Bağlar 2 – Performans bağları.

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 28 Ağu 2015 0 yorum

 (1. yazıdan devam)Bağlar  2 – Performans bağları.

Batı Medeniyeti bağlar kıran değil,  bağlar vuran bir medeniyet. Özgürleştiren değil, işgal eden. Binlerce bağımlılık yöntemi ile insanı kullaştıran, modern zamanların modern köleliklerini üreten bir medeniyet.

Reklam, TV ve dizilerdeki rol modellerden toplumun zihnine bir “hayat modeli” giydiriliyor.  Toplumun idolü haline getirilen “özgür” kız, “bağımsız” oğlan ya da “akıllı”, “hür” vatandaş olmak “bağsız”, “bağımsız” olmakla değil, onların istediği markalara, bağımlılıklara bağlanmakla mümkün.


Marka, moda, para, eşya, televizyon, cep telefonu, digitürk,  internet, bilgisayar, facebook, oyun, futbol, kredi, kredi kartı, iş, kira, araba, yat, av, ilaç, alkol, uyuşturucu, ….. gibi binleri bulan, olmazsa olmaza dönüşmüş bağımlılıklarla modern insanın etrafını sarılıp boynuna görünmez zincirler atılıyor. Öyle ki yemek yemek, şifa vermesi gereken ilaç bile bir bağımlılığa dönüşüyor.

Her bağımlılık paradan, ömürden, aileden, sağlıktan fedakarlıkta bulunmayı gerektiriyor. Bağımlılıkların artması kölelik veriminin artması anlamına geliyor. Bu yüzden modern insanın parası hiç yetmiyor. Zamanı olmuyor.

Bağımlılıkların sahipleri sadece alıyorlar. Vermiyorlar. Çünkü “hayır” kurumu değiller. Onlarda “hayır” yok.

Sürekli istiyorlar. Emeğimizi, paramızı, vaktimizi, çocuklarımızı, eşlerimizi neyimiz varsa hepsini. Her bağımlılıkla modern insanın boynu biraz daha sıkılıyor. Bağımlılıklarını sürdürebilmek için ahmakça, delice bir tempoda koşuşturmaya razı oluyor.

Modern insan, bir köle ya da mürit değil. O bir performans insanı.

Modern insan, üstadına “itaat” eden değil, patronuna “performans” verendir.

Bu bağımlılıklara direnenler medyanın gücü ile aşağılanarak, dağıtılıp tarihe gömülmeye çalışılıyor.

Cami, tarikat, cemaat, şeyh, hoca, usta veya benzeri “geleneksel bağlara” yapılan saldırının ardında da toplumu özgürleştirme çabası yok. Amaç modern/seküler bağlara yer açmak. Batıcı pozitivistlerce aşağılanarak maneviyat meclisleri ile bağlarını kesmeye ikna edilemeyen toplum, Modernist İslamcı Dil üzerinden hurafe ve bidat tanımları ile ikna edilmeye çalışılıyor.

Sanki bu meclisleri terk edenler, “ Bir alim, bir sahabe olacakmış” gibi bir yanılsama var ediliyor. Halbuki tarikat, cami, cemaat, zikir meclisleri ile bağlarını kesenleri televizyon, kahvehane, stadyum, AVMler, dostunu getir kazıklayalım geceleri(amway/gano ), dedikodu meclisleri, “Bir İstanbul Masalı” havasında fitne ve şehvet gösterilerinden başka bir şey beklemiyor.

Geleneksel aileye yapılan saldırı da aynı oyunun bir başka formu. Modern kadının,  kendi kendine “ayak”ta durabilmesi “hür” ve bağımsız bir “kişilik sahibi” olması, “olmazsa olmaz” bir zaruret. Halbuki “Kocana bağımlı olma!” sloganı “Kendine patron bul. Ona bağımlı ol.” Demenin başka bir yolu. Eşini memnun etmeye çalışan kadın,  “köle ruhlu”, patronu memnun etmeye çalışan “hür, çağdaş, modern” kadın oluyor. Kocasına “efendim” demeyi zillet gören hanımların, patronlarına “Süleyymaaann” diye hitap edememeleri onur kırıcı olmuyor.

