Avrupa'nın Travmaları 6 - Türkler

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 7 Ağu 2018 1 yorum

Önceki Yazı:  Avrupa'nın Travmaları 5 - Dünya Savaşları   


"Türk Dilini ve bu dili konuşan herkesi Avrupa'dan kovmak kesinlikle zorunludur.*"

Voltaire


Avrupa düşüncesini şekillendiren ve bugününe etki eden travmalar üzerinde düşünmeye çalıştığımız bu yazı dizisinde 6. başlığımız, Türkler.

(
Bu hali ile çok eksik ve hikayenin sadece bir yönünü anlatmış olacağımın farkındayım. Kanaatimizce bu hikaye Roma İmparatorluğu, Büyük İskender, Haçlı Seferleri, Sömürgecilik Hareketi ve Dünya Savaşları  ile  birlikte okunmalıdır.)


Aziz Stephan Katedralinin nöbetçileri
Avusturya'nın en önemli sembollerinden olan Aziz Stephan Katedrali, 1365 yılında Avusturya dükü Rudolf tarafından yaptırılmış. Gotik mimarinin en önemli ve ihtişamlı örneklerinden biri olan bu katedral Kanuni Sultan Süleyman Viyana'yı kuşattığı esnada Avusturyalılar tarafından sığınak olarak kullanılırken katedralin yüksek kulelerinde Osmanlı askerlerinin ani bir baskınına karşı nöbet tutmaya da başlamışlar.
 
Avusturyalılar o kulede 1956 yılına kadar tam 427 sene Türkleri beklediler. Ta ki Türkiye NATO'ya üye olana dek. 
Osmanlıların ölümünden 38 sene sonra bile Avusturyalıları o kulede bekleten neydi? 
Müsaadenizle biraz geçmişe gidip derdimi haritalar üzerinden anlatmak istiyorum.

Hristiyan takvimine göre İsa'dan 4 yüzyıl önce Makedon Kralı Büyük İskender ordusu ile doğuya doğru hareketlendiğinde karşısında en ciddi rakip olarak gördüğü Hunların, Azerilerin, Macarların, Bulgarların, Medlerin, Slavların, Ermenilerin ve  Baltık ülkelerinin atası olabileceği varsayılan Sakaların/İskitlerin üzerine gitmek yerine daha zayıf ve zengin olan Perslerin ve Mısır'ın üzerine gitmeyi tercih etti ve Anadolu, Suriye, Mısır, İran ve Hindistan'ın bir büyük bölümünü egemenliği altına aldı. 
Milattan önce 2. Yüzyıla gelindiğinde Büyük İskender'in imparatorluğu 4'e bölünmüş, onlardan biri olan Seleukos İmparatorluğu Batı Asya da hakim olmuştu.
Roma İmparatorluğu ise Bütün güney Avrupa ve Anadolu'da etkinken, Hunlar diğer boyları bir araya getirerek Orta Asya'da büyük bir İmparatorluk kurmuşlardı.

1. Yüzyılda Hun İmparatorluğu parçalanmış ve Batı Hunları Aral ve Issık Gölü arasındaki bölgeyi kontrol altına alarak Batı'ya doğru hareketlenmişlerdi.
Aynı dönemde Roma İmparatorluğu güçlenmiş ve Kuzey Afrika'nın tamamını, Kızıl Denizi ve Batı Avrupa'yı hakimiyetleri altına almıştı.
2. yüzyılda ise Hun boyları daha çok Asya'nın ortasında ve doğusunda bulunuyorlardı.
Roma İmparatorluğu ise hakimiyet alanını İran sınırına kadar ilerletmiş ve İran Mecusileri ile büyük bir mücadeleye girişmişti.

3. Yüzyılda Büyük Hun İmparatorluğu  iç savaşlar nedeniyle parçalandı. Galip ve hakim boylar diğerlerini batıya ve kuzeye doğru sürmeye başladılar. 
Ak Hunlar bu yüzyılda Hazar Denizi civarına kadar hakimdiler.
4. Yüzyıla gelindiğinde artık Karadeniz'in üzerinde Avrupa'nın içlerine doğru yayılan bir çok Hun boyu vardı ve Hunlar, Batı Avrupa'nın en örgütlü gücüydüler.
446 yılında Batı Hunlarının Hanı Atilla, ordusu ile bugünkü Büyükçekmece önlerinde otağını kurduğunda Konstantinepol'deki (İstanbul) Doğu Roma İmparatoru II. Theodosius, Atilla'ya karşı koyamayacağını biliyordu. Yapılan antlaşmanın koşulları o kadar ağırdı ki, İstanbul'da kıtlık baş göstermiş ve nüfusu 3'te 1 oranında azalmıştı. 
451 yılında Atilla bu sefer ordusunu Batı Romanın üzerine yöneltti. Roma İmparatoru büyük bir  ganimetle birlikte kızını da Atilla’ya eş olarak yollayarak yağmayı durdurabildi. 
453 yılında Doğu Roma, Galyalılardan büyük bir savunma bloku teşkil ederek Atilla’ya haraç vermeyi reddetti. Aquilia Kalesi ve Galyalılar Atilla’yı ancak 3 ay oyalayabildiler: Atilla, baştan sona bütün İtalya’yı yağmaladı. Papa,  neredeyse Roma'nın tüm servetiyle gelip Atilla'dan özür dileyince Roma işgalden kurtuldu. Ancak Hun orduları İspanya'dan İskandinavlara kadar bütün Avrupa'da hala hatırlanan bir dehşeti yaymaya devam ettiler.
Aynı yıllarda Ak Hunlar da Hindistan hakim olmuşlardı.
600'lü yıllara gelindiğinde Avrupa'da dağılan Batı Hunlarının yerini alan Avarlar, doğu Asya'da Doğu Göktürkler, batısında ise Batı Göktürkler coğrafyaya hakimdiler.
Bu sırada Batı Roma tarihten çekilmiş Doğu Roma Balkanlar, Anadolu, Filistin ve Şam üzerindeki hakimiyetini sürdürebilmek için İran Sasanileri ile kıyasıya bir mücadeleye girişmişti.  
700'ler de Emevi İslam Devleti; Ön Asya, Afrika ve Hindistan'a doğru yayılırken Orta Asyanın dağınık boylarını da İslamla tanıştırdı.
Asya'nın ortasında hakim olan Avarlar ve Göktürklerin kovaladığı Bulgarlar Avrupa'nın ortalarına kadar etkindiler.

Bu yıllarda Emeviler, Sasanileri tarihten silip Ön Asya için Doğu Roma(Bizans) ile mücadeleye girişmişlerdi. Diğer taraftan Müslümanlar Avrupa'nın batısından Endülüs'ten, ortasından da Sicilya’dan Avrupa’ya ilk adımlarını attılar.
800'lü yıllarda İdil Bulgarları ve Oğuzlar ilk Müslüman Türk topluluklar olarak Karadeniz ve Hazar havzasını Müslüman toplulukların yerleşimine açtılar. Yahudileşen Hazarlar Karadeniz'in üzerine hakim olup Rus boylarını Kuzey Buz Denizinin kenarlarına sürdüler.
Bu yüzyılda Avarlar ve Bulgarların Avrupa'nın ortasındaki hakimiyetleri devam etti.

900'lü yıllarda Avrupa'nın Batısı, Peçeneklerin baskısı altına girerken Tolunoğulları Afrika'da Samanoğulları İran ve Hindistan'da hakim unsur haline geldiler. 
Kiev Prensliği ilk kez diğer Rus knezliklerini (prenliklerini) bir araya toplamayı başardı.
1000’li yıllarda Karadeniz'in üzeri neredeyse 200 yıldır Müslümanlara ev sahipliği yapıyordu. Bu bölge Kuman ve Kıpçakların kontrolündeyken Asya’nın ortası da Gazneliler ve Karahanlılar'la birlikte Müslümanların egemenlik alanına girmişti. Peçenekler Bulgarları hakimiyetleri altına alarak Avrupa'nın içlerine doğru egemenlik alanlarını yaymışlar, Rus Knezlikleri ise Kuzeyden güneye ve Avrupa'nın batısına doğru sarkmaya ve Türkler ile mücadeleye girişmişlerdi. 
1096 yılında Papa II. Urben'in Fransa, Belçika ve Almanya'dan topladığı 100.000 kişi Yoksul Gotye isimli bir şövalyenin önderliğinde Anadolu'ya girdi.Bu hareket yüz binlerce Avrupalı genci Anadolu, Filistin ve Afrika'ya taşıyacak olan Haçlı Seferlerinin öncüsü oldu.
1100'lü yıllarda Kuman-Kıpçak Hanlığı Karadeniz'in üzerinde Devleti Rus Prenslikleri bölgenin hakimiyeti mücadelesine girerken bir taraftan da Avrupa'nın doğusuna etkili olmaya başlamıştı.
Anadolu'ya Karadeniz'in Kuzeyinden 200 sene gecikmeyle Türkler de bu dönemde girdi. Haçlıları ilk karşılayanlar da onlar oldu.

1200'lü yıllarda Kuman-Kıpçak Hanlığı ve İdil Bulgarları Rus Knezliklerini parçalayarak gerilettiler. Güney Asya'da Harzemşahlar, Orta Asya'da Uygurlar ve Kırgızlar, Kuzey Asya'da ise Yakutlar ve İdil Bulgarları etkin oldu.

1100'lerde başlayıp 1300'lü yıllara kadar düzenlenen 8 Haçlı seferinin 4'ünde ordularını Anadolu'ya kadar  getirmeye başaran Haçlılar 200 yılın sonunda Asya'da tutunmayı başaramamış olsalar da ortak bir bilinç geliştirmeyi başardılar. Haçlıların batı Asya'daki son kalıntılarını Memluk Sultanı Baybars 1291 yılındaki seferi ile yok etti. 
Altın Orda Devletinin en güçlü zamanındaki sınırları

1300’lü yıllarda Moğol İstilaları tüm Asya’yı hallaç pamuğu gibi atarken Memlüklüler Mısır Filistin bölgesini kontrol ediyorlardı.
Bu esnada Rusların "tüm Müslümanlara verdikleri isimle Tatarlar" yani Altın Orda Devleti çok güçlenmiş Kuzey ve Orta Asya'nın tamamında olduğu gibi Batı Avrupa'da da hakim güç olmuş, Rus Knezliklerini Kuzey Buz denizinin kıyısına mahkum etmiş, bütün Avrupa'yı yağmalayabilecek güce erişmişti.


1400'lü yıllarda Osmanlılar Balkanlardan Avrupa'ya geçip haçlı ordularını defalarca mağlup ederek Arnavutluğa kadar ilerlediler. Bundan 60 sene sonra İstanbul'u da alarak 1500 senelik Roma İmparatorluğuna son verdiler.
Aynı dönemde Altın Orda Devleti Rusları Kuzey Buz denizine doğru sıkıştırmaya devam ederken Avrupalılarla doğu Avrupa'nın hakimiyeti için kıyasıya mücadele etmeye de devam ettiler.  

Bu dönemde Asya'nın merkezinde büyüyen Timur Hanlığı hem Altın Orda Devletini hem Osmanlı Devletini ağır şekilde darbeleyecek ve bu darbe Altın Orda Devletini tarihten silecek sürecin başlangıcı olacaktır. Osmanlı ise 10 senelik bir fetret devrinden sonra kendisini toparlayarak Avrupa içlerine doğru olan akınlarına devam edecektir.
1492 yılında Avrupalılar 730 senelik Endülüs'teki Müslüman varlığına tamamen son verdiler.

1500'lü yıllar boyunca Osmanlıların Avrupa içinde ilerleyişi sürerken diğer taraftan Avrupalıların Akdeniz üzerinden yaptıkları deniz aşırı sömürgecilik ve ticaret faaliyetlerini Mısır'ı kontrol altına alarak durdurdular. Osmanlıyı geçemeyen Avrupa'nın alternatif sömürge ve ticaret yolu arayışları Avrupa'nın Coğrafi Keşifler Dönemine girmesinin de yolunu açtı.
Aynı dönemde Altın Orda Devletinin yerine kurulan 5 devletin birbirleri ile mücadelesi Rus Prensliklerine birliklerini sağlama imkanı verdi. 


1600'lerde birbirleri ile boğuşan bu devletlerin tamamını yutan Ruslar, tarihlerinde ilk kez Hazar denizinin kıyılarına kadar indiler. Hindistan'da ise Babürlüler büyük bir imparatorluk kurdular. 
Bu esnada Osmanlının Avrupa’yı  Baltık ve Atlas Okyanusuna doğru sıkıştırması devam ederken diğer taraftan da Kuzey Afrika'nın tümünü kontrol altına alıp Avrupalıları neredeyse tüm Akdeniz’den çıkardı.Küçük Murat Reis İngiltere'nin 30 mil açıklarında bir adayı üs edinip 30 yıl boyunca İzlanda, İskandinav ülkeleri,İngiltere ve İrlanda da bir çok şehri haraca bağladı. Osmanlılar, Doğu ve güneyden sonra Avrupayı Batıdan da sıkıştırır oldular.
1700'lerde Osmanlının  Avrupa içlerine doğru ilerleyişi durdurulmuş, Babürlerin Hindistan'daki egemenliğine İngilizler tarafından son verilmişti.
Aynı dönemde Ruslar, tüm Kuzey Asyayı kontrolleri altına almış, Orta Asya'daki Devletleri tehdit eder olmuşlardı. Osmanlı'nın Karadeniz'in üzerindeki varlığı da Ruslar tarafından kemirilmişti.
1800’lerde Ruslar Karadeniz'in üzerindeki tüm toprakları hakimiyetleri altına almış, Asya’nın ortasında parçalanmış İslam topluluklarını da baskılar hale gelmişlerdi.
Osmanlı ise artık Avrupa'da geriliyordu.

1900'lerin daha başında Asya'nın ortasındaki tüm coğrafya ve topluluklar Rusların; güney Asya İngiliz ve Fransızların, Afrika ve Mısır İngiliz, Fransız ve İtalyanların hakimiyetine girmişti.  

Osmanlının Avrupa’daki gerileyişi sürdü. 500 sene Müslümanları barındıran Balkanlar, 1000 sene Müslümanların evi olan Karadeniz'in Kuzeyi ve Kazan Bölgesi gibi Müslümanların hakimiyetlerinden çıktı. Üzerlerindeki Müslüman toplumlar Endülüs'de olduğu gibi ya sürüldü ya da katliamlarla tamamen yok edildi. Afrika'dan da çekilmek zorunda kalan Osmanlının  boşalttığı yerler de  Avrupalılarca işgal edildi.   
1960 yılında son özgür Müslüman Türk ülkesi Türkiye’de çok partili siyasi sisteme geçildi. Ancak ülkenin seçilmiş başbakanı (bu olaydan 3 sene önce İran’da olduğu gibi) ABD tarafından devrildi ve 2 bakanı ile birlikte asıldı. Yani bağımsızım diyen tek ülke de aslında bağımsız değildi.   
2000'li yıllarda SSCB'nin yıkılması ile Türki Cumhuriyetler yarı bağımsız bir kimlikle siyaset sahnesine geri döndüler.
Avrupa ve Karadeniz'in üzerindeki Türk nüfus oranı 2000 senelik tarihin en düşük seviyelerine geriledi. 

2400 yıllık Ön Asya tarihi kuzey kavimleri(Ruslar), Batı kavimleri (Avrupalılar) ve Orta Asya kavimleri (Türkler) arasındaki mücadelenin tarihidir. Bu perspektifi ve bilinç altını fark etmeden günümüz siyasetini okumak çok eksik kalır düşüncesindeyim.


Yani Kabaca;
---Bu tarihi perspektiften bakınca; Avrupalılar, Ruslar ve Türklerin içinde oldukları mücadele her taraf için adeta varlık yokluk mücadelesidir. Birinin güçlenmesi diğerinin felaketi, birinin zayıflaması diğerinin ganimetidir.
---Avrupa ne zaman birliğini sağlamışsa Ön Asya, Orta Asya ve Afrika'yı işgal ve yağmaya girişmiş, Asya'nın ve Afrika'nın zenginliklerini Avrupa'ya aktarmıştır. (Romalılar, Büyük İskender, Haçlılar, Aydınlanma/Sömürgecilik dönemi ve hala sürmekte olan düzen) 
---Orta Asya'dan gelen boylar tahakküme aldıkları yerleri yağmalayarak ata yurdunu beslemek yerine gittikleri yerleri yurt edinmeyi tercih etmişlerdir. Dolayısı ile hakimiyetlerine aldıkları coğrafyanın kültürünü, dinini benimseyerek uzun vadede yerel kimlikle özdeşleşmiş, onların içinde erimişlerdir. (Avrupa, Rusya, Hindistan, Çin vs içinde kalan boylar gibi) Bu süreç İslamlaşmaya kadar devam etti.

--- Asya'nın derinliklerinden gelen boylar ve Türkler (Türk kelimesini bir kavim anlamında değil Haçlı Birliğinin karşısındaki Müslüman anlamında kullanıyorum) ne zaman ön ve orta Asya kavimlerini bir araya getirebilmişse Avrupalıları Baltık denizinin ve Atlas Okyanusunun kıyılarına, Rusları Kuzey Buz Denizinin kenarındaki verimsiz ve soğuk bölgelere sürmüşlerdir.
---Ortega Y Gasset Avrupa birliği fikrini, ortaya atıp savunurken "Eğer bir gün uyumakta olan "Müslüman Mağması" yeniden kaynamaya/uyanmaya başlarsa ya da Ural Altay dağlarının tepelerinden bizi seyreden çekik gözlüleri görürsek ne yapacağımızı şimdiden düşünmeliyiz?" diyerek savunur. Bu anlamda gerek NATO ve gerek Avrupa Birliği, Batı'ya karşı bu halkların yeniden bir araya gelme ihtimaline karşı kurulmuştur denebilir. Yani misyonu kadim düşmanının yeniden canlanmasını önlemektir. Çünkü Avrupalılar eğer bu kavimler yeniden birliklerini sağlamayı başarırlarsa Avrupa kıtasının dar kaynaklarını ile yetinmek ve buz denizlerinin kenarına çekilmek zorunda kalabileceklerini bilirler.

Avrupa ve Rusya, 2000 senelerini "Doğudan gelecek Hunlar, Tatarlar ve Türklerin korkusu" ile geçirdiler. Doğulular da Avrupalıların her güçsüz düştüklerinde tepelerine binip tüm servetlerini yağmaladıklarını iliklerine kadar hissettiler.
Bu bölgedeki siyasi olayları bu travmaları hesaba katmadan değerlendirmenin bir şeyleri hep eksik bırakacağını düşünüyorum.


                                                                               Ahmet H. Çakıcı
                                                                               Zilhicce / 1439
Ancak Avrupa, Türk Travmasını takip ederken bir şeyi fark etmişti: Müslümanlaşmayan düşman çabuk eriyordu. (Allah nasip ederse devam ederiz.)
Gelecek yazı Avrupa'nın Travmaları 7 - İSLAM
Not: Haçlı kelimesini Roma sonrası Avrupa'nın birliğini sağlayan üst değer olarak kabul ederek Türk kelimesini "Haçlı birliğin karşısındaki Müslüman" olarak düşünmenin uygun olacağını düşünüyorum. Ki nitekim Arnavutlar, Sırplar, Hırvatlar, Bulgarlar, Rumlar ve diğerleri Müslüman olduklarında Türk de olurlar.  Çünkü o dönemde Türklük olunabilen bir şeydir ve Ulus Devletin ürettiği "bir kavmi" betimleyen anlamı ihtiva etmemektedir.

   
  


Pankaj Mistra, Öfke Çağı, s:70




























Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

1 yorum:

idrisoğlu dedi ki...

7.yi bekliyoruz :)

Yorum Gönder