyüzünün genişliğinde uçmak yerine yeryüzünde sürünmeye zorlar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:348
Mesela dinler
CENNET vaadi ile VİCDAN üzerinden emreder:
GİT, yardım et! MUHTAÇ olanı köleleştirme, onu
aldatma, onu sömürme. Sana Cennette yemyeşil vadilerde köşkler, nehir
başlarında serhoş etmeyen içkiler, gönlünü hoş edecek huriler vaad ediyorum.
İNSANLIKTA yücel, hayvanların bigane kaldığı gibi düşmüşe bigane kalma, der.
Sekülerizm,
TANRI yok, Cennet yok, Huri yok. Başarıya giden her yol mübahtır. Başarı PARA
ve GÜÇ demektir. Depremzedelerden ne KOPARIRSAN kar, der.
Biri İNSANI, diğeri sırtlanı utandıracak bir varlık var eder, diyor sanırım. 18.03.2023
Dini siyasi aktör için kendi nefsini ıslah etmesi, TOPLUMSAL YÖNETİM bazında başkalarını ıslah etmesinden daha fazla özen gerektirir.
Ancak bu durum kişinin kendisini önemsemesinden ya da kendisine öncelik tanımlamasından değildir.
İlk
olarak, insanın, kendi iç dünyasındaki çatışmalara hükmetmedikçe, dışardaki
çatışmalarda kontrolü ele alamayacağına dair olan inançtan;
İkinci olarak dış dünyadaki ilişkilerde kendi menfaati yerine kamunun menfaatini tercih edebilmesin ancak iç dünyadaki HAYRI tercih edebilme kuvvesinin güçlendirilmesi ile olabileceğini bilmekten
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:354
Hayrı tercih
etme kuvveti olmayan, nefsani ya da şehevi arzularına hükmedemeyen elinin
altındakilere de Ahlak ve terbiye veremez, diyor sanırım. 20/03/2023
Seküler güçler, dini kurumlar ve inançlarla savaşmak suretiyle veya vatandaşlarını özgürlük, hoşgörü ve eşitlik değerlerini benimsemeye; bilim ve ilerleme vasıtalarını talep etmeye yönlendirerek dinin gözden düşme sürecini hızlandırmaya çalışmışlardır.
Ne var ki, dini kutsalın bu şekilde perdelenmesi hızla "Ahlaki Yetkinlik" ilkesini zaafa uğratmış ve gönüllerde bir boşluğa neden olmuştur.
Sekülerler, boşluğa düşen bilinci ve vicdanı, dinden direk kopyaladıkları unsurlarla, toplumu önde giden laik siyasi liderleri, düşünce ve bilim adamlarını kutsamaya yönlendirerek doldurmaya çalıştılar.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:360
Tanrıyı
kaybeden insanlık Ahlaki bir boşluğa düştü ve yeryüzünde olmasının anlamını
yitirdi: Sekülerler bu durumda insanları SEKÜLER şeyhler, Papazlar, Evliyalar,
Peygamberler icad ederek onlara yönlendirdi.
Tanrının önünde durur gibi onların heykellerinin önünde kıyama durmak, mezarları önünde rüku etmek, dini bayramlar gibi anma bayramları düzenlemek, kandiller gibi özel günler var edip anmak, mevlid okur gibi şiir dinletileri yapmak, hac eder gibi her sene kabirlerine gitmek gibi kutsal ayinlerle boşluğu doldurmaya çalıştılar diyor sanırım.
Not: Resimde
ABD 16. Başkanı Abraham Lincoln'ün 1922 yılında yapılan anıt kabri görülüyor.
20.03.2023
------------------------------------------------
Dinlerin,
müntesiplerinden kendi uğrunda samimi bir şekilde canla başla fedakarlık
yapmalarını istemesi gibi, seküler yapılar da bir takım ritüeller, inançlar,
semboller icad ederek toplumlarından kendileri uğrunda fedakarlıklar
yapmalarını istemişlerdir.
BU yolla seküler düşünceler daha önce tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi tip dindarlık kavramının yolunu açmış, seküler dinler , bir başka deyişle ATESİT DİNLER kavramını icat etmişlerdir.
Seküler ya da ateist dinler 2'ye ayrılır: Demokratik sistemlerin kutsadığı yerel dinler bir de emperyalist ve küresel sistemin kutsadığı kuşatıcı dinler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:361
İslam'ın,
Hristiyanlığın, Taoizmin yerini TANRIya inanmayan İngilizcilik, Rusçuluk,
Türkçülük, Kürtçülük gibi ideolojik veya
Şirketçilik,
Takımcılık, Particilik, TİTANCILIK gibi yeryüzü CENNETİ/para vaad eden Modern
YEREL dinler aldı
Seküler din, modern dönemde iki farklı formda tezahür eder. Demokratik sivil dini benimsemiş devlet ve emperyalist, yayılmacı, kuşatıcı devlet.
İkisi arasındaki fark birinde tapınılacak, kendisine kulluk edilecek Tanrı olarak Devletin kendisi sunulur, diğerinde devlet başkanı. Ancak ikincisinde tapınılacak TANRI kurum olmayıp bir ŞAHSA dönüştüğü için tapınma, ilk biçimden daha ağır ve daha aşırı kendini hissettirir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:372
İki seküler biçimde de DİN yeniden üretilir ancak birinde İLAH diye devlete yani devleti yöneten zümreye tapınılırken, diğerinde bir şahsa tapınılır. Bu yüzden kendini TANRI İlan eden ister SEKÜLER lider olsun ister yönetici zümre, ilk savaşı DİNLERE açmak zorundadır, diyor sanırım.
Zeyl: Kur'an'da
geçen, -modern İslamcıların gündeminde artık kendine yer bulamayan- tağut
meselesi direk bu konu ile ilintili sanırım. 23.03.2023
Robotik teknolojinin her geçen gün biraz daha insanın yerini alabilecek şekilde geliştiğini ve kalabalıklarını bunu içselleştirmek zorunda kalacaklarını kabullenmek gerekir.
Her şeyi kontrol ve gözetim altına almak isteyen kuşatıcı ve emperyalist sistem; kendinden daha üst bir otorite tanımayan Tanrı'nın koltuğuna oturmuş her siyasi sistemin gelmek zorunda olduğu sonuçtur.
Bunun kesin delili, Nazi Sisteminin demokratik sistemin rahminde gelişmiş olmasıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu. s:372
İnsan üst
otoriteye hesap veren bir "kul" olmayınca, çevresine tahakküm etmek,
onu, her anı ile kontrol ve gözetim altında tutmak ister. Çok önemli bir
koltuğa (Tanrının koltuğuna) oturmuştur, İÇ GÜDÜSEL olarak başkalarının o
koltuğa oturmak için fırsat kolladıklarını hisseder.
Dolayısı ile
gelişen teknoloji, TANRILAŞMIŞ tiplerin koltuklarını korumak, diğer insanları
kendilerine KUL pozisyonda tutmak için kullanılır. Bu kontrolsüz kalmış insani
içgüdünün zorunlu sonucudur.
Yani teknolojinin gelişmesi her ne kadar özgülük olarak sunulsa da alt tabakaların eline ve ayaklarına vurulmuş yeni prangalar olmak zorundadır, diyor sanırım. 24.03.2023
Liderin sisteme kul olması, vatandaşın kul olmasından çok daha korkunçtur. Vatandaşın kulluğu, sistemle ilgili bir sorunken, liderin kulluğu, hem sistem hem vatandaşla ilgili bir sorundur.
Eğer vatandaşların sisteme yönelik kulluğu olmasaydı lider de, nefsine ve süfli arzularına kulluk etse bile sisteme kulluk etmezdi. Bu nedenle lider, zor kullanarak bile olsa vatandaşları bu kulluğa teşvik ederken gözünü bile kırpmaz.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:373
Vatandaş sisteme kul olmuşsa bu kendisi ve sistem arasında bir ilişki olarak kalır, ama lider sisteme kul olmuşsa, çevresindekileri ve elinin altındakileri de sisteme kul olmaya zorlar, hatta mecbur bırakır, diyor sanırım. 25.03.2023
Mü'min
seküler ideolojiler tarafından (ister diktatörlük ister demokratik-AHÇ)
imanını, kendi iç dünyasında yaşamaya mecbur kılınmasıyla dinin kendi
mecrasının dışında ibadetini gerçekleştirmek yani kamusal alanın yönetimi
konusunda kendi ruhundan vaz geçmek zorunda kalır.
Sonuçta
insan, kendisini ruhani varoluşun zirvesine çıkarabilecek vahiy ürünü semavi
dinin yerine; sivil ya da siyasi dinler üzerinden onu nefsani varoluşun
kucağına atan rejimlere KULLUK etmeye
mahkum edilir.
Tanrılı dinler yapıları gereği Liderlere, rejimlere, devlet sütresinin ardında gizlenen yönetici zengin zümreye tapmaya müsait değillerdir. Bu yüzden seküler ister baskıcı ister demokratik olsun, DİNLERE savaş açar ve onu VİCDANLARDA mahpus etmeye çalışır.
İnsanlar KENDİLERİNE çekilince, kendilerine TAPININCA kendilerini DÜŞÜNÜNCE bir araya gelemez ve itiraz edemez, menfaatlerini koruyamazlar. YÜCE ideolojilere, yüce EFENDİLERE, yüce teşkilatlara tapınmak zorunda kalırlar diyor sanırım. 27.03.2023
Siyasi aktör -farkında olmasa da- faaliyetlerinde tahakküm kurma isteğinin baskısı altındadır.
Eskiler
buna liderlik sevdası , yeniler iktidar hırsı derler. Öylesine kuvvetlidir ki,
"Her siyasi aktör, aslında bir egemenlik projesidir" sözü yabana
atılabilecek bir söz değildir.
Ama
bu, siyasilerin tamamının gizli hesaplar peşinde koşan, nifak ve riya içindeki
bazı kimseler olduğu anlamına gelmez. Gerçek sebep; insanın İLAHLAŞMA TEMAYÜLÜ
dediğimiz metafizikleşme yasasının, siyasetle içli dışlı olan herkesi
nihayetinde TAHAKKÜM talebine sevk etmesidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:377
İnsanda İLAH
OLMA isteği (kibir, beğenilmeyi istemek, gösteriş, kıskanmak gibi) vardır.
SİYASET, bu duygunun ortaya çıkabilmesi için en uygun ortamı sağlar. Eğer kişi
nefsini bu duyguya karşı terbiye etmemişse ya da
sistem İLAHLAŞAN lidere karşı tedbir mekanizmaları kurmamışsa... Vahhh başına o toplumun, diyor sanırım. Sadece siyasette değil patronlukta, amirlikte, şeflikte insanın diğer insanlardan kendini üstün hissedebileceği her fırsatta ortaya çıkan bir duygudur.
Siyasetçide daha BÜYÜK olması imkanların büyük olmasındandır sanırım. 28.03.2023
İnsanın, mülkiyet hakkına sahip olmadan genel haklara sahip olduğundan bahsedilemez. Hatta mülkiyet hakları prensibi üzerine temellenmediği müddetçe, insanın sahip olduğu diğer hakların, dört başı mamur, mutlak bir tanımlaması dahi yapılamaz.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:389
İMARIN geçmesi
ile birlikte DEVLET denen YÖNETİCİ ELİT tüm boş arazilere el koydu ve bunların
HEPSİ benim dedi.
Yeni gelen nesiller ve elindekini çıkarmak zorunda kalanlar için MEZAR yapacak yer dahi kalmadı. Toplumun yarısı 40-50 senelik süreç içinde mülksüz KİRACILARA dönüştü
Mülksüz insan sığıntıdır, ancak tahammül edildi sürece orada kalabilir. YERSİZ yurtsuz bir insanın özgürlüğünden ya da HAKLARINDAN bahsedilemez ancak demagoji yapılabilir, diyor sanırım. 30.03.2023
Kişinin
dünyayı kutsama (metafizikleştirme) eğilimi arttıkça tağuta kulluğu da artar ve
dünyaya tapınma eğilimini, EGEMENLİĞİ daha fazlası ile ele geçirmek için
kullanmaya başlar. Gittikçe yaptıkları
daha güzel görünür ve kendini, KENDİ varlığına ve KENDİ benliğine kul edinir…
Bu noktada demokratik aktör, kendi açgözlülüğüne ve gizli emellerine meşruiyet görüntüsü vererek ahlaki kuralları bir kanara atıyor olmaya aldırmaz. Hatta bazen bu gizli ya da açık ihlallerin daha önce fark edilmemiş, keşfedilmemiş daha faydalı ve yeni bir ahlaki değerler sistematiği ve etik alan var ettiği konusunda hırsları gözlerini bile boyayabilir.
Böylece yaptığı kötü işleri güzel işler olarak görebilir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:403
Okurken aklıma
Aile politikaları, İstanbul Sözleşmesi, 6284, bitmez nafakalar,
ebeveyn yabancılaştırmaları, aile içi tecavüz, milli eğitimden ve kültür Bakanlığı eserlerinden namus, şeref, ar, haya, edep, iffet, mahrem gibi kelimelerin kazınmasının topluma TOPLUMUN iyiliği adına YENİ BİR AHLAK zemini olarak dayatılması gelmedi desem yalan olur. 31.03.2023
He
ya! Bu işte.
Demokrasilerde itiraz ilkesi, iktidarın el değiştirme (iktidara talip olma-AHÇ) ilkesine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlantı siyasi aktörü, iktidarın politikasına itiraz eden ile iktidarı destekleyen olmak arasında gidip gelen bir unsur haline dönüştürür.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:405
Demokrasilerde
"insanlar dertlerini sıkıntılarını dile getiremezler" zira dert veya
sıkıntıyı dile getirmek MUHALEFET desteği anlamına gelir. Bir şeyden şikayetçi
olmamak ya da muhalefet yapmamak da iktidarı desteklemek anlamına gelir.
İktidarın ya da
muhalefetin tuzağına düşmeden siyaset yapmanın hatta derdini anlatmanın imkanı
kalmamıştır, diyor sanırım.
Zeyl:Geçen gün
elektrikli arabalarla ilgili AVRUPA'DA çıkan bir yazıdan alıntı yapıp genel bir
sıkıntıyı dile getirince, muhalefete destekle suçlanmıştık.
Demokrasinin, "ya iktidardansın ya muhalefetten" tuzağı, EN SIRADAN sorunları bile AKL-I selim ile konuşmaya izin vermez, denilen sanırım bu. 01.04.2023
Psikianaliz,
egemenin iktidar hazzı (koltuk hırsı-AHÇ) konusunda bağımsız araştırmalar
ortaya koyamamıştır. Onun iktidar hırsına yenik düşmüş başarısız siyasileri
tedavi etmeye, iktidar hırsını bastırmaya veya kontrol etmeye dair yoğun bir
gayreti olduğu da iddia edilemez.
Abdurrahman
Taha, Dinin ruhu, S:408
Modern bilim,
egemenin HİZMETİNDE ona kul olmuş bir yapıdır. Bu nedenle o, egemene dönüp
"senin insanların üzerinde İLAHLIK iddiasında bulunman bir RUH ZAAFİYETİ,
psikolojik bir hastalıktır" diyemez.
Tam aksine onun ilahlık hülyalarını, emellerini gerçekleştirebilmesi için kitlelerin uyuşturulması, kontrol ve gözlem altına alınması, servetlerinin yağmalanması, kullaştırılması, korkutulması, BÜYÜLENMESİ, manipüle edilmesi, yönlendirilmesi, beyinlerinin yıkanması için çalışır, diyor sanırım. 04.04.2023
------------------------------------------------
Bize
göre ruhun temel referans noktası fıtrat iken, nefsin temel referans noktası
nispettir.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:410
İnsanın ruhu
fıtratına uygun olandan zevk alır; onu arar onun peşine düşer. O yüzden iyilik,
doğruluk, paylaşım, yardımlaşma, fedakarlık,
cömertlik vs.yi
bulunca içini bir neşe, bir sürur kaplar. Referans Yaradandır.
Ama insan NEFSİNİN (hayvaniyatının) referansı nispettir; hırs, tamah, ucup, kibir, biriktirme, yarışma, gösteriş, en önde ben olayım, en çok ben beğenileyim, benim dediğim olsun, desinleeeeer, demesinlerrrrrrr gider, diyor sanırım. Referans dışardakinden, diğer insandan üstün olmaktır. Diye anladım. 04.04.2023
Kişi bu nefsani isteği ile ancak mutlak iktidara sahip olan gerçek RABBİ sevmekle baş edebilir. Bu sayede kişi masivaya (dünya zevklerine) karşı koyabilmekte kendinde bir güç bulabilir...
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:428
Siyasetçi karşı tarafın gelmesi durumunda
HALKIN kötülerin ellerinde kalacağı korkusunu pompalarken gerçekte kendisinin muhtaç olduğu, TAPINDIĞI kitlelerin başkasını tercih etmesinden korkar. BU korku onu HAKKA ve ADALETE sadakatten uzaklaştırır. Bunun da tek ŞİFASI daha yüksek bir otoriteye boyun eğmektir, diyor sanırım. 05.04.2023
️
Takva, senin Allah'tan korkman ve Allah'ın
düşmanının senin korkundan korkmasıdır. Çünkü
Hakk'ın düşmanı, Allah'tan korktuğunda senin üzerindeki iktidarını ve
yetkisini (sultasını) kaybeder. Bunun nedeni Allah'ın insan ruhuna, Hakkın
düşmanının aleyhine bir iktidar bahşetmesidir
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:434
Din, insanı kula
kulluktan men eden müesseseye denir.
Bunu insanı şehvetini, hevalarını, ihtiyaçlarını, korkularını ona karşı
kullanarak onun üzerinde sulta kuran, onu kullaştıranlara karşı, ona güç veren
bir iktidar kurarak yapar.
Kulun üzerinde HAKKIN iktidarı varsa paraya, mala, rütbeye, krala yani kula kul olmaz.
Eğer oluyorsa, orada din, "halkı avlamak için tuzağa konulmuş yem" olabilir, Afyona dönüşmüştür, diyor sanırım. 06.04.2023
------------------------------------------------️
Bununla beraber insan, elinden geleni yapsa dahi, Allah'a layıkı ile kulluk edemeyeceğini kesin bir şekilde bilir. Zira insanın, Rabbine karşı layıkı ile kulluk etmesi, kendi acizliği nedeniyle mümkün olmayacağı gibi gerçekte insan, Rabbini gereği gibi sevmekten de acizdir…
Bu acizliği fark etmiş olmak insanı bir ruhani
korku seviyesine taşır. İlahi korku, ilahi muhabbet/AŞK ile birleştiğinde
insana (hem bireysel hem yönetim kademesinde-AHÇ) çekidüzen veren bir haya
dinamiğine dönüşebilir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:435
- İnsanın hiç
bir zaman MÜKEMMEL kulluğa ulaşamayacak olması onu ölüme kadar teyakkuzda olmaya
çağırır.
- Aslolan hedefe varmak/mükemmel kulluğu yakalamak değil, YOLDAN ÇIKMAMAKTIR. Yol üzerinde iken ölmektir.
- Korku
muhabbetle, Muhabbet korku ile bir araya gelirse SAYGILI; HÜRMETLİ, rikkatli,
dikkatli, muhteşem seviyeli bir hal alabilir, diyor olabilir. (bu insani
ilişkiler içinde geçerlidir sanırım)
- Kulluğa dayalı haya, ancak muhabbet ve korku ile bütünleşmiş bir utanma duygusudur. (A. T.) 07.04.2023
------------------------------------------------
İnsan gaflete düştüğünde kendinin başka insanlar üzerinde EGEMENLĞİ olduğunu düşünmeye başlar.
Bu şu anlama gelir, egemenlik gafletine düşen gördüğü gözlediği şeylerin mutlak şahidinin/ değerlendiricisinin kendisi olduğunu sanır.
Halbuki kulluk konumunda olan insan sürekli
gördüğü gözlediği şeylerin şeylerin müşahidi olmadığını bilir. (Her şeyi göremeyeceğini-AHÇ)
Zira şehadette bulunan ve şahitliğini tam
yapan sadece HAk Teâlâ'nın
kendisidir.
Böylece yegane Şahit (şehid) olarak Allah yeter.*
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:458
Kişi İlahlaşınca kendisini olayların şahidi ve hakimi olarak görmeye başlar. YÜKSEKTEN bakar, diğerlerinin göremediği bir mesafede kendini hisseder. Elinin altındakileri gözetleyen bir GÖZ gibidir. O'nun şahitliği ve hakimliği mutlaktır.
"BEN
yaptım, oldu", "BEN dedim, bitti", "BEN karar verdim,
tamam" der. Adeta "öldürür ve
diriltirim" der gibi.
ŞAHİT olarak ALLAH yeter, sana ihtiyaç yok, der Müslüman.
*İsra 96, Fetih 28
Zeyl: Sizin de aklınıza 1984 Romanı ve "Büyük Birader Seni Gözlüyor" sözü geldi mi? 08.04.2023
------------------------------------------------️
İfade özgürlüğü denilen şey o kadar, genişletilmiştir ki iş, başkalarına eziyet etmeye kadar varmıştır.
Demokrasiler sözün şiddetinin, fiilin şiddetinden daha fazla ruha ızdırap verdiğinin ve daha ağır yükler yüklediğinin farkında değildir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:463
Biri size mesela "eşek" dese ve siz ona karşılık veremeseniz muhtemelen, bir kavgada alacağınız yumruk darbelerinden daha fazla acı çekersiniz.
Bütün kimyanız,
psikolojiniz darmadağın olur. Yıllar sonra bile hatırladığınızda keyfiniz
kaçar.
Çünkü
KELİMELERİN etkisi fiili darbelerden az değildir.
Modernite KELİMELERİN şiddetini kabul etmiyor: Mesela erkeğin sert bakışını şiddet sayarken kadının aynı kelimeleri on yıllar boyunca sürekli tekrarlamasının da bir şiddet olduğunu fark edemiyor.
(Bir çok erkeğin
kahveden çıkmamasının nedeni evde maruz kaldığı bu şiddettir.)
Tekrarlanan
kelimeler şiddettir.
Birine 3-5 sefer
aynı kelimeleri tekrarlamaya kalkın fark edeceksiniz. Modenite aynı tutumu Toplumların KUTSALLARINA
karşı da gösterir.
Birinin KENDİ İNANMADIĞI için başkalarının kutsallarına, Tanrısına, Peygamberine, kitabına küfretme hakkı olduğunu düşünür.
Bunun o topluluğu darbelediğini, şiddet uyguladığını görmeyi reddeder, diyor sanırım. 10.04.2023
------------------------------------------------
... ilginç olan HAY kelimesi ile hayat kelimesinin ortak bir
kökten türemiş olmasıdır. Bu anlamda insanın HAY duygusu, insan hayatı ile özdeş kılınmıştır.
Sanki insanın hayâsı, bir yönü ile insan hayatını ifade eder.
İbn-i Kayyyım "Hayânın sebebi kalbin hayatının kemal ve yetkinliğe ermesidir" der.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:468
Haya (üreme bezi), hayat, hayâ (ar) ... aynı kelime kökünden gelir.
Hayalar (Üreme bezleri) insanın HAYAT bulduğu başlangıç noktası iken HAYÂ (ar) insanın İNSAN olarak HAYAT yolculuğuna devam edebilmesini sağlayan gıdadır.
Bu yüzden sanırım, "HAYÂSINI" kaybeden birey ve toplumlar "HAYY"vaniyata (canlıya) inkılap eder. Hayvanlarla arasında fark kalmaz, diyor sanırım. 11.04.2023
------------------------------------------------
İnsanlar ve canlılar üzerinde egemenlik kurmak, aslında onların kul ve köle edinilmesidir...
İnsanın başka insanları kendine KUL edinmesi aslında kendi nefsine olan kulluğundandır. Nefs böylece hem kişinin kendine hem de diğer insanlara zulm eder…
Allah'tan başkasına duyulan ihtiyaç, tağuta
kulluğa neden olur. Ki bu da hem kendine hem çevreye zulme dönüşür.
Egemenlik güdüsünün ortaya çıkardığı zulüm ve haksızlığa karşı, ruhu referans alan uyarıcı motivasyon anlamındaki iz'ac, ruhu diri tutmanın en etkili yöntemidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:476
Kişi başkalarını kendine KUL edinmek için kendinden başkalarına "Kul" olur. Başkalarını kendine kul edinmek için paraya, mala, mülke, patrona, şefe KUL olur.
Yani kendinden
altına KURT kendinden yükseğine KÖPEK.
Bunu kırmanın TEK yolu kişinin NEFSİNE, TANRI olma isteğine, EFENDİ OLMA isteğine karşı koyabileceği bir KULLUK ile ruhunu terbiye etmesidir, diyor sanırım. 12.04.2023
------------------------------------------------️
Manevi motivasyonlar, kaos ve seçim olgularının aksine iç kontrolü harekete geçiren dinamiklerdir.
Kaosdan kaynaklanan egemenlik, kanunlar ve cezalar ile nizamı sağlamaya çalışır.
Seçimden kaynaklanan egemenlik ise kitlelerin davranışlarını kanunlar ve cezalarla kontrol altına
alırken, seçimle de egemenlerin davranışlarını
kontrol altına almaya çalışır.
Ancak kaosdan ya da seçimden kaynaklı kontrol, GÜÇ arttıkça kontrolünü kaybeder. Çünkü kanunlar ve adli teşkilat, kendi maaşlarını veren egemenliği elinde bulunduranları, ellerindeki gücü kötüye kullanmaktan men edemez.
Bu durumda iktidarın elinin altındaki kişiler
de fırsatını buldukça yasalara aykırı işler yaparak, egemenlerin işgal
ettikleri kanun dışı alandan kendilerine alan açmaya çalışırlar.
Bu döngü özgürlüklerin daraltılması ve
cezaların artırılmasını mecburi kılar.
Nihayetinde kitlelerin iktidara karşı yaka
silkme seviyesine geldikleri, öfke ve infialin ortaya çıkmasına neden olan bir
durum ortaya çıkar.
Baskıların artması bu sefer bir zorunluluk olarak hem baskı altında ezilen kitleleri hem kitleleri kontrol altında tutmak isteyen iktidarları kanunsuzluğa zorlar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:478
Dinlerin
"insan ruhunu düzenleyen manevi terbiye ile" kurdukları düzeni,
dünyevi
iktidarlar KANUN, ASKER ve SİLAH zorlaması ile kurmaya kalkarlar. Ancak
KONTROLÜ kendilerine karşı kullanmayacakları için Kendilerinin YOLDAN çıkmasına
karşı yeterli tedbirleri yoktur.
Kendilerinin YOLDAN çıkmaları kitleleri de yoldan çıkarır. Ve DİNLERİN masrafsız yaptıklarını onlar PARA ve GÜÇ ile yapamazlar, diyor sanırım.
Zeyl: Mesela görseldeki MOTİVASYONU hiç bir seküler söylemin sağlama gücü yoktur. 13.04.2023
------------------------------------------------
Manevi motivasyon insanda, nefsini kontrol altına almasını sağlayan, hevalarını hizaya getiren içsel bir dinamik güç oluşturmakta ve böylece insan, haksızlık ve zulüm oluşturacak vasıtalardan uzak durabilmektedir.
İnsanı uyaran manevi motivasyon,
vicdani ve kul olmaya yönelik bir direnç
olduğuna göre, onu tanımlayan içsel dinamik, Allah'tan haya etme ve utanma
dinamiği olarak tanımlanabilir.
Bu anlamda muktedirlerin zulmünü bertaraf etmede ve kitleler üzerinde felahı yaygınlaştırmada hayadan daha etkili güç yoktur.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:479
- Utanmıyorsan dilediğini yap, der eskiler.
-
"Utanma/haya, dinin yarısıdır" da derler
- Seküler egemenlerin "ar, utanma, iffet,
haya, mahrem" e karşı yapmış oldukları saldırı boşuna değildir.
- Kitlelerin en büyük zulümler karşısında bile zalimden "insaf" bekliyor olmaları, zalimi durdurabilecek en güçlü etkenin içten gelen bir utanma duygusu olduğunu hissetmelerindendir. Gibi şeyler geldi aklıma 15.04.2023
------------------------------------------------️️
Devletin (state) modern çağlarda ortaya çıkmış
bir örgüt olduğunu unutmayalım...
Toplum asıldır, devlet ise ferdir. Yani devlet var olmasa da toplum var iken, devletin olabilmesi için toplumun olması şarttır...
Bu anlamda modern devlet, toplumu çepeçevre kuşatan, gücü ve şiddeti etkili şekilde (halkına karşı-AHÇ) kullanan örgütlenmiş EGEMENLERİN kurduğu kamusal yönetim yapısına denir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:484
Batının ASİLLER sınıfının halkı kontrol etmek için kurdukları STATE denen örgüt, bize,"devlet" diye tercüme edilerek Müslüman toplumlara çok büyük bir kazık atıldı.
Tıpkı Amerikan
sağcılığının Kur'an'da geçen, "kitabı sağdan verilenler" diye
yutturulması gibi.
Halbuki Kur'an'daki DeVLET kavramı ile yönetici zümrenin toplumu kul edindiği "STATE" kavramları birbirleri ile aynı olmadıkları gibi belki de tamamen ZIT şeyleri ima ediyor bile olabilirlerdi, demeye çalışıyor olabilir. 17.04.2023
------------------------------------------------️
Devletin köleleştirme için kullandığı
stratejilerden biri de, kendi projelerinin, planlarının ve stratejilerinin
reklamını yapmak için kitle iletişim Araçlarını avucunun içine almasıdır.
Medya vasıtası ile devlete ait rejimin olabilecek en ideal rejim olduğu, devlet politikalarının üstünlüğü ve devletin ortaya koyduğu kararların ne derece meşru ve doğru olduğu anlatılıp durulur. Ve tabi ki, devlet kendine olan inancı ve egemenliğini pekiştiren eğitim kurumlarını da inşa eder.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, S:486
Modern Devleti yöneten elit, ellerinde bulunan medya ve eğitim kurumları ile sürekli "kendilerinin toplum için İLAHİ bir lütuf olduklarının propagandasını yaparlar. Onlar en muhteşem kararları, en uygun çözümleri en harika tedbirleri alan, halk için BÜYÜK NİMETtirler.
Eğer onlar
olmasa ÖCÜLER toplumu yiyecektir propagandası sürekli topluma medya üzerinden
verilir. Diyor sanırım.
Zeyl: Her gün Batı Şeria'dan İsrail tarafına 2 milyon Filistinli çalışmak için geçer. Aldıkları en DÜŞÜK (asgari) ücret 4650 Şekel yani 1420 Dolardır. (28.500 TL)
Ancak aylık 28.500 TL'ye çalışacak Filistinli bulmak genelde mümkün değildir. Zira ülke genelinde aylık ücretlerin ortalaması 2100 Eurodur (48 bin 300 TL) ve Medya sayesinde Türkler, Filistinlilere acır, içinde bulundukları durum nedeniyle ezildikleri için onlara üzülürler.
Halbuki Filistinliler başlarına ne geldiğinin farkındadırlar. 18.04.2023
------------------------------------------------
İnsanları doğruya ve adalete sevk eden içlerindeki manevi motivasyon olgusunda asıl olan, NEREDE, NE ZEMAN ve NASIL olursa olsun, egemenliğin sebep olduğu haksızlıkları ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmaktır.
Devletin, adaleti, hedefleyen, dışa dönük uyarıcı manevi motivasyon anlamındaki iz'ac olgusu ile bütünleşmesi demek, toplumun devlete ait aşırı egemenlik baskısından kurtularak özgürleşmesi anlamına gelir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:488
Toplumun iyiliği Emretmek Kötülükten Nehyetmek düsturunu İMANIN bir unsuru olarak görüp, kendinde ve toplum nezdinde diri tutması, EGEMEN kesimden Topluma gelebilecek şiddeti de engeller.
Eğer toplum EGEMEN kesimin üzerinde sürekli iz'ac ile ADALET için baskı kurmazsa zulüm, haksızlık ve adaletsizlik çok yaygın bir NORMAL haline gelmeye başlar, diyor sanırım. 19.04.2023
------------------------------------------------
Dikkat edilirse İyiliği emretmek kötülükten
nehyetmek şeklindeki (emri bil maruf...) DIŞA dönük iz'ac olgusunun hedefi
iktidarı ele geçirmek değildir. Tam tersine onu harekete geçiren manevi güç,
Allah'a kulluk etmenin gereği olarak dünyayı ihya etme sorumluluğudur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:489
Demokrasiler, iktidar ve muhalefet arasında sıkışmıştır.
Onlar motivasyonunu İKTİDAR olma yani GÜCE sahip olma güdüsünden alır.
Eğer bir SORUNUN ÇÖZÜMÜ iktidar ya da muhalefete GÜÇ vaad etmiyorsa, o alan, ilgisizliğe mahkum edilir.
Nitekim aynı nedenle sadece SEÇİMLER anında konuşma hakkı
verilen güçsüzlerin seçimler öncesinden başka bir zaman seslerini duyurma
ihtimalleri yoktur.
Halbuki Dindar için "İYİLİĞİ emretmek, Kötülüğü nehyetmek", bulunduğu yeri ihya etmek, zulümden ve şerrden arındırmak Allah'a verilecek hesabın gereğidir. Zamandan, konumdan, yerden bağımsızdır. GÜÇ tapıcılığı ile ilgisi yoktur, diyor sanırım. 24.04.2023
------------------------------------------------️
İstibsar (olayın gerçek yüzünü görmek) ve
istikamet şeklinde ifade edebileceğimiz basirete dayalı manevi bakışın ve
ahlaki sağlamlığın göstergelerinden biri, kişinin, Allah'a ait olduğunu görmek
suretiyle güç ve kudreti, kendisine nispet etmekten haya ve ar etmesidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:489
Ayette "(mızrağı) sen atmadın Allah
attı" denmesi, sen başardın değil de "Allah sana zafer verdi"
denmesi Kişinin Kudretin Allah'ın elinde olduğunu unutmaması, kibire
kapılmaması,TANRICILIK oynamaması ve zulmetmemesi için şart olan bir EDEPTİR.
Eskiler kitap yazdıklarında KİBRE Düşme
endişesi ile "ben yazmadım, Allah bana lütfetti de yazdırdı", mülk
edindiklerinde "Ben almadım, Allah lutfetti de verdi" demeleri de
sanırım bundandı.
Her ne kadar biz, artık bu dili anlamıyor olsak da "AHLAK İnsanının" gücü, başarıyı, mülkü kendine izafe etmemesi AHLAKIN EDEBİNDENDİR diye anladım. 25.04.2023️
------------------------------------------------
Toplumun iyiliğe sevk edilmesinde manevi motivasyonun misyonu ile demokrasilerdeki muhalefetin misyonu aynı şey değildir....
Çünkü vicdan akla mantıklı gelmeyen zaviyelerden
insana ahlaki değerler aşılar. Onda
kıymetli olan hal ya da eylemin ahlaka uygunluğudur, menfaat değil.
Halbuki muhalefette asıl olan, görüşün
rasyonel (menfaate) ve aklımıza uygun olmasıdır.
Ahlaki eylemin AKILDAN yoksun olmadığı açıktır, lakin Rasyonel ve akla uygun söylemin ahlaktan yoksun olma ihtimali her zaman vardır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:495
Demokrasilerde Muhalefet, tıpkı iktidar gibi GÜCE tapar. Eğer konu, muhalefetin işine gelmiyorsa ya da güce ulaşmanın imkanını vermiyorsa İLGİ DIŞI kalmak zorundadır.Ahlaki unsurlara yaklaşım GÜC'ün neresinde durduğu ile ilgili bir sorundur.
Ancak bir mü'min için İYİLİĞİ emretmek (kimin çıkarına ya da zararına olursa olsun) Kötülükten nehyetmek (kimin çıkarına ya da menfaatine olursa olsun) AHİRET'te sorulacak hesap meselesidir. Motivasyonunu oradan alır, Diyor sanırım.26.04.2023
------------------------------------------------
İktidardaki kişiyi değiştirmek, haksızlığı ortadan kaldırmayı garanti edemez. Hatta ilk yöneticinin yerine gelecek yöneticinin ondan daha zalim olmayacağı da belli değildir.
Dünya tarihi boyunca haksızlık ve zulme isyan sebebiyle yaşanılan nice devrim bu durumun şahididir.
Yöneticiyi
değiştirmek yerine yöneticinin Hak ve adalete yönlendirilmesi yöneticilerin
değiştirilmesinden daha iyi netice verecektir. Bu itibarla özellikle
yöneticinin iç dünyasında sağlanacak değişim çok daha etkili olacaktır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:497
Birbiri ile SERVET yığma yarışına girmiş tiplerden birini indirip, diğerini tepeye çıkarmanın topluma faydası olmaz. Eğer toplum sürekli "İyiliği Emr, kötülükten nehy" ilkesi ile yönetici zümre üzerinde baskı kurarsa ve yönetici zümre "Allah'a verilecek hesabın
Mal yığmaktan daha kıymetli olduğuna" dair İÇ DÜNYASINDA ikna edilebilirse, bu, o topluma çok daha sağlıklı bir toplum kurabilmenin imkanını verebilir.
Değilse o toplum, zalimler koleksiyonuna sürekli yeni isimler ekler, diyor sanırım. 27.04.2023
------------------------------------------------
Devlet, yönetimini sistematik periyodlar
halinde tazelemediği müddetçe rejimin devamını sağlayamaz.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:501
Hz Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer (ra) ROMA'nın yöneticinin en fazla 5 senelik olması ve sürekli rotasyona tabi tutulması ilkesini benimsedi.
Hz Osman'ın (ra)
Kufe, Şam ve Mısır Valilerini 20 yıl boyunca değiştirmemesi ve Hz Ali (ra)
döneminde çıkan büyük karışıklıkların merkezlerinin bu vilayetler olması bu
tecrübenin ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Aynı nedenle Osmanlı'da kadı yerinde en fazla 2 sene görev yapar, sonra ya başka yere atanır ya da en az 4 sene dinlendirilirdi.
Zira yönetici
bir yerde uzun süre görev yapınca kendisine ÖZEL bir çevre kuruyor, insanların
zaaflarını öğreniyor ve kurduğu ilişkiler sayesinde orada mafyalaşıyordu.
Bu ilke MEMUR
kesimin bulunduğu yerde mafyalaşmasının
ve zulme engel olmanın en etkili yolu idi.
Sanırım Tayyip Bey de "3 dönem" kuralını bu yüzden getirmişti. Keşke işletilebilseydi.
Aynı yerde uzun süre görev yapınca kendisine ÖZEL bir çevre kurdu ve kurduğu ilişkiler sayesinde mafyalaştı.28.04.202
------------------------------------------------
Laik Arapların, "din üzerinden siyaset yapan Araplardan" bilgi, düşünce ve diğer konularda üstün olduklarını kabul etmek zorundayız. Fakat bu durum dindar siyasetçinin yapamadığı yaratıcılığı, laik siyasetçinin gerçekleştirebildiği anlamına gelmiyor.
Tam tersine laik siyasetçiler de doğrudan
moderniteden ya da modernitenin temsilcilerinden transfer ettikleri kazanımları
taklit etmeye çalışmaktadırlar.
Dindar siyasetçilerin "kendi kültür ve kökenine" bağlı olduklarını iddia etmelerinden dolayı burun kıvırdıkları Batıyı taklid ve kültürel transfer laik siyasetçiler tarafından, Batılı üstatlarından alınıp yerele faydalı ve üretken bir tarza dönüştürülememektedir.
En azından şimdiye kadar bunu
becerememişlerdir.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, S:524
Kabul, dindar siyasetçiler ŞARK kurnazları, ne doğru dürüst konuyu biliyorlar, ne dünyayı, ne ekonomiyi, ne kanunların kültürde nasıl bir etki yapacağını biliyorlar. LAİKLER bu konularda dindar siyasetçilerden ilerdeler. Lakin LAİKLER sahip oldukları bilgiyi BATILI SÖMÜRGECİLERİN hizmetinden başka nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. YERLİ olana o bilgi ile nasıl hizmet edebileceklerine dair hiç bir fikirleri yok ki, diyor sanırım.
Zeyl: HALK, bu durumu hissettiğinden AYNI ŞEYLERİ VAAD ettikleri halde, dindarları seçer.
Ümit eder ki,
Dindar vaad ettiklerini, SÖMÜRGECİLERİ razı edebilmek için vaat etmiştir, belki
YAPMAZ.
Laik politikacılar, sömürgecilerin emirlerini yerine getirmeye çok daha heveslidirler. 29.04.2023
------------------------------------------------
GÜCE
tapınarak varlıklarını tanımlayan rejimlerle yüzleşmeyi göze alamayan, buna
burun kıvıran ya da yenilgiyi kabul eden cemaatler, çok gitmeden ümmetin genel
maslahatlarını kendi gruplarının ÖZEL çıkarlarına kurban eder hale gelmişler,
dini nasların farklı te'villerine dayanarak oldukça tartışmalı inançlar ortaya koymuşlar ve nihayetinde siyasi partilerin yan organlarına dönüşmüşlerdir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:541
Eğer ödülünü CENNET'te almak yerine FONLARDAN, devlet desteklerinden almaya başlarsa tapındığı HAK değil, GÜÇLÜ olur.
HAKK'A şahitlik etmek yerine menfaatlerini gözetenler zalime kulluğa mahkum edilirler, diyor gibi.
NE yazık ki FAS için yapılan bu tespit, Türkiye için de "cemaatlerin" sivil toplum örgütlerine dönüşümünü resmediyor sanırım. 01.05.2023
------------------------------------------------
Ne olursa olsun, Modern güç vasıtalarına
ulaşma arzusu bir çok cemaat için hakim arzudur. Arzunun şiddeti, bu arzuya
ulaşmalarına engel olunduğu ölçüde artar. Öyle ki cemaat, vasıtaları bir müddet
sonra asıl talep edilmesi gereken yönetim ve siyaset hedefiymiş gibi görmeye
başlar
Rakiplerden devşirilmiş bu siyasi yöntemleri, iktidarı elde etme, rant
oluşturma ve rekabette avantaj sağlama araçları olsa da takva, dürüstlük,
adalet ve samimiyet temelli dini maslahatlara hizmet etmeye pek de elverişli
değillerdir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:542
Köprüyü geçene kadar AYIYA dayı diyenler, Köprünün sonuna varmadan Ayının gerçek YEĞENİNE dönüşebilirler,veya Sultanın lokmasına tenezzül edenler Sultanın reklam ajansına, propaganda birimine, diyor sanırım.
Ehl-i Sünnetin, "Sultanın sofrasına oturmamak ya da Sultanın lokmasını yememek" ilkesi sırat-ı müstakim üzerinde yürüyebilmek için seçeneklerden bir seçenek değil ZARURİ olan yoldur. Zira HAKKA; adalete kör kalanlara, HAKK'da kör kalır. 03.05.2023
------------------------------------------------️
Sekülerizmi Avrupa'nın bir türlü yakasını kurtaramadığı "Din Savaşlarından" kurtulma isteği dayatmıştır. Söz konusu anlayış meşruiyetini, egemenlik yetkisini Allah ve Sezar arasında bölüştürerek sağlamıştır.
Seküler yönetimin dayandığı ikinci ilke, siyaseti AHLAKİ yapıdan koparan Makyavelist ilkedir. Bu ilke hangi yolla olursa olsun iktidarı ele geçirme ve ne pahasına olursa olsun iktidarı elinde tutma ilkesidir.
Makyavelist anlayış gayeye ulaştıracak bütün
yolları meşru ve mubah sayar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:542
Burada garip
olan BATILI ve BATICI ve Çağdaş ve Modern yapıların bir taraftan bunları
savunurken bir taraftan da bunların üzerine oturduğu "BAŞARI için her yol
mübahtır" ilkesini KARŞI TARAFIN da uyguluyor olmasından ettikleri
şikayettir.
Bu ideolojiyi
savunup bundan şikayet etmek galiba neyi savunduğunu bilmemekle ilgili.
Batılı ideolojilerin, Makyavelizmin, İktidar ve muhalefetin tuzağına düşmeden, AHLAKİ yapıdan kopmadan sorunlarımızı konuşabileceğimiz bir SİYASET dili ve kanalı açabilmeliyiz, kanaatindeyim. 04.05.2023
------------------------------------------------️
İnsan, zannedildiğinin aksine keşfedilmiş bir
coğrafyadan ibaret bir dünyaya ait değildir. Aksine onun varlığı, derin
boyutları olan birden çok alemle ilgilidir.
Daima kadük kalmaya mahkum modern siyasi yönetim vasıtalarının, her ne kadar kurgusal ve aldatıcı olsa bile, çok boyutlu bir yapıya doğru hızla evrilmesi, aslında insanın, bu dünya ile sınırlı ve tek boyutlu siyasi yönetim anlayışından, çok boyutlu ve farklı dünyalara ulaşmaya yönelik eğilimini gözler önüne serer.
Abdurrahman TAHA, Dinin Ruhu, s:545
İnsan, "büyüsem, güç sahibi olsam" der. Erer muradına; "Yok!" der bu değilmiş. Şehvete ulaşsam, evlensem, sevdiğime varsam... Ulaşır. Yok! der bu da değilmiş. Araba alsam, Yat alsam, dünyayı gezsem... IHH der bu da değilmiş. Yaylada bir hamakta sallansam... Yok, YOK! Bu da değil.
Sürekli bir yabancılık duygusu, sürekli gurbette olma hali, sürekli kendini aşma çabası, sürekli tapınacak bir şeyler bulma ihtiyacı, bitmeyen arayışlar... Bizdeki bambaşka boyutlara işaret etmiyor da neye işaret ediyor, diye soruyor sanırım. He ya, Deliler kimlerle konuşur? 05 05 2023
------------------------------------------------
Fundemantalizmle suçlamaktan, demokrasilerin
siyasi yöntemlerini kabul etmekle kurtulunamaz. Bu suçlamanın asıl sebebi,
siyaseti dinileştirenlerin dinlerine sıkı sıkı sarılmaları değil, karşı tarafı
alt edebilmek için karşı tarafın sahip olmadığı bir avantaja sahip olmalarıdır.
Bu yüzden, siyaseti dinileştirme yaklaşımı içerisinde siyaset yapan siyasal İslamcılar, buram buram tek boyutlu dünyevilik ve egemenlik kokan rakiplerinin kurallarına göre oyunu oynasalar bile siyasi mücadele içerisinde oldukları müddetçe şüphe, hep onların üzerinde kalacaktır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:549
Sorun Dindar politikacıların DİNLERİNİ yaşaması değildir, sorun dindar politikacıların İKTİDARA gelebilme ihtimalidir.
Zira seküler dininin rükünleri olan sermayeyi koruma, menfaatperestlik, DÜNYA nimetleri, GÜÇ tapıncı ve egemenlik istenci toplumlara vaad edilebilecek OY Getiren vasıflar değillerdir.
Mesela Kapitalist seküler: "Sermaye, PARA sahibi KUTSALDIR. He hâlükârda zengini kollamak gerekir" Dindar politikacı: "Zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır. O hakkı koruyacağız", dese
Toplum kimi seçer?
İşte tam bu
noktada "dini siyasete alet etmeyin" çığlıkları yükselir.
Değilse seküler politikacılar ZENGİN severliklerini, dünya sevgisini veya GÜCE tapıcılığı yani kendi dinlerini siyasete alet etmiyor değillerdir. 06.05.2023
------------------------------------------------️
Üstelik dindar siyasetçi seküler politika oyununda ne kadar başarılı olursa olsun kendisini eskiden beri destekleyen ve rakipleri olan seküler politikacılardan gelecek nifak ve iki yüzlülük suçlamasından kurtulamayacaktır.
Halbuki onlar, nifak ve ikiyüzlülüğe dayalı politikaları işletmekte seküler politikacıların eline su dökemeyeceklerdir. Çünkü dindar siyasetçi nihayetinde kendisine hatırlatıldığı takdirde bu siyasi vasıtalara ilişen dini ve ahlaki ilkelere dönme ya da toplum önünde hesap verme ihtimali vardır.
Halbuki seküler politikacılar, onların DİNİ ve AHLAKİ alandan yüz çevirmelerinden büyük memnuniyet duyacak hatta siyaset alanına girmiş herkesin dini ve ahlaki değerlerden uzaklaşması için gayret gösterecekdir.
Abdurrahman
Taha, Dinin Ruhu, s:549
Dindar politikacı, DÜNYAYA tapan, Güce TAPAN, Sermayeye TAPAN, Batılı sömürgeci politikaları düstur edinen politikalara RİYA ve İKİ yüzlülük üzerine TABİ olarak halkını kandırıyor olabilir.
Lakin seküler Politikacılar zaten bunlara İMAN eder.
Direk sömürgecilerle çalışır, onların adamıdır.
Sermayenin adamıdır. DİN diye, İMAN diye, AHLAK diye dertleri yoktur, diyor
sanırım.
Zeyl: Kitabı okuyor, sıradan gidiyoruz. Alıntı kime yarar, kime yaramaz diye bakmamaya çalışıyoruz. 06.05.2023
------------------------------------------------
Hayatın hırsları içinde maddi hırsların en
büyüğü ve dünyevi hırsların en şehvetlisi iktidar hırsıdır. Öyle bir hırstır ki
kişi, başka hırslarında vermeyeceği ödünleri, iktidar uğruna verebilir.
Eğer kişi, iktidar hırsının altında yatan diğer hırslarını ve süfli duygularını fark edebilecek ve onları yenebilecek bir ahlaki seviyeye ulaştıktan sonra iktidar mevkiine gelirse, dini ve ahlaki sorumluluklarını unutmadan, hırslarını kontrol ederek görevini yapabilecek durumda olur.
Ancak iktidar hırsının altında yatan diğer
süfli (Alçakça, bayağı-AHÇ) hırsları konusunda nefsini dizginleyemeyecek
durumda ise az ya da çok ahlaki ve dini sorumluluklarını unutacaktır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:550
İktidar hırsını, insanlara tahakküm hırsını, Tanrılaşma hırsını, para hırsını, şehvet hırsını kontrol edemeyene İKTİDAR verilmemeli; İktidar verilecek şahsın bu hırslarını kontrol edip edemeyeceğine bakılmalı, yoksa bu terbiye verilmeli, diyor sanırım.08.05.2023
------------------------------------------------
Siyaseti dinileştirenler ya da dini siyasete
alet edenler aslında inanmadıkları laikliğin siyasetine taklit etmekle
suçlandıklarına göre, onların da siyasi yaklaşımı, temkin vasfına haiz, halka
hizmet etmeyi ibadet sayan taabbudi bir yönetim anlayışı olamaz.
Tam tersine onların siyasi anlayışı, dini
sistematiğin merkeze alındığı iddiasındaki "kaygılı bir siyasi
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:571
Seküler siyaset Güce tapınır ve başarı için her yolu mübah sayar. Tanrıya hizmeti merkez alan dini siyasi anlayışlar, seküleri taklide zorlandıklarından dini siyasete alet etmekle suçlanmayacakları zemini aramak zorunda kalırlar. Her ne kadar seküler hareketleri taklit ediyor olsalar da, seküler kesimlerde ŞÜPHE altındayken, kendi çevrelerinde de TAKLİTÇİLİK suçlaması ile karşı karşıyadırlar, diyor sanırım 08.05.2023
------------------------------------------------
Eğer kişi "Tanrı yaratıcıdır" ve "Tanrı rızık vericidir" dedikten sonra "Tanrı emredendir" önermesini kabule yanaşmıyorsa hiyerarşik meşruiyetin, mücerret akılcılığın ve doğrulanmış ahlaki sistemin gereklerini ihlal etmiş olur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:595
"Tanrı Emredendir" hitabı "KULUN kula KULLUĞUNU" reddeder. Eğer kişi "TANRI emredendir" önermesini kabule yanaşmıyorsa "BEN EMREDENİM" yani "Burada Tanrı benim" de diyordur.
"Tanrı'yı
Hüküm sahibi" olarak görmeyi reddetmek Ya, "Ben, "BEN"imin
kuluyum" ya da
"Sizin Tanrınız BENİM, siz de benim kulumsunuz" demek için TANRIYI iteleyerek KENDİNE mekan açmaktır.
Eğer Tanrı HERYERDE ise yani mekanı kaplıyorsa; KUL, KULA kulluk ya da Kul, kula TANRILIK edemez, diye anladım. 09.05.2023
------------------------------------------------
Tarihselcilik ve görecelilik delilleri şer'i hitaba özgü olmaktan çok mekan ve zamana hitabeden delillerdir. Bundan maksat da bağlamların ve tarihi şartların değişimi ile hükümlerin de değişmesi gerektiğinin ihsas edilmesidir...
Öyle ki bu durum, hükümlerin değişiminin,
önceki hükümlerle bağlantısını koparacak şekilde olmasını gerekli kılar.
Dikkat edilirse doğrudan olmasa da, söz konusu
ihsas ile, sarih ilahi iktidar ve yönetim anlayışını devre dışı bırakarak,
katıksız beşeri yönetim anlayışına doğru yönelmeye doğru bir çağrı yapıldığı
açıktır
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:609
Tarihselcilik gibi akımlar Batılı sömürgeciliğe, Ulus devlete ve moderniteye boyun eğmeyen İslam ve Müslümanların YENİLGİYİ kabul etmeleri ile dinlerini bu yapılara uydurma çabasından ortaya çıktı.
Dikkat ederseniz
sorun edindiği konular ve getirdiği çözüm önerileri BATININ seküler dini ile tam uyumlu iken şer-i kaynaklar ile sorunludur.Ki tarihselcilik her hamlesi ile İLAHİ (değiştirilemez mutlak) emirleri devre dışı bırakırken GÜNÜN EGEMENLERİNE iktidar alanı açar, diyor sanırım.
------------------------------------------------
Şeriatin (İslam Hukukunun) hedefi, aklın
"doğru" muhakemeyi yapmasını ve ahlakın temel referans noktası olarak
kalarak değerler üzerinden pratiğe aktarılmasını sağlamaktır.
Tarihselcilik ve görecelilikin dayandığı RASYONELLEŞTİRME ve salt ahlaki zemine bağlama şeklindeki iki delilden maksat, zahiri olarak ahlaki boyut içeriyor olarak görünse dahi işin iç yüzünde şer'i hükümlerin en azından bir kısmında irrasyonel oldukları şüphesini taşımalarıdır.
Dolayısı ile bu yaklaşım söz konusu irrasyonel hükümlerin geçersiz kılınması hatta bazı rasyonel hükümlerin dahi devre dışı bırakılmasını gerektirir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:609
Burada sorun şu: Bir hükmün AKLA uyup uymadığını neye
göre tespit edeceğiz? Cevap;
1) Kendi aklımızla
2) Egemen kültürle karşılaştırarak
Ancak,
Kendi AKLIMIZ dediğimiz şey de okul, eğitim, TV, Sosyal
medya tarafından yani EGEMEN kültürce şekillendirilen bir şey olduğuna göre
aslında DİNİN rasyonelleştirmesi denen şey;
DİNİN baskın kültürün içine entegre edilmesi yani kendi kimliğinden ve özgül niteliklerinden soyularak, EGEMEN KÜLTÜRÜN bu sefer din kılıfında topluma dayatılmasıdır, diyor sanırım. 10.05.2023
------------------------------------------------
İlahi hakimiyet paradigmasını savunan kişi, herhangi bir iktidar ve otoritenin mutlak ve ilahi yönetimin dışında kalamayacağını ve tüm İKTİDARLARIN tedbir-i ilahiyeye zorunlu bir tabiiyet içerisinde olması gerektiğini idrak eder...
Nihayetinde ilahi emirler,
vaktin aklını inşa eden tarihsel ve toplumsal
şartlarla ne kadar çatışırsa çatışsın, ardı arkası kesilmeyen ve sürekli
EGEMENLERİN keyfiyeti ile dönüşen, değişen beşeri (ve siyasal) yönetim
biçimlerine ne kadar muhalif olursa olsun, ilahi emirlere itaat etmeye kendini
hazırlar.
Çünkü mutlak irade sahibinin (Tanrı'nın) kullarının maslahatını en iyi şekilde bildiğinden şüphesi yoktur. Zira kulları O'nu inkar edip tanımasalar bile, O, ancak onların iyiliğini emreder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:611
Din, "işittik ve itaat ettik" ile kendini tanımlar.
İşittik ve menfaatimize göre yeniden düzenledik,
İşittik ve
EGEMENİN emirine tevil ettik,
İşittik ve
SÖMÜRGECİNİN kültürüne uydurduk,
İşittik ve
işitmemezlikten geldik,
İşittik ve
bunlar tarihsel masallardır dedik,
Üzerinden ancak MEFAATİ ya da mevcut REJİMİ meşrulaştırırız, diyor sanırım 11.05.2023
------------------------------------------------
Yaygın anlamının aksine hadler, sadece kamusal
alanda iktidar ve yönetimin belirlediği, halka uygulanan cezalar değildir. Had
kavramı bütün hükümleri içine alır.
İktidarların haddi aşmasını engelleyecek uygulamalar da HADDİR. Bu itibarla şer'i hadler diye belirlenmiş cezalar, toplumun suça yönelmesini caydırmak kadar, İktidarların despotizme kaymalarını da engelleyen kaidelerdir.
Başka bir deyişle suçu caydırarak, DESPOTİZMİ
yani beşeri yetki ve otorite alanının içine düştüğü her türlü sapmayı bertaraf
etmeye çalışır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:613
Hadler sıradan insanları suçtan caydırdığı kadar, YÖNETİCİ eliti de despotlaşmaktan uzak tutamıyorsa orada şer'i olandan yani HUKUKTAN, adaletten ve İSLAMDAN bahsedilemez, diyor sanırım.11.05.2023
------------------------------------------------
Kaza, takdir ve yaratma ile ilgili tüm fiiller
Allah'tan olduğu igibi ŞAHİDLİK fiili de Allah'tandır. Dolayısı ile Allah bu
fiillere kulunun şahitlik etmesini istediği gibi asıl şahit ve şehadetin
kaynağı da kendisidir.
Dolayısı ile söz konusu fiillerin HAKK'tan (Allah'ın ismi HAKK'tır-AHÇ) yani HAKK'A uyumlu ve insanlığın ve tüm varlığın iyiliğine yönelik gerçekleşen fiiller olması gerekir.
O zaman "Adalet", insani fiillerin HAKKİKATE dönüştüğü bir yol ya da başka bir ifade ile keyfiyettir (hal, durum).Öyle ki,
adalet olmadan hiç bir fiil olamaz. BU ise
adaletin, gerçekten insani tüm fiillere referans olması için yaratılmış ilahi
bir sıfat olduğuna işaret eder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:634
Adaleti ayağa kaldıran HAKK'I (Allah'ın ismini) ayağa kaldırır, adaleti ayaklar altına alan ALLAH'In ismini ayakları altına alır. Yani, "adalet" YOK ise HAKK da yok. Allah da (Allah'ın rızası da) YOK, Din de yok, İman da yok, Ahlak da, insanlık da.
Toplum ŞİRK ile KÜFÜR İle var olabilir ama ADALET olmadan olamaz. Yıkılmaya mahkumdur.
"Adalet mülkün TEMELİDİR" - diyen Hz ALi (ra) boş konuşmuyordu sanırım. 12.05.2023
------------------------------------------------
Tahkimci (ihyacı) İslami hareketler nefsi arıtma pratiklerini ihmal eden dini ve taabbudi yönetim stratejilerini benimsediklerinden, hakimiyet kipinin kavramsal çerçevesinin gerektirdiği ruhu da ilahi öğreti karşısında boyun büktüren kuşatıcı ibadet boyutuna erişememişlerdir.
Ancak hiç değilse, Dini, Siyasetin içinde
konumlandıran siyasal İslamcıların içine düştükleri SEküler politika ve yönetim
anlayışını taklit etme kafa karışıklığına da düşmemiş hiç değilse dini
hakimiyet paradigmasını savunan yerleşik geleneği takip edebilmeyi
başarabilmişlerdir.
Ancak din üzerinden siyaset yapan ya da
yaptıkları siyasete dinilik havası katan İslamcılar, iki arada bir derede ne
yaptıklarını bilmez bir hale gelmişlerdir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:645
İcra ettikleri SEKÜLER politika ve yönetim anlayışına dinilik sosu katarak İslamcılık oynayanlar İSLAMİ ahlak ve toplum adına bir şeyi başaramazken toplumların İslam'a olan ümitlerini de zedeleyip, onları sekülerleştirdiler mi diyor acaba? 12.05. 2023
------------------------------------------------
Siyasal İslamcıların handikapları siyasi
eğilimlerinin altında, seküler rakipleri ile benzer bir iktidar anlayışına
sahip olmalarıdır. Onların, yönetime geçme,
yani iktidar vasıtası ile söz konusu ilahi hükümleri uygulama talebine
matuf olarak bu yola başvurdukları söylenebilir.
Bundan dolayı, siyasal İslamcıların rakipleri
tüm güçleri ile onlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ancak onlar
siyaseti çok daha iyi bilmekte, hakkını çok daha iyi vermekte oldukları için
siyasal İslamcıları sıkıştırmakta iş yapamaz hale getirmektedirler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:650
Siyasal İslamcılar seküler zeminde, rakiplerinin yarıştığı işlerde, onların hedefledikleri hedeflerle, onların yöntemleri ile onların anlayışı ile mücadele ederek HAK mücadelesi vermeye çalışırlar.
BU onları
rakiplerinin KÖTÜ bir kopyasına dönüştürür.
İktidara
gelseler bile ORJİNALLER onlara GERÇEK İŞLER yapmaya müsaade etmez, pis işlerin hizmetkarı
edilirler, diyor sanırım.
------------------------------------------------
Velayet-i fakihin ahlakı, adalete dayanmalıdır. Buna ADALETİN ahlakı adını veririz. Onun hüküm ve emirlerinin doğruluğu ve bu emirler ile kendi davranışlarının uyumu halkın arasında onun emir ve fiillerine güveni tesis eder.
O yüzden Hz Ali (ra) şöyle der:
"Avamın, fakihler arasında kendisini
kötülükten koruyan, dinini muhafaza eden (Mala, paraya, mevkiye dinini
değişmeyen-AHÇ) süfli duygularına yenilmeyen ve Mevlasının emrinden
çıkmayanları taklit etmesi gerekir."
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu s:667
Yönetici HAK
için adalet AHLAKI İle hareket eder, toplum da ona sahip çıkarsa, otaya DEVLET,
huzur, felah, ISLAM gelir.
Ama yönetici kendi menfaati için çalışırsa, ADALETİ kendi zümresi için eğip bükerse, halkın da alimlere ve yöneticilere güveni, itimadı kalmaz ve düşmana karşı onlara sahip çıkmazsa o toplumdan huzur, BEREKET ve ahlak çekilir diyor sanırım. 13.05.2023
------------------------------------------------
Nefsi tanımadan imamı tanımak bir şey ifade
etmez.
Sadece kişiye imamın zahiri özelliklerini ve bilgisini yüzeysel olarak taklidine sebep olur köklü bir hayra yönelişe sebep olmaz..
Çünkü nefsin, hükmet kapılarından
nasiplenebilmesi için arınmaya ihtiyacı vardır.
Arınmış olan ancak arınmış olanı almaya
müsaittir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:675
Müslüman her
namazdan önce abdest almak yani uzuvlarını yıkamak zorundadır. Sanırım bu eylem
kişinin kendisini RUHEN arındırmasının
sembolik zahiri ifadesidir.
Zira ilahi lütuflar ancak TEMİZ kalp sahiplerine verilir.
Nasıl ki domuz
bataklığa, koyun çimene, köpek kemiğe giderse ilahi lütuflar da TEMİZ kalplere
gider. Temizler temizlere misafir olur,
diyor sanırım.
Alime alim,
Cahile cahil,
Dervişe derviş,
Gence genç,
İhtiyara
ihtiyar,
Çocuğa çocuk,
Dolandırıcıya
dolandırıcı,
Sahtekara sahtekar misafir olurmuş. 16.05.2023
------------------------------------------------️
Kalp, insanda idrak (düşünebilme, şuur, fıkh, his-AHÇ) fillerinin, kendisinden kaynaklandığı ruhi ve gizemli (latif) bir şeydir. Zati hakikati asla bilinemez.
Kalp, ancak esrarengiz bir oluşum olarak
sadece harici ve dış dünyaya ait tecellileri itibariyle bilinebilir…
Onların hakikati kavrayamayacak kalpleri vardır.
(Araf 179)
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:683
Kalp nedir bilmiyoruz, fiziksel olarak gösterilebilecek bir şey değildir.
Lakin nasıl ki
baharı fiziksel olarak gösteremeyiz ve onu ısınan havalardan, açan çiçeklerden,
yeşeren
topraktan, eriğin, çileğin tezgaha gelmesinden biliyorsak; kalbi de
merhametten, şefkatten, cömertlikten, yardımlaşmadan, hürmetten, edepten,
hayadan biliriz.
Bazı kalpler HAKİKATE müsait değildir: Çorak çöller gibi ne ekersen ek, kurutur ya da çürütür, diyor sanırım. 16.05.2023
------------------------------------------------️
Ebu Abdullah Cafer-i Sadıktan nakledildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurdu: "Fakihler dünyaya dalmadıkça Peygamberin temsilcileridir."
Soruldu. "Ya Resulüllah, onların dünyaya dalması ne anlama gelir". Allah Resulü; "Onların dünyaya dalması sultana (iktidara) tabi olmalarıdır (yamanmalarıdır). Buyurdu
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:686
Sultanın
sofrasına oturan alimden hayır gelmez gibi kelimeleri 1300 senedir farklı
şekillerde duyuyor, anlıyor, önemsiyor ve BİZİM sultanımız Hariç deyip
geçiştiriyoruz.17.05.2023
------------------------------------------------️
Ahlak, emr-i ilahinin temelidir.
Öyleyse ahlak, hükmün yani hukukun ve devletin hizmetkarlığına mahkum edilemez. Tam tersine hüküm yani hukuk ve devlet, ahlakın hizmetkarıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:697
Eğer biz de AHLAKI arkamıza atıp,
GÜÇ ve İKTİDAR
için her yolu meşru görmeye başlarsak GAVURDAN, Zalimden, Ahlaksızdan ne
farkımız kalır.
Ayet-i Kerimede "Eğer sizin kulluğunuz (Hakk karşısında boyun kesmişliğiniz) olmasa* Allah neden size Kıymet versin?" diye sorulması sanırım bu sebepledir.
Din Ahlakın
(Hakkın, Hukukun) ayakta tutulmasıdır, KENDİMİZİN değil, diyor sanırım.
*Furkan 77 (18.05.2023)
Ahlak, emr-i ilahinin temelidir.
Öyleyse ahlak, hükmün yani hukukun ve devletin hizmetkarlığına mahkum edilemez. Tam tersine hüküm yani hukuk ve devlet, ahlakın hizmetkarıdır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:697
Eğer biz de AHLAKI arkamıza atıp,
GÜÇ ve İKTİDAR
için her yolu meşru görmeye başlarsak GAVURDAN, Zalimden, Ahlaksızdan ne
farkımız kalır.
Ayet-i Kerimede "Eğer sizin kulluğunuz (Hakk karşısında boyun kesmişliğiniz) olmasa* Allah neden size Kıymet versin?" diye sorulması sanırım bu sebepledir.
Din Ahlakın
(Hakkın, Hukukun) ayakta tutulmasıdır, KENDİMİZİN değil, diyor sanırım.
*Furkan 77 (18.05.2023)
------------------------------------------------
Gerçekte dini devre dışı bırakan yapının kendisi de bir dindir. Dini devre dışı bırakan dinin, manayı dikkate alan dine göre, toplumsal barışı ve beraber yaşama sanatını temine daha muktedir olduğu söylenemez. (Tanrıyı reddeden dinler de diğerlerini ötekileştirir-AHÇ)
Bu nedenle din eksenli tarihsel değerlendirmeleri yok sayan toplumlar, manayı esas alan dinleri dışlayan bir dinin dindarları olmuşladır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:717
Dini Emirler - Devletin kanunları
Dini Bayramlar
- Milli Bayramlar
Türbe
gezme-ANITSAL Kabir ziyareti
Dini Şehitler -
Devlet şehitleri
Dini metinler -
Anayasalar/yönergeler
İlahiler -
Marşlar
Nikahlar-
Evlilik sözleşmeleri
Mevlit okuma -
Şiir okuma
Sure ezberleme-
Andımız ezberleme
Fatiha - Mili
Marş
Alim - Bilim
Adamı
Kadı - Hakim
Hoca - Öğretmen
Namaz - Saygı
Duruşu
Zikir Meclisleri
- Partiler, danslar
Ezan- Ulusal
Düttürü
Vaaz - Sempozyum
Şura - Kongre
Zekat - Vergi
Helal - Kanuna
uygun
Haram - Kanuna
uymaz
Amin - Kadeh
kaldırma
Salavat - Alkış
Dinin her ritüeline karşı ritüel uyduran ve DİN olduğunu halktan gizleyen Seküler DİNLERİN, toplumsal huzuru sağlamakta MANA dinlerinden daha başarılı olduklarını iddia etmek mümkün değildir, Zira onlar da kendi dindarlarını, yobazlarını, militanlarını var ettiler, diyor sanırım. (18.05.2023)
------------------------------------------------
Ahlakı temel alan fıkhileşme sürecine girmiş
toplum, manaya yönelik ahlaki maslahatlara uygun bir şekilde ilişkiler
kurabilirken, seküler toplumlar salt hukuki maslahatlar üzerinden birlikte
yaşamaya çalışırlar.
Oysa ki, kanunlara dayalı hukuk, tüm otoritesine rağmen, kanunlara yaslanmayan ahlakın sahip olduğu güce sahip değildir.
Çünkü hukuk, sadece zahirin (görünenin, açıkta
olanın) üzerine norm koyucudur. Oysaki ahlak, zahirin de temelini teşkil eden
batın (görünmeyen, gizli) üzerine de norm koyar.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:718
Kanunlar insanların sadece göz önündeki eylemlerini engelleyebilir, kalplerine müdahil olamaz. Böyle olunca ahlakı olmayan ama kanunlardan korkan kişi, eyleminin fark edilmeyeceği yerde cürmünü işler.
Ancak ahlak sahibi görülsün görülmesin KALBİ kontrolünü elinde tutar.
BATILI ülkelerde
çok kuvvetli POLİS ve adalet sistemleri kurmuş olmalarına, Doğunun doğru dürüst
işlemeyen adalet sistemine, rüşvete bulaşmış güçlüye ulaşamayan polislerine
rağmen, tecavüz, cinayet, intihar, yağma, cinsel sapkınlık, pedofili vs
oranlarında çok daha yüksektir.
Bu ülkelerde
anne baba hürmeti, komşu hakkı; garip, yetim, dul, miskin desteği, akraba ve
dost dayanışması vs. gibi AHLAKİ sistemler kanuni düzenlemeler olmamış olsa da
iş görürler, diyor sanırım.
Zeyl: Üstelik yasalar sadece ZAYIFLARI tehdit eder, Güçlülere hükümleri geçmez 19.05.2023
------------------------------------------------
İşte bu yüzden (bir önceki alıntı-AHÇ) fıkhileşme sürecinde olan toplum, bu sürece girmemiş yani ahlaki maslahatları gözetmeyen bir seküler toplumdan daha yüksek düzeyde bir beraber yaşama tecrübesini var edebilir.
Çünkü seküler toplumun aksine fıkhileşme sürecindeki toplumlar sadece kanunlar üzerinde maddi bir seviyede düzenlemelerle yetinmez, maddi düzenlemelerle eş zamanlı olarak ruhi yönlendirmeler ve manevi teşebbüslerle de taçlandırır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:718
Seçimlerden
sonra, deprem bölgesindeki insanların desteklediği parti üzerinden oraya yardım
yapan bazı gönüllülerin sitemleri gündem oldu.
Dikkat edilirse:
Depremzedelere yardım etmek seküler KANUNLARIN değil AHLAKIN yönlendirmesiydi,
depremzedelere verdikleri oy için
SİTEM edenlere verilen cevaplar da kanunlardan değil AHLAKİ zeminden hareket ediyordu.
Sanırım bu örnekler bile: Ahlaki zeminin TANRI TANIMAZ polis gücüne dayalı seküler kanunlar üzerinden beraber yaşama tecrübesinden çok daha iyisini vaad edebildiğine delildir.
Zaten 100 yıl önce yüzlerce farklı etnik kimliğin onlarca dilin yaşadığı İstanbul, Şam, İzmir, Diyarbakır, Mardin de buna delildi. Seküler "TÜRK" iye bırakın Kürtleri Alevileri Ermenileri Rumları, Sünni Türklerle bile huzur içinde yaşamayı beceremedi, demeye çalışıyor olabilir. 19.05.2023
------------------------------------------------
Değer erozyonu, modern zamanlar insanının ufuk
ve perspektif darlığı yüzünden söz konusu değerlere kıymet vermemelerinden, ya
da HAKKA karşı kibirlendiklerinden ve insanlığın başarıları karşısında gurura
kapıldıklarından dolayı değerleri inkar etmiş olmalarındandır.
Oysa ki bu değerleri inkar edenler, ancak dinin toplum üzerindeki ağırlığını kavrayamayanlar ve yine dinin toplumu kucaklayan, onun emniyetini sağlayan ve insana saygın bir hayat bahşeden lütufkar yönünü görmezden geldiler.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:720
İnsan tenekecilikte ilerleyip YARATIRIM SEVDASINA kapılınca Tanrıya karşı kibirlendi, Büyüklük sevdasına kapıldı; Kudret de ahlakını ve insanlığını soyup aldı: "Hayvanlar gibi yaşa ve öl" dedi, diyo galiba
Zeyl: Ama insan insanlıktan çıkınca HAyvanilikte hayvanları çok aşar.20.05.2023
------------------------------------------------
Beşeri yasama gücü, topluma ait olan herşeyi kendi malı olarak görme eğilimindedir. Vatandaşların, onların koyduğu yasalara tabi olmaları, KENDİ varlıklarını önemseme ve benliklerini merkeze alma duygusunu şiddetlendirir.
Bu ise - her ne kadar kendilerini TANRI olarak tanımlamasalar da- içlerinden bazısının, diğerleri üzerine tepeden inme, jakoben ve despot şekilde bir tasallut anlayışı geliştirmelerine kaçınılmaz bir şekilde sebep olur.
Zira insanın kendi varlığını merkeze alması,
onun kendi zatını referans alması gibi uc bir noktaya sürüklenmesini zorunlu
kılar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:745
Diledikleri kanunu yapabilme yetisi yöneticilerin, diğer insanlar üzerinde TANRI olduğu duygusuna kapılmalarına neden olur.
Burada GİZLENEN şudur: Toplumu, toplumun tüm varlıklarını hatta insanları bile kendi MALI Olarak gören DEVLET denen soyut aygıtın gerçekte Devleti yöneten ZENGİN ZÜMREden ibaret olduğudur.
Hak, Adalet, eşitlik, kardeşlik, huzur, barış, zenginlik yani DEVLET dediklerinde kastettikleri kendi MENFAATLERİDİR. Devlet elden gidiyor diye feryad ettiklerinde de kendi MENFAATLERİ elden gidiyordur. 23.05.2023
------------------------------------------------
Bireysel tercihlerini ve parçalanmış bir din düşüncesinden sadece kendine uygun olanların hakimiyetine boyun eğen kişi, gerek nazari aklı, gerek ahlakın maslahatını kendisine rızık olarak verenin Allah olduğunu unutmakla kalmaz; kendisine tercih edebilme (ihtiyar) melekesini bahşeden yaratıcının yaratma eylemini de unutur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:756
Kişi kendisini önemsemeye başlayınca AKLINI kendisinin yarattığını sanmaya başlar. Dolayısı ile aklı vereni yani RIZKI vereni reddeder.
Kendi aklını kendisi yarattığına göre İlahi makamdan kendisine teklif edilen dinin, istediği tarafını kabul edip istemediği tarafını da reddedebileceği fikrine kapılır. Burada da kendisine "tercih etme" yani ihtiyar yetisinin verildiğini unutmuştur. Yani kendi fiillerimi kendime göre yaratacağım der.
Bu da Aziz Kudretin YARATMA sıfatına ortak koşmadır.
Artık tüm akıllılar içinde (Tanrı dahil) kendisinden daha akıllı, doğruyu yapanlar içinde kendisinden daha doğru kimse olmadığını düşünmenin vakti gemiştir. (Taha'dan)
Zeyl: Bir de bunun yönetici olduğunu düşünün
------------------------------------------------
Dikkat edilirse kendi aklını ve kendi ahlakını merkez aldığında kişi, tercih yaparken nispeti kendisine yapar. (Merkezde onay makamı olarak kendisi vardır-AHÇ) Üstelik bu nispet kişinin kendisinin eksik olduğunun farkında olan bir nispet de değildir.
"Ben yaptım oldu" şeklinde bir nispettir. Bu kişinin unutma yani nisyan halinden daha ağır bir unutkanlık haline yol aldığı anlamına gelir. Bu durumda tercih meselesi, basit bir tercih meselesinden öte kişinin kendi tercihini, dolayısı ile kendi iradesini TANRILAŞTIRMASINA yol açan bir tercihe işaret eder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:756
İlahi öğretiye rağmen kişinin kendi akli çıkarımlarını tercih etmesi basit bir tercih meselesinden öte kişinin aklını, MEFAATİNİ, zevklerini yani kendini kutsallaştırması daha da ötesi kendini TANRI edinmesi meselesi ile ilgili olabilir, diyor sanırım.25.05.2023
------------------------------------------------
Seküler dini mutlakiyetçiliğin içine düştüğü kendini Tanrılaştırma olgusunun tek bir boyutu yoktur. Aksine bu derece derecedir.
Kişinin aklına ve maslahatına (menfaatine)
tutku derecesinde ilgisi olduğunda, o aklını ve maslahatını Tanrılaştırabilir.
Sonra bir adım daha giderek aklının
perspektifini ve maslahatçı (menfaatçi) ahlakını MUTLAK yetkinlik olarak
Tanrılaştırabilir. Daha da ileri giderek bu perspektifin ve maslahatçı aklın en
yetkin kişisinin ve gerçekleştireninin kendisi olduğunu iddia ederek kendi
zatına
mutlak ÖRNEKLİK vasfı verebilir. BU noktada bizzat kendisi Tanrılaşmıştır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:756
Kişi önce, BEN kendi aklımdan ve zevkimden başkasını
ciddiye almam der, Sonra, Siz de beni ciddiye almalısınız der. Ardından ben TEK
ve mutlak doğruyum, der.
Ardından, -güç bulursa- Herkes BENİ fark etmeli, bana
uymalı, benim gibi düşünmeli der.
Sekülerizmin TANRI reddi, kendisinin bir TANRI olma
süreci ile noktalanır.
Marksizm'den Hitler'e, Asi meselesinden Toplumsal
Cinsiyet ideolojisine kadar pek çok İDEOLOJİK dayatma,
YÜCELERDEKİ pek çok TANRININ kendi fikirlerini, ideolojilerini, DİNLERİNİ zorla toplumlara dayatması değil de nedir? Diyor sanırım. 26.05.2023
------------------------------------------------
Seküler aklın tercih meselesi bazen o kadar yoğunlaşmaktadır ki, aklın ve maslahatın kendine tapınması eğiliminin çok ötesine geçmekte, tercih etmenin kendisinin Tanrılaşmasına sebep olmaktadır.
Yayıncının notu: Akli olgunluktan yoksun olmalarına rağmen çocuklar; bulundukları durum noktasında doğru karar verebilmek için yeterli tecrübe ve birikime sahip olmamalarına rağmen, tıpkı yetişkinler gibi kendi, ÖZGÜR tercihlerine bırakılabilmektedirler. Abdurrahman Taha burada Batılı toplumlarda yürürlükte olan "çocuklarla ilgili küçük yaşta cinsel tercih hakkı" ve "hastalara ötenazi" gibi uygulamalara atıfta bulunmaktadır.
Abdurrahman Taha, Dinin ruhu, s:756
Çevrenin etkisi altında olan çocuğun ya da acının etkisinde olan birinin geri dönüşü ve telafisi olmayan, bedeli ÇOOOOK ağır bir kararı vermesine razı olmak TERCİH ETMENİN kutsallaştırılmasına delildir diyor sanırım.
Zeyl : Her türlü sapkınlığın NORMAL hale geldiği ancak sadece AHLAKA dair ar, namus, şeref, ADAM gibi kelimelerin değil küresel yapının dayattığı her türlü (asi, maske, mesafe, İneklerin gazı, iklim muhabbeti) vs'nin sorgulanmasının YASAK olduğu sosyal medyada BİREYSEL tercihler meselesi, YÜCE AĞALARIN tercihlerinin bize DİN olarak dayatılmasına geldi dayandı, diyor da olabilir. 27.05.2023
------------------------------------------------
Kişinin kendisini Tanrılaştırmasının her biri çift boyutlu iki tezahürü olur.
Birincisi; (Tanrılık, katlanılması çok zor bir mevkidir.-AHÇ) İnsan, amel ve muamelatında, takatini aşabilecek ya da eda ederken usanacağı boyundan büyük işlerin altına girebilir. Sonuçta ağır amellerinin tutsağı olur.
O böylesi amellerin tutsaklığında iken bu amellerin ona Ahiret aleminde en büyük kurtuluşu elde etme imkanını vereceğine inandığından, dünyevi maslahatların da kendinin kontrolünde olması gerektiğine inanır ve kendisini dünyevi maslahatların da tamahkar kölesine dönüştürür.
Bu noktada farzları ve nafileleri ile yaptığı amelleri, mücahede ve cihad olarak tanımlar.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:758
İBADETİN, hayrın kibre; KİBRİN cimriliğe, Hırsızlığa, zulme, sahtekarlığa onların da CİHADA dönüşmesini anlatıyor sanırım.
Can sıkıcı olan
ENESİ, BENİ iyice şişmiş kişinin bu dönüşüme GERÇEKTEN inanıyor olmasıdır,
galiba.
------------------------------------------------
İkinci tezahür:
Kendini Tanrılaştıran kişi, normal ibadetlerini ve şekli muamelatını tavizsiz yerine getirebilir. Ama o, o amellerin zahiri yönünün tutsağı olmuştur. Bu ibadetlerin dışarıya dönük yüzünün ona Ahiretteki en yüksek mevkiyi vereceğini zannettiğinden KİBRİNE köleliğine, bu amellerin tutsaklığını da ekler. Bu ise gösterişi (riya), kendini beğenmeyi (ucub) ve mağrur olmayı (gurur) getirir.
Böylece dini merkeze aldığını söyleyen dini
hakimiyetçi, Allah'ı ne kadar hatırda tutmaya çalışsa da, o, Allah'a her türlü varlıkla
birlikte kendisini de şirk koşmaması gerektiğini unutmuş gibidir.
Kendisini yüceltirken Allah'ı birlediğini zannetmektedir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:759
Diyor ya "Kibir insanın damarlarında gece karanlığında siyah bir kayanın üzerinde yürüyen siyah bir karıncadan daha sessiz dolanır" diye.
"İbadetleri ile kişi HAKK'ı mı yoksa KENDİSİNİ mi yüceltmektedir?" sorusu çok önemli bir sorudur, diyor sanırım. 29.05.2023
------------------------------------------------
İlahi sözleşme paradigmasını benimsemiş kişi tarafından makbul görülmeyen insanın kendi zatına yönelik ilgi duyma eğilimi, açık bir şirkmiş gibi durmasa da aslında su katılmamış bir şirktir.
Gerçekte insanın kendi zatına olan ilgisi, insanı, arayışında olduğu özgürlükten mahrum eden bir tür gizli ve üstü örtülü şirkten ibarettir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu s:790
Şeytan, Hz Adem'e "ilelebed yaşamak ister misin" diyerek kandırmıştı. İlelebed yaşama isteği, (aslında TANRI olma isteği) kişinin kendisini ÖNEMLİ hissetmesinden kaynaklanan haramlardan bir haramdı.
Çünkü insan dünyada ebedi kalmaya kalkarsa dünyanın KÖLESİ olurdu. Halbuki AHLAK dünyaya saplanıp kalmış, paranın kölesi olmuş, şehvetin tasmasını boynuna takmış insanların işi değildir. O ancak HÜRRlerin işidir.
Dikkat ediyor musunuz, ne çok cesedimizi, buruşan tenimizi, büyüyen göbeğimizi, burnumuzu, kelimizi, kaşlarımızı, kalçalarımızı DERT ediniyor, kafaya takıyoruz. Dünyaya olan düşkünlüğümüz değil de nedir bu? Diyor sanırım. 31.05.2023
------------------------------------------------
Kişi kendi zatı ile olan ilişkisinde de ilahi öğretiyi referans alamıyorsa ahlaki zeminini koruması mümkün değildir.
Söz konusu ahlaki zeminin süreklilik arz
etmesi, kişinin fiillerinde tercihini yaparken zatının sınırlarını idrak edip kabullenip
arızi duygularına disiplin altına alması ile olur. Zira kişi, yaptığı
tercihlerin sonuçlarını kestirebilecek tecrübe ve hikmetten yoksundur.
Belki de maslahatına uygun bir tercih yaptığını düşünürken, gerçekte kendisine yıkım getirecek fasit bir tercihin peşinde koşmakta, Gücünün yetmeyeceği bir belayı başına sarmakta, mekr-i ilahinin bir tuzağına doğru koşmaktadır.
Halbuki insan için kendi kendinin tutsağı olmaktan daha kötü bir tuzak yoktur.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:791
İnsana düşman olarak kendi yeter.
Bazen bir vefasız uğruna bir ömür verir, bazen kötü bir dostun peşine takılıp hüsran dolu bir belaya koşar, bazen kendi elleriyle edindiği bir alışkanlığın kölesi olup neyi var neyi yok kaybeder, bazen frenleyemediği bir heva yüzünden sakat kalır, bazen kötü bir tercih ile ömrünü yer.
Kendine HAD Vermek, başkalarına had vermekten daha önemli bir mevzudur, diyor sanırım. 01.06.2023
------------------------------------------------
Kişi tercihlerinin bazen kendisine ait olduğunu, çoğunlukla başka etkenlerin dayatması olduğunu fark etse de isyan sarmalına kapılabilir.
Zira onun tercihlerinin kaynağının neresi
olduğunu fark etmiş olması yeterli değildir. Bir üst aşamaya geçmesi gerekir.
BU ise kişinin kendisi ile olan ilişkisini
varoluşsal mükellefiyet (hayatta kalma gayesi-AHÇ) düzeyinden metafizik şehadet
(Hakk'a şahitlik eden, Hakk'ın şahitlik ettiği-AHÇ) seviyesine çıkarmakla olur.
Abdurrahman TAHA, Dinin Ruhu, s:792
Kişinin ben "böyle düşünüyorum", "ben
böyle seviyorum", "böyle tercih ediyorum", "böyle
anlıyorum", "böyle istiyorum", "böyle beğeniyorum"
dediği şeylerin aslından kendi iradesinin tecellileri değil çevre, aile, arkadaşlık,
okul, öğretmen, TV, akıllı telefon vs. yönlendirmeler, etkilenmeler, özentiler
olduğunu fark etmesi yetmez.
Yeni etkilenmelerini, tercihlerini, sevgilerini de HAKK'a, HAYra, Adalete göre düzenlemesi yani hayrın, Hakkın ŞAHİDi/ŞEHİDi de olması gerekir, diyor sanırım. 02.06.2023
------------------------------------------------
İlahi sözleşmeye teslim olmuş kişi dünyaya geldiği andan itibaren İnsani bir gayeye tabi olur. Bu da Yaratıcıya kulluk etme gayesidir.
Sekülerizmi benimsemiş laik kişide kendi hayatının efendisinin kendisi olduğu iddiası vardır. Bu doğrultuda hiç bir zorlamaya tabi olmadan kendi iradesini hayata geçirdiğini, sorumluluğunu üstlendiğini söyler.
Lakin o dünyaya geldiğinde hiç bir şeye malik olmadığını da bilir. Kendi çabasına dair hiç bir şey olmadığı halde yaratılmış olmasına rağmen kendi sınırlarını ve hadlerini "KENDİ" belirleme arayışı içindedir. Kendi varlığını kendi yaratmadığını ve kaybederse tekrar yaratamayacağını bilmesi nedeniyle kendi varoluş sırrına erebilmek için kendini var edenin kim olduğunu araştırması gerekir.
Ama bu arayışa girmek onu bir yaratıcıya yani o yaratıcıya teslim olmaya götüreceğinden sekülerizmin Kendi İradesinden başkasına teslim olmama ilkesi ile ters düşmek zorunda kalacaktır. Çünkü bu arayış ona hadlerini tanımlayan "niçin yaratıldım?" sorusuna yönlendirecektir.
Laik şahsın bu arayışa girmesi Yaratıcıya karşı ibadete/taabbudi bir eyleme geçtiğinin işaretidir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:820
Nerden geldim, nereye gidiyorum, amacım ne, niçin yaratıldım, ben kimim gibi sorular sormaya başladığı an kişi ibadet etmeye başlamış, KUL olma yoluna girmiştir diyor sanırım.
------------------------------------------------
Modern dini ya da seküler düşünce de akıl
kendi delilleri ile her şeye müdahale edebileceğini düşünür.
Ancak şöyle bir sorun vardır:
Kendi kendisi üzerinde düşünemeyen, kendi mahiyeti konusunda bir fikri olmayan akıl, aynı zamanda bilinci olmayan bir akıl da değil midir?
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:825
Akıl kendi mahiyetini kavrayamaz, nasıl düşündüğünü, aklettiğini, bildiğini, öğrendiğini, unuttuğunu, hatırladığını bilemez.
Ama kendi mahiyetini bilmediğini bilecek kadar hikmeti GENELDE yoktur.
Bu yüzden kendisini kendisinin YARATTIĞINA (kendi aklını kendisinin var ettiğine) inanabilir ve KENDİSİNİ (aslında kendisini de değil nefsini, hevasını) Tanrı edinebilir, kendini Yaratana meydan okuyabilir, savaş açabilir, diyor sanırım. 05.06.2023
------------------------------------------------
Sekülere göre her bireyin, bizzat kendisinin yapması gereken akli eleştiriye dayanmayan ne varsa seküler olana göre geçersizdir. İlahi sözleşmeye tabi olmuş kişi insanın dönüşümü konusunda eleştiri ilkesinin zorunlu bir ilke olarak kabul etmiş olsa da seküler paradigmayı kabul etmiş kişi gibi değerlendirilemez.
Çünkü akıl eleştiriyi gerçekleştirebilse de insanın HAYRA dönük değişimini gerçekleştirmeye güç yetiremez. Zira akıl insani melekelerden sadece bir tanesidir. Halbuki diğerlerinin de harekete geçmesi gerekir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:828
Aklınız bir
şeyin kötü olduğunu söyleyebilir. Mesela der ki, alkolizm, uyuşturucu,
bağımlılıklar, fazla kilo iyi değildir.
Ancak ondan uzak durmanız için sadece bu tespiti yapmış olmanız yetmez, nefsinizi, iradenizi, hevalarınızı, meraklarınızı, gözünüzü, kulağınızı, midenizi de kontrol altına almanız gerekir.
Ancak AKIL, iman gibi diğer unsurları harekete geçirebilecek bir meleke değildir, diyor sanırım. 06.06.2023
------------------------------------------------
Kişinin ilmi arttıkça akli yeteneklerinin arttığı doğrudur lakin kişinin ameli arttıkça da aklı artar...
İlahi sözleşme insan nefsini terbiye etmek, amelini saflaştırmak, basiretini aydınlatmak için ARINMA PRATİĞİNE odaklanır.
Bu sayede beşeri aklın boyutları, onu sınırlayan barikatları yıkarak genişler, insan daha önce akledemediği, fark edemediği şeyleri fark eder hale gelir. Daha da ötesi seküler paradigmaya teslim olarak zahiri ve batıni amelleri terk eden kişinin fark edemeyeceği, hissedemeyeceği şeyleri de akleder.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:831
Şöyle bir örnek ile açıklamaya çalışayım:
Birisi kitaptan okuyarak SEMERKAND'ı öğrenebilir. Sokaklarını caddelerini ezberleyebilir.
Bir başkası da
oraya bizzat giderek aynı şeyleri öğrenebilir.
Ancak birisi
okuyana herhangi bir mevzu üzerinden "sen yanlış anlamışsın, o öyle
değil" dediği anda bilgisinden şüpheye düşer, bilgisinin isabet ettiği
şeyden asla emin olamaz. Ama AMELİ ile öğrenen bu şüpheye düşmez.
Üstelik ameli
ile öğrenenin o sokakları gezerken hissettiği, DUYDUĞU/DUYGULANDIĞI meselelerin
gerek meşakkat gerek zevk anlamında hiç biri okunarak hissedilebilecek şeyler
değildir.
O yüzden askerlik üzerine kitap okuyan çok olsa da askerlik hatıralarını sadece ASKERLİK yapanlar anlatır, ASKERLİK okuyanlar değil, diyor sanırım. 07.06.2023
------------------------------------------------️
Aklın, hakkında dar ve sığ bir düşünceye hapsolduğu, geçekliğin dar bir kalıba mahkum edildiği her durumda yeni içtihadlara (yeni düşünce biçimlerine) ihtiyaç duyarız. Zira geniş perspektif varlığı da geniş görür.
Ancak bunun olabilmesi aklın dayanabileceği bir referans noktasına ihtiyacı vardır. Bu noktada ilahi emaneti yüklenme olgusu, aklı içine düştüğü sığlıktan ve gerçekliği tekdüzelikten kurtarabilir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, S:837
Akıl daha
doğrusu Batı aklı "rasyonalite denen menfaatini koruyabilme yetisinden
ibarettir". (Malumdan meçhulü çıkarır.) Tahakküm üretir. Yani doğaya,
hayvanlara ve diğer insanlara nasıl boyun eğdirileceğini...
BU çerçevede GERÇEK "menfaatle" özdeşleşir. Hakikat kendi beğenilerim ve zevklerim kafesine tıkılır.
Sonuçta herkesin KENDİSİNE tapındığı bir iklime varılır.
Bu kısır döngüyü, sığlaşmayı ve tek düzeleşmeyi "İLAHİ EMANET" sözleşmesi ile aşabiliriz. Zira ilahi emanet Bencilliği, biriktirmeyi, menfaati yani TAHAKKÜMÜ değil yardımlaşmayı, Tanrıya (eşyaya ve insana hizmeti) yani HAYRI miheng alır, diyor sanırım. 08.06.2023
------------------------------------------------
Akıl, AKLA dayalı bilginin ya da rasyonel temellere dayalı epistemolojik (bilimin ürettiği bilginin) alanının değişmesi ile değişmek zorundadır.
BU itibarla akılcılık, aklın SABİT ve STATİK
olması değil, tersine sürekli bir devinim halinde evrilmesidir.
Buna göre aklını değişime tabi tutmayan ve buna rağmen rasyonel (akılcı) olduğunu iddia eden biri aslında hiç de akıllı biri değildir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:838
Akıl değişebildiği için AKILDIR. Sabah başka, öğle başka, 10 sene sonra başkadır. Duyduğu bir kelime, gördüğü bir resim ile değişir. Eğer bunu yapamıyorsa AKIL, akıl değildir.
O yüzden DEĞİŞMEYECEK sabiteleri, MUTLAK doğruları, HAKKI ve GERÇEĞİ üretemez. Değişkenlik HAKKIN tabiatına uymaz.
Post-Turth GERÇEĞİN olmadığı çağ bu anlamda Kuru akıl çağıdır. 09.06.2023
------------------------------------------------
Bahsi çok geçen akılcılık, nefse dayalı bir akılcılıktan ibarettir. Çünkü bu aklın nispet alacağı referans kendisidir. Yani aslında onay mercii bizzat kişinin KENDİ nefsidir.
BU aklın darlığı, insanın batıni yönünü ve iç dünyasını görmezden gelip her şeyi kendi nefsinin onayına indirgemesinden kaynaklanır...
Bu dar kafesten kurtulabilmesi için öncelikle nefsin, HAKKI, menfaate indirgemesi tuzağından kurtulması gerekir...
İlahi sözleşme, ilahi emanet düşüncesi insanın batıni ve iç dünyasına ait kuvvetlerin serbest kalması için nefsi bükerek ruha (Kalbe ya da vicdana mı demeliydi acaba?-AHÇ) yer açmaya çalışır.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:838
Modern Batılı akıl (rasyonalizm) menfaat tapıcılığı, uyanıklık, biriktirmecilik, bencillilk, ego ve kişinin KENDİ NEFSİNE tapınmasıdır.
Nasıl çalıştığına hatta ne olduğuna dair en küçük bir fikri olmamasına rağmen AKLINI kendinin inşa ettiğine inanır, diyor sanırım.
------------------------------------------------
(Kişinin referansı NEFSİ olduğunda) "Gerçek", durumun değişmesi ile değişen bir şeye dönüşür. Durum değiştikçe gerçeğini değiştirmeyen kişi gerçekçi biri olarak görülemez.
Söz konusu olan gerçeklik bu dünyaya ait fiziki bir gerçekçilikten ibarettir. Dolayısı ile dünyevidir, dünyadan ibarettir.
Abdurrahman Taha, Dinin Ruhu, s:841
İnsan güçsüzken sahip olduğu GERÇEKLİK algısını güçlenince değiştirir. Ama o pozisyonu değiştirdiği için, yani onun bireysel AKLI değiştiği için, "GERÇEK/HAKK da gerçekten değişmiş midir?
Değişmez zira HAKK/GErçek kişiye, zamana,
coğrafyaya göre değişmez. (Yalan her yerde yalandır)
Burada sorun HAKK'ın referansının kişinin NEFSİNİN olmasıdır.
O halde HAKKIN mercii, kişinin menfaati ya da pozisyonu
ile değişmeyecek, referans olarak NEFSİ almayacak bir makam olmalıdır.
Post-Truth dediğimiz GERÇEK SONRASI dönem işte o
referansın kaybedilmiş olduğu zamandır diyor sanırım.
Zeyl: HAKK olmadığında geriye; gücü gücü yetene ekonomisi, İnsan insanın kurdudur hayat nizamı, Büyük balık küçük balığı yer fikri, "KENDİNE İYİ BAK" ideolojisi kalır.
Kitap hitama ermiş oldu. Hamdolsun 10.06.2023
Zeyl: Sosyal Medyada yayınladığımız notları toplayarak bir araya getiren Mustafa Uçak Beyefendiye çok teşekkür ederm
3 yorum:
Elinize emeğinize sağlık. Teşekkür ederim.
Yusuf Ziya kosifoğlu elinize emeğinize gayretinize teşekkür ederim.
Kulak olmazsa dilin gayreti işe yaramaz. O yüzden dile kıymet kulak verenden gelir. Kulak verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
Yorum Gönder