Üstad, müridinin/talebesinin zaman içinde kemale ulaşıp, tamamen teslim olmasını bekler. Buna karşılık mürid manevi iklimden (psikolojik rehabiliteden) ve cemaat dayanışmasından faydalanır.  Üstad, müritlerinden sorumludur. Onlara düzenli vakit ayırır. Cemaat, üstadı ziyaret edip, muhabbetine katılır. Cemaate aylarca uğramazsanız kimse size kızmaz. Bir gün yine giderseniz, kapı açıktır. Modernler eğer bu yapıların içinde olursanız iradenizi elinizden alınır. Koyunlaşırsınız. Şirke girer, hurafe ve bidat ehli olursunuz. (?) Diyor.

Fabrikanın veya markanın “aile”sine katılırsanız mürid olmazsınız. İşçi olursunuz. Patronun sabrı yoktur. İşçiden hemen ve tam teslimiyet bekler. Sıkıntı çıkardığınız anda kapıda kalırsınız. İstenilen anda orda olmanız gerekir. Dakikalar hesap edilir. Bir kaç gün uğramazasanız, bir daha giremezsiniz. Patrona karşı çıkmak mümkün müdür? İşletmeler patronlarına ayar veren işçilerle dolu.(!) Çoğu kez patronu ziyaret etmek mümkün değildir. Varlığınızdan haberi yoktur. Yine de ona sadık olup, şükran duygusu beslemeniz gerekir. Bu sizi koyunlaştırmaz. Kafanızı kimseye emanet etmiş, şirke, hurafe ve bidate de bulaşmış olmazsınız.

Patron işçisine  “para” verir. Para kapitalist sistemlerin kutsalıdır. Eğer para alıyorsanız aklınızı, vaktinizi, emeğinizi, ruhunuzu ve hatta bedeninizi teslim etmenizde sakınca yoktur. Alınan para ile birçok abonelik ve alışkanlık edinilebilir. Her abonelikle, işçiliğin ve bağımlılığın süresi uzar. Taaaa kabre girene[i] kadar sürecek bir döngü başlar.

Aziz Allah’ı hatırlatan kurumların vaadi maneviyattır. Maneviyatı güçlü toplumlardan marka, alkol, uyuşturucu, moda, kozmetik, stadyum, lüks, gösteriş, digitürk, antidepresan gibi bir sürü bağımlılığa dirençli insanlar çıkar. Hepsi mükemmel örnek değillerdir. Ancak kapitalist ekonominin pek haz ettiği tipler de değillerdir.

Hala eski Türk filimlerinde olduğu gibi “Ben şerefimi paraya satmadım. Çocuklarıma haram lokma yedirmedim..” repliklerine önem veren bir topluluğun dağıtılması hurafe bidat meselesinden önce kapitalist ekonominin gereğidir.

Bu bağımlılıkların maneviyat nehirlerini kurutması, bu nehirlerin suladığı kalbi ve ruhu da kurutur. Kalbin ve ruhun kuruması insanı/toplumu çok daha büyük bir çıkmazlara sokar.

Ancak kuruyan kalpleri teskin edebilmek, huzursuz ruhları sükuna erdirebilmek Batı Medeniyetinin ilgi alanında değildir. Her şeyden önce kurumuş kalplere gereken şifa  "para" ekilen tarlaların meyvesi değildir. 

(Nasipse devam ederiz.)

                                                                                                 Ahmet H. Çakıcı
                                                                                   14/Zilkade/1436 - 28/Agustos/2015
                                                        
                                                                 




[i] Tekasur Suresi

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder